27.Kara-Koyunlu Türkleri
Eski Oğuz topluluklarından olan Kara-Koyunlular hakkında Mevlana Şükrullah şöyle yazmaktadır: “Kara-Koyunlu ulusu, Oğuz Han’ın oğullarından Deniz Han’dan türemiştir”. Mirza Cihan Şah Kara-Koyunlu’nun, babası Kara Yusuf’un Deniz Han’ın 41. nesli olduğunu söylediği rivayet edilir. Bu ulusa katılan Türk boyları, VII. yüzyıldan itibaren Azerbaycan’a yerleşmeye başladı. Moğol harekâtı, onları Anadolu’ya sıkıştırmıştır. Bu dönemden itibaren “Kara-Koyunlu” adı ile anılır olmuşlardır.
Müslüman hükümdarların şeceresini yazan Clifford Edmond Bosword’un fikrine göre Kara-Koyunlular, orta asır Türkmen tayfası olan İva/ Yıvalardan türemiştir. Kara-Koyunlular; -Kara-Koyunlu/ Karaca-Koyunlu, -Saadlu, -Baharlu, -Duharlu, -Karamanlu, -Alpavut, -Çâkirlu, -Ayınlu, -Hacılu, -Ağaç-eri, -Döğer, -Bayramlu il ve uluslarından oluşmaktadır.
Kara-Koyunlu, Ak-Koyunlu veya Baranılar, perakende olarak XI. yüzyılda Selçukluların batıya yürüyüşü döneminde şimdiki Türkmenistan’ın Balkan, Mankışlak ve Serahs bölgelerinden İran, Türkiye, Kafkasya, Suriye ve Irak’a dağılmışlardır. Kara-Koyunluların kitleler halinde gelişleri XIII. yüzyıldır. Karakoyunlular, Türk etnogenezine geniş şekilde iştirak etmiş uluslardan biridir. XIV. yüzyılda Çuxur-Sad topraklarında yaşamışlardır. Önceleri Arpaçay’ın aşağı akarı ve Aras’ın sağ sahilinde yaşam sürmüşlerdir. (Azerbaycan Tarixi, s.313; Sultanşa Ataniyazov, Şecere, s.31-32; ASE, “Saatlılar” maddesi, 8.cilt, s.242,370)
Saatlu/Saadlu
Saadlu, XI. yüzyılda Azerbaycan topraklarına göçüp gelen Selçuklu Türkleri’ne mensup tayfalardan biridir. Bu isim, “Saadlu, Saatlu, Sayadlu” formları ile de ifade edilir. M.H.Veliyev, Saatluların Ayrımluların bir kolunu oluşturduğunu kaydetmiştir. (Bana göre Saadlu adı Sakalarla ilgilidir ve Kür-Aras ırmakları arasını bir adı da Çukur Saad’dır ve Türklerin kendi adlarını yaşadıkları bölgelere verdikleri tarih biliminin gerçeğidir, Azerbaycan’ın Saatlı bölgesi de aynı adla ilişkilidir) Hicri D. Papazyan’ın fikrine göre, bu tayfa orta asırlarda Ararat Vilayetinde hâkimlik yapmış olan Saad’ın adı ile ilişkilidir. Müellif, “XV. yüzyılın sonlarında Emir Saad’ın beyliği altında birleşen bu tayfa, hâkim mevkiye yükselmiştir. Saadlular, Kara-Koyunluların güçlenmesiyle onların etrafında birleşen oymakların arasına katılmış, siyasi başarılarında önemli rol oynamıştır”. Saad isimli bir boy beyinin Kara-Koyunlu ailesi ile akrabalığının bulunduğu da kayıtlarda yer almaktadır. Saatlular, Kara-Koyunlu saltanatının sona ermesinden sonra, bir bölümü Ayrımlulara karışmış ve onların bir kolu olmuştur. Diğer bölümü, önce Ak-Koyunluların, sonra da Safevilerin hizmetinde bulunmuş, fakat eski güçlerini devam ettirememişlerdir. XIX. yüzyılın evvellerinde bu tayfa Karabağ’da yaşayan 15 aileden oluşan bir tire olarak kayıtlara geçmiştir. Kara-Koyunlular Nahçıcan, Erivan ve Saatlu/ Sürmeli Çukuru’nda (günümüz Iğdır düzlüğü de dâhil) yaşamışlardır. (Tofiq Әhmәdov, s.73, Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.20-23)
Baharlu
Kara-Koyunlu devletinin asıl dayanağını teşkil eden iki oymaktan diğeri de bu teşekküldür. Baharlu beyleri, kız alıp vermek suretiyle Kara-Koyunlu hanedanı ile akrabalık tesis etmiş ve bu devletin en büyük emirlerinden olmuşlardır. Baharluların bir kısmı Horasan’da kalmış, bir kısmı da Babür’un Hindistan seferine katılmıştır. İran’da kalan kısmı da Babür’ün Hindistan seferine katılmıştır. İran’da kalanlar, Ak-Koyunlu ve daha sonra Safevilerin hizmetinde bulunarak, kabilevi varlığını uzun zaman muhafaza etmiştir. XIV. yüzyılın sonlarında meydana gelen Kara-Koyunlu Beyliği’nin temel taşını koyan Kara-Koyunlu ilinin en büyük ve nüfuzlu kollarından olan Baharlu tayfası reisi Bayram Hoca oğlu ve kardeşinin oğlu Mehmet’tir. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.24; İ.H.Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri…, s.180)
M.H.Veliyev’e göre, bu tayfa XIII. yüzyılın ortalarında Hülagûların Batı Türkistan’dan İran’a göçürdükleri Türklerin Kayı boyuna mensup tayfalarından biriydi. Müellife göre, onlar XV. yüzyılın sonlarında Kızılbaşlar terkibine katılmış tayfalardandır. Daha sonra Kuzey Azerbaycan topraklarına göçerek, bir süre Göyçe (Ermeniler bu gölün adını, diğer Türk yer adlarında olduğu gibi kültür katliamı siyaseti çerçevesinde değiştirerek Kara Van anlamına gelen Sevan yapmıştır) gölü etrafında göçeri/ devlet-gez hayat sürdürmüşlerdir. Nihayet Safevi şahları tarafından onlara verilmiş yerlerde yerleşik hayata geçtiler. S.P.Zelinsky, Baharlıların XIX. yüzyılın 80. yıllarında en çok Zengezur kazasında yaşadıklarını, yarı göçer hayat sürdüklerini kaydetmiştir. (Tofiq Әhmәdov, s.32) Türkmenistan’daki Yemreliler ve Nohurlular’da “Bahar”, Göklenler’de “Baharlı” denilen tireler vardır. Daşhovuz Vilayetinin eski Lenin rayonundaki “Baharbilbil”, Oktyabr rayonundaki “Baharlı” köylerine de bu tirenin adı takılmıştır. Baharlılara Afganistan’da, İran’ın güneyindeki Fars Bölge Valiliği’nde, Türkiye’de, Irak’ta ve Suriye’de de rastlanır. 1970 yılında Pakistan’ın Ravalpindi, İslamabad ve Karaçi şehirlerinde biz Baharlıların ve Hunza Türkmenleri’nin temsilcileri ile karşılaştık. Onlar Pakistan’da Baharlıların varlık ve mevcudiyeti hakkında bilgi verdiler.
Türkmen etnografı G. I. Karpov, Fars Bölge Valiliği’ndeki Baharlıların en az bin ev olduklarını, XI. yüzyılda Selçukluların yürüyüşü döneminde ve Moğolların XIII. yüzyılın başında Türkmenistan’ı basıp aldığı yıllarda onların buraya Türkistan/ Orta Asya’dan göçüp ve kaçıp geldiklerini yazmaktadır.
Bizim fikrimizce, “Bahar, Baharlı” etnonimlerinin bahar mevsimi ile herhangi bir ilgisi yoktur. O, Buharalı adının biraz değişmiş bir görünüşüdür. Birincisi bu tirenin adı kaynaklarda “Boharlı” şekinde de kayıtlıdır. İkincisi “Buhara” adı, Sanskrit dilindeki ibadethane, manastır anlamındaki “vihara” kökenli olup, “Bahar” tarzında da kullanılmıştır. Bu sözün başındaki “b” ya da “v” ünsüzü, peşindeki yuvarlak ünlüyü etkilemiştir (Bohar, Buhar). Üçüncüsü Türk toplulukları, bu babtan olmak üzere Türkmenler, Rus dilinde olduğu gibi Buhara şeklinde yazılan bu toponimi gene “Buhar, Puhar” şeklinde kullanırlar. Bunu “Mugt Buhar’da yok/ Bedava Buhara’da yok” meseli güçlendirmektedir. Dördüncüsü, er??????????????????????? orta asırlardan beri Buhara’da ve onun çevresinde Tacikler, Özbekler, Araplar, Yahudiler ve diğer halklar ile birlikte Türkmenler de yaşamaktadır. Halen Buhara Vilayetinin bütün rayonlarında Türkmenler mevcuttur. Onların büyük bölümü Türkmenistan’dan Buhara’ya göç edenler değil, buranın yerlileridir.
Selçukluların hareketi döneminde Buhara’dan çıkıp Balkan, Ahal, İran, Türkiye gibi yurtlara giden Baharlı Türkmenleri’ne “Buharlı, Baharlı” denmesi gerçeğe uygundur. (Soltanşa Ataniyazov, Şecere, s.68-69) Bkz.→Hamse İlleri/ Baharlu İli; Fars BV/ Baharlu İli
Duharlu
Bu oymak, eskiden beri Erzurum-Bayburt havalisinde yaşıyordu. Kara Yusuf ve İskender Beg zamanında Duharlu oymağının başında Pir Ahmed Beg vardı. Kara-Koyunlu siyasi faaliyetinde mühim rol oynayan bu oymak, bilhassa Bayburt’u tasarruf etmiş ve sonra Ak-Koyunlu hizmetinde bulunmuştur. Bekir Beg ve Mehmed Beg Duharlu, Ak-Koyunlu hükümdarı Sultan Halil devri beglerinden olup, Diyarbekir’de Halil’e isyan ederek, Tebriz’e yürüyen Şehzade Yakub’a katılmıştır. Ak-Koyunlulardan sonra Duharlu oymağı yine Erzurum yöresinde kalmış ve beglerine Osmanlı devleti tarafından tımarlar tevcih edilmiştir. Osmanlı eserlerinde bu teşekkül’ün adı Tokarlu suretiyle yazılmaktadır. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.26)
Karamanlu
Reşideddin, Karamanluların Selçuklu Sultanı Tuğrul’un devrinde (1038-63) Anadolu’ya gelip, orada kaldıklarını göstermiştir. Son araştırmalar, Karaman aşireti ve Karamanoğulları’nın Oğuzların Afşar boyuna mensup olduklarını göstermiştir. Bağımsız Karaman beyliği yaratmışlardır. XIII. yüzyılın birinci yarısında başlayan Kara-Koyunluların Azerbaycan topraklarına gelmesi ve burada kalması bilinen bir husustur. Kara-Koyunlu Kara Yusuf’un emirlerinden birinin adı Karaman idi. Emir Karaman, Kara-Yusuf’un ölümünden sonra çok yaşamamış ve başında bulunduğu oymak ile sahibi olduğu toprakları oğulları idare etmiştir. Son Kara-Koyunlu hükümdarı Hasan-Ali, Uzun-Hasan Beg tarafından bozguna uğratıldıktan sonra bu oymağın yanına kaçmıştır.
Karamanlı oymağı, ihtimal ki Ak-Koyunlulardan itibar görmediği için Şeyh Cüneyd ve oğullarının taraftarları arasına katılmış ve Safevi devletinin kurulmasına kurulmasında yer tutmuştur iştirak etmiştir. Şah İsmail’in beglerinden Bayram Beg başta olmak üzere, Safevi devrinde bu teşekkülden birçok emir çıkmıştır. Karamanlu oymağının, Şah Abbas zamanında yedi Kızılbaş teşekkülünden biri olan Ustacalu/ Ustaclu boyuna bağlandığı görülür.
Kuzey Azerbaycan’da Yevlah rayonunda Karamanlar köyü, Türkmenistan’ın Saragat rayonunda Birinci Karaman, İkinci Karaman köyleri, eski Krasnovodosk(Kızılsu), bugünkü Türkmenbaşı rayonunda Karamanlı dağı, Kızılarbat rayonunda Karamanlı deresi bu oymağa ait hatıralardır. (İ.H.Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri…, s.1; Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.26-27; Ağa-Musa Ahuxdov, Toprağın Kökösünde Tarihin İzleri, s.41, 118-119; ASE, 3.cilt, s.63)
Tanınmış Türkmen tarihçisi S. G. Agacanov’un araştırmalarına göre, Akman ve Karaman denen büyük Türkmen tayfaları, Hoca Ahmed Yesevî (1105-1116) döneminde, şimdiki Kazakistan’ın Çimkent Vilayetinin Türkistan kenti civarında yaşamıştır. Onların tayfaları rivayete göre; Abdal sergerdeleri, Akman ve Karaman olanlar için Akman’ın iline Akmanlar, Karaman’ınkine Karamanlar demişlerdir. Çin Türkmenleri’nin dilini ve tarihini öğrenen Moskovalı Akademik (Ruslar İlimler Akademisi üyesine Akademik diyor ve bu unvan bizdeki bilimsel Ordiranyus adına denk gelmektedir) E.R.Tenişev’in yazdığına göre, Semerkand’taki Nurata Türkmenleri’nin (Salırların) bir bölümü 1370 yılında Çin’e göçüp, Pekin’den 50 km uzaklıktaki Syunhua Vilayetine yerleşmiştir. Onlara “Salarlar” denmektedir. Bu Salarlar, Akman ve Karaman’ı kendilerinin kutsal ilbeyi/ ilhanı olarak kabul etmektedir. Hatta buradaki Geytszı kentinde onlar Karaman’ın mezarını da göstermişlerdir. Akban denen tayfa adı, Aday Kazakları’nın yapılanmasında da vardır.
Böyle de olsa, Karamanlara bakınca, Akmanların sayısı daha azdır. Çünkü bu tayfa Türkmenistan’da bulunmaktadır. O halde Türkistan kentinin eteğindeki Şaştöbe (Çeçdepe) köyünde, Buhara Vilayetinin Karagöl ve Alat rayonlarında yaşayan Salırların yapılanmasında korunup, bugüne ulaşmışlardır.
Karamanlar, Çin’den başlayıp, Doğu Avrupa ülkelerine kadar yayılmıştır. Onlar Türkistan/ Orta Asya, Çin, Makedonya, Afganistan, Türkiye, Irak, Suriye ve Kafkasya’da yaşamaktadır. Türkiye’de, bu Karamanlar tarafından geliştirilip, yetiştirilen koyunlara da “Karaman” denmektedir. Z. Ş. Navşirvanov’un şahitlik ettiğine göre, Karaman denen Türkmen tayfası, Kırım’da da yaşamaktadır. Onlar Saltık-Baba’nın öncülüğünde 1263-1264 yıllarında Erzurum’dan Kırım’a göçüp gitmişlerdir. Hatta Kırım’da Karaman denen yer adları da mevcuttur.
Kiçiaga, Yalavaç ve Karaman, Türkmenistan’daki bugünkü Salırların büyük üç bölümünün adlarıdır. (Soltanşa Ataniyazov, Şecere, s.37-38)
Alpavut
Adı, “Tek başına düşmana saldıran” anlamına gelen bu oymak, Kara-Koyunlu ilinin en önemli kollarından biri sayılırdı. Sultan III. Ahmed döneminde Osmanlı devleti tarafından kayda geçirilmiş olan Gence Vilayetinin vergi defterinde dört Alpavut köyü kayıtlıdır. Kara Yusuf zamanında, Hemedan bölgesinin bu oymağın beylerinin elinde olduğunu görüyoruz.
Alpavut aşireti, Kara-Koyunlulardan sonra Ak-Koyunlu ulusuna dâhil oldu. Safeviler zamanında Alpavut teşekkülünün Saad-Çukuru ve Şirvan dolaylarında yaşadığını görüyoruz. Alpavutlar, Karamanlılar gibi Azerbaycan’da bilhassa Berde çevresinde yerleşmiştir. (Azerbaycan Tarixi, s.313; Faruk Sümer, Karakoyunlular, s.27-28)
Çâkirlu/ Çekirlu/ Cakirlu
Bu kabilenin adı Türkçe eserlerde Cekirlu/ Çekirlu şeklinde yazılmaktadır. Adını, Celayirli devri emirlerinden Emir Cakir’den aldığı anlaşılıyor. Emir Cakir, Timur’un İran’ı fethetmesi üzerine, onun tabiiyetine giren emirlerden biriydi. Cakir, çok geçmeden vefat etmiş ve yerine oğlu Bistam/ Béstam geçmiştir. Bistam Beg ailesi tarafından idare edilen ve babası Cakir’e nispetle Cakirlu denilen oymak, eskiden beri Erdebil çevresini yurt tutmuştur. Bu teşekkül, Ak-Koyunlular devrinde de mevcudiyetini korumuştur. Bu devirde Cakirlu oymağının başında Bistam’ın torunu ve Bayezid Beg’in oğlu Ömer Beg vardı ki, Otluk-beli Muharebesi’nde Osmanlı ordusuna esir düşmüş, fakat Fatih tarafından serbest bırakılmıştır. Ömer Beg, Sultan Yakub zamanında da ileri gelen emirlerdendi.
Şah İsmail harekete geçtiği sırada, Cakirluların başında Ali Beg bulunuyordu. Bu oymak, Safeviler zamanında da varlığını devam ettirmiş, fakat Kara-Koyunlu teşekkülleri gibi, ikinci ve üçüncü derece bir mevkiye sahip olmuştur. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.28-29) Faruk Sümer, Cakirluların Kürt asıllı olduğunu ifade etmiştir.
Soltanşa Ataniyazov, şu tahlili yapmaktadır:
Çâkirlu adını, “Çaka, Çakan, Çakmak, Çakçak ve Çakır” etnonimlerini dikkate alarak inceleyelim. Bu etnonimlerin yapısındaki “çak” sözü, onların aynı kökenden türediğini gösterir. Bu kökle başlayan bazı tayfaların bağlı olduğu aşiretler şöyledir:
Çaka
|
Teke, Eski
|
Çakan
|
Yemreli, Mürçeli, Salır, Teke, Hıdırili, Çandır, Çovdur, Ersarı, Karavul
|
Çakanalagöz
|
Yomut
|
Çakmak
|
Çovdur, Ersarı
|
Çakır
|
Esrarı, Alili, Göklen, Mukrı
|
Zikredilen bu isimlerden; Çakan, Çakmak, Çakır’ın anlamını doğru verecek kelimeleri, günümüz Türkmen Türkçesi’nde bulmak mümkündür. “Çakan” etnoniminin “Çakan gözlü” tirebaşının adından kaynaklanması muhtemeldir. Çünkü “Çakanalagöz” denen etnonim onun gerçekten bu anlamı taşıdığıdır. Çakır adını, “aran” anlamındaki “çakır” sözü (Rusça, Yakor), yahut “çakır” adı verilen av kuşu ile ilişkilendirmek mümkündür. Türkmen Türkçesi’nde, “kopça çengeli” anlamına da gelen “aran”, şöyle tarif edilmektedir: “Bir zadıñ ucuna dakılyan ilgençek”.
Çak sözü ile başlayan etnonimlerin asıl kökü, eski “Sak” denen etnonimdir. Sakların adı geçmişte “Sak, Saka, Şak, Şaka, Çaka” şekillerinde kullanılmıştır. Türk lehçe ve şivelerinde dillerde s-ş ve ş-ç ses değişikliği yabancı bir fonetik hadise değildir: baş-bas, kaş-kas, şişe-çuşe, şişlik-şaşlık vb. Eğer bu tahmin doğru olsa, çaka, çakan, çakır etnonimlerinin sonundaki “-a, -an, -ır” Türkçe çoğul ekleridir. (Soltanşa Ataniyazov, Şecere, s.222, 223)
Ayinlu
Bu kabilenin yaşadığı yerin, bazı işaretlere göre, Doğu anadolu’da olduğu anlaşılıyorsa da, bu bölgenin neresinde olduğu bilinemiyor. Gerek Diyarbekiriyye’de, gerek ondan naklen Ahsenüt-Tevarih’te adı “Ainlu, Ayinlu” suretinde yazılmıştır. Kara-Yusuf devrinde büyük emirlerden Bayezid Beg, bu oymaktandı. Cihanşah zamanında, Ayinlu teşekkülünün başında Emir-i Divan Arabşah’ın bulunduğunu biliyoruz. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.29-30)
Hacılu
Adı ancak Diyarbekriyye’de geçmektedir. Ak-Koyunlu begi Kara-Yülük Osman ile mücadele etmekte olan Erzincan Valisi Pir Ömer’e, Kara Yusuf tarafından yardıma gönderilen emirler arasında Emir İlyas Hacılu da vardı. Kara-Yusuf’un hemen bütün seferlerinde yanında bulunmuş olan İlyas adlı bir emir tanıyoruz. Hafız-ı Ebru, bir yerde bu Emir İlyas’ı Döğer boyuna mensup bir şekilde gösterir. Bu İlyas-ı Hacılu ile İlyas-ı Döğer’in aynı şahıs ve Hacılu oymağının Döğerlerin bir kolu olması muhtemeldir. Çünkü Hacılu kabilesi, Kerkük-Erbil taraflarında yaşamakta olduğu gibi, Döğerlerden bir kolun da aynı bölgede yurt tutmuş olduklarını biliyoruz. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.30)
Ağaç-eri
Ağaç-Erilerin XIII. yüzyılda Maraş bölgesindeki ormanlarda yaşadıkları maLumdur. Bu Türkmen topluluğundan bir kol, daha Kara-Mehmed zamanında Kara-Koyunlular ile işbirliği yapmış ve iki teşekkülün reisleri arasında sıhriyet tesis edilmiştir. Kara-Mehmed’in Tatar Hatun adını taşıyan hemşiresi, Ağaç-eri reisine verilmiştir ki, bundan Ağaç-eri reisinin Hasan Beg adlı oğlu doğmuştur. Ağaç-erilerden Hüseyin Beg, İskender Mirza’nın en sadık emirlerinden olup, onun Alıncak/ Elince kalesinde katli üzerine oğlu Kubad’ı kalede bulunan diğer beglerle birlikte Kara-Koyunlu hükümdarı ilan etmişti. Yine Ağaç-erilerden Ali Beg, Cihan-Şah’ın emirleri arasında görülmektedir.
Bugün Kûhgiluye’de yaşayan ve miktarları ikibin evi bulan Ağaç-eriler, şüphesiz bu Kara-Koyunlu Ağaç-erilerinin torunlarıdır. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.30-31)
1298-1317. yıllar arasında İran’daki Moğol ilhanları Kazan Han ve Olcaytu Han’ın Başveziri olan Reşideddin’in (1247-1318) üç ciltten ibaret “Camiiüt-Tevârih” isimli tanınmış kitabında bu ad ilk defa geçmektedir. Reşideddin şöyle yazmaktadır: “Eski dönemlerde, Ağaç-eri denen isim yoktu. Oğuz tayfaları bu ülkelere girdikten sonra, bu tayfalardan birinin ormanlık yerde yerleştiği için ona “Ağaç-eri” adı verilmiştir. Moğollar da, ormanı yurt tutup, yerleşen insanlara “Xoyin-irgyen”, yani orman tayfası demektedir”. (1. cilt, 1.kitap, s.85) Reşideddin’in sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla bu tayfanın nerede ortaya çıktığı belli değildir. Günümüzde Türkistan/ Orta Asya’da yaşayan Türkmenler arasında da bu etnonim muhafaza edilmiştir. Muhtemelen bu isim, benzer anlamdaki başka bir kelime ile değişmiş olsa gerektir. Bu tahmin esasında Hatap ve Mukrı Türkmen tayfalarının yapılanmasında “tokay/ orman”, Karataşlı Türkmenlerinin arasında “orman” adı verilen uruk adlarının eski Ağaç-eri denen tayfa adı ile aynı sıraya koymak ilginçtir. (Soltanşa Ataniyazov, Şecere, s.22-23) Bkz.→Huzistan Bölge Valiliği Ağacari/ Ağaç-eri İli
Döğer
Bu Oğuz boyunun da Kara-Koyunlu devletinin siyasi faaliyetine katılmış olduğunu görüyoruz. Lakin Döğerler, doğrudan doğruya Kara-Koyunlu ulusuna dâhil olmayarak, Suriye’de ayrı bir teşekkül halinde kalmışlardır. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.31)
Bayramlu
Adını, Hoy şehrini tasarruf eden Bayram Beg’den almıştır. Bayram Beg, Kara-Koyunlu hükümdarı Kara-Yusuf’un emirlerindendi. Kendisinden sonra oğlu Şehsuvar Beg, Cihan Şah’ın Divan-begi olmuştur.
Bu sayılanlardan başka Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak-ı Arab’taki bazı şehir ve kalelerin hâkimleri de bilhassa Kara-Koyunlu devletinin parlak zamanlarında bu devletin emirleri arasına girmiştir. Bunlar, başlıca Urumiye hâkimi Celâlüddin Dizek, Aydın, Çalık, Tarı (Tanrı)-Vermiş, Ali Paşa, İsa Beg, Esed, Busat, Sultan, Kara-Koç, Dursun, Birsun vs.idiler. Hafız-ı Ebru yukarıda adı geçen emirlerden Esed ve Busat’ın Kara-Yusuf’un akrabalarından olduklarını söylüyor. Bu emirlerden ekserisi de Türkmen menşeli idiler.
Kara-Koyunlu ulusu, teşekkül bakımından Ak-Koyunlu ulusuna nazaran daha gevşek gibi görünmektedir. Kara-Koyunlu ulusunu meydana getiren oymaklar arasındaki bağlar, Ak-Koyunlular’daki kadar sıkı değildir. Bu sonuncularda imparatorluğun kurulmasından önce oymakların çoğu beraberce, yani el/ il hâlinde kışlak ve yaylağa giderlerdi. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.31)
Kara-Koyunlu Ulusuna tabi Kürt Teşekkülleri
Kara-Koyunlu devletine, bahsedilen Türk oymaklarından başka, birçok Kürt aşireti de tabi idi. Bunların başlıcaları Süleymani, Zırki (Zırkî’den Jirkiler kastediliyorsa, bunlar Afşardır) ve Mahmudi vb. aşiretlerdir. Bunlardan bazıları daha Kara-Mehmed’ten itibaren Kara-Koyunluların tabiiyetinde bulunuyorlardı. Kara-Mehmed, Doğu-Anadolu’daki dağlarda yaşayan Kürtleri etrafına toplayarak, onları Timur’un kuvvetleriyle yaptığı muharebelere iştirak ettirmiştir.
Kara-Koyunlular, hizmetlerinde kullanmak üzere Kürd aşiretlerinden elli bin evlik bir il vücuda getirmişlerdir ki, buna Kara-Ulus adı verilmiştir. Kara-Ulus, Kara-Koyunlular zamanında Irak’ta yaşıyordu. Ebu Bekr-i Tihrani’nin sözlerine göre; Cihan Şah, oğlu Bağdat valisi Pir-Budak’ı tenkil etmeden önce, onun emrine verilmiş olan Kara-Ulus’u Azerbaycan’a göçürmüştür. Lakin Kara-Ulus’un teşekküllerinden hepsinin Azerbaycan’a gitmediğini veya bilahare bir kısmının geri döndüğü anlaşılıyor. XVI ve XVII. yüzyıllarda Kara-Ulus aşiretlerinden bir kısmı Hemedan havalisinde, bir kısmı da aynı asırlarda Irak ve Güneydoğu Anadolu’da sakindi. Bugün bile Kara-Ulus’un henüz yerleşmiş kalıntısına Irak’ta rastgelinmektedir. (Faruk Sümer, Kara-Koyunlular, s.32)
*
Kara-Koyunlu ilini oluşturan tayfaların bakiyeleri XV-XVI. yüzyıllarda Göyce mahalda, Maku nahiyesinde, Gencebasar’da, Save Şahsevenleri arasında, Hoy ve Merağa arasındaki bölgelerde yaşamaktaydı. Daha sonra “Saatlu” adını taşıyan köy ve obalar Saadlu/ Saat Çukuru aşiretinin bakiyesidir. Ak-Koyunlular döneminde gözden düşen Karamanlu aşireti, Şeyh Cüneyd ve oğullarının tarafına geçerek, Safevi devletinin kuruluşuna iştirak etmiş, Şah İsmail’in emirlerinden olan Bayram Bey Karamanlu ve daha sonra ortaya çıkan emirlerin bir bölümü buradan çıkmıştır.
Kara-Koyunlu ilinin lideri olan Bayram Hoca (ölümü 1380), Celayirli Sultan Üveys’in emirlerindendi. O, Kara-Koyunlu hanedanının temelini atan şahsiyettir. Bu çağa kadar Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunlu aşiretleri Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Irak’ta göçeri/ devlet-gez hayatı sürdürmekteydiler. Onların askerî bayrakları üzerinde karakoyun sembolü olduğu konusunda tarihi kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır.
Bayram Hoca’nın oğlu Kara Mehmet, merkezi Van kenti olan Kara-Koyunlu feodal hükümdarlığını kurdu. O, Timur’la 1387 yılında Erzurum-Çapakçur yürüyüşünde karşılaştı. Kara-Mehmet’in askerleri büyük bir yiğitlik götererek, karşı taraf askerlerinin geri çekilmesini sağladı. Bundan cesaret alan Kara-Mehmet, Mayıs 1388 tarihinde Tebriz’e girip, Celayir emirlerinin naiblerini yakalayarak kente hâkim oldu. Bu Tebriz uğrunda daha sonra yapılacak savaşların başlangıcı oldu.
Kara-Mehmed’in oğlu Kara-Yusuf (1388-1420) da, 1390 yıllarının başında Tebriz’i ele geçirebildi. Timur ordularının yaklaşması, onu Anadolu’ya geri çekilmeye mecbur etti. Celayir hükümdarı Sultan Ahmed ile birlikte Türk sultanı Yıldırım Bayezit’in himayesine sığındı. Timur, “Kara-Yusuf’un ölü veya diri olarak kendisine teslim edilmesini” istedi. Sultan Bayezit cevabında; “Ona sığınan birisinin teslim edilmeyeceğini” bildirdi. Bu cevap, Timur’un Anadolu’ya yürüyüşünün sebeplerinden biri oldu.
Siyasi çekişme biraz durulunca müttefikler Bağdat’a döndü. Ancak Bağdat’ta aralarına nifak girdi. Kara-Yusuf, Sultan Ahmet’i Bağdat’tan çıkmaya mecbur bırakarak, Bağdat’ı ele geçirdi. Ancak Timurlularla yaptığı savaşta yenilerek bu defa Memluk devletine sığındı. Bağdat karşılaşmasından sonra Kara-Yusuf ve Sultan Ahmed Celayir, Kahire’nin emri üzerine Şam’da zindana atıldılar. Zindanda birbirlerine, hapishaneden çıktıktan sonra dost ve müttefik olacaklarına dair söz verdiler. Sultan Ahmed Bağdat’a, Kara-Yusuf ise Tebriz’e gidecekti. Ancak Sultan Ahmed, anlaşmayı bozarak Tebriz’e yürüdü. Bu anlaşmadan habersiz olan Şirvanşah I. İbrahim, Sultan Ahmed’in Irak’tan Azerbaycan’a hareketini kanuni bir hükümdarın dönüşü gibi doğal karşıladı. “Mәlmәkәt sahipsiz olduğundan xalq hәrkәsin tamahından әziyyet çәkirdi. Gәldik vә muhafizә etdik; indi mәlmәkәtin ağası tәşrif edir, biz dә öz evimizә gedәyin” diyerek, Ucan’dan Şirvan’a döndü.
1406 yılının Temmuz ayında Sultan Ahmed hiçbir direnişle karşılaşmadan Tebriz’e girdi. Ancak Timurluların yeni hücumuna direnemeyip şehirden ayrıldı. Tebriz yeniden Timurluların eline geçti.
1408 yılında Kara-Koyunluların Tebriz ve Azerbaycan uğrundaki mücadeleleri son haddine ulaştı. Timurlularla nihai savaş 21 Nisan’da Tebriz’in altında Şenb-i Gazan yakınında Serd-rud üzerinde oldu. Yirmi binlik Kara-Koyunlu atlısının sağ kolunda Emir Bistam Beg Çakirlu, kardeşleri Mansur, Rüstem ve oğlu Ahi Ferec ile sol kolunda Hüseyin Beg Saadlu, merkezde ise Kara Yusuf’un kendisi kumandanlık etmekteydi. Ebubekir’in babası Miranşah ile topladıkları ordu darmadağın edilip, Hemedan’a kadar kovuldu. Bu savaşta halkın nefretle Maranşah (Yılanlar şahı) dediği Miranşah öldürüldü. Netice olarak Timurluların Azerbaycan’dan kovulmasında Kara-Koyunluların etkin rolü olmuştur. Ülkenin güney toprakları da onların hâkimiyetine girmiş oldu. (Azerbaycan Tarixi, s.314-315)
1410 yılı yazında Ak-Koyunlu birliğinin başında Osman Kara-Yülük, Doğu Anadolu’da Erzincan üzerine yürüyerek Kara-Yusuf’a karşı çıktı. Kara-Yusuf, kuvvetleri ile ona karşı hareket etmesinin ardından Sultan Ahmed Celayir, Tebriz’de asker olmamasından istifade ederek kenti ele geçirdi. Şirvanşah I. İbrahim, Sultan Ahmed’e yardım için ordusunu Tebriz’e yolladı. Ancak Kara-Yusuf süratle hareket ederek, müttefiklerin birleşmesini önledi. 30 Ağustos 1410 günü Şenb-i Gazan yanında Sultan Ahmed’in ordusu ile karşılaşıp dağıttı, kendisini de ele geçirdi. Azerbaycan ve Irak’taki haklarından vazgeçtiğine dair yazılı iltizam aldı. Ertesi gün öldürüldü. Kara-Yusuf’un oğlunu Bağdat’a Canişin gönderdi. 1410 yılında Azerbaycan Kara-Koyunlu devleti, Kür çayının kuzeyindeki Şirvanşahlar devleti arazisi dışında bütün Azerbaycan topraklarına hâkim oldu. Kara-Koyunlular, 1468 yılına kadar Tebriz tahtında oturarak hükümranlık ettiler.
1411 yılında Kara-Yusuf, bütün Azerbaycan’ın ileri gelenlerini ve Kara-Koyunlu beylerini Tebriz’de toplayıp oğlu Pirbudak/ Pirbudaq’ı sultan ilan ederek, ona biat ettirdi. Bu merasimden sonra eski geleneklere uygun olarak devlet fermanlarının üzerine: “ ‘Sultan Pirbudaq Xan yarlığıdın Ebu’n-Nasr Yusuf Bahadır sözümiz’ yazdırdı. Ayrıca sikkelerin üzerine ‘Es-Sultanül-ÁZam Pirbudaq Xan’ unvanı darbedildi. Ancak yüksek idarecilik hükmü Kara-Yusuf’un üzerinde kaldı. Onun adına basılan paraların üzerine de ‘Şah Yusuf Bahadur’ veya ‘Emir Yusuf Bahadır’ ” yazıldı.
Kür çayı üzerinde Aralık 1412 yılında cereyan eden savaşta Şirvanşah I. İbrahim, Kara-Yusuf’a yenildi ve esir düştü. Tebriz tüccarlarının aralarında toplayıp Kara-Yusuf’a ödedikleri can bahası/ fidye karşılığında Kara-Koyunlulara tabi olması şartıyla Şirvan’a dönmesine izin verildi. Yerine geçen oğlu Sultan Halil (I. Halilullah), Kara-Koyunlu hâkimiyetini kabul eder görünmekle birlikte, el altından Türkistan hükümdarı Timur’un ikinci oğlu Sultan Şahruh ile yakınlaşıp müttefik oldu. Kara-Koyunluların iç çekişmesinden istifade etmeye başladı. Şahruh’un gözü atalarının mülkü olarak kabul ettiği Kazvin ve Sultaniye’deydi. Hamse Azerbaycanı topraklarından olan bu iki kenti Kara-Yusuf’tan istedi. Kara-Yusuf, doğrudan savaş yolunu seçti. Hasta olmasına rağmen ordusu ile haraket etti. Ancak 13 Kasım 1420 yılında Ucan kentine yakın bir köyde öldü. Safevi tarihçisi Hasan Beg Rumlu, Kara-Yusuf için şöyle yazmıştır: “Savaş meydanında kan içen aslan, eğlence meclisinde cevher saçan bir bulut idi. Adalet ve merhameti ile tanınmış olup, ahlak yolunda herkesten mümtaz idi. Zalimlerin tedibine, mazlumların refahına çalışmış, tarımın gelişmesine gayret etmiş, ülkesinde dirlik ve azığını muntazaman verirdi”.
Sultan Şahruh komutasındaki Timurlu ordusu Azerbaycan’a sokuldu. Kışlamak için Karabağ’a geldiğinde Şirvanşah, kardeşi Menuçehr ve Azerbaycan emirlerinin bir bölümü kendisi ile görüşerek ittifak ettiler.
Azerbaycan’da Timurluların durumu sabit değildi. Buna karşılık Kara-Koyunlular savaş gücünü korumaktaydılar. Kara-Yusuf’un oğlu Kara-İskender, orduyu toparlama görevini üzerine aldı. Timurlularla 1421’de cereyan eden savaştan galibiyet elde edemedi ama Tebriz’i geri aldı. Kara-İskender hem Timurlularla, hem Şirvanşah Halil, hem de öz kardeşi Cihanşah ile çekişme ve rekabet hâlindeydi. Bunun yanı sıra, Doğu Anadolu’da Ak-Koyunlu Beyliği’nin Kara-Koyunlularla geleneksel rekabeti devam etmekteydi. Kara-İskender, Şirvanşah’la üç, Timurlularla iki kere karşılaştı. 1435’te Şirvanşah ve Timurlu orduları birleşerek, Tebriz yakınlarında Kara-İskender’i yendiler. Bu yılın sonunda Timurluların desteği ile Cihanşah Tebriz tahtına oturdu. İskender, öz oğlu tarafından Elince kalesinde öldürüldü.
Cihanşah, Şahruh’un ölümünden sonra Timurlu hâkimiyetini reddetti. Şirvan devleti ile düşmanlığa ve çekişmelere son verdi. Geriye batıdaki Ak-Koyunlu rekabeti kaldı. Tebriz’de imar işlerine girişti. Çinileri ve renkli mermerleriyle dünyaca ün kazanan Göy Mescid’i bina ettirdi. Kitabe ve süslemelerini tanınmış nakkaş Nimetullah Bevvab hakk etti. Ortaçağ eserlerinde Cihanşah “Dine saygı göstermeyen, şeriata hor bakan” bir kişi olarak tanıtılır. Bu Cihanşah’ın sûfilik görüşlerine yakınlığı ile ilgilidir. Ancak o, radikal siyasi-felsefi görüşlerden uzak bir insandı. Buna mukabil saltanatın siyasi menfeati söz konusu olunca, adam öldürmekten çekinmezdi. Onun emri ile bir günde 500’den fazla hurûfî ve Fazlullah Naîmî’nin kızı kılıçtan geçirildi. Kara-Koyunlu hükümdarlığı yıllarında sadece Cihanşah’ın hâkimiyeti kısmen huzur çağı sayılabilir.
1457 yılında Ak-koyunlu Uzun Hasan Diyarbekir yakınlarındaki karşılaşmada sayıca çok üstün olan Kara-Koyunlu ordusuna karşı parlak bir zafer kazandı. 1466-1467 yıllarında Cihanşah, Bağdat valisi olan oğlu Pirbudak/ Pirbudaq’ın isyan etmesi üzerine birbuçuk yıl süreyle burayı muhasara etti. Teslim olan oğlunu öldürttü. Baba-oğul çatışmasını izleyen Uzun Hasan şu beyti söyledi: “İki idi bir oldu/ İgit idi, Pir oldu”.
Ak-Koyunlu Uzun Hasan, ana diline ve iline çok bağlıydı. O, kendini Oğuz Han ve onun torunu Bayındır Han’ın neslinden olduğunu kabul ederdi. Türkçe’ye büyük ilgi göstermiştir. Güçlü bir dini inanaca sahipti. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim’i Türkçe’ye tercüme ettirerek, huzurunda okutmuştur. Kur’an’ın ilk emri olan “Ikra’”, “Anlayarak oku” demektir. Anlaşılmayan bir şeyin insana ne faydası vardır, ayrıca Allah’ın indirdiği vahyi anlamayan ve aklını kullanmayan kulundan Tanrı neden razı olsun ki?
Cihanşah büyük bir ordu ile Van gölü yöresine yürüdü. Eğlence düşkünlüğü ona çok pahalıya maloldu. Fatih Sultan Mehmed ona “Yarasa” adını takmıştı. Çünkü geceleri eğlence toplantıları düzenleyip, gündüzleri yatmayı severdi. Hasan Beg’in gönderdiği casuslar, Mingel sancağında Cihanşah ve ordugâhında olanları, hepsinin sarhoşluktan uykuya daldığını bildirdi. Uzun Hasan altı bin kişiden oluşan seçme Ak-Koyunlu atlısı ile Kara-Koyunlu karargâhına saldırdı. Kasım 1467’de kendilerinden on kat fazla olan orduyu yendi. Yaşlı Cihanşah kaçmak isterken öldürüldü. Uzun Hasan, onun oğlu Hasan-Ali’nin direnişini kırarak, 1468’de Tebriz’e girdi. Hâkimiyetin Ak-Koyunlulara geçtiğini ilan etti. Bu hâkimiyet 1501 Safevi hâkimiyetine kadar devam etti.
Kara-Koyunlu devletinin Azerbaycan’da hükümranlığı uzun sürmedi. Elli yıldan biraz fazla iktidar olabildi ve ömrünü tamamladı. (Azerbaycan Tarixi, s.313-319; Ağa-Musa Ahuxdov, s.117; Cevad Hay’et, “Akkoyunlular”, Varlıq, Ferverdin ve Ordubehişt, 1365/ 1986, sayı:1-2, s.21-28)
Ak-Koyunlular
Kara-Koyunlular gibi, Ak-Koyunlu ulusunun temelini oluşturan boylar, İslam’ın ilk yıllarından itibaren Azerbaycan’da yaşamaya başlamış, tarih boyunca akraba Türkmen aşiret/ oymaklarıyla birleşerek devlet kurmuşlardır. XV. yüzyıl tarihçisi Fazlullah İbn-i Ruzbihan Hûneçî şöyle yazar: “Ak-Koyunlu soyunun ecdadı olan Bayındır/ Bayandur Han, bu soyu Oğuz Han’ın oğlu ve torun türemesi sayardı. Bayındır Han’dan beri Ak-Koyunlu hükümdarlarının soyağacının düz çizgisi kesilmemiştir”. Bundan ötürü kendilerine “Bayındır Han Oğulları” ve “Bayındıriyye” denmiştir.
Ak-Koyunlu devletini oluşturan Türkmen oymaklarının isimleri bunu açıkça göstermektedir: -Pürnek/ Purnek, -Musullu, -Hoca-Hacılu/ Hace Hacılu, -Süleyman-Hacılu, -Hamza-Hacılu, -Dabanlu, -Ahmedlu, -Çavundur, -Dodurga, -Karkın, -Afşar, -Bayat, -Ağaç-eri, -Karamanlu, -Döğer/ Düger, -Begdili, -Çepni, -Alpavut, -Baharlu, -Emirlu, -Çâkirlu, -Duharlu, -İnanlu/ İnallu, -Saadlu, -İzzeddin Hacılu, -Haydarlu, -Yurtçu, -Şeyhlu vd.’dir. Pürnek/ Purnek ve Musullular bu kabilelerin en önemlileridir. Bunlar, Türkmen adıyla meşhurdur. Kara-Koyunlu ve Ak-Koyunluların bakiyeleri bugün Türkmenistan’da da mevcuttur. Meselâ Ak-Koyunlu denen tire Ersarıların, Kara-Koyun/ Kara-Koyunlu adını taşıyan tireler Yomutların, Salırların ve Ersarıların bünyesindedir. (Azerbaycan Tarixi, s.319; Soltanşa Ataniyazov, Şecere, s.33; Cevad Hay’et, “Akkoyunlular”, Varlıq, Ferverdin ve Ordubehişt, 1365/ 1986, sayı:1-2, s.21-28)
*
Kara-Koyunlu hanedanı ve Kara-Koyunluların tarihine kısaca temas ettikten sonra, onların bakiyesi olan günümüz Kara-Koyunlular kimlerdir ve nerede yaşamaktadır? konusuna açıklık getirmeye çalışalım.
Sınırlarını net olarak çizme imkânı olmasa da, Karakoyunluların oturduğu bölgeyi, bunların devamı olan Hüsrovşehr, Azerşehr, İlhıçi/ Ilhıçı, Tebriz ve diğer yerleşim birimlerinde yaşayan Türkmenleri zikretmek gerekir.
Alevi, Kızılbaş, Ali-Allahi, Ehl-i Hakk, Ateşbagi, Göran/ Gôrân ve Sûfî tabirlerinin farklı anlamları olmakla beraber, Kara-koyunluları ifade için bu tabirler kullanılmaktadır.
İran’daki Kızılbaş Kara-Koyunlular, bugün Tebriz’den Türkiye sınırındaki Bazargân/ Maku ilçesine kadar uzanan bölgede yaşamaktadır. Kara-Koyunluların izlerini takip etmemiz hâlinde, yaşam sahalarının Kars’tan başlayıp, Anadolu içlerine ve Kuzey Azerbaycan’a doğru uzandığını görürüz. Türkiye sınırına yakın bölgelerde, aynı inanca ve aynı gruba dâhil Kızılbaş Kürtler de bulunmaktadır. Bu Kızılbaş Kürtler, muhtemelen Kara-Ulus’a mensup olmalıdır. Kuzeydoğu Anadolu’da oturan ve “Türkmen” adıyla anılan Alevilerin Kara-Koyunlu oldukları şüphesizdir.
Dar anlamda, Batı Azerbaycan Bölge Valiliği sınırları dâhilinde eskiden Mahal-i Kara-Koyun, bugün ise Dehistan-ı Karakoyun adı verilen bir mahal/ bölge bulunmaktadır. Köy birliği olan Dehistan-ı Karakoyun’u, nahiye (mahal/ bölge) olarak da niteleyebiliriz. Dehistan-ı Kara-Koyun, Batı Azerbaycan Bölge Valiliği merkezi Urumiye’ye bağlı Maku İlçesi köy birliği merkezlerinden biridir.
Kara-Koyunlu mıntıkası, Maku ilçesinin kuzeyindedir. Karaziyaaddin’in üst sınırıdır. Dr. Cevad Meşkûr’un, “Nazari be-Tarih-i Azerbaycan…” isimli kitabında verdiği haritada, Culfa-Hoy karayolu, Hoy-Maku/ Bazargân sınır kapısı asfaltının Aras nehrine doğru uzanan bölümü Kara-Koyunlu olarak gösterilmiştir. Kara-Koyunlu mıntıkası; doğuda Alemdar, Zünuz ve Herzendab, batıda Türkiye’nin Ağrı dağı ve Iğdır Devlet Üretme Çiftliği (eski Emince köyleri Bence parantez içindeki bu bilgiyi yazma), kuzeyde Aras nehri, güneyde Evoğlu, Karaziyaeddin, Çaybasar/ Çaypare, Bebecik, Çaldıran ve Avacık mıntıkası ile sınırlıdır. (Dr.Cevad Meşkûr, NazaRi be-Tarih-i Azerbaycan, s.48-49)
Kızıltaş, Siyahçeşme, Şadlu, Kişmiştepe, Arapdizec köyleri Türkiye’ye sınırına Mücavir köylerdir. Tamamı Alevi/ Kızılbaş’tır. Iğdır ilinin Karakoyunlu isimli bir ilçesi olduğunu hatırlatalım..
Kara-Koyunlu Mıntıkasındaki Yerleşim Birimleri ve Nüfusları (1966)
|
Aryalık
|
104
|
Hızırlu-süfla
|
449
|
İzzetabad
|
131
|
İsmail kendi
|
117
|
Hızırlu-ulyâ
|
60
|
Aliyâr
|
61
|
Ağbulaq-Suvkar
|
220
|
Daş-Feşil
|
265
|
Feşil
|
392
|
Ağbulaq-Karakoyun
|
254
|
Dana-bulag
|
159
|
Gabaq-bulag
|
145
|
Ağdonlu
|
55
|
Muzağıl
|
183
|
Qara-zemîn
|
450
|
İşgesu
|
194
|
Zencİze
|
150
|
Qara-kehriz
|
33
|
İnce-kadim
|
336
|
Süleyman kendi
|
339
|
Keçoy-süfla
|
145
|
Baş-Kehriz
|
453
|
Sınık/ Sınıq
|
120
|
Keçoy-ulyâ
|
141
|
Bayram kendi
|
76
|
Seyyid Ahmed
|
51
|
Korabulag
|
315
|
Pirşeh
|
157
|
Şah-bulağı
|
413
|
Memmed-Kerim kendi
|
131
|
Tezekend
|
890
|
Şerif kendi
|
339
|
Mahmud kendi
|
165
|
Gorakel
|
269
|
Şemo-SeylAbı
|
139
|
Mahur
|
1.203
|
Cafer kendi
|
53
|
Şıh Selo
|
297
|
Mergen-Azizabad
|
295
|
Çegen
|
92
|
SAbirhan
|
73
|
Mergen-kadim
|
193
|
Hacı kendi
|
72
|
Samed-yurdu
|
127
|
Mergen-vasat
|
287
|
Hasan kendi
|
115
|
Sofu
|
1.323
|
Meliklu
|
162
|
Haraplu
|
281
|
Tura
|
246
|
Mollakendi
|
92
|
1966 yılı sayımına göre Kara-Koyun Köy Birliği’nin hane sayısı 2.423’tür. (Dr.Cevad Meşkûr, NazaRi be-Tarih-i Azerbaycan, s.718-720)
Maku ilçesinde Alevi/ Kızılbaş Kara-Koyunlu yerleşim birimleri arasında nüfus itibariyle bugün Sofu, Sınıh, Tezekend, Mergenler ve Siyah-Çeşme öne çıkmaktadır. Her birinin nüfusu üç bini geçmektedir. Tebriz-Maku karayolu üzerindeki Mergen/ Mergenler günümüzde; Mergenler-I, Mergenler-II, Mergenler-III, Mergenler-IV olmak üzere dört yerleşim biriminden oluşmaktadır. Mergenler-II’yi merkeze alırsak, Mergenler-I bunun altında, Mergenler-III ve Mergenler IV ise bunun üstündedir. Söz konusu mergenler; eski Mergen-Azizabad, Mergen-kadim ve Mergen-vasat köylerinin ekonomik-sosyal gelişmeler sonucu almış olduğu son mülki şekildir. Bahsekonu köy ve kasabaların tamamı Türkmen’dir.
Maku ve çevresinde oturan Gôran denen Alevi/ Kızılbaş Kürt Kızılbaşoğlu aşireti de Kara-Koyunlu bünyesindedir. Bunların az da olsa Türkiye’de aynı bölgede oturan uzantıları bulunmaktadır. Bunların oturduğu köyler:
-Alahacyo/ Alohacı, -Acemî (kışlaktır), -AlonEbi (Ali-NEbi), -Beri (Karasu nehri kıyısı), -Beyri, -Doru (kışlaktır), -Guç (Kuş, Kuşköy), -Gedayî (Geday), -Gevo (kışlaktır), -Kalecik, -Koçali (Üç Koçali’den biridir. Diğerlerinde Halikanlılar oturmaktadır), -Küllük-I, -Küllük-II (kışlaktır), -Mehlem (Alahacyo’dan ayrılmıştır), -Osman Edo’nun Keresi, -Pençalu (Pancarlu, Güş-Pencerlu), -Simederân Mağarası (Kışlaktır. Burada oturanlar Kızılbaşoğlu aşireti Hamı-Çelo obasına mensuptur), -Soruk (Surek), -Velikendi (Karasu nehri sahili)…
Bu bölgede oturan Goranların devamı Kirmanşah (Bahteran) ve Kürdistan ve diğer komşu bölge valiliklerinde yaşamaktadır. Goranlar, kendilerini her zaman Kızılbaş olan Kara-Koyunlulardan kabul etmişlerdir. Dinî ayinlerinde okunan dua ve sürûdlar, Kızılbaş Kara-Koyunlularda olduğu gibi Türkçe’dir. Goranca kadim dinî metinler de bulunmaktadır.
Halk şöyle der; “Tebriz’in Hüsrevşehr ve Govgan nahiyeleri, Miyanduab ilçesinin on köyü, Maku ilçesinin ise kırk köyü Alevi/ Kızılbaş’tır”. Haliyle incelendiğinde halkın dediğinden farklı sonuçalara ulaşılmaktadır.
Bazargân-Maku 19 km, Maku-Hoy 149 km, Maku-Tebriz 267 km, Maku-Urumiye 300 km’dir. (Dâiretül-MaâRif Zerrin)
İlhıçı/ Ilhıcı
Halkı Kara-Koyunlu bünyesinde kabul edilen İlhıçı kenti, Ş. 1346/ 1967 nüfus istatistiklerinde Tebriz’in Hüsrovşah nahiyesine bağlı bir köydür. Serd-rud’a bağlı Lahican köyüne de bitişiktir. 757 hane, nüfusu 4.091 kişidir. Bunun 2.083’ü erkek, 2008’i ise kadındır. (Dr.Muhammed Cevad Meşkûr, s.514)
Azerbaycan Türkçesi sözlüklerde İlhı/ Ilhı; “at sürüsü, yılkı” olarak açıklanmıştır. İlhıçı ise, “At çobanı, yılkıcı” demektir.
İran’ın en kaliteli soğanı İlhıçı’da yetişir. Merağa ise Cevizi, üzümü ve şeftalisiyle ünlüdür.
Tebriz’in güneybatısında yer alan İlhıçı, halen Tebriz ile birleşmiş ve merkez ilçelerden biri durumuna gelmiştir. Petro-Kimya tesislerinden sonradır. Tebriz-İlhıçı arasında Serd-rud/ Serderi ve Hüsrovşehr/ Hüsrevşehir yerleşim birimleri yer alır. Halkının yaklaşık %95’i Kızılbaş/ Alevi’dir. Günümüzde İlhıcı ve Serderi yerleşim birimlerinin nüfusları 30-35 bin civarındadır. Tebriz ile İlhıçı arasındaki Hüsrovşehr, gene İlhıçı’nın güneyindeki Gâvgân nahiyelerinin tamamı ile Tebriz’in kuzeybatısındaki Sofyân/ Sûfîyân kentinin yaklaşık %50’si Kara-Koyunlu’dur. Tebriz-Kara-Koyunlu bölgesi güzergâhındaki Merend kenti, Şii/ Caferi’dir. Kara-Koyunluların MiyanduAb ilçesinde on civarında köyleri bulunmaktadır. Sofyân’da Çimeto fabrikasının arkasında Sûfî dervişlerinin çilehanesi vardır. Halkı Alevi’dir. Otaban ile Tebriz 7-8 dakika mesafededir.
Tebriz-Merend arasındaki Sofyan’dan Urumiye gölünün kuzeyine uzanan güzergâh üzerinde bulunan Şebüster kenti halkı, eski dönemlerde Anadolu’dan gelip yerleşmiştir. Bir kısmı Sünni’dir. Şahsevenler arasında Sünni Türkmen grupların bulunduğu bilinmektedir. Şebüsterliler İlhıçılılara “Allahsız” anlamı yükleyerek, bu inanç grubunu hedef tahtasına koyup, hakaret amacıyla “Goran /Gôran/ Guran” derler. Daha önceki yıllarda aralarında gerginlik yaşanmıştır. Hem İlhıçı, hem de Şebüster ağzı Türkiye Türkçesi’ne çok yakındır. Bu tür gerginliklerin önünü akıl ve bilimsel araştırmalar alacaktır. Merend Şii’dir (Caferi/Duvâzde İmami). Sofyan ve Mergenler, Maku’nun kuzeyi Kara-Koyunlu’dur. Sofyan’ın %50’ye yakını Şahseven’dir.
Merağa ilçesi, Sofyan’ın sağındaki ve solundaki köylerin tamamı Alevi/ Gôran’dır. Kacar dönemi yöneticilerinden Kemalül-Mülk’ün köyü olan Ali-eyvan (Gôran köyü), Merağa ile birleşmiştir. Tebriz-Merağa güzergâhındaki kuzeyden güneye uzanan Serd-rûd/ Serderi, Hüsrovşehr ve Azerşehr halkı da Kızılbaş/ Ali-Allahi’dir.
Güney Azerbaycan’da yaşayan Alevi/ Kızılbaşların dışındaki Türk Gôran sayısı hakkında net bilgiler bulunmamaktadır. Oturdukları yerleşim birimleri dikkate alındığında 250-300 bin nüfusa sahip oldukları tahmin edilmektedir. Kızılbaş, Ehl-i Hakk, Ali-Allahi ve Gôran gibi dallara ayrılan Alevi Türklerin İran’daki nüfusu tahminlere göre iki milyondan az değildir. Tebriz merkezdeki nüfusları 300 bin civarında, Merağa’da nüfusun yarıdan fazlası Alevi/ Kızılbaştır.
Kara-Koyunlu mıntıkasında oturanlara, inanç sistemleri olan Kızılbaşlık da yüklenerek, doğrudan mensup oldukları il/ ulus adı olan Kara-Koyunlu denmektedir. Kara-Koyunlu adı, hem mensup olunan ili, hem de inanç sistemi olan Kızılbaşlığı kapsamaktadır. Tebriz, Erdebil, Hoy, Rızaiye/ Urumiye, Astara, Astane-i Eşrefiyye ve Zencan bölgelerinde oturan Kara-Koyunlu Türkleri de benzer şekilde aynı isimle, yani Kara-Koyunlu adı ile anılmaktadır. Mensup oldukları tarikatler ile oturdukları mıntıkalar:
AteşBağîler
|
Hoy ve Maku bölgesi
|
Baktaşiler
|
Erdebil bölgesi
|
Begûran/Gôranlar/Guranlar
|
Azerbaycan bölgesinde de vardırlar. Yoğun oldukları bölge Kirmanşah’tır. Azerbeycandakiler Türk, Kirmanşah’takiler ise Kürt’tür. →Gören
|
Davudîler
|
Zencan ve Erdebil bölgesi
|
Günabadîler
|
Astara civarı ve Astane-i Eşrefiyye
|
Haksarılar
|
Aras nehri sahili
|
Safi-Alişahîler
|
Erdebil bölgesi
|
Sarılılar/ Sarlı
|
Nüfusları oldukça azdır. Dilleri Türkçe-Kürtçe karışımıdır. Urumiye bölgesinde meskûndurlar. Kürt olanlar Kirmanşah ve Kürdistan’dadır.
|
Şebekler
|
Bazı aşiretlerin beg ve ileri gelenleri Şebek’tir. Yani Gulât Alevi’dir. Kendi cemaatlarının dışından kız alıp vermezler. Sayıları oldukça azdır. Kızılbaş/ Aleviler arasında erime sürecine girmişlerdir.
|
YâdigâRiler
|
Türk yadigâRiler Tebriz, Urumiye ve Hoy kentlerinde oturur. Kürt olan Baba-YâdigâRiler, Kirmanşah’tadır.
|
Yeddidiler
|
Tebriz kenti
|
Yukarıdaki bilgiler, durum tespiti açısından verilmiştir. Bir genelleme değildir. Bu tarikatlerde olanların tamamını Kara-Koyunlu olarak nitelemek bilimsel bir tespit değildir. Bir Afşar’ın, bir Şahseven’ın veya bir Kaşkay’ın bu tarikatlerden birine mensup olmasını enegelleyen herhangi bir sınırlama söz konusu olamaz. Azerbaycanlılar arasında değişik tarikatlere mensup insanlara rastlamak mümkündür. Tebriz, Urumiye, Hoy, Erdebil ve Tahran’ın yanı sıra, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Mevlevîleri unutmamak gerekir. Mevlevîlik, Türklerin yanı sıra çeşitli etnik gruplar arasında da geniş kabul gören bir tarikattır. Horasan’a ve Afganistan’a doğru uzanır. Bu arada Sûfîleri (Sûfiyye) de zikretmek gerekir. Tam karşılamasa da Sûfîliğe şöyle bir açıklama getirebiliriz: Sûfîlik, Alevi/ Kızılbaş inanç sisteminin altında bir inanç grubudur. Ancak Sûfîlik bir yaşam biçimi olarak kendine özel bir yer edinmiştir. Şeyhiyye gibi tarikatler Sûfîlik içerisinde değerlendirilmektedir. Merhum Bağır Han Salar-ı Millî, Şeyhiyye tarikatinden idi. Sûfî Türklerin nüfusunun 250-300 bin civarında olduğu kabul edilir. Alevi/ Kızılbaşların nüfusunun ise Azerbaycan’da iki milyondan fazladır. Hatta Azerbaycanlıların büyük bölümü Alevimeşrebtir.
Yukarıda bahsekonu tarikatler hakkında teferruatlı bilgiler vermek, konumuzu dağılmasına sebebiyet verecektir. İréne Mélikoff’un “Uyur İdik Uyardılar” isimli saha çalışmasına dayanan kitabının bu konudaki sorulara kısmen de olsa cevap oluşturduğunu ifade edebiliriz. İlgi duyanlar için saha çalışması olması nedeniyle ilk adımdır.
Alevi inanç sistemi içerisinde kabul edilen tarikatler arasında farklılıklar; kabul edilen imamların sayısına, Ali’ye yüklenen kutsiyete, Şah İsmail’in konumuna, örneği az olmakla birlikte Kirmanşah Gôran’larında olduğu gibi peygamber unsurunun bâriz olup olmaması gibi unsurlara dayanmaktadır. Bilindiği gibi Gôranların inanç sisteminde peygamber unsuru oldukça siliktir. (Dr.Hamid Cilveger, Azerbaycan Folklor Derlemeleri)
Üskü Nahiyesindeki Tarihi Eserler
Üskü nahiyesi, Tebriz’in hemen güneyinde Basmınc’tan sonra Hüsrovşehr’in güneydoğusunda ve bu yerleşim birimine çok yakındır. Halkı zekâ küpü insanlardır. Şöyle derler: “Gördün Üskülü, iki qәdәm dalı; yağ verәsәn, bal verәsәn, su alasan; yenә sәnә Saridi”. Bu tekerleme, Mucumbarlılar için de söylenir.
Tarihi Ahmakaya (Akma-kaya) mezarlığı oldukça geniş bir sahaya yayılmıştır. Türk taş işçiliğinin yüzlerce güzel örneği mevcuttur. Koçbaşlı mezar taşları dikkat çekicidir.
İsfencan Köyü
Köyün kuzeyindeki tepe eteğinde eski bir mezarlık vardır. Tarihî mezar taşları arasında koç ve aslan başlı olanlar da bulunmaktadır.
Tebriz Müzesi’nde, sanat değeri yüksek koçbaşlı mezar taşlarının seçkin örnekleri segilenmektedir. Bu mezar taşları Kara-Koyunlu Türk medeniyeti eserleridir. Azerbaycan’da ve Türkiye’nin doğusundaki Kara-Koyunlu kültür coğrafyasında bu tür bakiyelere ve eserlere rastlanmaktadır.
İlhıçı/ Ilhıcı Kenti Tarihi Eserleri
Kara-Koyunlu yerleşimi olan İlhıçı kentinin doğusunda Şah-Çerağ ve Nişangâh ziyaretgâhı bulunmaktadır. Bina; tuğla bir oda, dehlizvari bir hücre, üç adet de bir tür çilehane olan eski otağ-ı gelin/ gelin odasından oluşmaktadır. Tavanı, kare çizgili kümbet şeklinde, diğer odalar, iptidai görünümlü ahşap örtülüdür. Doğusundaki odaların sonunda içerisinde ocak bulunan İmaret yer alır. Odanın yanında, mescit vardır. Mescidin kuzey duvarı dibinde, “Gelin Mezarı” yer almaktadır. Buraya ariflerden birinin defnedildiği söylenir. “Otağ-ı gәlin/ Gelin Odası, Gelin Mezarı” tabirinde, Hz. Mevlana’nın vefat gününe “Şeb-i Arus” denmesindeki ölüme yakıştırılan zarif felsefi düşünce, yani “eşi ve benzeri olmayan, doğmamış ve doğurulmamış tek olan yaradana kavuşma” anlayışı gizlidir. Şah Çerağ binasının altında çilehane denen küçük bir mağara yer alır. Geçmiş dönemlerde sûfî dervişleri burada çileye çekilirmiş.
Nişangâh haricinde Gülmişk Hatun isimli bir İmamzade vardır. Gülmişk Hatun, Hz. Ali’nin torunudur. Hazret, Serdrudlular üzerine asker sevkettiğinde, bu havalide hastalanıp vefat edince buraya defnedildiği rivayet edildir. Mevsimin kurak geçtiği günlerde, yağmur duasından sonra İlhıçı’dan hatunun hizmetine gelinip dua edilir, su kabından gökyüzüne doğru su serpme ritüeli gerçekleştirilir. İlhıçı’ya ulaşmadan önce yağmur yağmaya başlar, ama ne yağmur… Horasan/ Derekend Ehl-i Hakk’ları İlhıçı’dan göç etmiştir. (Dr.Hamid Civeger, Azerbaycan Folklor Derlemeleri; İrec Afşar Sistani, Nigahi be-Azerbaycan-ı Şarki, s.26)
*
Azerbaycanı’n merkezi olan Tebriz yöresinde, İlhıçı’da bulunan ve Kırklar ya da Çéhelten/ Çihl-ten adı verilen bir topluluğa rastlanır. Hacı Bektaş’a da bağlıdırlar. Ancak Ali-Allahiler gibi Ali’nin uluhiyet mertebesinde (Tanrısallık) olduğuna inanırlar. Fakat “Divan”ını bir kutsal kitap gibi gördükleri Şah İsmail’i tanrısallaştırırlar. Kırklar ya da Çéhelten/ Çihl-ten adı verilenler Türk’türler. Yine İran hâkimiyetindeki Azerbaycan bölgesinde Azerbaycanı’nda, Kürt olmakla birlikte Türkiye Alevileri ile birçok ortak yanları bulunan Ehl-i Hakk’lar vardır.
Hoy yakınlarında Mahâl-ı Garagoyun/ Kara-Koyun bölgesi denen yörede Ehl-i Hakk’ların Ateşbâgî koluna bağlı kırk kadar köy bulunmaktadır. Umumiyetle Kürt’türler. Fakat aralarında Türkler de vardır. Bu topluluğu Kara-Koyunlulara bağlayanlar da olmuştur. Tanınmış doğu bilimci Minorsky’nin tavrı budur ve haksız da değildir. Tarihte Kara-Koyunlular, aşırı Şiiliğe bağlı olarak gösterilmiştir. Fakat muhtemeldir ki, inançları Kızılbaşlarınkinden farklı değildi. Bunların inanç sistemleri, Türklerin İslami yorumudur. Minorsky’nin görüşünde şüpheye yol açan husus, Ehl-i Hakk’ların büyük çoğunlukla Kürt olmalarıdır. Fakat yüzyıllarca, Kürtlerle Türklerin yan yana yaşamış oldukları ve doğal olarak aralarında karşılıklı etkileşimlerin bulunduğu bölgelerde dolaştığımızı unutmayalım. Bu zümreler, birbirlerinden, aşılmaz sınırlarla ayrılmış değildir.
Türkiye’de Alevi adı verilen olgu, cemaat-dışı bir din biçimi olarak Türkiye’deki Şiilik ve Şii öğeler taşıyan örf-dışı bir İslamlık diye tanımlanabilir. Bununla birlikte, Türkiye’de Sünnilik karşısındaki problemin aynının, resmi Şiilik karşısında sergilendiği İran’da da, bu örf dışı öze rastlanır. Orada da, Türkiye’deki gibi inanç ve ameller gizli tutulmak zorundadır. Orda da -Türkiye’de olduğu gibi çeşitli iftiralara hedeftirler ve en başta da bu topluluklarda adetleşmiş bulunan, Türkler arasında “Mum-Söndü” adı ile tanınmakla birlikte, aynı şekilde İran’da da kadınlı-erkekli içki Alemli törenlerle suçlanırlar. Günümüzde bu tür yakışıksız iftiraların hükmü kalmamıştır. Bildiğimiz gibi, hiçbir inanç sistemi ahlaksızlığı meşru görmez. Bu tür yakıştırmada bulunanlara ve bunlara itibaren edenlere “hamakat/ bönlük” dışında uygun bir sıfat bulmak mümkün mevcut değildir. Kiliselerde erkek ve kadın cemaata ikram edilen şarap, ibadetin bir uzantısı mıdır, yoksa eğlencenin uzantısı mıdır? Sünni-Şii/ Caferi nokta-i nazarından dinî hüküm olarak baktığımızda, “Alevileri cemaat dışı” olarak nitelemek, niteleyenin iman çizgisinin küfürle örtüşme çizgisine yaklaştığının göstergesidir. Bu çizgi, imanla küfrün ayırt edilemeyeceği bir noktadır.
İran’da mezhep mensupları, bölgelere göre çeşitli adlarla anılırlar. Kara-Koyunlular adının çok tanınmış olduğu Maku-Hoy-Rızaiye/ Urumiye bölgesinde de, onlara Qaraqoyun/ Kara-Koyun denmektedir. Bu aşırı Şii/ Gali oldukları bize söylenen -fakat bu yafta oldukça belirsizdir. Kara-Koyunluların dinleri problemini ve İslamlıklarının, hükümdarın çevresi ile sınırlı ve yüzeyde bir cila olup olmadığı sorusunu ortaya getirir. (İréne Mélikoff, s. 34-58)
Kara-Koyunlular, mezhep cihetinden müfrit Şii ve hatta Bâtınî olduklarından dolayı, gerek Memluk devleti ve gerek Ak-Koyunlular ve diğer Sünni mezhebe mensup devletler bunların aleyhtarı idiler. (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, s.186)
Hoy-Rızaiye/ Urumiye yolu üzerinde otuzüç kadar, belki daha fazla Garagoyun/ Kara-Koyun köyü vardır. Yakınında Çaldıran savaş alanı mevkii bulunan, Siyah-Çeşme yöresindeki dağlara yerleşmişlerdir. Hemen yakınlarda, bu Garagoyun mezheplilerin de ziyaret edegeldikleri Ermeni tapınağı “Kara-Kilise” bulunmaktadır. Hoy yolu üzerinde, Maku ile Kara-Ziyaeddin arasında uzanan bu bölge, Mahal-ı Garagoyun/ Kara-Koyunlu Bölgesi adı ile tanınır. Bazen Tork-i Siyah/ Türk-i Siyah da denen Kara-Koyunlular, sûfî cila eksiği ile Türkiye Alevilerininkine çok yakın bir inanış ortaya koyarlar. Ve bütün İranlılar gibi, resmi din olarak, Oniki İmam’a bağlı Şii inançlı komşuları “Mahal-ı Aggoyun/ Ak-Koyunlu Bölgesi” sakinlerine düşmandırlar. Bu da, Kara-Koyunlular için olduğu gibi burada da, tarihi çerçeve içinde Sünni olarak görünen Ak-Koyunluların dinleri problemini ortaya çıkarır. Yani bu durumda, aynı şekilde, Ak-Koyunluların Sünniliğinin de doğrudan doğruya hükümdar ve çevresi ile sınırlanmış olmadığı sorulabilecektir. “Tork-i Siyah” deyiminin, Kara-Koyunlu’nun değişik bir bağlamdaki karşılığı (transposition) olduğu şüphesizdir. (İréne Mélikoff, s.58, 66, Dipnot-21)
Ak-Koyunluların en müthiş rakibi ve Azerbaycan ile Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap ile bütün İran’a sahip olan Kara-Koyunlu hükümdarı Cihanşah, Ak-Koyunlu hükümetini kendi nüfuzu altına almak veyahut tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu arzu, Cihanşah’ın sonu oldu. Uzun Hasan tarafından baskınla öldürüldü. (İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, s.191)
“Tebriz bölgesinde, Türk nüfus içinde, bu mezheplilere her zaman rastlanır, fakat ‘Görmek’ fiilinden türetilmiş olan ‘Gören’ adı ile tanınırlar. V. Minorsky, ‘Gören’ sözcüğünün ‘Guran’dan geldiğini düşünmüştür. Ancak Tebriz ve bölgesi ‘Görenleri’, Türktürler ve Kürt değildirler (Bence Kürtlerin ayrı bir millet olduğunu biz de vurgulamayalım.). Tebriz, Maku Rızaiye/ Urumiye’de, ‘Gören’ yani, ‘Görmüş’, yerel söylenişler ‘Cörәn’ yani, ‘Cörmüş’ü, Maku’da bana: ‘Taifә-i Cörәn’ә Qaraqoyun deyirlәr’. ‘Cörәn cәmaata Qaraqoyun adı verilib’ dediler. Tebriz’de, Karapapak/ Karapapah’ların da ‘Cören’ oldukları ifade edildi.
Kirmanşah bölgesinden bir Kürt rehberinin bana, ‘Goran/ Gurân’ın bir halkın adı olduğunu ve merkezlerinin Kirmanşah’ta bulunduğunu söylediğini de belirtmeliyim. (…)
Tebriz’e 150 km kadar uzaklıktaki Kara-Dağ’da göçebe olarak yaşayan Şahseven Türk boylarının bir bölümü de ‘Gören’dir. Kazvin yöresinde, Alamut dağlarında, bu mezhebe mensup başka köyler de vardır. Bunlar, dağlara dağınık olarak serpilmiş ve güç ulaşılabilen köylerdir. Aralarında Ebher dolaylarında bulunan birkaçını ziyaret edebildim. Fakat çok geniş bir alana yayılmış bulunuyorlardı. Bunlara ‘Sır-kâtibi’, yani sırrı arayanlar, adı verilir. Ayrıca Karapapak/ Qarapapax ya da Kızılbaş da denmektedir.
Peşpeşe iki yaz kaldığım Hoy yöresinde, bir Garagoyun köyünde, bizzat Han-Ateş’ten gelen bir AteşBağî şeyhi olan köy ağası, bana, Anadolu Alevileri ile kendilerinin aynı dine bağlı bulunduklarını, fakat Alevilerin Şah İsmail tarafından sûfîliğe kaydırıldığını, Bektaşîler tarafından da, kurumlaşmış tarikat biçimine yönlendirildiklerini; kendilerinin, öğretilerini saflığı ile koruduklarını ifade etti.
Minorsky, Ehl-i Hakk öğretilerinin, onların resmi dini olduğunu düşünmüştü. İran’da, Maku-Hoy-Rızaiye/ Urumiye yöresinde yaşayanlarının, Türkiye Alevilerininkine çok yakın bir Ehl-i Hakk dine bağlı bulunan Kara-Koyunlu denen bir çevre vardır.
Ehl-i Hakk’larla Kara-Koyunluların inançları arasında bir ilişkinin bulunduğunu, ilkin Minorsky ortaya koydu. Aynı dini düşüncelere, Şah İsmail’in divanında da rastlanmaktadır. Bu bize, ilk Safevilerin, tasavvufi öğretilerini Allah’ın beşer suretinde -öncelikle de Şah İsmail’de tecelli ettiği ve bedene büründüğü inanışına karıştırılarak kendi saflarına çektikleri Türkmen boylarının, Kara-Koyunlularınkine çok yakın bir dini inanç taşıdıklarını düşündürmektedir”. (İréne Mélikoff, Uyur İdik Uyardılar, s.59, 66, 71, 125, dipnot-23, 24) Bkz.→Guranlar (Goranlar/ Göranlar/ Gôranlar); Kürtler
*
Mustafa Cemil Kılıç, Alevilik/ Kızılbaşlık konusunun çarpıcı bir özetini yaparak, kitabının arka kapağına koymuş:
“Kızılbaş Müslümanlar, Allah’a inanırlar. Ama onların Allah’ı bildiğimiz Allah’a benzemez. Onların peygamberi Hz.Muhammed’dir. Fakat Muhammed, ayin-i cem eyleyip, semah dönen bir Muhammed’dir, beş vakit namaz kılan değil…
Onlar, Hz.Ali’yi çok severler ama sevdikleri Ali, VII. yüzyılda yaşayıp giden Ebu-Talip’in oğlu Ali değildir. Onların Ali’si hem Ali bin-Ebu Talib’tir, hem de ‘Kün!’ deyince onsekizbin Alemi yaratan, yarattıklarının rızkını veren, aslan kılığında Muhammed’in yolunu kesen, kılıcı yetmiş arşın uzayan, Hayber Kalesi’nin kapısını şahadet parmağıyla asumana atan, hasılı binbir donda görünen Tanrı’nın Zatına yapışıp, O olan… bir Ali’dir.
Onların kitabı Kur’an’dır ama bu Kur’an ‘Sessis Kur’an’ değil, ‘Konuşan Kur’an’dır. Ve onların mukaddes bir çalgısı vardır. Ki, ona dahi ‘Telli Kur’an’ derler.
Onlar, Müslüman’dırlar ama Kızılbaş Müslüman’dırlar. Kızılbaş Müslümanlar, bildiğimiz Müslümanlara benzemez. Onların namazı, bildiğimiz namaza benzemez. Onların haccı, bildiğimiz hacca benzemez. (…)
Onlar; kıblesi insan, Ali’si Rahman, nutku Kur’an olanlardır…
Ve onlar, Ebus-Suud fetvasıyla öldürüle öldürüle tüketemediğimiz kâfirlerdir. (…)”. (Mustafa Cemil Kılıç)
*
“İran Türkleri, Caferi, Kızılbaş, Sünni/ Şafii, Sünni/ Hanefi ve Bahai gibi inanç sistemlerine sahiptir. Kızılbaş/ Alevilerin inançlarını özgürce yaşaması, Türkiye’de olduğu gibi İran’da da engellenmektedir. Ekim 2004 tarihinde devlet güvenlik güçleri Urumiye’nin Miyanduab (Koşaçay) ilçesine bağlı Alevi Türk köyleri, dilleri Türkçe’yi ve inançları Aleviliği özgürce kullanmak ve yaşamak amacıyla resmi talepte bulundular. Bunun üzerine Alevi Türk köylerine acımasızca saldırıldı. Çok sayıda insan tutuklandı. Tutuklulardan beş kişi önce beşer yıl hapse mahkûm edildi. Ardından karar değişikliğine gidilerek idam cezasına çarptırıldı”.
22-31 Mayıs 2006 tarihinde, “Ana dilimiz Türkçe ile eğitim görmek istiyoruz” ve benzeri pankartlar taşıyarak gösteri yapanların üzerine ateş açıldı, çok sayıda gösterici hayatını kaybetti. Yarı açık vaziyetteki cemevleri ibadete kapatıldı, Tebriz’in Miyane ilçesindeki cemevi, yağmalanarak ateşe verildi. (http://qirxlar.blogspot.com, 25 Ağustos 2006)
Dostları ilə paylaş: |