Seba -i dü atıp, karşı tarafı altı kapıya alırken, bunları da bilmekte, yarar var. O zaman, kültürün ne kadar sürekli, nasıl etkileşimli ve ortak bir veri olduğu ortaya çıkıyor. Hiçbir normal insan topluluğu, tarihi tek başına yaşamamıştır ki, sırf kendine özgü bir tek kültürün sahibi olsun!
" Hade be, kemik" diye zar atarken, kime yalvarıyorsunuz? Kağıt gelmedi diye ilenirken, yakardığınız kim? Ya meraklıları rulet masalarının başında, kimden şans dilenmekteler?
Allah'tan mı? Kur'an -ı Kerim'de şans oyunları, kumar ve fal yasaklandığına göre, bu olamaz...
Artemis'ten mi bekleniyor o "iyi talih", Kibele'den mi?
Yoksa Runda'dan mı?
Hititlere, Hattiler'den geçen o kadim tanrıdan mı?Bakın, bir koyunun aşık kemiğinin, bizi getirdiği yere!...
Not: Prof. Faruk Sümer, Oğuzlar; Halikarnas Balıkçısı, Altıncı Kıt'a Akdeniz; Ord. Prof. Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi isimli eserlerden yararlanılarak yazıldı.
EFES'İN ARTEMİS
ŞENLİKLERİ
KIBELE YAŞIYOR
Mezopotamya, Mısır, Girit, İyonya, Frigya, Lidya, Likya, Karya ve Kıbrıs... Bunlarım tümü de, Kıbele anlayışının, yani bir asıl ana tanrıça kültünün, kaynaklarıdır. Anaerkil toplumun asıl tanrısının bir kadın olarak algılanmasında, şaşılacak ne var? Günümüz dinlerinde de Kıbele yaşamaktadır. İslamiyette Kıble, eski Arap dininin, Kabe'de korunan bu en büyük tanrıçasına dönerek ibadet etmek anlamındadır. Kabe'yi kutsal yapan, içinde Kıbele'nin korunuyor olmasıydı. Hristiyanlıkta ise Bakire Meryem kültü, Kıbele' nin ayni zamanda hem ebedi bakire ve hem de ebedi ana olmasının ta kendisidir. Ya Bektaşilik’in Kadıncık Ana’sı, Mevleviler’in Kira Hatun’u, nereden galat yaşamaktalar dersiniz? Sonuçta tüm dinler, yalnız öte dünyayı değil, bu dünyayı da düzenlemek iddiasında oldukları için, doğdukları günkü toplumsal düzeni tarif ettiklerinden dolayı, Ataerkil toplum düzenine geçildiğinde, tanrıçaların rolü giderek azaltılmış, ama etkileri modern dinlerde de varlığını sürdürmüştür... Bu gerçek, dinsel anlayış ve kavramların da, toplumların bilgi ve kültür düzeyine koşut olarak, evrilerek geliştiğini gösterir.
TANRIÇA DA EVRİLİR
Bu evrim esnasında, Kibele çeşitli biçimler almış, o rol, zaman ve mekana bağlı olarak, belli tanrıçalar arasında, pay edilmiştir. Örneğin Kıbrıs'ta, bütün sefihliğine karşın, ana tanrıça rolünün de yüklendiği tanrıça, uzun yüzyıllar boyunca, Afrodit'tir. İyonya'da ise, zamanla eski Frigya Tanrıçası Kibele'nin yerini, Bereket Tanrıçası Artemis almıştır. Dönemin en önemli uygarlık merkezi İyonya olduğu için, Artemis giderek, Ege Adaları, Yunanistan, Girit ve Anadolu'nun tümünde Kıbele'nin yerini almıştır.
Göğsündeki bir dizi meme ile sembolize edilen Artemis, bereketi temsil ettiğinden, her yıl ilk baharda, onun adına büyük şenlikler düzenlenir ve senenin bereketli geçmesi için, ayinler yapılırdı. Bu gelenek, günümüzde de değişik söylencelere dayanılarak yapılsa bile, tüm dinlerde sürmektedir. Nevruz, Mart Dokuzu, Hıdırellez bunun müslümanlardaki şekilleridir. Kıbrıs Rumları'nın " Sarakosti'nin Burnunu Kırmak" geleneği de Artemis Şenliklerinin devamından başka birşey, değildir.
BEREKET ŞENLİKLERİ
İyonya'nın merkezi durumundaki Efes'te yapılan Artemis Şenlikleri, örneklerinin en görkemlisi idi. Her yıl ilkbaharda, tanrıçanın heykeli törenle tapınaktan çıkarılır, arkasında rahibeler, koruyucular ve din adamları; onların da gerisinde, halkın oluşturduğu bir konvoyla, çıplak olarak denize götürülür, orada yıkanıp, törenle giydirilir ve tiyatroya getirilirdi. Artemis heykelinin tiyatroda olduğu günler boyunca orada çeşitli oyunlar oynanırdı. Buradan heykel Odeon'a geçirilir, burada da tanrıça adına flüt ve gitar çalma, güzel şarkı söyleme yarışları düzenlenir, törenin devam ettiği bir ay boyunca, şehrin her tarafından müzik sesleri duyulurdu. Sonra, Artemis hipodroma götürülür, şerefine atletizm yarışları düzenlenirdi. Şenliklerin devam ettiği uzun günler boyunca, neşeli olmamak, günahtı. Hristiyanlık'ın kabulünden sonra bile bu geleneği sürdüren Efes'lilerin bu adetinin ayrıntılarını, MS 2 ya da 3. yy' da yaşamış olan Efesli ozan, Xenophon'un yazdıklarından öğrenmekteyiz.
AKDENİZ'İN HER YANINDAN
Bu şenliklerin bütün Orta Doğu'da bilindiği ve festival boyunca, Efes'e akın eden insanların hem eğlendikleri ve hem de şehrin bu gelenek dolayısıyla, zaten hareketli olan, ticaretinin, daha da ivme kazandığı bilinmektedir. Karayolu ile Anadolu'nun her yanından Efes'e akanlardan maada, deniz yolu ile de Adalar Denizi, Yunanistan, Mısır ve Kıbrıs'tan gelen gemilerin, şehre bütün bu ay boyunca mal ve yolcu getirdikleri bilinmektedir. Böylece MÖ 6. yy'da başladığı kesin olup, MS 4. yy'a kadar bin yıl devam ettiği bilinen bu geleneğin, Kıbrıs'ı da etkilediği görülmektedir. Daha doğrusu, Sarakosti'nin Burnu'nun neden kırıldığı, Limasol Deniz Şenliklerinin kökeninde ne olduğu gibi soruların, yanıtları anlaşılır olmaktadır. Bir de bu adanın bütün tarih boyunca, Ön Asya kültür yaşamının tam da göbeğinde olmasının ipuçları daha da belirginleşmektedir.
Burada asıl belirginleşen ise kültürün bir başka ögesi:
Süreğenlik...
Hiç bir toplumun salt kendine ait kimseden etkilenmemiş ve kimseyi de etkilememiş bir kültür içinde yaşaması düşünülemeyeceği gibi, tarihin bir dönemindeki bir göç, kabul edilen yeni bir din, yaşanılan bir savaş v.b. nedenlerden ötürü, eski kültüründen kopup, başka bir kültür içine girmesi de beklenemez.
Kültür, tüm insanlığın ortak malı olduğu gibi, süreğen, devamlıdır da! Geçmişten gelir ve geleceğe akar.
Bir Efesli olan büyük Heraklitos'un dediği gibi:
" Panta horei! Kai auden menei! Panta rei!"
Yani:
" Hep devinir! Hiç durmaz! Hep akar"
Panta rei!....
Not: Bu yazı, Halikarnas Balıkçısı'nın Merhaba Anadolu ve Altıncı Kıt'a Akdeniz isimli kitaplarından yararlanılarak yazıldı.
TARİHİN İLK GÜZELLİK YARIŞMASINI BİR KIBRISLI KAZANDIYDI
Dostları ilə paylaş: |