Dr nazim beratli


Bu çalışma içinde, felsefenin ama özellikle de ahlâk felsefenin dinlerle bağlantısı da dikkat çekecektir. Hele konu sağlık ve özellikle de hemşirelikse!



Yüklə 0,68 Mb.
səhifə2/11
tarix30.10.2017
ölçüsü0,68 Mb.
#22795
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11

Bu çalışma içinde, felsefenin ama özellikle de ahlâk felsefenin dinlerle bağlantısı da dikkat çekecektir. Hele konu sağlık ve özellikle de hemşirelikse!


Bu bakımdan, Spinoza’nın Musevi, Kant’ın ise “ İsevi” din adamları olmaları, insanı şaşırtmıyor.

Ama Batı Felsefesi’ne 17-18. Yy’larda giren bu ahlâki ölçütü, Hz. Muhammet’in hadisleri arasında da görmek, doğrusu beni şaşırttı: “Ameller, niyetlere göredir!”

İtiraf etmeliyim ki bu konuda beni uyaran, Bektaşi postnişini Hamdullah Çelebi olmuştur. 1832’deki savunması esnasında, Çelebi aynı ölçüyü, elbette Kant’tan değil, Hacı Bektaş-ı Veli’den aktararak söylemiştir.

Elbette, günümüzde ahlâkın zaman ve zemine göre belirlendiğini söylüyoruz. Falan zaman ahlâki olan, feşmekân zamanda ahlâki olmayabilir. Ya da şu ülkede ahlâki olan, bu ülkede değildir. Ama bütün dinler, düşünceler ve ülkelerde genel kabul gören genel bir kabul vardır:

“Ahlâki olan, iyi olandır! Ama bu yetmez, iyi için de yapılmış olması gerekir!”

Hele bizim mesleğimizde…




  1. GENEL OLARAK AHLÂK VE ETİK…

Ahlak, İngilizce morals, Almanca moral, Fransızca morale olarak ifade edilir. Belli bir dönemde belli insan topluluklarınca benimsenmiş olan, bireylerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen törel davranış kurallarının, yasalarının, ilkelerinin toplamı olarak ifade edilmektedir.

Ethik, Latince ethica kelimesinden Batı dillerine geçmiştir. Ahlak felsefesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla ahlak ile onun felsefesi birbirinden farklı şeylerdir. Acaba Ahlak Felsefesinin konusu nedir? İnsanın günlük hayatta birçok davranışı vardır. Bunlardan bir kısmı zorunlu olarak yapılan davranışlardır. Nefes almak, yemek yemek gibi. Bir kısmı da özgür irademizle seçerek yaptığımız davranışlarımızdır. Yerde bulduğumuz parayı sahibine vermek gibi. İşte bu ikinci tür davranışlar, yani sosyal hayatta kişinin özgür iradesiyle seçerek yaptığı fiil ve eylemler Ahlak Felsefesinin konusunu oluşturur.


AHLÂK NEDİR?

Ahlâkın genel bir tanımını yapmadan, konuyu tartışmak da her halde eksik kalır. Siyasal ahlâk konusunda bir kitap yazacak kadar çalışan Türker Alkan, söz konusu kitabında, der ki:

“ Ahlâk, toplumsal yaşamın olanaklı, uyumlu, olumlu, verimli olabilmesi için, toplum üyelerinden beklenen davranış biçimleriyle ilgili, kurallardır.”

Dr. Oktay Uygun’un bir çalışması olan önümdeki bir kitapta “ Bireyin ahlâki özerkliğini zedeleyecek her kısıtlamanın, siyasi etiğe aykırı olduğu; bireyin her şeyden önce kendi kaderini kendisinin özgürce belirleme hakkının bulunduğu ve bunu engellemeye kalkmanın siyasi ahlâkı ortadan kaldıracağı ve bireyler arasında doğal eşitliği engelleyecek her türlü davranışın da siyasi ahlâka aykırı olduğu” yazıyor!



Akademia’da ders


AHLÂK’IN FELSEFESİ: ETİK…
Ahlak felsefesi milattan önce 4. yüzyılda Aristoteles tarafından kurulmuştur. Felsefenin üç genel alanından “değer” alanına girer. Diğerleri; “varlık ve bilgi” dir. Kavramı şimdiki anlamıyla ilk kullanan Aristo’dur. Ahlak Felsefesi üzerine ilk kitabı “Nikomahos’a Etik” adıyla o yazmıştır. Etik ona göre birlikte yaşama bilgisi, becerisidir. Aristo hayatın temel gayesinin mutluluk olduğunu söyler. Ona göre yüksek derecedeki şuurla ancak mutluluk yaşanabilir. Yani bu, bedeni hazların, dünyevi olanın ötesinde bir şey. En büyük mutluluk ise diğer hiçbir canlıda bulunmayan fakat yalnızca insanda bulunan “düşünce”dir. Düşünerek mutlu olunabilir. Biraz daha somutlaştırırsak “insanın kâinattaki yerinin ne olduğunu düşünmesi”, ahlâk da esasında bunun içindir.

Sokrates’e göre, “erdem bilgidir” Bilgi sahibi insan, bile bile hata yapmaz, ahlâka aykırı davranmaz! Aristo, mutlu insanın ahlâklı da olabileceğini savunur. Ve işini en iyi yapabilen, mutludur ona göre.

Platon, “ethik, matematiğin de üstünde değer taşıyan bir bilgi türüdür.”der.1 İyi ahlâk, adalet sahibi olmakla sağlanır. Herkes doğuştan belirli yeteneklerle dünyaya gelir. Ve elbette ki iyi ahlâk sahibi olanlar, “filozof-yöneticilerdir”!2

Makyavel’e göre, “Ahlâk devlettir.”! Devlet’in çıkarına olan her şey ahlâki, devletin çıkarları ile uyuşmayan her şey de ahlâk dışıdır. Bu bakımdan düşünürü faşizmin öncülü olarak kabul edenler olduğu gibi, cumhuriyetçi düşüncenin öncülü olarak kabul edenler de vardır.

Alman filozofu Kant düşünce tarihinde bir kırılma noktasını temsil eder. İlkçağ filozoflarından Kant’a kadar ahlak anlayışı mutluluk ahlakıdır. İlk kez Kant ahlaki eylemin amacının mutluluk olamayacağını belirtmiştir. Ona göre ahlakın kaynağı, ne insanı aşan dışsal bir ilke, ne de Tanrı’dır; ahlakın kaynağı insandır. Bu insan ahlak ilkelerini kendisi koyar ve kendi iradesiyle bu ilkeye uyar. Bu aynı zamanda onun özgürlüğüdür. Yani ahlaki değerlerin kaynağı insan aklı veya akıllı insandır. Bu akıl ahlaki olarak kendini insanda vicdan şeklinde ortaya koyar.

Kant’ta niyet çok önemlidir. Siz eyleminizden değil de niyetinizden sorumlusunuz.

Doğu düşüncesinde bu anlayış, çok daha eski çağlardan beri vardır: “Görünüşte iyi olan insan ahlakça iyi olmaz. İş gönüldedir, deride değil.”(Sadi) Hacı Bektaş-ı Veli’nin benzer sözlerini de bir süre önce bu sütunda yazdıydım. Kant’tan nerdeyse beş yüz yıl önce söylenmiş!

Eski Yunan mitolojisinde “gügesin yüzüğü” diye bir kavram var. Güges’in bir yüzüğü varmış. Herkes ona sahip olmaya çalışırmış. Çünkü bu yüzüğü takan kişi görünmez olurmuş. Ahlakınızın sınandığı yer işte burası. Kimse görmediğinde yaptıklarınızla, yüzüğü çıkardığınızda yaptıklarınız örtüşüyorsa sizin ahlaklı olduğunuz söylenebilir.

Bu da Engels:

“Ahlâk bakımından birbirine eşit iki kişi, yoktur.”

“ Ve şimdi bu türlü bir ideolog, ahlâk ve hukuku, insanların, onları çeviren gerçek toplumsal ilişkilerinden çıkaracak yerde, kavram ya da ‘toplumun’ en basit denilen unsurlarından hareketle kurduğu zaman, elinde bu iş için hangi gerçekler bulunur?... En büyük kısmı itibarıyla, içinde yaşadığı toplumsal ve siyasal koşulların…az çok uygun birer ifadesi olan ahlâki ya da hukuki sezgiler…

… Bütün dünyalar ile bütün zamanlar için ahlâki ve hukuki bir doktrin yaptığına inanarak, gerçekte, kendi zamanının tutucu veya devrimci ama gerçek tabanından koptuğu için bozulmuş, içbükey bir aynadaki gibi baş aşağı olmuş bir imgesinden başka bir şey imal etmez!”3

Walter Benjamin, Kant’tan aktararak, “Ahlâkça iyi olanın, ahlâk yasasına uyması yetmez, ahlâk yasası uğruna da yapılmış olması gerekir” der. “ Ahlâk yasası, eylemin normudur, içeriğin değil!”4 Yâni istediğiniz kadar norm koyup, denetlemeye kalkın, sonuçta kişinin eyleminin bu normlara uygun olup olmadığını inceleyebilirsiniz; niyetinin değil! Ve aslolan da niyettir… Kantın da Spinoza’dan etkilendiğini söylemezsek, haksızlık ederiz…
Demek ki ahlâk kişiselmiş ve sonra zamana ve içinde yaşanılan toplumsal koşullara göre değişirmiş! Bir de liberal düşünürden demvuralım da modacılar, günü geçmiş lâflar ettiğimizi sanmasın:
Sir Karl Raimond Popper: “ Entelektüeller hiçbir /şey bilmiyor. Mütevazı olmamaları, küstahlıkları, herhalde dünya üzerinde barışın en büyük engelidir. En büyük umut, ukalâ olmakla beraber, bunu göremeyecek kadar aptal olmamalarıdır.”5 Der…
Ahlak, felsefe açısından hayatın kendisidir. Çünkü ahlakın temel sorusu; “Nasıl yaşayacağım?” sorusudur. Ahlak, insan olabilme becerisidir.

AHLÂK-AHLÂKSIZLIK- AHLÂK DIŞILIK:

Eskiden solda, aslolanın alt yapı olduğu ve onun değişmesinin üst yapı kurumlarını zaten değiştireceğine inanıldığı için, bir üst yapı kurumu olan ve esas olarak düzeni koruma enstrümanlarından biri olan ahlâkı da kurulacak yeni düzenin belirleyeceği düşünülüyordu.

Bu inanç dolayısıyla da ahlâk konusunun, ekonomik ve politik mücadeleye bağımlı olacağı varsayılırdı.

Oysa yirminci yüzyıl ortalarında popüler olan Sivil Toplum/Hegomonya ve İdeolojik Aygıtlar kavramları, birbirini dialektik olarak etkileyen bir alt yapı/üst yapı ilişkisi önerdi. Özellikle Batı Avrupa için, politik ve ekonomik mücadele ile birlikte ve ayni zamanda ideolojik mücadelenin ötesinde, bir de kültürel mücadele verilmesini ve eski düzenin, üretilmiş bulunan hiçbir değerinin veri olarak kabul edilmemesini öngörüldü. Gramsci’nin Kontra Hegomonya; Althusser’in ise “ideoloji üreten, toplumu yönetir” derken kastettikleri şey, buydu.

“… Diyebiliriz ki Lenin’de siyasal liderlik anlamı geçerli iken, Gramsci’de ise kültürel liderlik geçerlidir… Gramsci için hegomonya’nın ele geçirilişi, erk’in ele geçirilişinden önce gelmekte iken, Lenin’de birincisi ikincisine eşlik etmekte, en azından takip etmektedir…

Hapisane Defterleri, … anlamı içerir ve bütünleştirir. ‘Modern Prens’ adına sunulan sayfalarda,… Gramsci, modern partinin incelenmesinde iki temel tema önerir: biri, ‘ortak irade’nin oluşması üzerine (siyasi liderlik temasıdır), diğeri de ‘ ahlâki ve düşünsel reform’ un oluşması üzerine (kültürel liderlik temasıdır). Bu iki farklı hegomonya anlamı üzerine, ısrar ediyoruz…”6

Düşünür, toplumun genel olarak dönüşmesi için, iki temel alanda dönüşmeyi (transformasyon) öngörür: Politik alanda ve Ahlâki- Düşünsel Alan’da! Bunlardan, biri ötekinin önünde değil… İkisi birlikte, bir arada! Ona göre toplumu yöneten egemen sınıfların, egemen kültürünün bir ürünü olan egemen ahlâk, onların çıkarlarını korur. Toplumu dönüştürmek isteyen, yerine kendi geliştirecekleri yeni normlarla, yeni bir ahlâk anlayışı koymalıdır. Organik entelektüel dediği bir aydın türünü, bu görevle yükler, Gramsci…

O bakımdan, egemen ahlâk’a sahip çıkan entelektüel, bulunur bulunmasına ama bu Popper’in deyimiyle ya durduğu yerde kendi kendine peygamberlik görevi biçen, Gramsci’nin Geleneksel Entelektüel’idir! Ya da egemenlerin sözcüsü bir “malûmatfuruş”! Onlar için de Popper’in şöyle der: “ Entelektüeller hiçbir şey bilmiyor. Mütevazı olmamaları, küstahlıkları, herhalde dünya üzerinde barışın en büyük engelidir. En büyük umut, ukalâ olmakla beraber, bunu göremeyecek kadar aptal olmamalarıdır.”7

Katıldığım panelde, bir Bektaşi dedesinden bir cümle işittim:

“Yapılanın ahlâk ölçülerine uygun görülmesi yetmez! Niyet de ahlâki olmalı!” dedi, Aşık Dertli Divanî ! Sonra, 1832’de 2. Mahmut Yeniçeri’liği kaldırırken, “dinden çıktı” diye mahkemeye çıkarılan, Hacı Bektaş Dergâhı Şeyhi Hamdullah Çelebi’nin savunmasını okumaya durduğumda, ne görsem beğenirsiniz? Çelebi diyor ki: “ Burada ahlâkın güzelliği de niyetin güzelliği de hesap edilmelidir!”

Yukarıdaki Walther Benjamin’in tespitine bir daha bakar mısınız?

Eleştirel Kuram, Frankfurt Okulu, şu bu; amenna! Ama onların söylediğini, yedi yüz sene önce, Hacı Bektaş-ı Veli de söylemişse, doğruyu biz kimden öğrenmeliydik?

Bugünlerde gene herkes, sureti haktan görünerek, türlü çeşitli tezviratla uğraşmaktadır. Siz, niyete bakınız… Kimse niyetini, sonsuza kadar saklayamaz. Saklayamamıştır nitekim… Güzel ahlâkın ölçeği, kurallara uygun olması değil, güzel niyete dayanıyor olmasıdır… Ahlâksızlık, kötü niyetli olmaktır!

KİMİN AHLÂĞI VE ETİK:

Masamın üstünde, iki Türk yazarın siyaset ve etikle ilgili kitapları da ötekilerin yanında duruyor. İkisi de akademisyen! Ankara SBF’den geçtikten sonra şimdi de İletişim Fakültesi hocalarından olan Türker Alkan’ın kitabında, Prof.Alaeddin Şenel, ( o da SBF hocalarından) daha geleneksel bir siyasi ahlâk tanımı yapıyor. Şenel’e göre, “ Toplum içi ilişkilerde…, sınıfsal, yerel, bölgesel, cinsel çıkarların kalkanı olarak kullanılan ahlâk anlayışlarıyla karşılaşılmaktadır… Tüm insanlığı kapsayan bir ‘insanlık etiği’ yaratılmadığı sürece, ne genel ahlâk ve ne de siyasi ahlâk sorunlarının çözümünde önemli bir yol oynayacağımız, söylenemez.”8 İstanbul Hukuk Fakültesi hocalarından olan Dr. Oktay Uygun’un bir çalışması olan önümdeki bir diğer kitapta ise “ Bireyin ahlâki özerkliğini zedeleyecek her kısıtlamanın, siyasi etiğe aykırı olduğu; bireyin her şeyden önce kendi kaderini kendisinin özgürce belirleme hakkının bulunduğu ve bunu engellemeye kalkmanın siyasi ahlâkı ortadan kaldıracağı ve bireyler arasında doğal eşitliği engelleyecek her türlü davranışın da siyasi ahlâka aykırı olduğu”9 yazıyor!

Buyurun! Ayni kurumun (YÖK) iki farklı ama ikisi de ünlü fakültesinde çalışan, iki farklı akademisyenin, iki farklı siyasi ahlâk yorumu! Belli ki biri toplumcu, öteki liberal! Demek ki insanların ahlâk “telakki”lerini, zaman kavramının ötesinde, genelde savundukları çıkarlar ve düşünce sistemleri belirliyor. Bu bakımdan genel olarak “ahlâk” ve özelde de “siyasi ahlâk” derken, kimin adına siyaset ve kimin ahlâkı soruları, “entelektüel ahlâk”tan çok daha önce sorulması gereken sorulardır. Zira, yukarıda da aktardığımız gibi, özellikle Antonio Gramsci, “intelect kullanan” anlamında, her sınıfın ve hatta feodalitenin bile kendi “entelektüelleri” olduğunu ortaya koymuştur. Öyle sanıldığı gibi ayrı, özgün, otonom ve bağımsız bir “entelektüel sınıf” yok; kendini öyle sananlar var, yine, yalnız onunla ayni düşünce kökeninden değil; her türlü düşünceden gelenlerin de “entelektüelizm” konusundaki en ciddi düşünür kabul ettikleri, Gramsci’ye göre…

Felsefenin nerede ise en eski konularından bir olan ahlâk konusunu, ilgilenme ihtiyacı duyan herkesin gözüne sokacak kadar, açıktır. Sokrates’e göre, “erdem bilgidir” Bilgi sahibi insan, bile bile hata yapmaz, ahlâka aykırı davranmaz! Aristo, mutlu insanın ahlâklı da olabileceğini savunur. Ve işini en iyi yapabilen, mutludur ona göre.10

Platon, “ethik, matematiğin de üstünde değer taşıyan bir bilgi türüdür.” İyi ahlâk, adalet sahibi olmakla sağlanır ve herkes doğuştan belirli yeteneklerle dünyaya gelir. Ve elbette ki iyi ahlâk sahibi olanlar, “filozof-yöneticilerdir”!

Platon
Öte yandan, siyaset ve etik kelimeleri yan yana her geldiğinde adından söz edilmeden konunun kapanamayacağı bir isim olan Makyavel, “ amaca varmak için her yol mübahtır”der demesine, evet… Ama bir adım geride söylediği başka bir şeyi, “işin içine iyice girmeyenler” nedense hep göz ardı ederler. Makyavel’in asıl politik amacı, İtalyan Birliği’nin kurulmasıdır. O bakımdan, o aslında ahlâkı kategorik olarak reddediyor değildir. Ona göre, “Ahlâk devlettir.”! Devlet’in çıkarına olan her şey ahlâki, devletin çıkarları ile uyuşmayan her şey de ahlâk dışıdır. “Mübah” olan her yol, devletin çıkarlarının korunması için kullanılan yöntemlerin tümüdür ve bu bakımdan hepsi de ahlâkidirler.11 Bu bakımdan düşünürü faşizmin öncülü olarak kabul edenler olduğu gibi12, cumhuriyetçi düşüncenin öncülü olarak kabul edenler de vardır.13

Popper de der ki: “ … Platon’da olduğu gibi… bu asla adalet ve eşit haklar için savaşanların ahlâkı olamaz…”14 Karl Popper, demokrasinin ahlâkının, belirleyici olarak, “hükümetin kan dökülmeden değiştirilmesi”ne bağlı olduğu görüşündedir.15 O, gerek Dar Bölge Sistemi’ne bağlı, adayı doğrudan doğruya halkın seçtiği İngiltere’de; gerekse de adayı partinin seçtiği Kıt’a Avrupası’nda, kendi ilkeleri ile partinin ilkelerinin uyuşmadığı ve durumu “vicdanına” sığdıramadığı koşullarda, istifa etmesinin “ahlâki bir görev” olduğunu savunur. Örnek olarak da iki defa parti değiştirmiş olan, Churchill’i gösterir.16 Avrupa’daki temsili sistemi, Popper “ahlâksal olarak hatalı” bulur!17 O, demokrasinin “ahlâksal tanıt”ının, hükümetin seçmen önünde mahkemeye çıkması olduğunu ileri sürer.18 “ Her diktatörlük, ahlâk dışıdır.”19der.

Bu satırların yazarının argümanı, elbette ki Marxist (ve bunun yanında tabii ki Neo-Marxist) geleneğin, ahlâk ve özelde de “siyasi ahlâk”a bakış açısıdır.

“Ahlâk bakımından birbirine eşit iki kişi, yoktur.”20

“ Ve şimdi bu türlü bir ideolog, ahlâk ve hukuku, insanların, onları çeviren gerçek toplumsal ilişkilerinden çıkaracak yerde, kavram ya da ‘toplumun’ en basit denilen unsurlarından hareketle kurduğu zaman, elinde bu iş için hangi gerçekler bulunur?...önce temel olarak alınan soyutlamalarda halâ bulunabilen yoksul gerçek içerik kalıntısı; ikinci olarak, ideologumuzun kendi öz bilincinden çıkararak, oraya soktuğu içerik! Ve ideologumuz, (kendi NB) bilincinde ne bulur? En büyük kısmı itibarıyla, içinde yaşadığı toplumsal ve siyasal koşulların…az çok uygun birer ifadesi olan ahlâki ya da hukuki sezgiler…

… Bütün dünyalar ile bütün zamanlar için ahlâki ve hukuki bir doktrin yaptığına inanarak, gerçekte, kendi zamanının tutucu veya devrimci ama gerçek tabanından koptuğu için bozulmuş, içbükey bir aynadaki gibi baş aşağı olmuş bir imgesinden başka bir şey imal etmez!”21

Demek ki öncelikle, ahlâk kişiselmiş ve sonra zamana ve içinde yaşanılan toplumsal koşullara göre değişirmiş!

Genel olarak ahlâk’tan beklenen, her eylem ve düşüncenin altında beklenen bir “iyi” varsayımına dayanmak gibi bir erdemin bulunmasıdır. Nitekim Walter Benjamin, Kant’tan aktararak, “Ahlâkça iyi olanın, ahlâk yasasına uyması yetmez, ahlâk yasası uğruna da yapılmış olması gerekir” der. “ Ahlâk yasası, eylemin normudur, içeriğin değil!”22 Yâni istediğiniz kadar norm koyup, denetlemeye kalkın, sonuçta kişinin eyleminin bu normlara uygun olup olmadığını inceleyebilirsiniz; niyetinin değil! Ve aslolan da niyettir, sonucu itibarı ile…

Ne var ki ahlâkın genel bir tanımını yapmadan, konuyu tartışmak da her halde eksik kalır. Siyasal ahlâk konusunda bir kitap yazacak kadar çalışan Türker Alkan, sözkonusu kitabında, der ki:

“ Ahlâk, toplumsal yaşamın olanaklı, uyumlu,olumlu, verimli olabilmesi için, toplum üyelerinden beklenen davranış biçimleriyle ilgili, kurallardır.”23 Devamla, “siyasi ahlâk, siyasal farklılaşmayla ilgili yapıların, kurumların, rollerin, düşüncelerin ve eylemlerin; toplumsal yaşamın olanaklı, uyumlu, olumlu, verimli sürmesini sağlayacağı düşünülen normlardır.”24

Yukarıda, Engels’ten aktardığımız metnin ışığında, tarif edilenin, status quo ’yu korumak olmadığını iddia edecek bir okurun çıkıp çıkamayacağını, çok merak ediyorum doğrusu.




  1. Gramsci

Buna, Althusser’in Devletin İdeolojik Aygıtları ve Gramsci’nin Sivil Hegomonya kuramlarını giydirince ortaya çıkacak olan da nedir? Egemen ahlâk’ın, egemen olanın ahlâkı olduğu gerçeği! Son yüzeli yıldır hakim olan ahlâk anlayışının Kant’ın ahlâk kuramı olduğu, bilinen bir şeydir.25 Ama bunun ötesinde, o kadar bilinmesine karşın çok hatırlanmayan bir başka gerçek de Aydınlanma’nın, aristokrasiyi temsil eden Katolik Ahlâk’ın yerine konan; burjuvaziyi temsil eden, Protestan Ahlâkı olduğudur.26

Düşün tarihi, entelektüel üretimin maddi üretimle birlikte biçim değiştirmesinden başka neyi kanıtlar ki? Her çağın egemen düşünleri, her zaman egemen sınıfın düşünleri olmuştur.”27 “ Komünist devrimi, geleneksel mülkiyet ilişkileriyle en kökten bir bağ koparıştır. Onun için, gelişmesi süresinde geleneksel düşünlerle de bağlantılarını tam olarak koparmasına şaşmamak gerekir.”28 Yâni yeni bir sistemin, farklı bir ideolojinin, eski düşünler, eski hukuk, eski ahlâk üzerine bina edilmesi, düşünülemez; her ideolojinin kendi farklı ve özgün ahlâk anlayışı vardır.

Lenin’in “eski düzenin ahlâkı”na bakışı ise, tam bir kopuştur:

“ İnsanlar, her zaman siyasetin aptalca kanmış kurbanları olmuşlardır. Ahlâki, dinsel, siyasal ve toplumsal lâfların ya da bildirilerin ve söz vermelerin ardında şu ya da bu sınıfın çıkarlarının yattığını görmedikleri sürece bu böyle sürüp gidecektir. Her eski kurumun bir takım yönetici sınıfların güçleriyle yaşamını sürdürdüğünü görmedikleri sürece, reform ve yenilik isteyenler, eski düzeni koruyanlar tarafından, aldatılacaktır.”29

“İnsan toplumunun dışında kalmış ahlâk, bizim ahlâkımız olamaz…”30

“ İnsanlar ahlâktan dem vurdukları zaman şöyle deriz: Bir sosyalist için ahlâk… birleşik disiplin ve sömürücülere karşı verilen bu bilinçli kitle kavgasıdır. Ebedi ahlâka inanmayız biz ve ahlâk hakkında ileri sürülen hikâyelerin yapmacıklığını da açığa çıkarırız.”31

Daha yukarıda da anlatıldığı gibi, gerek Marx’ın alt yapı/üst yapı ikileminde, gerekse Lenin’de aslolan alt yapı olduğu ve alt yapının değişmesinin üst yapı kurumlarını zaten değiştireceğine inanıldığı için, bir üst yapı kurumu olan ve esas olarak düzeni koruma enstrümanlarından biri olan ahlâkı da kurulacak yeni düzenin belirleyeceği düşünülüyor. Bu inanç dolayısıyla da ahlâk konusunun, ekonomik ve politik mücadeleye bağımlı olacağı varsayılıyor ve dolayısıyla ardışık bir mücadele süreci öneriliyor.



Althusser


Oysa gerek Gramsci ve gerekse ondan sonraki Althusser’de, Sivil Toplum/Hegomonya ve İdeolojik Aygıtlar kavramları, birbirini dialektik olarak etkileyen bir alt yapı/üst yapı ilişkisi önerilir. Gramsci’de Siyasi Toplum/ Sivil Toplum; Althusser’de ise Devletin Politik Aygıtları/ İdeolojik Aygıtları biçiminde verilen bu konsept; özellikle Batı Avrupa için, politik ve ekonomik mücadele ile birlikte ve ayni zamanda ideolojik mücadelenin ötesinde, bir de kültürel mücadele verilmesini ve eski düzenin, yöneten sınıfların çıkarlarına yönelik, üretilmiş bulunan hiçbir değerinin veri olarak kabul edilmemesini öngörür. Gramsci’nin Kontra Hegomonya; Althusser’in ise “ideoloji üreten, toplumu yönetir” derken kastettikleri şey, budur.

“… Diyebiliriz ki Lenin’de siyasal liderlik anlamı geçerli iken, Gramsci’de ise kültürel liderlik geçerlidir… Gramsci için hegomonya’nın ele geçirilişi, erk’in ele geçirilişinden önce gelmekte iken, Lenin’de birincisi ikincisine eşlik etmekte, en azından takip etmektedir…

Hapisane Defterleri, … anlamı içerir ve bütünleştirir. ‘Modern Prens’ adına sunulan sayfalarda,… Gramsci, modern partinin incelenmesinde iki temel tema önerir: biri, ‘ortak irade’nin oluşması üzerine (siyasi liderlik temasıdır), diğeri de ‘ ahlâki ve düşünsel reform’ un oluşması üzerine (kültürel liderlik temasıdır). Bu iki farklı hegomonya anlamı üzerine, ısrar ediyoruz…”32

Görüldüğü gibi Gramsci, toplumun genel olarak dönüşmesi için, iki temel alanda dönüşmeyi (transformasyon) öngörüyor: Politik alanda ve Ahlâki- Düşünsel Alan’da! Bunlardan, biri ötekinin önünde değil… İkisi birlikte, bir arada! Ona göre geniş kitle hareketlerinin bu dönüşüme katılmasının, başka yolu yok! Ve ahlâki- düşünsel alanda; yâni Sivil Toplum alanında değişimi sağlayıp, Sivil Hegomonya’yı kuracak olan da Organik Entelektüeller… Bir “yâni” daha: Gramsci’ye göre toplumu yöneten egemen sınıfların, egemen kültürünün bir ürünü olan ve onların çıkarlarını koruyan egemen ahlâk; entelektüellerin mücadele edip, yerine kendi geliştirecekleri yeni normlarla, yeni bir ahlâk anlayışı koymaları gereken, karşı çıkmaları gereken bir değerdir. O bakımdan, egemen ahlâk’a sahip çıkan entelektüel, bulunur bulunmasına ama bu gene Popper’in ağzıyla ya durduğu yerde kendi kendine peygamberlik görevi biçen, Gramsci’nin Geleneksel Entelektüel’idir; Veya onun, alt sınıflandırmasına dahil, Kentsel- Kırsal Entelektüel kavramlarının birine dahil bir bilgi dağarcığı da olabilir! Ya da egemen sınıfın sözcüsü bir “malûmatfuruş”! Onlar için de Popper’in yargıları gündemdedir: “ Entelektüeller hiçbir şey bilmiyor. Mütevazı olmamaları, küstahlıkları, herhalde dünya üzerinde barışın en büyük engelidir. En büyük umut, ukalâ olmakla beraber, bunu göremeyecek kadar aptal olmamalarıdır.”33

Ama Organik Entelektüel, yaşadığı toplumsal ilişkiler içinde kendi görevinin, yalnız yeni bir üretim biçimi değil; yeni bir düşünce biçimi ve “etik” de yaratmak için çalışmak olduğunu, bilir! Toplumun egemen ahlâk anlayışının esiri olursa, ne hale geleceğini de… Zira “ Gerçekte – entelektüel ve göreneksel eğitimimiz, çürümüştür.”34

Karl Popper



Walther Benjamin



Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   11




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin