divan edebiyatı, Türklerin 13-19. yüzyıllar arasında Anadolu'da yarattıkları, İslam kültürünün ortak özelliklerini yansıtan, geniş ölçüde Arap ve Fars edebiyatının etkisini taşıyan yazılı edebiyat. Türklerin İslam dinini kabul ettikleri ilk dönemlerden başlayarak Orta Asya'da (önceleri Uygurcanın, daha sonra da Çağataycanın yayıldığı bölgelerde) ve Azerbaycan'da aynı nitelikleri taşıyan bir edebiyat ortaya çıkmışsa da, divan edebiyatı tanımlaması genellikle Anadolu'da oluşan edebiyat için kullanılır.
Türleri. Divan edebiyatı dindışı ve dini- tasavvufi olmak üzere iki ana kolda gelişmiştir. Şiir ve düzyazı alanındaki en eski örnekler 13. yüzyıldan kalmış olmakla birlikte, divan edebiyatının doğuşunun daha eskilere gidebileceğini gösteren ipuçları da
Ahmed Paşa, Âşık Çelebi Tezkiresi'ndeki bir minyatürden ayrıntı, 16. yy; Millet Kütüphanesi, istanbul
Ara Güler
vardır. Başlangıcından beri şiir düzyazıdan daha önde gelmiş, daha hızlı gelişmiştir. Bunda, şiirin hüner göstermekte daha elverişli bir alan olmasının rolü vardır. Divan şairi, söz ve anlam sanatlarını kullanarak, yeni mazmunlar(*) bularak okuyucuyu daha kolay etkiler. Düzyazı alanındaysa farklı bir durum göze çarpar; halk için yazılan kitaplarda öğretici yan ağır bastığından sanatlı anlatımlara ilgi duyulmamıştır. Buna karşılık belagat(*) kuralları çerçevesindeki düzyazılarda anlam bir yana itilmiş, hüner gösterme ön plana çıkmıştır.
Divan edebiyatı yazarlarının beslendikleri kaynaklar başta dinsel inançlar olmak üzere İslami ilimler, İslam tarihinin önemli olayları, tasavvuf, Hint-İran kökenli söylenceler, peygamber kıssaları ve evliya menkıbeleri, çağın bilimleri (örn. kimya, simya, hikmet, hey'et), günlük olaylar, gelenek ve göreneklerdir; ayrıca terimler, deyimler, atasözleri vb ile zenginleşen dildir. Divan şiirinde aşk büyük bir yer tutar. Aşk hem tasavvufi, hem de dünyasaldır. Tasavvufa bağlanan şairin amacı, mutlak güzellik olan Tanrı'yı bulmaktır. Tanrısal aşk maddi aşkla başlar. Bir güzele âşık olan şair, duygularını daha sonra soyutlama yoluyla tanrısal aşka dönüştürerek, Tanriya kavuşmak için çabalar. Aşkı din dışı bir anlayışla işleyen şairlerin şiirlerinde, tapınılacak bir varlık olan kadın önemli bir yer tutar. Bu tür şiirlerde kadın, âşığını sürekli biçimde üzer ve yaşamdan bezdirir.
Dil konusunda büyük ölçüde Arapçayla Farsçanın etkisinde kalan divan edebiyatında sözcük çok önemlidir. Her sözcük tam anlamıyla ve yerli yerinde kullanılmalıdır. Divan edebiyatı anlatım açısından belagat kurallarına bağlıdır ve sanatçılar ustalıklarını gösterebilmek için bunlara olabildiğince uymaya dikkat etmişlerdir. Şairler teş- bih(*), istiare(*), hüsn-i talil(*), iham(*), kinaye(*), leff ü neşr(*), tecahül-i arif(*), telmih(*), mecaz(*), mecaz-ı mürsel(*), teşhis ü intak(*) vb söz ve anlatım sanatlarını kullanarak özgün bir şiir oluşturmaya çalışmışlardır. Bu nedenle şiirin estetik kurallarına uymak, çoğu zaman konudan önemli tutulmuştur.
Divan şiirinin ölçüsü aruzdur. Aruzda açık ve kapalı heceler çeşitli kalıplarda, kendiie- rine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler seçtikleri kalıba mutlak olarak uymak zorundadır.
Divan şiirinin konu bakımından birçok türü vardır. Dindışı şiirde başlıca türler bahariye, cemreviye(*), dariye(*), fahriye(*), iy- diye, medhiye(*), mersiye(*), gazavatna- me(*)-, sakiname(*), hamamname(*), sahil- name(*), kıyafetname(*), surname(*), lu- gaz(*), muamma(*), hicviye(*), hezli- yat(*), tarih düşürme(*) ve şehrengizdir(*). Dini-tasavvufi şiirde ise tevhid(*), müna- cat(*), na't(*), maktel-i Hüseyin(*), miraci- ye(*), hilye(*), mevlid(*), kırk hadis(*), menakıbname(*) başlıca türlerdir. Dindışı düzyazı alanında tezkire(*), tarih düşür- me(*), seyahatname(*), siyasetname(*), münşeat(*), sefaretname(*); dini-tasavvufi düzyazı alanında ise evliya tezkiresi(*), kısas-ı enbiya(*) ve siyer(*) başlıca türlerdir. Hem düzyazı, hem şiir olarak ürün verilmiş türlerin başında hikâye gelir. Bunların dinsel ve destansal olanlarının yanında tek ya da çift kahramanlı aşk hikâyeleriyle temsili hikâyeler de çokça yazılmıştır.
Divan şiiri nazım biçimleri bakımından da hayli zengindir. Şiirde bütünlük amaçlanmadığından konu birliği beyitte yoğunlaşmıştır. Beyit dışında konu birliği olan nazım biçimleri rubai(*) ve kıtadır(*).
Divan şiirinin nazım biçimleri beyit ve bend olmak üzere iki ana kola ayrılır. Beyit temeline dayananlar da aynı ve ayrı uyaklı olmak üzere ikiye ayrılır. Aynı uyaklıların
Âşık Çelebi, Âşık Çelebi Tezkiresi'nden bir minyatür, 16. yy; Millet Kütüphanesi, istanbul
Ara Güler
başlıcaları gazel(*), kaside(*) ve müstezad- dır(*). Ayrı uyaklı tek nazım biçimi ise mesnevidir(*). Bendlerden oluşan nazım biçimleri de, tek bendli ve çok bendli olarak ikiye ayrılır. Tek bendliler rubai ve tu- yuğ(*), çok bendliler ise musammat ana başlığı altında toplanan murabba(*), şar- kı(*), muhammes(*), tahmis(*), tardiye, taştir, müseddes(*), tesdis, müsebba, tesbi, müsemmen, tesmin, muaşşer(*), taşir, ter- kib-i bend(*) ve terci-i benddir(*). Bunun dışında müfred (tek beyit) ve azade de (tek mısra) anılabilir.
Gelişimi. 13-15. yüzyıllar arasında divan şiirinde en önemli gelişme Farsçadan yapılan çevirilerdir. Bu dönemde Sadi, Nizamî vb şairlerin şiirlerinin çevrilmesiyle divan şiirinin özellikleri büyük ölçüde belirlenmeye başlamıştır.
Hoca Dehhani (13. yy) maddi aşk ve şaraptan söz eden şiirler yazmış, buna karşılık Nesimî tasavvuf düşüncesini işlemiştir. Kadı Burhaneddin (ö. 1398) tasavvuf şiirleriyle divan şiirinin kurucuları arasında yer alır. Aynı biçimde Şeyhî de tasavvuf şiiri geleneğinin öncülerindendir. Bu dönemde Ahmed-i Dâi (15. yy) Türkçe- nin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur.
15. yüzyıl sonlarıyla 16. yüzyıl başlarında saray çevresinin ilgi ve desteğini kazanan divan şiiri gerçek kimliğini bulmaya başlamıştır. Ahmed Paşa (ö. 1496/97) ve Necati Bey (ö. 1509) bu dönemde sivrilen şairler olmuşlardır. 16. yüzyılda farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Türki-i basit (yalın Türkçe) adı verilen bir akım içinde yer alan Edirneli Nazmî (ö. 1555) ve Tatavlalı Mahremi (ö. 1535/36) divan şiirini yenileştirmeye çalış- mışlarsa da çek başarılı olamamışlardır. Bu yüzyılda Zâtı (ö. 1546) güzel buluşlarıyla ön plana çıkmış, divan şiirinin en büyük şairlerinden biri sayılan Fuzulî (ö. 1556) lirik aşk şiirlerinin en yetkin örneklerini vermiştir. Hayali Bey (ö. 1557) zengin bir düş gücüyle süslü özentici bir şiire ilgi duymuş, Bâkî (ö. 1600) söz ve anlam oyunlarıyla süslediği şiirleriyle divan şiirinin büyük ustalarından biri olmuş ve "sultanü'ş-şuara" (şairler sultanı) adını haketmiştir. Bu dönemin öbür ünlü şairlerinden Bağdatlı Ruhî (ö. 1605/06), çevresindeki ahlaksızlık ve ikiyüzlülükleri alaycı bir üslupla eleştirmiştir. 17. yüzyılda Neft (ö. 1635) de kaside ve hicivleriyle kendini göstermiştir. Şeyhülislam Yahya (ö. 1644) yalın bir dilin egemen olduğu gazelle- riyle dikkati çekmiş, Nailî-i Kadim de (ö. 1666) titizlikle seçilmiş sözcüklerle kurduğu gazellerinin özgünlüğüyle sivrilmiştir. Sebk-i hindi (yadırgatıcı benzetmelerin ve düş oyunlarının egemen olduğu şiir dili) akımının öncüsü olan Neşatî'nin (ö. 1674) şiirlerinde ince bir işçilik göze çarpar, Nâbî (ö. 1712) ise yapıtlarında daha çok düşünceye önem vermiştir. 18. yüzyılın ünlü şairi Nedim (ö. 1730), şiirlerinde döneminin yaşantısını büyük bir başarıyla yansıtmıştır. Sebk-i hindi akımının en büyük ustası sayılan Şeyh Galib ise (ö. 1799) ağır bir dille tasavvuf konusunu işledi.
18. yüzyılın ikinci yansı ve 19. yüzyılın ilk yansında Osmanlı toplumunun Batı'ya açılmasıyla yeni bir edebiyat geleneği oluşmaya başladı. Bu dönem şairlerinden Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), Nedim etkisinde bir halk şiiri anlayışına yönelirken, İzzet Molla (ö. 1829) genellikle tasavvuf konulannı dile getirdi. Encümen-i Şuara'dan (şairler topluluğu) Leskofçalı Galib (ö. 1867) ve Hersekli Ârif Hikmet (ö. 1903) gene tasavvuf konulannı klasik bir dille işlemiş, Yenişehirli Avnî (ö. 1884) genellikle tasavvufa yönelen, kimi zaman da büyük bir karamsarlığı yansıtan şürlere ağırlık vermiştir.
Düzyazı, divan edebiyatında üç tür halinde gelişmiştir: Yalın düzyazı, süslü düzyazı, orta düzyazı. Yalın düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri, Kuran tefsirleri, hadis açıklamala- n bu türde yazılmıştır.
Süslü düzyazıda hüner ve marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş, Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysî (ö. 1628) ve Nergisî (ö. 1635) vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkiredir(*). Bu türün ilk klasik örneğini 16. yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19. yüzyılda Fatin Efendi'ye değin sürmüştür.
Orta düzyazı ise, divan edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin özellikleri söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten kaçınılmış ye içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi, coğrafya ve din kitaplan bu türde yazılmıştır.
Dostları ilə paylaş: |