ESKİ FAHİŞE EN SAYGIN KADIN OLUR
Böylece bir zamanlar kentin en ünlü fahişesi olan kadın, kısa sürede, ayni şehrin senatörleri, generalleri soyluları ve piskoposları tarafından, imparatoriçe olarak, sevgi ve saygı ile kabullenilir.
Çağdaş Yunan Tarihi uzmanlarından Fisher, Teodora'yı anlatırken, " Justinien bir eş arıyordu, bir elmas parçası buldu " der.
Bugün Ravenna'daki San Vitale Kilise'sinin duvarlarında duran eski ve parlak bir Bizans mozaiyiğinde, İmparator Justinien l.'in yanı başında, hala kendisini göstermekte olan bu Kıbrıslı imparatoriçe, yirmiüç yıl imparatorla mutlu bir evlilik hayatı ve gerçek bir yöneticilik yaşadıktan sonra, ölür.
Ondan sonra onyedi yıl daha yaşayan Justinien, bir daha evlenmez.
Not: Bu yazı, Sir Harry Luke'un Cyprus adlı eserinden yararlanılarak yazıldı.
OSMANLILAR'DAN ÖNCE ADADA TÜRKLER VAR MIYDI?
KÖTÜ BİR KRALİÇE'NİN ÖYKÜSÜ
Resmi tarihçilerimizin, ilginç saplantıları var... Morphou'nun adının Güzelyurt yapılmasıyla, buranın St. Mama adına adanmış bir manastır etrafında toplaşmış, hristiyan müminler topluluğu olarak, Orta Çağ'dan beri bilinen ve Lüzinyan döneminde kontu bile bulunan bir Latin fiefi olduğunun, unutulacağı sanılır. Burasının Afrodit adına adanmış bir yerleşim yeri olduğu, XV.yy’a kadar adının tanrıçaya izafeten “Theomorfo= Güzel Tanrıça” olduğu, sonradan “Th” ekinin isimden düştüğü ve “Omorfo”nun baki kaldığı, sanılır ki rahmetli Turhan Feyzioğlu buraya helikopterden bakıp de “Adı Güzelyurt olsun” deyince, tarihten silinecek! Aslında olay, tam da bir devekuşu politikasıdır. Sanki biz unutunca, oradaki manastır ve kilise de görünmez olacaktır!
Bu tavrın bir uzantısı olarak, bazı yazarlarımız, adada Osmanlı fethinden önce de Türkler bulunduğunu ileri sürerler. Bu iddianın doğruluğu, sanki adadaki varlığımızın, Rumlar kadar eski olduğunun ortaya konulması sonucunu verecek ve gündelik politik sürtüşmede, adanın egemenlik kavgasında, tarihsel bir argüman elde edilecektir.
Elinizde tuttuğunuz kitapta, Kıbrıs ile ilgili, M.Ö. 2000 - 3000'lere giden efsaneler anlatılmaktadır. Bu efsaneleri bugüne getiren, Rum komşularımızdır. Oysa tarihte Türk adının anılması, M.S. 6. yy; Türkler'in Horasan'a inmesi ise, M.S. 10. yy'dır. Yani, tarihte bizim adımızın ortaya çıktığı zamanda, bugün kendilerine Elen diyen adanın yerlileri, dörtbin yıldan beri, bu adada yaşamaktaydılar... Buraya geldiğimizde değil! Tarihte adımız ilk kez duyulduğunda!!!
Egemenlik talebinin kökeni, ayrı bir toplumsal irade olarak, şu kadar yıldır bu adada yaşamaktan doğan bir insan hakkıdır, o kadar...
Ama, Osmanlılar gelmeden, şu adada Türk soyundan gelen insan, var mıydı? Madem çok merak ediliyor, hadi buyrun, yanıtlayalım:
Evet... Vardı...
Vardı ama, durun size bir hikaye anlatalım da, sonra soralım bakalım, hoşunuza gitti mi?
OĞUZLARIN GÖÇÜ
Türk adı, politik bir varlık olarak, bilindiği gibi, Göktürk İmparatorluğu'ndan sonra tarih sahnesine çıkmıştır. Bu imparatorluğu kuran da, Oğuzlar'dır. 6. yy'da bugünkü Moğolistan'ın kuzey doğusunda kabileler konfederasyonu olarak yaşayan Oğuzlar, daha sonra Çin baskısı ile batıya doğru hareketlenirler. Önce Volga havzasında bir süre duraklayan bu insanlar, daha sonra, Aral Gölü'nün doğusunda, Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki verimli alanda, konaklarlar. Arapların, Mavera- ün - Nehir, yani Nehrin Ötesi dedikleri bu bölgede, birkaç yüzyıl geçirirler. Bu dönemde, göçebe olup, hayvancılık ile geçinen Oğuzlar, yaşam biçimleri dolayısıyla, sürekli savaşmak zorunda olduklarından, çok iyi savaşçılardır. Bunun farkında olan etraflarındaki Abbasiler gibi, Gazneliler gibi yerleşik devletler, onların nehri geçip, kitlesel olarak İran'a inmelerine, uzun süre izin vermezler ama onlar arasından tek tek bireyleri, kendi ordularına, ücretli asker olarak alıp, kullanmakta da bir beis görmezler. Bu çeşit askerlerin, sonunda o devleti ordu vasıtasıyla ele geçirdiği de olur. Karahanlılar, Gazneliler ve hatta Abbasiler, sonunda bu akıbete uğramışlardır. 10. yy'da, Gazne Sultanı Mesut, hayatının hatasını yapar ve boş bulunarak, Oğuzlar'ın nehri geçmesine izin verir.
TÜRKOPOLLER
Bu kitlesel geçiş, onun devletinin de sonu olur. Ne var ki o tarihten itibaren, Türkler'in ( Türk / Türkmen adları, 10.yy dolaylarında Araplar'ın artık müslümanlaşmakta olan Oğuzlara verdiği genel isim olur. Yerleşikler Türkmen, göçebeler Türk diye anılmaya başlanır) askerlikteki uzmanlıklarını paraya çevirip, onunla geçinme eyleminin tek muhatabı olarak, komşu devletlerin tekeli kırılır. Henüz, şamanizm ve maniheizm'den islama tümü ile geçmemiş, bazı bölgelerde Nasturi hristiyanlığı, Hazer çevresinde de Musevilik ile flört etmekte olan bu Oğuzlar'ın bazıları de gidip, Hristiyan devletlerde paralı askerlik etmeye başlarlar. Bunlar, Türk olmakla beraber, tarih içinde hristiyanlaşıp, ana gövdenin dışına düşmüş, paralı askerlerdir ki Türkopol'ler diye anılırlar.
11, 12 ve 13. yy'lar, Kıbrıs bir paralı askerler cennetidir. Zira adanın ortodoks ve Rumca konuşan halkı, Bizans zamanında pronoia'larda çalışan özgür köylüler iken; ll. Haçlı Seferi sonrasında Latinler'in eline düşmüş ve bir tür toprağa bağlı köle olarak, serf konumuna getirilmiştir. Adadaki katolik, latin yönetimin, en azından kendini yerlilere karşı koruyacak, paralı askerlere ihtiyacı bulunmaktadır. Bu amaçla Lübnan'dan katolik Maruni'ler; Balkanlar'dan Arnavutlar adaya sevk edilmiş; Arnavutlar toplumsal bir kesit oluşturacak nüfusa ulaşmışlardır. O dönem, adadaki sınıfları anımsarsak, ( Patriciler, Leftariler, Arnavutlar ve Soylular) dediğimizin ne olduğu, anlaşılır. Peki, bu kadar yoğun paralı asker kullanan bir yönetimin, dönemin en iyi savaşçılarından yararlanmadığı, adada Türkopol bulunmadığı ileri sürülebilinir mi? Hayır!
Lüzinyan döneminde adada Türkopoller'in varlığını, biliyoruz. Bunların, toplumsal olarak üst seviyede olduklarını da bilmekteyiz. Nereden mi, 14. yy'da geçen bir hikayeden, Türkopoller'in kumandanının kralın arkadaşı olduğunu öğrenmekteyiz de ondan.
Gerçi, hikaye hiç de meraklıların keyfine hitap edecek kalitede değil ama, " deliye ilişen... falan" diye bir atasözü var... Anlatacağım!
Dostları ilə paylaş: |