Dua: tanri ile konuşmak



Yüklə 22,29 Kb.
tarix03.11.2017
ölçüsü22,29 Kb.
#28997

DUA: TANRI İLE KONUŞMAK


Dua Karşılıklı bir ilişkidir, Tanrı ile bir iletişim hattının kuruluşudur: Mezmurların yazarı Davut peygamber Allah’a şu sözlerle yakarmaktır:


Ey Allah, benim Allah’ım sensin;

Seher vakti seni ararım;

Canım sana susamıştır;

Kurak, yorucu ve suyu olmayan bir diyarda bedenim seni özler.

Senin isminle ellerimi kaldıracağım, ağzımda sana hamdedecek,

Çünkü sen bana yardımcı oldun (Mez. 63).


Dua Tanrı’yla konuşmaktır. Bir çok inanç duayı kendi algılayışına göre biçimlere sokmuş ve o biçimler içerisinde şekillendirmeye çalışmıştır. Kimileri bir takım sözcüklerin ezberlenmesi şeklinde duayı algılamış, kimileri ise bu ezberlere bir takım hareketleri de eklemiştir. Bir düşünür, “dua ruhun en derin, en yüce görünümüdür der.
İncil’de açıklanan dua, Tanrı’yla baş başa, anlaşılır dilde konuşmaktır. Ondan beklemek, Onu dinlemektir. Yürekten gelen sözlerle Tanrı’ya sığınmaktır. Tanrı istemine göre dua, gösterişten uzak insanın yüreğinde gerçekleşmelidir. Yöneliş, yaradılanın yaradana yönelişidir. Onun sevgisini, büyüklüğünü, herşeye gücü yeten olduğunu kavrayarak konuşmaktır.
Duada sadece biz Tanrıya konuşmayız; aynı zamanda O da bizimle konuşur. Yani dua Tanrı’yla konuşmak ve Tanrı’yı dinlemektir.

Normal olarak sırayla konuşulur, birinci kişi konuşurken karşıdakinin susup dinlemesi gerekir. Tanrı’yla aramızda da buna benzer bir durum vardır. Dua ettiğimiz zaman sık sık yalnızca biz konuşuyoruz, Tanrı’yı dinlemeye vakit ayırmıyoruz. Bunun için dua ettiğimiz zaman bize birşeyler söylemesi için Tanrı’ya fırsat vermeliyiz.

Tanrı bizimle nasıl konuşur? Tanrı bizimle konuşmak için birçok yol kullanır. Örneğin Tanrı, Kutsal Kitap, kendi vicdanımız, ruhsallığı büyük olan bir din adamının öğütleri veya içimizden gelen sakin bir ses aracılığıyla seslenebilir (meditasyon).
Özel bir teknik veya yöntem, özel bir yer, ya da özel bir dile gerek yoktur. Tanrıya her zaman kendi kelimelerimizle, düşüncelerimizle seslenebiliriz: “Durmadan dua edin. Her durumda şükredin” (I Sel. 5,17). Dua, nefes almak kadar doğal olmalıdır. Tanrı, sevinç ve elem, başarı ve başarısızlıkları, yani tüm yaşantımızı kendisiyle paylaşmamızı ister.

Dua etmek için zaman bulmaya çalışmayın, zaman ayırın. Tanrı’ya sıkıntı içinde veya iş yaparken yakarmanın yanı sıra, düzenli bir şekilde zaman ayırmamızda çok önemlidir.

Bazıları duanın ancak doğal bir biçimde içten geldiğinde anlamlı olacağını düşünürler ve dua etmek için o anı beklerler. Aslında dua hislerin kaprisine bırakılmamalı. Duaya sistemli bir yaklaşım yolu bulmak lazım. Önemli olan, dua için insanın kendi doğa ve kişiliğine uygun bir sistem ya da bir yaklaşım geliştirmesidir. Dua ederek yavaş yavaş kişi kendi dua kalıbını geliştirir.
Dua ruhsal açıdan büyümeği sağlar. Ne kadar çok dua edersek ruhsal konularda o kadar çok büyüdüğümüzün farkına varacağız. Dua yaşamın her alanında insanı güçlendirir.
Tanrı bize kendi yolumuzu saptama yeteneğini vermemiştir. Kendi anlayışımıza güvenmeyip Tanrı’dan rehberlik istemeliyiz. Önemli herhangi bir kararı vermeden önce Tanrı’dan yolu aydınlatıcı öğütler istenmeli:

“Ya Rab, bilirim ki, insanın yolu kendi elinde değildir; adımlarını doğrultmak yürüyen insanın elinde değildir” (Yer. 10,23).


Kutsal Kitap’ta “Özdenetim” diye bir nitelik vardır. İmanlı yaşamda daha önemli olan ruhsal değerler uğruna sık sık, istek ve arzularımızı aşarak kendi kendimize “hayır!” demeyi öğrenmeliyiz.

“Benliğin işleri açıktır. Bunlar cinsel ahlaksızlık, sefahat, putpereslik, falcılık, düşmanlık, çekişme, kıskançlık, öfke, bencil tutkular, ayrılıklar, çekememezlik ve benzeri şeylerdir. Sizi daha önce uyardığım gibi yine uyarıyorum, böyle davrananlar Tanrı’nın egemenliğine girmeyeceklerdir.

Ruh’un meyvesi ise sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir. Mesih İsa’ya ait olanlar doğal benliği, tutku ve arzularıyla birlikte çarmıha germişlerdir. Ruh sayesinde yaşıyorsak, Ruh’un izinde yürüyelim” (Gal. 5,19-23). Bunu başarabilmek için tek yol duadan geçer.
Dua etme isteğim hiç gelmiyor. O zaman Tanrı'dan bize dua etmesini öğretmesini, yüreyimizi açmasını dilemeliyiz: “Dileyin, size verilecek; arayın bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapıyı çalana kapı açılır. Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna taş verir? Ya da, balık ister de ona yılan verir? Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, göklerde olan Babanızın, kendisinden dileyenlere güzel şeyler vereceği çok daha kesin değil mi?”
Dua ederken merkez nokta biz değil fakat Tanrı olmalıdır. Yani Allah’ın bize değil bizim Allah’a itaat etmemiz gerekmektedir. İnsanların düşünce ve istekleri çoktur, fakat bir de Tanrı’nın isteği nedir diye sormak gerekir.
Dua etmek için Tanrı’yı tanımak gerek, onun kim olduğunu bilmek gerek. Tanımadığıma nasıl dua edebilirim. Herkes az çok Tanrı’nın kim olduğunu bilmektedir. Bununla başlamak yeterlidir, dua ettikçe zaten Tanrı’da kendini tanıtır, nasıl dua etmek gerektiğini öğretir.

Akılla Tanrı’yı tanımak imkansızdır, onu ancak sevgiyle tanımak mümkündür.


İşte duayla beraber Tanrı sevgiside doğar. Daha sonraları bu sevgi davranışlarla ve yaşam tarzıyla ifade edilir. Biz Tanrı’yı ne tanıyoruz ne de seviyoruz. Bunun için yaşantımızda Tanrı’nın hiçbir etkisi ve izi yoktur, yaşantımızdan tamamen kopuk bir nesne olarak görülmektedir.

Tanrı’ya olan sevgi yaşamla belli edilmezse ölü bir sevgidir. Çünkü seven sevileni arar, her gün onu görmek ister, yokluğunu hisseder. İşte Tanrı ile olan ilişki de bu şekilde olmalıdır, bu da ancak dua etmekle gerçekleşir.


Dua edilmezse insanın yaşamı sürekli olarak varış noktası olmayan bir yaşam şekline dönüşür. Günden güne ulaşılmaya çalışılan ve her geçen gün daha yaklaşıldığı hissini uyandıran bir yaşam tarzı. Bu, insanın düşünce ve yüreğini bir banka veya süpermarkete dönüştürmektedir; hesap ve sonu olmayan ihtiyaçlar. (Dışardan bize sempoze edilen haber ve reklamları algılıyoruz ve bunlar içimize yerleşiyor ve Tanrı’ya ait alanları da işgal etmeye başlıyor. Tanrı’nın yeri gid gide daha da daralmaktadır).
Allah insanlarla sürekli olarak konuşmaktadır, onun dilini öğrenmek gerek; yaşamımızda konuşur, duada konuşur, fakat biz yaşantımızdan dolayı onun sesini duyamıyoruz. Çünkü o insanın düşünce ve algılama sisteminin ötesinde kalan bir ses. İşte kendimizi o düşünce tarzına alıştırmadığımız için, dua etmediğimiz için onun sesini işitemiyoruz.
Dua kitapları okumak bu açıdan çok yardımcı olacaktır. Onları okumak ve söylenenler üzerinde düşünmek dünyadaki olaylara Allah’ın gözüyle bakmamızı sağlar. Ancak gözlerimizi yukarı kaldırdıktan sonra aşağı indirip, Tanrı’nın gözleriyle dünya ya bakabiliriz.

Şayet Allah’ı tanısak tüm yaşamımız bir duaya dönüşür. Duan’nın nesneleri ise yaşadığımız, gördüğümüz olaylar olur. İman sadece bir duygu değildir. Yaşam, dua ve iman arasında hiç bir ayırım olmamalı. Dua sadece bir köşeye çakilip kapanmak ta değildir, dua da insan yaşamak için, çabalamak için hem neden hem de güç bulur, neden yaşadığının farkına varır.


İşte bu noktaya ulaşabilmenin tek yolu duadan geçer. Ruh istekliyse de beden zayıftır. Bedeni yenip ilk adımı atmak gerekir.

Tanınmış bir kişi dua ile ilgili deneyimlerini bir kitapta anlattı, şimdi kitabından bir alıntıyı okuyalım:

“Allah’ım beni kendimden kurtar,

çünkü sesimden başka ses duyamıyorum,

benden başkasını göremiyorum,

Kendimle senin arana bir duvar ördüm, kapıyı kapattım,

Kendimi hapsettim.

Sen ise bana kapıyı aç,

Beni kapının önünde bulacaksın diyorsun.

Ben ise o kapıyı açmaktan korkuyorum,

Sana evet demeken çekiniyorum.

Çünkü kapıyı açtığımda beni nelerin beklediğini bilemiyorum.


Yaşam, insanın Tanrı’ya yaklaşmasını engelleyen bir örümcek ağı gibi, Tanrı’ya inanıyorsun, herşeye gücünün yettiğini kabul ediyorsun fakat ona yaklaşamıyorsun. Çünkü dünyadaki kaygılar insanı sarmış durumda. Özgür olmadıkça, bu ağlardan kurtulmadıkça Tanrıyı seçmek imkansızdır.

En kötüsü ise insan özgür olduğunu zannetmektedir.


«Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak.

Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı'ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz.

Bu nedenle size şunu söylüyorum: 'Ne yiyip ne içeceğiz?' diye canınız için, ya da 'Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey imanı kıt olanlar?

«Öyleyse, 'Ne yiyeceğiz?' 'Ne içeceğiz?' ya da 'Ne giyeceğiz?' diyerek kaygılanmayın. İnsanlar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız tüm bunları gereksindiğinizi bilir. Siz önce O'nun egemenliğinin ve O'ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size tüm bunlar da verilecektir. O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun.


Göklerdeki Babamız gerçekten de çocuklarının her duasını kendisine sunduğumuz biçimde cevaplamaz. Bazen yanlış şeyi isteriz! Tanrı'nın önceliği bize iyi ve ihtiyacımız olan şeyleri vermektir: eğer bilgisizce davranıp bu sınıflandırmaya girmeyen şeyleri istersek, her iyi baba gibi Tanrı da. "Hayır o senin için iyi olmaz. Onun yerine bunu al" deme hakkına sahiptir. İyi anababalar çocuklarının söylediklerini asla gözardı etmezler, onların ihtiyacına gözlerini kapamazlar; Tanrı da böyledir. Ancak sık sık gerçekten istediğimiz şeyi değil, istememiz gereken şeyi verir. Pavlus Rab İsa'dan bedendeki dikeni kaldırmaını istedi. Ama Rab, o dikenle birlikte yaşayacak gücü sağlayacağını söyleyerek karşılık verdi (2 Kol 2,7). Rab en iyisinin ne olduğunu biliyordu! Pavlus'un duasına hiçbir karşılık gelmediğini söylemek doğru olmaz; sadece farklı bir karşılık gelmiştir.




Yüklə 22,29 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin