dikburun harharyas 142
dikburun harharyas (Lamna nasus), dikburun karkaryas olarak da bilinir, Isuri- dae (bazı sınıflandırmalarda Lamnidae) familyasından, Atlas Okyanusu ile Akdeniz'de yaşayan köpekbalığı. Aynı familya-
Dikelocephalus, eklembacaklılardan soyu tükenmiş trilobit cinsi. Kuzey Amerika ve Avrupa'daki Üst Kambriyen Dönem (Kambriyen Dönem y. 570-500 milyon yıl önce) kayaçlarının tanıtıcı fosillerindendir. İri bir başı, geniş ve oldukça iyi gelişmiş bir kuyruğu, kuyruğun bitiminde bir çift kısa dikeni, iri ve hilal biçiminde gözleri vardır.
Diken, İstanbul'da Sedat Simavi'nin 30 Ekim 1918-19 Eylül 1920 arasında 72 sayı çıkardığı, önce 15 günlük, sonra haftalık edebi ve siyasi mizah gazetesi. Sedat Simavi, ilk sayıdaki sunuş yazısında dört yıl süren savaşın sonucunda insanların gülmekten uzaklaştığını belirterek, derginin hem "bükülen dudaklara biraz tebessüm vermek", hem de kapanan Kalem ve Cem dergilerinin boşluğunu doldurmak amacıyla yayımlandığını belirtmişti. Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen ve başarılı bir mizah dergisi olarak değerlendirilen Dikeri de Sedat Simavi'nin
Diken'in 22 Ocak 1920 tarihli 39. sayısı
Nuri Akbayar Arşivi
karikatür ve yazılarının yanı sıra, Fazıl Ahmet (Aykaç), Selahattin Enis (Atabey- oğlu), Rıza Tevfik (Bölükbaşı), Aka Gündüz, Yusuf Ziya (Ortaç), İbnürrefik Ahmet Nuri (Sekizinci), Ahmed Rasim, Ömer Seyfeddin gibi yazarların ürünleri yer alıyordu.
diken enginarı bak. yabani enginar
diken kuyruklu keler, Agamidae familyasının Uromastix cinsini oluşturan keler türlerinin ortak adı. Dağılımları Afrika'nın kuzeyi ile Asya'nın batısındaki kurak bölgelerle sınırlı olan bu kelerlerin kuyruklarında, saldırganların çoğunu ürküten çok sayıda koruyucu diken bulunur. Toprağın altında oydukları yuvalarda yaşayan diken kuyruklu kelerlerin bazı türleri, kendilerini savunmak için oyuklarına girer ve dışarda kalan kuyruklarını kırbaç gibi hızla iki yana savurarak düşmanlarını kaçırırlar. Türlerin hepsi yumurtlayarak ürer ve erişkin dönemde daha çok bitkilerle beslenir.
dikenbaşlılar (Acanthocephala), larvaları eklembacaklıların, erişkinleri ise omurgalıların, genellikle de balıkların iç organlarında asalak yaşayan ve 600 kadar kayıtlı türü içeren omurgasızlar filumu. Adlarını, gövdenin ön bölümündeki dikenli (çengelli) hortumlarından alan bu hayvanlar yeryüzünün hemen her yerine dağılmıştır. Erişkinlerin uzunluğu genellikle 1 cm'yi aşmazsa da, bazı türlerin 50 cm uzunluğundaki örneklerine de rastlanmıştır.
Yaşam çevrimi. Ayrı eşeyli olan dikenbaşlılar, omurgalı konağın bağırsaklarında çift- leşirler. Aslında kabuklu birer larva olan yumurtalar konağın dışkısıyla dışarı atılır. Arakonak olan bir eklembacaklı tarafından yutuluncaya kadar, yumurtaların gelişmesi duraklar. Eklembacaklı arakonağm bağırsağında yumurtadan çıkan larva (akantor),
Erişkin bireyin küçük bir benzeri olan akantella, dikenli hortumunu içeri çekerek kapsülünün içinde yeni bir dinlenme evresine geçtiğinde kistakant adını alır. Bir omurgalı olan son konak bu kapsüllü larvayı yutuncaya değin, kistakantm gelişmesi yeniden duraklar. Gelişmesini tamamlayan larva, son konağın bağırsağında erişkin olarak kapsülden çıkar ve hortumuyla bağırsak duvarını delerek, burada yerleşip olgunlaşır.
Eğer kistakantı omurgalı olmayan bir konak yutarsa, kapsülden çıkan larva bağırsak duvarını delerek vücut boşluğuna geçer ve çevresini yeniden bir kapsülle sararak, bu yanlış konağın uygun bir omurgalıya yem olmasını bekler. Son konak eklembacaklılarla (arakonak) beslenme alışkanlığında değilse, bazı dikenbaşlılar yaşam çevrimlerini tamamlayabilmek için zorunlu olarak bu yola başvurur ve iki arakonak kullanılır. Üstünde yaşadıkları konağa büyük bir zarar vermeyen dikenbaşlılar özellikle balıkların asalağıdır, ama amfibyumlarda, sürüngenlerde, kuşlarda ve memelilerde de yaşadıkları olur; insanlara ise ancak rastlantı sonucu ve çok seyrek olarak bulaşırlar.
Anatomi ve fizyoloji. Dikenbaşlıların silindir biçimindeki ince uzun gövdesi, önde, gövdenin içine çekilebilen bir hortumla sonlanır. Bu hortumun üstü, uçları genellikle geriye doğru kıvrık, çengel gibi dikenlerle kaplıdır; bazen gövdenin üstünde de çenge- limsi dikenler bulunur. Renkleri genellikle beyaz, bazı türlerde, sarı, turuncu ya da kırmızıdır. İç yapıları çok basit olan bu hayvanların bağırsağı yoktur ve gövde boşluğunun büyük bölümünü hortum yuvası ile hortumu içeri çeken kaslar kaplar. Hortum yuvasının altından geriye doğru, bağ keseleri denen oluşumlar uzanır. Erkeklerde, bu keselerden birinde iki erbezi ile yapışkan bir madde salgılayan yardımcı salgıbezleri bulunur. Dişilerdeki iki kese çoğu kez cinsel olgunlaşma tamamlanınca kaybolur. Erkeklerde tersyüz olarak dışarı uzayabilen bir çiftleşme kesesi, dişilerde ise basit bir dölyolu vardır.
Sınıflandırma. Akrabalık ilişkileri yeterince aydınlatılmamış olan dikenbaşlılar, ya- lancısölomlan olduğu için Aschelminthes (yuvarlaksolucanlar) filumuna, özellikle de bu filumun Rotifera ya da Priapulida sınıflarına yakın olmakla birlikte, tüm yapıları ayrı bir filum sayılmalarına yetecek kadar değişiktir. Bu hayvanların Cestoûa (şeritler) sınıfından türediğini kanıtlamaya yönelik yaklaşımlar da benimsenmemiştir. Sonuçta, soyoluş açısından kabul edilebilir herhangi bir anlamı olmayan çengel ve dikenlerin biçimine ve dizilişine dayanarak yapılan çeşitli sınıflandırma sistemleri ortaya çıkmıştır.
hayvanın bağırsak çeperini delerek dolaşım sistemindeki kan boşluklarına geçer ve çevresinde bir kapsül oluşturarak akantella denen yeni bir gelişme evresine girer.
dikence, Gasterosteiformes takımının Gas- terosteidae familyasından, kuzey yarıkürenin ılıman bölgelerinde dağılmış yaklaşık 12 balık türünün ortak adı. Dikenceler, en çok 15 cm'ye kadar uzayabilen, ince uzun gövdeli, küçük balıklardır. Bazı türler tatlı,bazıları tuzlu, bazıları da hem tatlı, hem tuzlu sularda yaşar. Yumuşak ışınlı sırt yüzgecinin önünde yer alan bir dizi diken bu balıkların ayırt edici özelliğidir; ayrıca karın yüzgeçlerin her birinde de sivri bir diken bulunur. Kuyruk yüzgeçleri kare, palet ya da yelpaze biçiminde, kuyruğun gövdeyle bağlantı yeri dar ve uzundur. Pulsuz olan derileri genellikle, gövdenin iki yanında bulunan değişik sayıdaki sert levhalarla korunmuştur.
Dikencelerin üreme davranışları çok ilgi çekicidir. Genellikle bahar aylarına rastlayan üreme mevsiminde parlak kırmızı bir renge bürünen erkek balık, böbreklerinde
Üçlü dikence (Gasterosteus aculeatus)
G.E. Hyde/Natural History Photographic Agency - EB İne
üretilen sümüksü bir salgıyla bitki parçalarını yapıştırarak yarım koni biçiminde ya da yuvarlakça bir yuva kurar; daha sonra seçtiği dişiyi kur yaparak bu yuvaya doğru yöneltir ve dişinin yuvaya bıraktığı yumurtaları döller. Bazen aynı davranışı başka dişilerle de yineleyen erkek dikence, yumurtayla dolan yuvayı sürekli bekler, larvalar çıkıncaya kadar yumurtaları havalandırır ve saldırganlara karşı büyük bir özenle savunur. Yuvadan uzaklaşan yavruları ağzıyla toplayan erkek dikencenin boğazı, bu dönemde, yavruların yutulmasını önlemek üzere geçici olarak daralır ve yavrular yeterince büyüdükten sonra yeniden eski biçimini alır.
Dikence türleri genellikle sırt dikenlerinin sayısıyla adlandırılır. Üçlü dikence (Gasterosteus aculeatus), kuzey yarıkürenin hemen her yerindeki tatlı ve tuzlu sularda yaşayan, 5-10 cm uzunluğunda küçük bir balıktır. Aynı uzunlukta olan dokuzlu dikence de (Pungitius pungitius) önceki tür kadar geniş bir dağılım gösterir. Öbür türler arasında, Avrupa kıyılarında yaşayan ve tatlı sulara hiç girmeyen, ince ve uzun gövdeli deniz dikencesi ya da onbeşli dikence (Spinachia spinachia), Kuzey Amerika' daki tatlı sularda bulunan dere dikencesi (Culaea inconstans) ve gene Kuzey Amerika' da, daha çok tuzlu sularda yaşayan dörtlü dikence (Âpeltes quadracus) sayılabilir.
dikenli fare, Rodentia (kemiriciler) takımının Muridae familyasının Acomys cinsini oluşturan, büyük kulaklı 18 kemirici türünün ortak adı. Üstü pullarla kaplı uzun kuyruğu dışında gövdesi yaklaşık 10 cm olan, bej, kızılımsı kahverengi ya da boz renkli dikenli fareler, Afrika'daki ve Asya' nın güneybatısındaki kayalık ya da kumluk yerlerde yaşar. Özellikle tahıl ve bitkilerle beslenen bu otçul hayvanlar, bazı bölgelerde insanların yaşadığı yerleşme yerlerine kadar sokulur.
dikenli keler (Moloch horridus), Eskidün- ya'da dağılım gösteren Agamidae familyasından, yaklaşık 20 cm uzunluğunda küçük keler türü. Turuncu ve kahverengi tonlarm- daki kısa kalın gövdesi, kuyruğunun ucundan başının tepesine kadar tümüyle sert ve iri dikenlerle kaplıdır; en uzun dikenler burnunda ve gözlerinin üstünde bulunur.
Dikenli keler (Moloch horridus)
J R 8rown!ie - Bruce Coleman Ltd
Avustralya'nın çöllük bölgelerinde yaşayan dikenli keler, siyah karıncalarla beslenen zararsız ve ağır hareketli bir sürüngendir.
dikenli salyangoz, Gastropoda (kanndan- ayaklılar) sınıfının Prosobranchia (önden- solungaçlılar) altsınıfının Muricidae familyasını oluşturan deniz salyangozlarının ortak adı. Kabuklarının üstü dikensi çıkıntılar ve kıvrımlarla pürüzlenmiş olan bu salyangozlar hemen hemen bütün denizlerde, en çok da tropik bölgelerde yaşar. Öbür yumuşakçaların kabuğunu delip yumuşak dokularını emerek beslenen dikenli salyangozların birçok türü, güneş ışıklarının etkisiyle erguvan rengine dönen san bir sıvı salgılar.
Familyanın en önemli cinsi olan Murexr'in tanınmış türlerinden, Akdeniz'de yaşayan M. brandaris, bir zamanlar çok değerli bir boyarmadde olan Sur firfirinin başlıca kaynağıydı. Aynı cinsin üyelerinden Venüs tarağı {M. Pecten), Güneydoğu Asya kıyılarında yaşayan, 15 cm uzunluğunda, beyaz ve uzun dikenli bir türdür.
Familyanın öbür cinsleri arasında, istiridye yataklarına dadanan Urosalpinx ve Oceneb- ra, güzel renkli kabuklarıyla koleksiyonları süsleyen Drupa ve Acanthina ile en küçük türleri içeren Nucella sayılabilir.
dikenli tel, çoğunlukla iki telin uzunlamasına birbiri üzerine sarılmasıyla oluşturulan ve üzerinde düzenli aralıklarla yerleştirilmiş telden dikenler bulunan çit teli. Teli tek ya da çift, yuvarlak, yarı yuvarlak ya da yassı olan, değişik çaplarda çok çeşitli dikenli tel türü vardır. Bükülmüş çift telli dikenli teller, daha sağlam, gerilmeye ve bükülme- ye karşı daha dayanıklıdır. Telin üzerine çoğunlukla 10-15 cm'lik aralıklarla takılan ve tek ya da çift telin sanlmasıyla (iki ya da üç uçlu) oluşturulan dikenlerin ucu,daha sivri çıkıntılar elde etmek amacıyla köşeli biçimde kesilmiştir.
İlk kez 1867'de ABD'de geliştirilen dikenli tel, 1874'te Illinois'daki De Kalb'da Joseph Glidden'm, bu türden telleri üretmeye yönelik kullanışlı bir makine geliştirmesiyle hızla yaygınlaştı.
dikenlikabak (Sechium edule), kabakgiller (Cucurbitaceae) familyasından çokyıllık,
Dikenlikabak (Sechium edule)
Eugene Belt - Shostal / EB Inc.
143 dikgen fonksiyon
sarılıcı bitki. Anayurdu Yenidünya'nın tropik bölgeleridir. Yenebilen meyveleri için bu yörelerde yaygın olarak tarımı yapılan dikenlikabak, ılıman iklim kuşağında da biryıllık bitki olarak yetiştirilir. Çok kısa sürede büyüyen bitkinin küçük, beyaz renkli çiçekleri ve armut biçiminde, üstü dikenli, yeşil ya da beyaz meyveleri vardır. Yaklaşık 7,5-10 cm uzunluğundaki, üstü oluklu ve tek tohumlu meyveler haşlanarak, kızartılarak ya da çiğ olarak, taze kök yumruları ise patates gibi pişirilerek yenir.
dikenliyılanbalığı, Perciformes takımının Mastacembelidae familyasından tatlı sularda ve Notacanthiformes takımının Notacanthi- dae familyasından derin denizlerde yaşayan
Gilbert Emerson
balıkların ortak adı. Her iki grubun üyeleri de yılanbalıklanna benzeyen, ama Anguiliformes takımından gerçek yılanbalıklanyla akrabalığı olmayan ince uzun gövdeli balıklardır.
Tatlı sularda yaşayan dikenliyılanbalıkları, Afrika'dan Çin'e kadar uzanan tropik bölgelerde dağılmış 50 kadar türü içerir. Bu türlerin hepsi etçil,!1 çoğu da gündüzleri dipteki kumlara gömülerek yaşayan gececi hayvanlardır. Uzun, hareketli burunları ve yumuşak ışınlı sırt yüzgecinin önünde bir sıra halinde boydan boya uzanan sırt diken- leriyle tanınan bu balıklann en uzunu 90 cm, ama çoğu daha kısadır. Bazı uzmanlar bu familyayı, Perciformes takımı içinde ayrı bir Mastacembeloidei altsınıfı olarak kabul ederken, bazılan da Mastacembeliformes adıyla ayn bir takım olarak sınıflandırırlar. Derin denizlerde yaşayan dikenliyılanbalıkları ise, 2.000 m'yi aşan derinliklere kadar uyum sağlamış az sayıda ve daha az bilinen türleri kapsar. Hepsi derin deniz balıklarını içeren Halosauridae ve Lipogenyidae famil- yalanyla birlikte Notacanthiformes takımını oluşturan bu balıklar daha kısa, kuyrukları uzun ve sivri uçlu, sırtları da bir sıra dikenlidir.
dikenüzümü bak. kadıntuzluğu
dikgen çokterimli, ortogonal polînom olarak da bilinir, n indisi çokterimlinin derecesini göstermek üzere, Pn(x) özel çok- terimlilerinden oluşan sonsuz sayıdaki takımların ortak adı. Dikgen çokterimlilerinin önemi, diferansiyel denklemlerin çözümü olmalarından ve herhangi bir (sürekli) fonksiyonun bu çokterimlilerin (olasılıkla sonsuz sayıdaki) toplamı olarak gösterilebilmesin- den kaynaklanır. Dikgen çok terimliler fizik ve mühendislik alanlarında karşılaşılan diferansiyel denklemlerin çözümünde önemli kolaylıklar sağlar.
Bu çokterimlilerin en basiti olan Legendre çokterimlileri, (x2 — l)"/2"n\ ifadesinin n'inci dereceden türevi alınarak elde edilebilir. PJx) çokterimlisi, ikinci basamaktan Legendre diferansiyel denklemini sağlar. Dikgen çokterimlilerin -1 ile + 1 aralığında dik olmaları, bu aralıkta bu türden iki fonksiyonun çarpımının sıfıra eşit olması anlamına gelir. Çebişev ve Hermite çokterimlileri gibi, söz konusu aralığın -1 ile + l'den farklı bir yerde olduğu başka dikgen çokterimli türleri de bulunur.
dikgen fonksiyon, ortogonal fonksiyon olarak da bilinir, matematikte, diklik adı
dikgen yörünge 144
verilen özel koşullan sağlayan fonksiyonların ortak adı. Pozitif bir m ağırlık fonksiyonuna göre, [a,b] aralığında / ve g fonksiyonlarının birbirlerine dik olmaları, fb
J f(x)g(x)m(x)dx integralinin sıfıra eşit
olması olarak tanımlanır. Farklı her iki elemanı bu anlamda birbirine dik olan bir fonksiyona dikgen fonksiyon denir. Fourier seri- lerine temel oluşturan [sinx,sin2x:,..., sinler,...,co&*,cos2x,...,cosla:,...] fonksiyon ailesi ve gene matematiğin birçok dalında ve uygulamalarda kullanılan dikgen çokte- rimliler dikgen fonksiyon örneklerindendir.
dikgen yörünge, başka bir eğriler kümesini dik açı altında kesen eğriler kümesi (bak. çizim). Bu türden birbirine dik eğri kümelerine çeşitli fizik dallarında sıkça rastlanır.
y
Dikgen yörüngeler
Örneğin elektrostatikte, kuvvet çizgileri ile eş potansiyel çizgileri, hidrodinamikte ise, akış çizgileri ile sabit hız çizgileri birbirine diktir.
İki boyutta, eğriler kümesi y=f(x,k) denk- lemiyle verilir; burada k parametresinin değeri, kümenin belirli bir üyesini tanımlar. İki doğrunun birbirine dik olma koşulu, doğrulardan birinin eğiminin, ötekinin hem tersi, hem de ters işaretlisi olmasıdır. Eğriler için ise bu koşul, iki eğrinin kesişim noktalarındaki teğetlerinin birbirine dik olmasıdır. Bir eğrinin herhangi bir noktasındaki teğetinin eğimine, eğrinin o noktadaki türevi denilir. Bu türev integral ve diferansiyel hesabından yararlanılarak bulunabilir, y' biçiminde gösterilen bu türev, aynı zamanda x'in ve &'nin de bir fonksiyonudur. İlk denklemin k için x ve y cinsinden çözülmesi ve bulunan k değerinin y' denkleminde yerine konması durumunda, x ve y terimleri cinsinden y' = g(x,y) fonksiyonu elde edilir. Yukarıda da belirtildiği gibi, dikgen yörün- geli eğriler kümesinin bir üyesi olan y denkleminin eğimi y'\=-\ly'--\lg(x,y) eşitliklerini sağlayacak değerde olmalıdır; böylece ortaya çıkan diferansiyel denklemin çözümü, dikgen yörüngeli bir eğriler kümesi verir. Örneğin, y = kx2 bir paraboller kümesini gösterir ve bu durumda y' = 2kx\n. Burada, k=y/x2 olduğundan, y '= 2ylx'tir. Dikgen eğriye geçerken y'ı=—lly=-xl2y eşitliklerini kullanmak gerekir. Bu ise bir diferansiyel denklem olup çözüldüğünde bulunan y2 + (x2/2) = k denklemi, paraboller kümesine dik olan elipsler kümesinin denklemidir (bak. çizim).
dikilgen doku, bir organın, özellikle erkekte kamış (penis), kadında bızır (klitoris) ve küçük dudaklar gibi cinsel organların hacimce büyüyüp sertleşmesini sağlayan, süngersi yapıda doku. Bu organların gevşek doku ağı içindeki geniş boşlukların kanla dolması, organın genişleyerek dikilmesine ve sertleşmesine yol açar. Ayrıca bak. kamış sertleşmesi.
Dikili, Ege Bölgesi'nde, İzmir iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kent. Yüzölçümü 541 km2 olan Dikili ilçesi kuzey ve doğuda Bergama ilçesi, güney ve batıda Ege Denizi, kuzeybatıda da Balıkesir iliyle çevrilidir. İzmir ilinin kuzeybatı köşesinde yer alan ilçe topraklan oldukça engebelidir. Yüksekliği fazla olmayan bu topraklar akarsu vadileriyle oldukça derin biçimde parçalanmıştır. Kozak Dağı kütlesinin büyük bölümü kuzey ve kuzeydoğu kesimi engebelen- dirir. Bu kesimde kütlenin en yüksek noktası olan Geyikli Tepesi (1.051 m) yer alır. Bu toprakların sularını kuzeybatıda doğal sınır oluşturan Madra Çayı ile daha güneydeki, yazın kuruyan Geyikli Deresi toplar. İlçenin güneyde Çandarlı Körfezine(*), batıda da Dikili Körfezine(*) kıyısı vardır.
İlçe halkının temel geçim kaynağı tarımdır. Yetiştirilen başlıca ürünİer buğday, bakla, pamuk ve patatestir. Ege Bölgesi'nin geleneksel ürünleri olan zeytin ve tütün de çok yetiştirilir. İklim koşullarının elverişliliği nedeniyle turfanda sebzecilik gelişmiştir. Balıkçılık ve son yıllarda gittikçe gelişen turizm, özellikle kıyı kesiminde öne çıkan ekonomik etkinliklerdir. Çandarlı yöresinde üç yerde, toplam rezervi 7 milyon tona varan perlit yataklan saptanmıştır. Dikili, Bademli ve Nebiler kaplıcalarının şifalı suları yöre halkı tarafından değerlendirilir. Dikili, Bademli ve Çandarlı kıyılarında daha çok iç turizme yönelik olarak etkinlikte bulunan birçok dinlenme ve hizmet tesisi vardır.
Dikili'nin yerleşim tarihi çok eskilere uzanır. İÖ 5-4. yüzyıllara ait antik Aterneus (Atanneus) kenti ilçe sınırları içindedir. Kent kalıntıları bugünkü Bergama-Dikili karayolu üzerindeki Ağılkale'de 177 m yüksekliğindeki Kaletepe'nin üstündedir. Ayrıca ilçeye bağlı Çandarlı bucağında yapılan kazılarda da İÖ 10. yüzyılda kurulduğu sanılan Pitane antik kenti ortaya çıkarılmıştır.
19. yüzyıl sonlarında Aydın vilayeti İzmir sancağının Bergama kazasına bağlı bir nahiye olan yöre, 13 Haziran 1919'da Yunan işgaline uğramış, 14 Eylül 1922'de kurtarılmıştır. 1928'de ilçe haline getirilmiştir. İlçe merkezi Dikili kenti küçük bir kıyı yerleşimi ve canlı bir gümrük kapısıdır, izmir'e gelen yabancı turistlerin önemli bir bölümü Dikili'den giriş yapar. Dikili'den girenlerin hemen tümünü, Bergama (Perga- mon) Asklepieion'u ile Akropolisi'ni gezip dönen günübirlik turistler oluşturur. Ama kasabada iç turizm daha ağırlıklıdır. Dikili, yakın çevresindeki Bergama ve Soma gibi yerleşimlerin sayfiyesi niteliğindedir. Kasaba ve çevresindeki kıyılarda çok sayıda yazlık konut, site ve çeşitli turistik tesisler inşa edilmiştir. Bir deniz sayfiyesi olmasının yanı sıra Dikili öteden beri kaplıca turizmi konusunda da ilgi görmektedir. Ayrıca her yaz Dikili'de bir kültür ve sanat şenliği düzenlenmektedir.
Ege kıyılarını izleyen Çanakkale-İzmir karayolu, Dikili yakınından geçer. Kent, il merkezi İzmir'e 102 km uzaklıktadır. Eylül 1939'da büyük bir depremde tümüyle yıkılan kent yeniden inşa edilmiştir. Dikili Belediyesi 1929'da kurulmuştur. Nüfus (1990) ilçe, 23.219; kent, 10.023.
Dikili Körfezi, Ege Bölgesi'nde Edremit Körfezinden daha güneyde yer alan körfez. Geniş bir yay biçimindedir. Adını, kıyısında bulunan kentten alır. Körfezin kuzey kıyılarını Madra Çayı deltası, güney kıyılarını ise volkanik yapılı Karadağ kütlesinin etekleri oluşturur. Dikili Körfezi, daha güneyindeki Çandarlı Körfezinden de bu volkanik yapılı kütle ile ayrılır. Karşısında Midilli Adası bulunmaktadır. Kıyılarında zeytin ağaçları yoğundur. Dikili Körfezi kıyılannm önemli bir kesimi yaz turizmine açılmaya başlamıştır. Dikili'den güneyde kalan kesimde Bademli, Dikili ile Madra Çayı deltası arasında kalan kesimde ise Kabakum ve Makaron yöreleri turizm bakımından gelişmekte olan yerlerdir.
dikilitaş, obelisk olarak da bilinir, tek parça taştan, genellikle kare kesitli, yukarıya doğru yükseldikçe daralan ve tepesi piramit biçiminde sonuçlanan sütun. En eski örnekleri Eski Mısır tapınaklarının girişlerinin iki yanma dikilidir. Mısır dikilitaşları, genellikle Assuan taşocakların- dan getirilen kırmızı granitten yontulurdu. Tepeleri, çoğunlukla elektrum denen bir altın ve gümüş alaşımıyla kaplanırdı. Gövdelerinin dört yüzünde Güneş tanrısını
III. Tutmosis'in (hd İÖ 1504-1450) Heliopolis'te diktirdiği ve I. Theodosius'un Bizans'a getirttiği (390) dikilitaş, Sultanahmet Meydanı, istanbul
ABC Ajansı
öven ya da yöneticilerin yaşamlarındaki önemli olayları belirten hiyeroglifler yer alırdı. Daha 4. sülale döneminde (İÖ 2613- 2494) bile dikilitaşların yapıldığı bilinirse de, o zamandan günümüze hiçbir örnek kalmamıştır. 5. sülale dönemi (İÖ 2494- 2345) güneş tapmaklarının dikilitaşlan 3,3 m'yi aşmayan yükseklikleriyle oldukça tıknaz bir görünümdedir. Günümüze ulaşan en eski dikilitaş I. Sesostris dönemine (İÖ 1971-28) aittir ve Kahire'nin hemen dışında, bir zamanlar Re adına yapılmış bir tapınağın bulunduğu Heliopolis'te dış mahallede yer alır. I. Tutmosis'in (hd İÖ y. 1525-12) Karnak'ta diktirdiği 24 m yüksekliğindeki bir çift dikilitaş, kenarları 1,8 m uzunluğunda kare bir tabana oturur ve her biri 143 ton ağırlığındadır. Hatşepsut'un Karnak'taki dikilitaşının kaidesinde yer alan bir yazıt, bu tek parça taşın ocakta kesilmesinin yedi ay sürdüğünü belirtir. Teb'deki Hatşepsut Ta- pınağı'ndaysa dikilitaşın sallarla Nil'den aşağı taşınışını gösteren duvar resimleri vardır. Dikilitaş yerine ulaştığında, işçiler tarafından toprak bir rampadan yukarı çekilip, önceden hazırlanmış kaidesi üstüne devrilerek yerleştirilmiştir. Fenikeliler ve Kenanlılar gibi topluluklar da Mısır'dan örnek alarak dikilitaşlar yaptılar. Ama onlannkiler genellikle tek bir bloktan yontulmuş değildi. Roma imparatorları Mısır'dan italya'ya birçok dikilitaş getirttiler. Bunlardan en az bir .düzinesi Roma kentine götürüldü. Bugün San Gio- vannı in Laterano Kilisesi önündeki meydanda bulunan dikilitaş, aslında III. Tutmo- sis (hd İÖ 1504-1450) tarafından Karnak'ta diktirilmişti. 32 m yüksekliğinde, bir kenarının boyu tabanında 2,7 m, tepesinde 1,88 m olan, yaklaşık 230 ton ağırlığındaki bu taş, bugüne kalmış eski dikilitaşların en büyüğüdür.
19. yüzyıl sonlarında Mısır hükümeti- bir çift dikilitaşın birini ABD'ye, öbürünü Birleşik Krallığa verdi. Bugün bunlardan biri New York kentindeki Central Park'ta, öte- kiyse Londra'da Thames kıyısındaki toprak setin üstünde durmaktadır. Kleopatra'nın İğneleri adıyla bilinen bu taşların aslında Mısır kraliçesiyle hiçbir tarihsel ilintisi yoktur. İÖ 1500 sıralarında Heliopolis'te III. Tutmosis'in diktirdiği bu taşların üstünde, adı geçen firavun ile II. Ramses'e (hd İÖ 1304-1237) adanmış yazıtlar bulunur. Kırmızı granitten yontulmuş, 21,2 m yüksekliğindeki bu dikilitaşların taban kenarları 2,36 m, ağırlıkları 180 tondur. Gene III. Tutmosis'in Asya'da kazandığı zaferlerin anısına Heliopolis'te diktirdiği üstündeki hiyerogliflerden anlaşılan bir dikilitaş da İstanbul'da Sultanahmet Meydam'nda bulunmaktadır. 390'da I. Theodosius tarafından Mısır'dan getirtilerek kentin hipodromunun ortasındaki spina denen duvarın üstüne, bugün bulunduğu yere yerleştirilmiştir. 6 m yüksekliğinde, dört yüzünde kabartmalar bulunan mermer bir kaidenin üstünde yer alan dört tane tunç takoza oturmaktadır. 19,59 m yüksekliğindeki dikilitaşın tepesindeki (Yer'i simgeleyen) tunçtan küre 865'teki bir depremde düşmüş ve bir daha yerine konmamıştır. Dikilitaşların ocaktan çıkarılması ve yerine dikilmesi, Eski Mısırlıların mekanik alanındaki dehalarının ve ellerindeki sınırsız insan gücünün boyutlarını ortaya koyar. Çağdaş dikilitaşların en tanınmış örneklerinden biri 1884'te Washington, D.C.'de inşa edilen George Washington Anıtı'dır. 169 m yüksekliğindeki bu anıtın tepesinde asansör ve merdivenlerle çıkılan bir seyir yeri bulunmaktadır.
dikiş, iki halatın, kollarının birbirine örülmesi yoluyla kopmayacak biçimde bağlanması. Kol bastırma (matiz) dikişinde her iki halatın çıması (uç bölümü) çözülüp kolları açıldıktan sonra kollar birbirine örülür ve karşılıklı olarak bedenlerin içine geçirilir. Bir halatın çımasını bedenine çözülmeyecek biçimde bağlamak için, kasa dikişi yöntemi uygulanır. Bu yöntemde, halatın çımasındaki kolların örgüsü çözülür ve kollar, bedenin belirli bir bölümünden örgünün içine geçirilir. Kasa dikişi, yelkenli gemi halatlarında yaygın olarak kullanılır.
dikiş ipliği, dikiş makinelerinde ya da elde yapılan dikişlerde kullanılan, yuvarlak kesitli, sıkıca bükülmüş, çok katlı iplik. Dikiş ipliği genellikle makaralara sarılır ve makaranın kenarında ipliğin ölçüsü ya da incelik derecesi belirtilir.
Pamuk ipliği pamuk, keten, reyon gibi bitkisel elyaftan dokunmuş kumaşlarda kullanılır. İpek iplik hayvan kökenli elyaftan dokunmuş ipekliler ve yünlüler için uygundur. Naylon ve polyester iplikler ise. yapay elyaftan dokunan ve gerilme özelliği aranan kumaşlarda kullanılır.
dikiş makinesi, dikiş dikmekte kullanılan mekanik aygıt. Elde dikmenin yerini alan ve hızla önemli bir sanayi makinesi durumuna gelen dikiş makinesi, evlerde yaygın olarak kullanılan ilk mekanik aygıt olmuştur. Dikiş makinesinin ilk örneklerinden birini, 1841'de, Fransız ordusuna seri olarak üniforma dikme işini üstlenen Barthelemy Thimonnier geliştirdi ve üretti. Ama işlerini yitirmekten korkarak ayaklanan terziler bu makineleri tahrip ettiler. Aslında Thimonni- er'nin makinesi, yalnızca elle dikme işlemini mekanik bir duruma getiriyordu. Oysa New York kentinden Walter Hunt'ın 1832- 34 arasında geliştirdiği ama patentini alamadığı dikiş makinesi ile Massachusetts'teki Spencer'dan Elias Howe'un geliştirerek 1846'da patenti almayı başardığı makine çok daha gelişkindi. Birbirinden habersiz olarak çalışan iki mucidin buluşunda, eğri bir iğne bir yay boyunca hareket ederek ipliği kumaşın içinden geçiriyor, bu arada bir kızak üzerinde ileri geri hareket eden bir mekiğin taşıdığı ikinci bir iplikle düğümlü- yordu. Hovve'un makinesi oldukça başarılıydı, bu nedenle de kısa sürede bu makinenin benzerleri üretilmeye başlandı. Bu durum çok sayıda patent davasının açılmasına yol açtığı gibi, birçok yeni patent başvurusuna da neden oldu. Bu başvurulardan biri de, bu alandaki en büyük imalatçı olan Isaac Merrit Singer'e aitti. 1860'ta yalnızca ABD'de 110 binin üzerinde dikiş makinesi üretildi.
Günümüzde, özellikle sanayide kullanılmak üzere tasarımlanan son derece gelişkin dikiş makinesi türleri bulunmaktadır, ama hepsinde ortak olan çalışma ilkesi fazlaca değişmemiştir. Modern dikiş makineleri çoğunlukla elektriklidir, ama el ya da ayakla çalıştırılan makineler pek çok ülkede bugün de yaygın olarak kullanılmaktadır. En büyük üretici ülke Çin'dir. Japonya'da ise zikzaklı ya da başka tipte dikişler yapabilen makineler geliştirilmiştir.
dikit (jeolojide) bak. sarkıt ve dikit
dikit, kaolinit grubundan kil minerali. Ayrıca bak. kaolinit.
dikizcilik, röntgencilik olarak da bilinir, soyunan ya da cinsel etkinlikte bulunan kişileri gizlice gözetleyerek uyarılmayı ya da doyuma ulaşmayı amaçlayan cinsel sapma. Cinselliğin çeşitli biçimlerde sergilenmesi, insanda ve hayvanların çoğunda cinsel uyarının ve birleşmenin olağan yönlerinden biridir; ama bu davranış, cinsel uyarılmanın ve doyuma ulaşmanın tek yolu olduğunda bir cinsel sapma sayılır. Özellikle erkekler arasında oldukça yaygın olan dikizcilikte, yakalanma tehlikesi uyarılmayı hızlandıran ayrı bir heyecan öğesidir.
dikkat, düşünce, algılama ve kavrama gibi zihinsel yetileri, başka uyaranları dışlayarak yalnızca belirli uyaranlar üzerinde yoğunlaştırma gücü. Günlük yaşamın uyanık olarak geçen bölümünde, kişinin dikkati, başka bir deyişle o anda ve orada olup bitenleri algılayıp kavrama gücü sürekli değildir; dalgınlık ve düş kurma anları kişiyi zaman zaman o anki yaşantısından koparır. Dikkatin, çevredeki onca uyaran arasından yalnızca küçük bir uyaran kümesine odaklanmak gibi seçicilik özelliği vardır ve hangi uyarana odaklanacağı, bir ölçüde güdülenmeyle belirlenir. Örneğin savaş sırasında ya da kahramanlık anlarında kişi vücudundaki şiddetli bir ağrıyı fark etmeyebilir. İlk kavramlar. Dikkat, beden-zihin tartışmasına oldukça yatkın bir konu olmasına karşın, felsefeciler tarafından pek işlenmemiş, daha çok psikologların ilgisini çekmiştir. Nitekim, bir çağlayanın yanında uzun süre duran kişinin bir süre I sonra suyun
145 dikkat
düşüş sesini duymaması örneğinden yola çıkarak, dikkat edilmediğinde olayların zihinde temsil edilemeyeceğini öne süren Gottfried Wilhelm Leibniz'den sonra Im- manuel Kant'ın da ele aldığı dikkat konusunu yoğun biçimde işleyen 19. yüzyıl psikolojisinin öncülerinden Wilhelm Wundt'tur. Dikkatin beynin ön loplarının işlevi olduğunu varsayan Wundt, geniş dikkat alanı olarak tanımladığı Blickfeld ve sınırlı dikkat odağı olarak tanımladığı Blickpunkt kavramlarını geliştirmiş ve sınırlı dikkat odağının altı kadar birim kapsayabileceğini öne sürmüştür. William James de benzer bir yaklaşımla dikkati, zihnin belirli uyaranları daha açık seçik algılamaya yönelik etkin bir seçimi olarak ele almıştır. 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında geliştirilen öbür dikkat kuramları davranışlar üzerinde yoğunlaşmıştır. İvan Petro- viç Pavlov, ünlü deneyinde, bir zil sesinden sonra yemeklerini verip koşullandırdığı köpeklerin, bir süre sonra yalnızca zil sesini duydukları anda bile tükürük salgıladıklarını kanıtlamıştı. Bu olay, köpeklerin koşullu uyaran olan zil sesine "dikkat ettiklerini" ve bu" sesle yiyecek arasında bağlantı kurmayı öğrendiklerini gösterir. Pavlov'un çalışmalarından sonra, davranışçılığın ilkelerini belirleyen John Broadus Watson istenç, özgür irade ve bilinçlilik gibi kavramlarla birlikte dikkat kavramını da sistemi dışında tutmaya özen göstermiştir. Davranışçı kuram, "içsel" zihinsel süreçlere karşı çıkmakta, temel olarak duyusal uyaranlara verilen davranış tepkileri üzerinde durmaktadır. Bu açıdan, davranışçı kuramda dikkat, bilincin odaklanışı gibi terimler yerine, dar sınırlarla belirli uyaranlara tepki biçiminde ele alınmıştır. Dikkatin odağı olmak için yarışan birçok uyaran söz konusu olduğunda bu açıklama yetersiz kaldığı için, zamanla araştırmacılar daha kapsamlı kuramlar geliştirmeye yönelmişlerdir. Bugünkü kavramlar. Bugünkü görüşlere göre, dikkatin temelinde bir dizi "dikkat öncesi süreç" yatar; başka bir deyişle, önceden odaklanmamış olan zihinsel yetiler gereğinde bir noktada odaklanabilir. Örneğin, örgü örmeyi yeni öğrenen kişi başlangıçta yaptığı her işleme dikkat etmek zorundadır; ama zamanla becerisi geliştiğinde, örgü örerken dikkatini kolayca bir başka konuya, televizyona ya da bir konuşmaya verebilir. Yalnızca motif değiştirmek ya da ilmek kaçırmak gibi özel durumlarda kişinin dikkati yeniden yaptığı işe yönelir. Bu örnek, herhangi bir etkinlikte beceri kazanıldıktan sonra, o etkinliğin dikkat öncesi bir süreç biçiminde yürütülebileceğini gösterir.
Dikkat öncesinden dikkat eşiğine geçişte çok değişik etkenler rol oynayabilir: Doğuştan gelen ya da sonradan kazanılan eğilim ve dürtüler; ilgi ve önyargılar; bir uyaranın bilinen uyaranlardan ayrıksılığı, önemi ve karmaşıklığı; kişinin toplumsal konumu, geçmiş deneyimleri ve bilinçdışı etkenler gibi.
Dikkatin bir konuya yöneltilmesine eşlik eden başlıca fizyolojik değişiklikler kalp atışlarının hızlanması, soluğun kesilmesi ve kas gerginliğinin artmasıdır. Ama, bu olayın en belirgin göstergesi genellikle beyinde izlenir. Herhangi bir duyu organından gelen uyarılar, değişik sinir yolları aracılığıyla beyin kabuğunun belirli bölgelerine iletilir; kafa derisine yerleştirilen alıcı elektrotlar yardımıyla, bu zayıf elektrik uyarımları kaydedilebilir (bak. elektroensefalografi). Deneyler, bir kişiye, hemen ardından ikinci bir sinyalin geleceğini işaret eden bir ön dikkat eksikliği sendromu 146
sinyal verildiğinde, elektroensefalografi (EEG) kayıtlarında beyin kabuğunun voltajında ikinci sinyalden önce hafif bir azalma olduğunu göstermiştir. Geçici eksi dalgala- nım (GED) denen bu voltaj değişikliği, dikkatin en belirgin fizyolojik göstergesi olarak kabul edilir. Kişi, yeni verilere dayanarak bir karar vermek durumundayken dikkatini belirli uyaranlar üzerinde yoğunlaştırdığında GED doruğa ulaşır; buna karşılık dikkati bir yığın değişik uyarana dağılmışken en düşük düzeye iner. Bu olgudan yola çıkarak, GED'in işlevinin, beyni duyu organlarından gelecek uyarılara karşı daha duyarlı kılmak olduğu sonucuna varılmıştır. GED'in nasıl oluştuğu ve beynin duyarlılığını nasıl artırdığı, son derece karmaşık biyokimyasal tepkimeleri içeren konulardır. Bu nedenle, alınan ilaçların, oksijen azlığının ve benzeri etkenlerin vücutta yarattığı değişiklikler, çoğu kez dikkat mekanizmasını olumsuz yönde etkiler. Örneğin çay, kahve ve kolalı içecekler, bileşimlerindeki uyarıcı maddelerle uyanıklığı artırırken dikkatin dağılmasını da kolaylaştırır. Az miktarda alınan alkol bunaltıyı azaltarak dikkati artırır gibi görünse de, daha yüksek dozlarda alındığında duyular ve hareketlerdeki seçiciliği köreltir. Bilgisayarların geliştirilmesi, kuramcıları, bu makinelerin bilgiyi işleme yöntemleri ile dikkat arasında bağıntı kurmaya yöneltmiştir. Bilişim kuramı adıyla bilinen bu yaklaşım, sinir sisteminin beyne gelen bilgi akışını seçici olarak işleyen mekanizmaları üzerinde durur. Bu konudaki görüşlerden biri, kişinin belirli bir anda yalnızca tek bir kaynaktan gelen verileri işleyebileceğini kabul eden "tek kanal modeli"dir. Öbür uyaranlar bir süzgeçte takılır ya da geciktirilir ve aralıklı olarak işlenir. "Sınırlı işleyim modeli" ise, algıların uyarımına hiçbir kısıtlama getirilmeden işlendiği merkezî bir denetlemeyi öngörür. "Seçici çıktı" modeli, algıların tümüyle işlenip değerlendirildikten sonra seçim yapıldığını varsayar. Bu konudaki kuramsal çelişkilere karşın, sinir sisteminin değişik biçimlerde çalıştığına ilişkin deneysel kanıtlar vardır. Beynin bazı bölgeleri her çeşit duyusal uyarana, bazıları ise yalnızca özgül uyaranlara duyarlıdır. Bu açıdan, beynin değişik bölgelerinde değişik seçicilik ölçütlerinin ve değişik işleyiş biçimlerinin söz konusu olduğu söylenebilir. Dikkatin az da olsa istemli bir denetime bağlı olması, bu modelin karmaşıklığını daha da artırmaktadır. Ayrıca bak. biyolojik geribesleme; güdülenim; öğrenme.
dikkat eksikliği sendromu, aşiri hare
ketlilik sendromu ya da hiperaktivite sendromu olarak da bilinir, çocuklarda, hareketsiz ve rahat duramamak, dikkatini bir konu üzerinde uzunca bir süre yoğunlaştıra- mamak gibi belirtilerle ortaya çıkan öğrenme ya da davranış bozukluğu. Bu tür çocuklar zekâca geri değildir, hatta zekâları ortalamanın üstünde olabilir. Ne var ki sürekli olarak ailesinin ve öğretmenlerinin beklentilerine karşılık verememek, zamanla çocukta ruhsal çöküntü yaratabilir. Nedeni tam olarak bilinmeyen ve bir zamanlar sinir sistemi bozukluklarına bağlanan bu davranış bozukluğunun, kalıtsal ve çevresel etkenlerin bileşiminden kaynaklandığı sanılmaktadır. Yaşı ilerledikçe çocuğun dikkatini yoğunlaştırma yetisi artmakla birlikte, en küçük bir uyaranda dikkatin dağılması ve zihin dağınıklığı kalıcı olabilir.
dikkuyruk, Anseriformes takımının Anati- dae familyasının Oxyurini oymağından, kısa kanatlı, küçük ve tombul gövdeli birçok ördek türünün ortak adı. Adlarını, uzun ve yukarı doğru kalkık kuyruk tüylerinden alan bu kuşların birçok türünde, aslında soluk renkli olan erkekler çiftleşme mevsimine girerken parlak kızılımsı tüylerle beze- nir, gagası da parlak mavi bir renk alır. Dişiler, yüzlerinde bir ya da iki renk şeridi olan tek renkli kuşlardır. Dikkuyruk, suyun altında yiyecek ararken özelleşmiş kuyruk teleklerini dümen gibi kullanır. Karaya ender olarak çıkar ve ördeklerin çoğu gibi su üstünde uyur. Erkeklerin yemek borusu genişleyip daralabilir; ayrıca boynunda bir hava kesesi vardır. Gürültülü ve gösterişli kur yapma davranışları sırasında bu keseyi şişirerek, bazı türlerde kesenin üstüne vurarak ses çıkarır. Dikkuyruklar genellikle bataklıklarda, kamıştan yapılmış sağlam yuvalar kurarlar. Dişi, her üreme mevsiminde, kabuğu pürtüklü ve öbür ördeklerinkin- den daha büyük olan ortalama 4-5 yumurta bırakır. Erkek dikkuyruk, öbür ördeklerde pek rastlanmayan bir davranışla, yavruların bakımına yardımcı olur.
Türlerin çoğu güney yarıkürenin sıcak ve ılıman bölgelerinde, genellikle de tatlı sularda yaşar. Avrupa'ya özgü tek tür, Akdeniz'den Türkistan'a kadar dağılmış olan bayağı dikkuyruktur (Oxyura leucocepha- la). Örta Anadolu'nun bazı sulak yerlerinde üreyen ve kışı Göller Yöresi'nde geçiren bu türün erkeklerinin gövdesi kahverengi, başı ak, tepesi ve ensesi kara şeritlidir. Afrika' nın doğusunda görülen O. macçoa ile Avustralya'da görülen O. australis'm gövdeleri kızılımsı, başlan karadır. O. jamaicensis Kuzey Amerika'da geniş bir dağılım gösterir. Hint Adaları ile Amerika'nın tropik bölgelerinde yaşayan O. dominica'da, erkeklerin karnı ak, üst bölümleri tümüyle kızılımsı, yüzü karadır. Biziura lobata Avustralya'nın güneyi ile Tasmanya'da, He- teronetta atricapilla ise Güney Amerika'nın güneyinde yaşar.
dikkuyruk ötleğen, Sylviidae familyasının Prinia cinsini oluşturan, Eskidünya'da dağılmış iri kuşların ortak adı. Uzunlukları 10-15 cm, tüyleri öbür ötleğenlerin çoğu- nunkinden daha nakışlı, kuyrukları da çok
Dikkuyruk ötleğenlerden Prinia subflava
R.M. Bloomfield - Ardea Photographics
uzundur. Genellikle yapraklardan ustaca ördükleri kese biçimindeki yuvalarını ağaçların dallarına asar ya da uzun otların ucuna tuttururlar.
Kuyrukaltı tüyleri enine ak ve beyaz şeritli, sırtı boyuna çizgili olan bayağı dikkuyruk ötleğen (P. gracilis) Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'nun yerli türüdür. P. subflava Afrika'da, Sahra'nın güneyindeki bölgelerde ve Bangladeş'ten Çinhindi'ne kadar uzanan yerlerde sık çalılıklar arasında yaşar. Kara göğüslü P. flavicans Afrika'nın güneyinde, boz renkli P. socialis ise Hindistan'da çok yaygın olan türlerdendir.
diklorobenzen, organik halojen bileşikleri
ailesinden, üç izometrik maddenin ortak adı. Benzenin ya da klorobenzenin demir III klorür eşliğinde klorlanmasıyla üretilen izomerlerinin üçü de renksiz, sudan ağır olan ve suda çözünmeyen bileşiklerdir. Benzenin, demir III klorür eşliğinde klorla tepkimeye girmesi sonucunda, hidrojen atomlarının yerini klor atomları alır. Tepkimenin ilk ürünü klorobenzendir (CğHsCI); klorlama işlemi sürdürüldüğünde orto ve para- diklorobenzen (C6H4CI2) ile çok az miktarda meta izomer oluşur. Orto ve para izomerler, ayrımsal dondurma işlemiyle birbirinden ayrılabilir; karışımın soğutulması sırasında para izomer kristalleştiği için, sıvı halde kalan orto izomer süzülerek alınır. Meta-diklorobenzen ise, öbür izomerlerin basınç altında aluminyum klorürle birlikte ısıtılmasıyla üretilir. Klorlama işlemi, ortamda demir III klorür ya da benzeri bir katalizör bulunmaksızın bol ışıkta gerçekleştirilirse, tepkime sonucunda klorobenzen ya da poliklorobenzenler yerine heksakloro- sikloheksan(*) elde edilir.
Orto- ya da 1,2-diklorobenzen, çözücü ve böcek ilacı olarak ayrıca başka kimyasal maddelerin, özellikle boyarmadde sanayi- sindeki ara ürünlerin üretiminde kullanılan akıcı bir sıvıdır. Meta- ya da 1,3-dikloroben- zen de sıvı halde bulunur; Para- ya da 1,4-diklorobenzen ise, kokusu kâfura benzeyen ve güvelere karşı kullanılan, kristal yapılı bir katıdır? Diklorobenzenlerin en kolay ayrılabilen para izomeri ilk kez 1864'te, orto ve meta izomerleri ise ancak 1875'te tanımlanabilmiştir.
diklorodifeniltrikloroetan bak. DDT
dikloroetan bak. etilen klorür
dikloroetilen bak. viniliden klorür
diklorometan bak. metilen klorür
Dikmen, Karadeniz Bölgesi'nde, Sinop iline bağlı ilçe ve ilçe merkezi kasaba. Eskiden Gerze'ye bağlı bir bucak olan Dikmen, 9 Mayıs 1990 tarihli ve 3644 sayılı yasayla ilçe yapılmıştır. Nüfus (1990) ilçe, 14.872; kasaba, 2.412.
Dikmen, Halil (d. 1906 İstanbul - ö. 17 Ekim 1964, İstanbul), başlangıçta klasik, sonralarıysa soyut anlayışla çalışmış ressam. 1924-27 arasında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü'nde İbrahim Çallı ve Hikmet Onat'm öğrencisi oldu. 1927'de açılan Avrupa sınavını "Yangın" adlı yapıtıyla birincilikle kazandı ve aynı yıl Fransa'ya gitti. Paris'te Julian Akademisinde Paul-Albert Laurent ile çalıştı, bir süre sonra da Andre Lhote'un atölyesine geçti. 1929'da "Saksı İçinde Çiçek" adlı resmi Salon d'Automne'a (Güz Salonu) kabul edildi. Dikmen eğitimi sırasında Almanya, İtalya ve Avusturya'ya giderek müzelerde incelemelerde bulundu, ustalardan kopya ve çizimler yaptı. 1931'de Türkiye'ye döndü ve aynı yıl Kayseri Lisesi'ne resim öğretmeni olarak atandı. 1937'de Atatürk'ün emriyle kurulan Devlet Resim ve Heykel Müze- si'nin müdürlüğüne getirildi ve 24 yıl bu görevde bulundu. Müzedeki müdürlüğü sırasında, 1949'dan başlayarak akademide resim öğretmenliği yaptı. 1961'de Milli Eğitim Bakanlığı güzel sanatlar genel müdürlüğüne atandı. 1943'te 5. Devlet Resim ve Heykel Sergisi'nde ikincilik ödülü kazandı. Halil Dikmen son dönemi dışında figüre ve geleneksel kültüre bağlı kalarak, sağlam-bir desen, klasik bir kurgu ve dengeli ışık-gölge
"Manzara", Halil Dikmen'in yağlıboya çalışması; İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi
Yusuf Takta*
kullanımıyla akademik anlayışta çalışmıştır. Anıtsal kompozisyon türünün Türkiye'deki ilk temsilcilerinden olmuştur. Hacimsel estetiği büyük bir.titizlikle yöresel konulara uygulamıştır. 1946'da D Grubu'na katılarak figüratif resimden tümüyle uzaklaşıp geo- metrik-soyut anlayışa yönelmiştir 1960' larda ise yapıtlarında kübist bir eğilim belirmiştir.
dikotomi (mantıkta) bak. ikili öbeklen- dirme
Dikran II (büyük), Latince tigranes ya da TIGRAN (d. İÖ y. 140 - ö. İÖ y. 55), 10 y. 95- İO y. 55 arasında hüküm süren Ermeni kralı. Yönetimi sırasında Ermenistan kısa bir süre Doğu Roma dünyasının en güçlü devleti konumuna gelmiştir.
I. Artavasdes'in oğlu ya da kardeşi olan Dikran, İÖ 2. yüzyıl başlarında Artaksias'ın başlattığı hanedanın bir üyesiydi. Genç yaşta Part kralı II. Mithradates'in sarayına rehin olarak gönderildi. Daha sonra İran'ın güneybatı kesimindeki Media'ya bitişik 70 vadiyi Partlara bırakınca özgürlüğüne kavuştu.
İzleyen dönemde krallığını genişletme çabasına girdi. Önce Yukarı Fırat Irmağının doğusuna düşen Sophene adlı krallığı topraklarına kattı. Pontus kralı VI. Mithrada- tes'le ittifak kurdu ve onun kızı Kleopat- ra'yla evlendi. Kapadokya'da toprak kazanmak amacıyla Pontus kralıyla birlikte düzenlediği sefer Roma'nm müdahalesiyle İÖ 92'de başarısızlığa uğradı.
Bunun üzerine doğuya dönerek Hazar Denizinin güneydoğusunda kalan Part topraklarına yöneldi. II. Mithradates'in ölümünden (İÖ y. 87) sonra başlayan iç çekişmeler ve İskitlerin saldırıları Part İmparatorluğumda geçici bir zayıflamaya yol açmıştı. Bu durumdan yararlanarak daha önce Partlara bıraktığı vadileri geri aldı ve Media'nın büyük bölümünü yakıp yıktı. Bugünkü Azerbaycan topraklarında bulunan Atropa- tane, Yukarı Dicle Irmağı kıyısında yer alan Gordyene ve Adiabene ile Ösroene krallıklarını kendisine bağladı. Kuzey Mezopotamya'yı topraklarına kattı ve Kafkaslar'daki Iberia ve Albania krallıklarına egemenliğini kabul ettirdi. Selevkos hanedanının iç çekişmelerinden bıkan Suriye halkı İÖ 83'te kendisine başa geçme çağrısında bulundu. İÖ 78-77 yıllarında ikinci bir sefer düzenleyerek Kapadokya'yı ele geçirmeyi başardı. Artan gücünün bir göstergesi olarak "krallar kralı" unvanını aldı ve Ermenistan ile Mezopotamya sınırında Tigranocerta adıyla yeni bir başkent kurdu. Bütün servetini topladığı bu kente Kapadokya, Kilikya ve Suriye'deki 12 kentin halkını yerleştirdi. Tigranocerta'nın bulunduğu yer konusunda farklı görüşler vardır.
Roma baskısı altında kalan Pontus kralı Mithradates İÖ 72'de Ermenistan'a kaçtı. Bunun üzerine Lucullus'un komutası altındaki Roma orduları Ermenistan'a saldırdı. Dikran İÖ Ekim 69'da Tigranocerta'da, ardından İÖ Eylül 68'de eski başkenti Artaksata'da yenilgiye uğradı. Lucullus'un Roma'ya geri çağrılması bir ölçüde rahatlamasını sağladı. Bu arada kendisiyle aynı adı taşıyan oğlu, yönetimine başkaldırdı. Part kralı III. Phraates'in bir orduyla verdiği desteğe karşın babası karşısında tutunama- yan genç prens, Roma komutanı Pompeius'a sığınmak zorunda kaldı. Ermenistan'a giren Pompeius İÖ 66'da teslim olan Dikran'a iyi davrandı ve Suriye ile güneyde ele geçirdiği öbür toprakları Roma'ya bırakması karşılığında krallığının başında kalmasına izin verdi. Dikran yaklaşık 10 yıl daha Ermenistan'ı yönetti. Ama Sophene ve Gordyene dışında daha önce fethetmiş olduğu bütün toprakları yitirdi. Yerine oğlu II. Artavasdes geçti.
dikroyit bak. kordiyerit
diksha, eski Hindistan'da, Veda geleneğine uygun adak törenlerinden önceki kutsama ayini. Sonraları anlam değiştiren bu terim günümüzde Hindu dininde halktan bir kişinin gurusu (ruhani önder) tarafından tarikata kabul edildiği tören için kullanılmaktadır.
Veda döneminin soma(*) adak törenlerinde, adak sahibi yıkandıktan sonra bir gün boyunca (bazı durumlarda bir yıla kadar) özel olarak hazırlanmış bir kulübede ateş önünde sessizce ibadet ederdi. Siyah ceylan derisinden giysisini aynı zamanda minder olarak kullanır ve karanlık bastıktan sonra yalnızca kaynatılmış süt içerdi. Böylece erişilen tapas (Hindu dininin bütün çileci uygulamalarının temelini oluşturan mistik ruh durumu) kutsal olmayan evrenden kutsal evrene geçişin bir işareti ve aracı sayılırdı. Dünyanın başka bölgelerindeki benzer ayinler gibi diksha'nın da yeniden doğuş anlamı vardı. Töreni betimleyen kutsal metinlerde de bu yönde bazı açık simgeler (örn. kulübenin "rahmi") kullanılmıştı.
Soma ayinin sonunda, avabhrtha (son yıkanma) adıyla bir başka tören düzenlenirdi. Bu törende adak sahibi yıkanır, kutsal giysileri, ayin gereçleri ve soma bitkisinin sıkıştırılmış filizleri suya atılırdı.
Günümüzde Hindu dininin kutsama ve tarikata giriş törenleri, bölgeler ve mezhepler arasında farklılık gösterir. Genellikle önce bir hazırlık orucu tutulur, yıkanılır ve yeni giysiler giyilir. Tarikata kabul törenlerinde, vücuda ya da alna özel işaretler konulur, yeni bir ad benimsenir, gurudan, seçilmiş bir mantra (kutsal hece) ve ibadet işareti alınır.
diktafon, sözlü mesajların kaydedilmesi, saklanması ve sonradan tekrarlanmasında (çoğunlukla daktilo ya da metin işlem sistemi aracılığıyla) kullanılan ses kaydı aygıtı. Mekanik ya da magnetik türden olabilen diktafonlar, sesi, tel, üstü kaplanmış bant, plastik plak ya da şeritler üzerine kaydedebilir. Daha sonra bu kayıt malzemeleri makineden çıkarılarak, kayıt çözme birimine aktarılır. Kayıt çözme aygıtı, verilen mesajı yeniden ses halinde üretir. İlk diktafonlar mekanikti ve Thomas A. Edi- son'un-buluşunda olduğu gibi, insan sesinin ses dalgalarının fonografik olarak mumdan bir silindir üzerine kaydedilmesi ilkesi doğ-
147 diktatörlük
rultusunda çalışıyordu; benzer bir aygıt da, sesin yeniden üretilmesi için kayıt malzemesini ters yönde döndürüyordu. Sonraları kayıt malzemesi olarak plastik plakların ve şeritlerin kullanımı yaygınlaştı ve magnetik telin, ardından teyp kaydının geliştirilmesiyle de, tel halkaların, magnetik plakların ve bantların kullanımına geçildi. Mikroelektro- nik ve yarıiletken malzemelerin gelişmesi sonucunda, ses kaydı aygıtlarının, plakların ve kasetlerin boyutları önemli ölçüde küçüldü.
diktatörlük, devletin, bir kişi ya da küçük bir grubun mutlak denetimi altında bulunmasına dayalı yönetim biçimi. Roma Cum- huriyeti'nde dictator'luk devletin düştüğü bunalımları aşması için olağanüstü yetkilerle donatılmış ve geçici bir süre için atanan yöneticilere verilen bir görevdi (bak. dictator). Çağdaş diktatörler de genellikle olağanüstü durumlarda yönetimi ele geçirmiş ve elde ettikleri yetkileri otokratik, bazen de despotik bir yönetimi sürekli kılmak amacıyla kullanmışlardır. Örnekler arasında İtalya'da Mussolini, Almanya'da Hitler, İspanya'da Franco, Şili'de Pinochet ve Portekiz'de Salazar sayılabilir. Ama bunlar eski dictator'lardan çok, Antik Çağın tiranlarına benzerler. Platon ve Aristoteles, kişisel emirlere dayalı ya da var olan yasaların çiğnenmesiyle ortaya çıkan hukuk dışı yönetimi tiranlığın göstergesi kabul ederler. Bu iki düşünürün Eski Yunan ve Sicilya tiranları üzerine betimlemeleri, çağdaş diktatörlere de uygun düşmektedir. Diktatörler zor ve hileyle mutlak siyasal ve toplumsal denetimi elde ederler. Gözdağı verme, terör, yurttaşlık haklarını göz ardı etme, güç kazanmak ve bu gücü elde tutmak için kullanılan başlıca yöntemlerdir. Kimi zaman kamu desteği sağlamayı amaçlayan kitle propagandası yöntemleri kullanma ve ödüllendirme ya da cezalandırma gibi yöntemlerle muhbirler yaratıp muhalefeti bastırma yollarına da başvurulur. Önderin yüceltilmesi çok sık görülen bir özelliktir ve kişilerin, yasaların üzerinde bir konuma getirildiği böyle rejimlerde önderin ardılının belirlenmesi çok sorunlu bir süreçtir. Bir yaklaşıma göre, yıkılması ister Aristoteles' in öne sürdüğü gibi haksız gücün doğasında taşıdığı zayıflığa, ister Machiavelli'nin terimleriyle umulmadık talihsizliklere bağlı olsun, tiranlık bütün yönetim biçimleri içinde en kısa ömürlü olanıdır.
Diktatörlerin yönetimi çok çeşitli biçimler alır. Latin Amerika'da 19. yüzyılda ve 20.yüzyıl başlarında, kendi kendilerini önder ilan eden caudillo'\ax (askeri şefler), genellikle özel askeri birlikleriyle önce belirli bir yöreye egemen olur, sonra da zayıf durumdaki ulusal hükümetin üzerine yürürlerdi (örn. Meksika'da Antonio Löpez de Santa Anna, Arjantin'de Juan Manuel de Rosas) (bak. personalismo). Sonraki 20. yüzyıl Latin Amerika diktatörlerinin durumu ise daha farklıydı. Bunlar yöresel değil, ulusal önder niteliğindeydiler ve Arjantin' deki Juan Peron örneğinde olduğu gibi bulundukları yere genellikle milliyetçi subaylar tarafından getirildiler.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Afrika ve Asya'nın yeni devletlerinde diktatörlükler genellikle askeri güçle yaratıldı. İktidar, tek parti yönetimine ve muhalefetin bastırılmasına dayanan hükümetler oluşturan güçlü önderlerin elinde toplandı.
Anayasal hükümetler de yürütme gücüne olağanüstü yetkilerin verildiği bunalım dönemleri geçirmiştir. Örnekleri İç Savaş
Diktys 148
sırasında ABD, Weimar Cumhuriyeti döneminde Almanya, II. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere ve Beşinci Cumhuriyet (1958) döneminde cumhurbaşkanına geniş kapsamlı olağanüstü durum yetkilerinin verildiği Fransa'dır. Yürütme gücünün genişlemesi bütün dünyada anayasal hükümetlerin istikrarına ve güçler dengesine bir tehdit olarak görülür. Ayrıca bak. faşizm; Nazi Partisi; tiran; totaliterlik.
Diktys kretensîs, Troya Savaşı'mn Yunan yanlısı bir öyküsünü yazdığı sanılan kişi. Troya kuşatmasına katılmak üzere Knossos' tan yola çıkan Giritli önder İdomeneos'a eşlik ettiği sanılmaktadır. Fenike dilinde yazılmış elyazmalarmın İS 1. yüzyılda "bulunduğu" ve Roma imparatoru Neron'un emriyle Yunan harfleriyle yeniden yazıldığı söylenir. Bir olasılıkla 4. yüzyılda Lucius Septimius adlı biri Diktys'in olaylara tanık olmuşçasına kaleme aldığı, gerçekte belki de İS 2 ya da 3. yüzyıldan kalmış olan yapıtının çevirisini yaptı. Ephemeris belli Troiani (Troya Savaşı Günlüğü) adlı bu görkemli yapıt, ortaçağ boyunca, Frigyalı Dares'in benzer, ama Troya yanlısı anlatımıyla birlikte Troya Savaşı'yla ilgili başlıca kaynak kitap oldu.
Dikü'l-Cin, asıl adı abdüsselam bin reg- ban (d. 777/778, Hims - ö. 850, Hims), Suriyeli Arap şair. Yaşamının büyük bölümü Hims'te geçti. Şuubiye görüşünün güçlü bir savunucusu olarak Arapların Suriyelilerden üstün olmadıklarını, Müslüman olarak aralarında hiçbir fark bulunmadığını dile getirdi. Araplara karşı bölgecilik ruhuyla mücadele eden bir şair olarak tanındı. Doğduğu topraklara çok bağlıydı. Suriye'yi hiçbir zaman terk etmedi; halife saraylarını ziyaret etmedi. Yeğeni Ebu Vehb'e göre zevk ve sefadan başka bir şey düşünmezdi. Haşimilerden Ahmed ile Cafer bin Ali adlı emirlere yazdığı kasideler nedeniyle birçok kez ödüllendirildi. Ayrıca ılımlı bir Şii olarak Hz. Hüseyin için mersiyeler söyledi. Bazı Arap yazarlarına göre, kendisini Ebu Nuvas gibi şairlerle aynı düzeyde görürdü. Divan'ı Abdullah el-Melluhi ve Muhyiddin ed-Derviş tarafından yayımlanmıştır (1960).
Dikva, dikoa olarak da bilinir, Nijerya'nın Borno eyaletinde kasaba ve geleneksel emirlik. Kasaba Çad Gölüne dökülen Yed- seram Irmağının yakınındadır; Maiduguri, Bama, Ngala, Kukavva'ya demiryoluyla bağlanır. Kasabanın ve 9 m kalınlıktaki surlarının ne zaman inşa edildiği konusunda kesin bilgiler olmamakla birlikte, 1850'lerde, Kanurilerin kurduğu Bornu Krallığı'nm (bak. Kanem-Bornu) önemli bir merkezi durumuna geldiği bilinmektedir.
Sudanlı savaşçı Rabihü'z-Zübeyr (Rebeh Zübeyr), Bornu'nun Kukawa'da (106 km kuzeybatıda) bulunan başkentini yıktıktan ve ülkeyi hemen tümüyle istila ettikten sonra Dikva'yı Bornu'nun yeni başkenti yaptı ve şehu'lar (şeyh) burada oturmaya başladılar (1893). Fransızların 1900'de 115 km doğudaki Kousseri'de (bugün Fort Foure- au, Kamerun) Rabih'i öldürerek yöreyi denetimi altına almasına karşın, Dikva 1902'ye değin şehu'ların oturduğu merkez olarak kaldı. Aynı yıl İngiltere, Fransa ve Almanya'nın Bornu'yu paylaşmaları üzerine, Şehu Bukar Garbai, Dikva'dan Nijerya'ya kaçtı ve Fransızlar da yönetim merkezlerini Dikva kasabasından Kusseri'ye taşıdılar. Almanlar ise Sanda Mandarama'yı Alman Bornusu'nun şehu'su olarak Alman
Kamerunu'ndaki Dikva Emirliği'nin başkenti kabul edilen Dikva'ya yerleştirdiler.
1914-16'daki Kamerun seferinden sonra, Dikva İngiliz işgali altına girdi. Dikva Emirliği 1922'de Milletler Cemiyeti'nin Britanya'ya verdiği Kamerunlar mandasının bir parçası haline geldi. Emir Umar Sanda Kiarimi, Dikva şehu'su unvanıyla anılmaya başladı ve 1937'de Bornu şehu'su seçildi. Ardılı Emir Abbas Maşta, şehu unvanını bırakarak Dikva'nın ilk may'ı (emir) oldu. 1942'de emirliğin yönetim merkezi, saldırılara karşı firki (kara pamuk) bataklıklarıyla korunan Dikva'dan 64 km güneybatıdaki Bama'ya taşındı.
İngiliz yönetimi sırasında Nijerya'nın Bornu iline bağlı olan emirlik, 1946'da Birleşmiş Milletler Kuzey Kamerunlar Vesayet Bölgesi'nin bir parçası durumuna geldi. Çoğunlukla Kanuriler ile Arapça konuşan Şualardan oluşan yöre halkı 1959'da Nijerya'yla birleşmeyi reddetti; 1961 plebisitinde ise, Kuzey Nijerya'da sonradan Sardauna adı verilen yeni bir ile katılma yönünde oy kullandı. Ama bir yıl sonra Sardauna'dan ayrılarak Bornu ilindeki soydaşlarıyla birleşme yoluna gitti. Dikva 1967-76 arasında Kuzeydoğu eyaletinin bir parçası olarak kaldı.
Bölge nüfusunun çoğunluğu başta sığır olmak üzere hayvancılık ve tarımla (pamuk, kocadan, kumdan, mısır, indigo ve yerfıstığı) uğraşır. Balıkçılık hem Çad Gölü, hem de Yedseram Irmağı kıyılarında önemli bir geçim kaynağıdır. Deri tabaklama, pamuklu dokumacılık ve boyacılık da önemli yerel etkinliklerdir. Şualar sığırlardan yük ve insan taşımacılığında da yararlanırlar; bu, Nijerya'da pek görülmeyen bir âdettir.
Dikva kasabasında devlete bağlı bir sağlık ocağı ve bir dispanser vardır. Dikva Emirliği'nin merkezi olan Bama, çok sayıda tıp ve eğitim kuruluşu barındıran daha büyük bir kent ve ticaret merkezidir. Nüfus (1982 tah.) 10.860.
Dostları ilə paylaş: |