4- En Kötü Biçimleriyle Çocuk İşçiliği Kavramı
Çocuk işçiliğinin tamamen ortadan kalkması herkesin kabul ettiği bir durumdur. Ancak gelişmekte olan ülkelerdeki sosyal, ekonomik ve kültürel yapı özellikleri nedeniyle, çaba ve çalışmalar, zorunlu eğitimini tamamlamış ancak çalışmak durumunda olan çocukların çalışırken nasıl korunacağı sorunsalında yoğunlaşmaktadır.31
Uluslararası Çalışma Örgütü de hayatın gerçeklerinden hareketle çocukların çalışma yaşamından çekilmelerinin hemen sağlanamayacağının farkındadır. Bu nedenle çocukların çalışma yaşamından uzaklaştırılması sağlanıncaya kadar, bir taraftan sektörlere göre çalışma yaşına alt sınırlar getirirken bir taraftan da çocukların çalışma yaşamındaki koşullarının iyileştirilmesini hedef alan düzenlemelerde bulunmaktadır.32
Bu düzenlerlerden en önemlisi, International Programme on the Elimination of Child Labour (IPEC)/ Çocuk İşçiliğinin Önlenmesi Uluslararası Programıdır. IPEC, çocuk işçiliği ile başa çıkmak, ülkelerin kapasitelerinin güçlendirmek ve çocuk işçiliğiyle mücadelede dünya çapında bir hareketi teşvik etmek amacı ile 1992 yılında oluşturuldu. IPEC, şuanda 88 ülkede uygulanmakta ve 2008 yılında yapılan 61 milyon dolarlık harcama ile ILO içinde tek başına en fazla harcama yapılan bir program olmuştur. IPEC ortaklarının sayısı yıldan yıla genişledi. Şuan işveren ve işçi örgütleri, diğer uluslararası ve devlet kurumları, özel işletmeler, sivil toplum örgütleri, medya, parlamentolar, yargı, üniversiteler, dini gruplar ve tabii ki, çocuklar ve aileleri bu programın ortaklarını oluşturmaktadır.33 Sonrasında ILO tarafından 1999 yılında benimsenen “182 sayılı Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi/ immediate action are the worst forms of child labour, which are defined in the ILO Convention on the worst forms of child labour, 1999 (No. 182) ile sözleşmede tanımlanan kötü işlerde çocukların hiçbir şekilde çalıştırılamayacakları hususu kabul edilmiş ve “en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği” şu şekilde ifade edilmiştir:
-
Çocukların alım-satımı ve ticareti, borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması ve askeri çatışmalarda çocukların zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını da içerecek şekilde zorla ya da mecburî çalıştırılmaları gibi kölelik ve kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimlerini;
-
Çocuğun fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya pornografik gösterilerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu;
-
Çocuğun özellikle ilgili uluslararası anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyetlerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu;
-
Doğası veya gerçekleştirildiği koşullar itibariyle çocukların sağlık, güvenlik veya ahlaki gelişimleri açısından zararlı olan işi kapsar.34
ILO’nun tehlikeli çocuk işçiliğinin yok edilmesine yönelik stratejileri üç prensibe dayanır: “Önleme”, “geri çekilme” ve “koruma”. İlk olarak tehlikeli işlere girme potansiyeli olan çocuklar tespit edilerek bunların bu tür bir faaliyet içinde yer almalarına engel olunmalıdır(önleme). Bu işlerde yer alan çocuklar belirlenerek işlerinden çıkarılır ve okul veya becerilerini geliştirebilecekleri eğitim programlarına yerleştirilirler. Ayrıca bunların tekrar tehlikeli olarak tanımlanan işlerine geri dönmesi olasılığına karşı gözetim altında tutulurlar(geri çekilme). Ülkelerinde istihdama kabul asgari yaşını geçmiş olan çocuklar ise işyerlerindeki sağlık ve güvenlik koşullarının iyileştirilmesi yoluyla koruma altına alınırlar (koruma).35
II- DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ÇOCUK REFAHI
A.Çocuk Refah Alanı
Çocuk refahı alanı, çocukların fiziksel ve psiko-sosyal bakımdan sağlıklı gelişebilmeleri ve de bireysel yeteneklerini en iyi şekilde ilerletebilmeleri için gerekli olan hizmetleri içermektedir. Bu nedenle çocuk refahı alanının çalışmaları, çocukların mutlu bir yaşam sürmelerine yöneliktir. Bu alan bir birey olarak çocuğun içinde bulunduğu her topluluğu etkilemekte ve de bu topluluklardan etkilenmektedir. Özellikle çocuğun içinde yaşadığı aile ve toplum bu açıdan önemlidir. Koşar’da konuyla ilgili olarak çocuk refahı hizmetlerinin “doğrudan çocukla ilgili olabileceği gibi aile hayatının devamına, onun kuvvetlendirilmesine ve çocuğun tam gelişimine uygun bir toplum düzenine de yönelik olabilir” demektedir. O halde çocuk refahı alanıyla aile refahı alanının birbirini tamamladığını söyleyebiliriz. Aslında birçok durumda çocuğun refahını sağlamak için öncelikle ailenin refahını sağlamak gerekir ve bu daha doğru bir yaklaşımdır. Buradan hareketle aile refahı alanını tanımlayacak olursak; ailenin sağlıklı bir biçimde işlemesi, görevlerini devam ettirmesi için sorunların çözülmesine yönelik sosyal hizmet çalışmalarının yapıldığı alan olduğunu söyleyebiliriz.36
Aile ve çocuk refahı alanının oluşum sebeplerini ise şöyle açıklayabiliriz: Sanayileşmeyle beraber geleneksel geniş aile, görevlerinin birçoğunu toplum adına devlete aktarmıştır. Devlette bu görevleri kurumlar aracılığıyla yerine getirmektedir. Kentleşmenin yeni aile modeli olan çağdaş çekirdek ailenin oluşum süreci sancılı geçmiş ve aile giderek yalnızlaşmıştır. Buradan ailenin küçülmesine rağmen sorunlarının büyüdüğünü söyleyebiliriz; çünkü ailenin sorun çözme yeteneği eskisine nazaran körelmiştir. Böyle zor durumlarda toplum her zaman aradaki boşluğu doldurucu yeni oluşumlar, yeni hizmet alanları kurmuştur. İşte ailenin zorda kaldığı görevlerde toplum bu görevleri tamamlayacak olan “aile ve çocuk refahı alanı”nı oluşturmuştur. Zamanla ise bu alanlar kurumsallaşmıştır. Bu noktada çocuk refahı alanında iki olgunun dikkatimizi çektiğini söyleyebiliriz: “Aile ve devlet.” Bu iki unsur çocuk refahı alanında birbirini tamamlayıcı olarak hareket etmektedirler. Karataş’a göre de devlet sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve sosyal refah gibi sektörler aracılığıyla çocuğun bakımı, korunması ve yetiştirilmesi sürecinde temel sorumluluklara sahiptir. Aile ise çocuğun doğumundan başlayıp ölümüne kadar her evrede etkili olan bir kurum olarak önem taşır. Ancak zaman zaman çocuğun refahı için devlet toplum adına aileye müdahale etmektedir. Böyle bir durumda ebeveynlik haklarıyla devletin çocuğu gözetme hakkı birbiriyle çatışmaktadır. Bu durumun özellikle gelişmiş ülkelerde ciddi bir tartışma konusu olduğunu söyleyebiliriz.37
Çocuk refahı konusunun dünyadaki kronolojik gelişime bakmak gerekirse; 1919 yılında Eglantyne Jebb adlı İngiliz bir kadın savaşın ertesinde, Avrupa’nın dört bir yanındaki milyonlarca çocuğun yaşadığı sefalete karşı Çocuk Esirgeme Vakfı’nı/Save the Children Fund kurmuştur. Daha sonra 1920 yılında da Cenevre’ye geçerek Uluslararası Çocuk Esirgeme Birliği’ni/International Save the Children Union kurmuştur.(bu kuruluş daha sonra Uluslararası Çocuk Refahı Birliği adını alacaktır) 1924 yılında Milletler Cemiyeti, Uluslararası Çocuk Refahı Birliği tarafından hazırlanan Çocuk Hakları Cenevre Bildirgesini kabul etmiştir. 1948’de de BM Genel Kurulu, 25’inci maddede çocukluğun ‘özel bakım ve yardım gerektiren’ bir dönem olduğunu belirten İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmiştir. 1959’da ise BM Genel Kurulu, ayrımcılıktan korunma, ad ve vatandaşlık hakkı gibi hakları tanıyan Çocuk Hakları Bildirgesi’ni kabul etmiştir. BM 1979 yılını Uluslar arası Çocuk Yılı ilan etmiştir. 1989’da da BM Genel Kurulu, Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni oybirliğiyle kabul etmiştir ve sözleşme bundan bir yıl sonra yürürlüğe girmiştir. 1990’da New York’ta Dünya Çocuk Zirvesi toplanmıştır. 1994 Uluslararası Aile Yılı ilan edilmiştir. 1999’da Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Önlenmesi ve Yasaklanması için İvedi Eylem Sözleşmesi (182 sayılı ILO Sözleşmesi) benimsenmiştir. 2000 yılında BM Binyıl Kalkınma Hedeflerinde özel olarak çocuklara ilişkin hedefler de yer almıştır. Bunların arasında, 2015 yılına kadar beş yas altı ölümlerin üçte iki oranında azaltılması ve bütün çocukların ilköğretimi görmelerinin sağlanması da vardır. BM Genel Kurulu, Çocuk Hakları Sözleşmesi ile bağlantılı olarak isteğe bağlı iki protokol benimsemiştir. Bunlardan biri çocukların silahlı çatışmalara katılmaları, diğeri ise çocuk satışı, fuhuşu ve pornografisi ile ilgilidir.38
B. Dünyada Çocukların Genel Durumu
Çocuk Haklarına dair Sözleşme’nin (ÇHS) 1989 yılındaki kabulünden bu yana ve 2015 yılı için belirlenen “Bin Yılın Kalkınma Hedeflerine” ulaşma çabalarında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. UNICEF’in temel raporu, “Sayılarla Dünya Çocuklarının Durumu 2014” şunları göstermektedir:
- Çocuk ölüm hızlarının 1990 yılındaki düzeyinde kalması durumunda yaşamlarını yitirecek 90 milyon kadar çocuk bugün hayattadır. Bunu sağlayan, büyük ölçüde, bağışıklama, sağlık, su ve sanitasyon hizmetleridir.
- İlköğretimde okullaşma en azgelişmiş ülkelerde bile arttı: Bu ülkelerde 1990 yılında her 100 çocuktan ancak 53’ü okula gidebiliyorken 2011’de bu sayı 81’e çıkmıştır. Böyle de olsa, “Her Çocuk Önemlidir: Eşitsizliklerin ortaya konulması, çocuk haklarının geliştirilmesi” başlıklı raporda yer alan istatistikler aynı zamanda sürüp giden çocuk hakları ihlallerini de ortaya koymaktadır.
- Temel yaşama ve gelişme hakkının ihlali anlamına gelmek üzere, 2012 yılında 5 yaşından küçük yaklaşık 6,6 milyon çocuk önlenebilir nedenler yüzünden ölmüştür.
- Dünyadaki çocukların yüzde on beşi, ekonomik sömürüden korunma hakkını zedeleyecek, okuma ve oyun oynama haklarını ihlal edecek şekilde çeşitli işlerde çalışmaktadır.
- Kızların yüzde on biri 15 yaşına gelmeden evlendirilmektedir ve bu da onların sağlık, eğitim ve korunma haklarını tehlikeye düşürmektedir. Veriler aynı zamanda açıklara ve eşitsizliklere işaret etmekte, kalkınmanın kazanımlarının eşit dağılmadığını göstermektedir:
- Dünyadaki en yoksul çocukların doğumda vasıflı nezaretçi eşliğinde dünyaya gelme şansları en varlıklı kesimlerden çocuklara göre neredeyse üç kat daha azdır (2,7 kat). Bu da gerek bu çocukları gerekse annelerini doğumla ilgili komplikasyonlara daha açık kılmaktadır.
Raporda şöyle denilmektedir: Veriler elbette kendi başlarına dünyayı değiştirmez. Veriler, ihtiyaçları belirleyerek, tanıtım-savunu çalışmalarına destek olarak ve sağlanan ilerlemeyi ölçerek değişimi mümkün kılar. En önemlisi, karar vericilerin olumlu yönde değişimi sağlamak üzere bu verileri kullanmaları, çocukların ve toplulukların da görevlileri sorgulamak için gerekli verileri bulabilmeleridir.
1. Dünyada Çocuk Bakımı Uygulamaları
Refah devletleri, çeşitli finansal düzenlemelerin birleşimi, profesyonel ve sübvanse edilmiş bakımın belli biçimleri ile kendilerinin ulusal ve benzersiz özelliklerini belirlemişlerdir. Bettio ve Plantenga bakımın enformel ve formel yapısını dikkate alarak, bakım rejimlerine özgü bir sınıflandırma ortaya koymaktadırlar. Bu çalışmaya göre, Avrupa ülkelerinde dört farklı bakım rejimi tanımlamak olanaklıdır. İlk grup, bakım hizmetlerinin bütünüyle “aile sorumluluğuna” bırakıldığı, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi Güney Avrupa ülkeleridir. Bunların enformel bakım endeksindeki değeri yüksek; buna karşın formel bakım endeksindeki değeri düşüktür. İkinci grup, kendi içerisinde enformel ve formel bakım açısından farklılaşan “a-tipik bir gruptur”. Bu grupta, Portekiz ve İrlanda, nakit desteği dışında formel bakım düzenlemeleri fazla, buna karşın enformel bakım düzenlemeleri düşük alt grubu oluştururken; İngiltere ve Hollanda, enformel bakımın daha önemli olduğu ülkeler olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Üçüncü grupta ise, Avusturya, Almanya, Belçika, Fransa gibi ülkeler bulunmaktadır. Avusturya ve Almanya’da, geniş ölçüde özel ya da enformel bakım stratejisi izlenmektedir. Belçika ve Fransa’da ise, formel bakım hizmetleri daha ön plana çıkmakta; bu iki ülkede öncelik verilen bakım türü ise, çocuklara verilen hizmetler ve finansal destekler olmaktadır. Dördüncü grubu ise, İskandinav ülkeleri oluşturmaktadır. Bu ülkeler, evrensel modele dayalı olarak, oldukça geniş formel bakım olanakları sunmaktadır. Bu sınıflandırmanın genel özellikleri yansıttığı ve ülkelerin saf haliyle, bir sınıf içerisinde yer alamayacaklarını da akılda tutmak gerekmektedir. Bu sınıflandırma aslında, Esping-Andersen (1990)’in refah rejimi tipolojilerine benzer bir sınıflandırmayı gözler önüne sermekte ve Esping-Andersen’in dışladığı toplumsal cinsiyet rollerini dikkate alarak refah rejimi analizlerinde yol gösterici olmaktadır.39
İpek İlkkaracan (2008) da Esping-Andersen’in geliştirdiği refah rejimlerini dikkate alarak çocuk bakım hizmetlerinin sunumunda üçlü bir sınıflandırma yapmakta ve bu sınıflandırma Bettio and Plantenga’nınki ile benzerlik göstermektedir. İlk model, eşitlikçi politikaların izlendiği, kadınların da erkekler gibi yoğun olarak işgücüne katıldığı ve bu bağlamda kamusal bakım hizmetlerinin yaygınlaştırıldığı “Çifte Emekçi Model” olup Danimarka, Finlandiya, İsveç, Norveç bu modelde yer almaktadır. “Aile Destek Modeli” olan ikinci modelde, devlet transferleriyle kadınların ev içinde enformel olarak bakım hizmetlerini sunmaları desteklenmekte ve kadınlar daha sınırlı olarak işgücüne katılmakta olup, Almanya, Avusturya, Hollanda, Fransa, İrlanda, İspanya bu modelde yer almaktadır. Üçüncü model ise bakım hizmetlerinin piyasa ilişkileri çerçevesinde sunulduğu ve kamusal bakım hizmetlerinin daha sınırlı olduğu “Piyasa Modeli” olup, modelde Avustralya, İngiltere, Kanada gibi ülkeler yer almaktadır.40
AB ülkelerini çocuk bakım sistemleri itibariyle sınıflandırdığında üç modelin hâkim olduğunu belirtmektedir. İlk model “Yeni Aile Merkezli Modeldir/neo-familial model.” Bu modelde, uzun ebeveyn izni süreleri, özellikle 3 yaşa kadar aile ve anne bakımını destekler ve bakım hizmetleri 3 yaş üstü için daha yaygındır. Fransa ile Finlandiya bu modeli örnekleyen ülkeler olarak gösterilmektedir. Ayrıca bu modelin toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından yeterli olmadığı belirtilmektedir. İkinci model “Üçüncü Yol Modelidir/third-way model.” Bu modelde ailelerin ebeveyn izinleri sınırlıdır, çocuk bakım hizmetleri genellikle enformel alandadır, ucuz ve niteliksizdir. Kadınların yarı zamanlı çalışmaları yaygındır ve bu çalışma biçimi iş ve aile hayatının uyumunu sağlamada bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır. İngiltere ve Hollanda bu modelde yer almaktadır. Son model ise “Eşitlikçi Modeldir/egalitarian model.” İsveç ve Danimarka’da görülen bu model, çocuk bakım hizmetlerinin kamu tarafından sağlanması veya desteklenmesine ve evrensel sunumuna dayanmaktadır. Bu ülkelerde 6 yaşına kadar olan çocuklara sunulan bakım ve eğitim hizmetlerinin tüm nüfus için satın alınabilir, erişilebilir ve kaliteli olması bir vatandaşlık hakkı olarak tanımlanmıştır. Lewis (2001), bakımın bir iş ve faaliyetten daha fazla bir şey olmakla birlikte manevi bir yöne de sahip olması açısından, her türlü bakımın refah devleti tarafından üstlenilemeyeceğini de ifade ederken Leira(2002), İskandinav refah devletlerinde bile ailelerin bakım sorumlulukları üstlendiklerini belirtmektedir. Bununla birlikte, bakım, çeşitli kaynakların bileşimi ile sağlanabilmekte ama erişilebilir ve nitelikli bir sistemin sürdürülebilirliliği için kamusal kaynaklara her zaman ihtiyaç duyulmaktadır. Kadınların işgücüne katılımları dolayısıyla özel alandan çıkıp kamusal alana girmeleri açısından bakım hizmetleri özellikle de çocuk bakım hizmetleri önemli bir yer tutmaktadır. Dolayısıyla kadınların üzerindeki bakım yükünün refah devletleri ile paylaşılmasının ve/veya bakımın kurumsal olarak refah devletleri tarafından sunulmasının hem kadınların işgücüne katılımlarının sağlanması hem de toplumun refahının devamlılığı açısından gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
2. Erken Çocukluk Eğitiminin Çocuk Bakımı ve Çocuğun İyi Olma Haline Etkileri
Erken çocukluk, her insanın yaşamında kritik bir dönemdir. İlk yıllarında iyi bakım alan çocukların gerek büyüme dönemlerinde gerekse daha sonraki yaşamlarında sağlıklı olma olasılığı diğer çocuklara göre daha yüksektir. İlk dönemde iyi bakım, sağlığın yanı sıra düşünsel, dilsel, duygusal ve sosyal becerilerin de güçlenmesini sağlayarak çocukları okullarında başarılı kılmakta, okul terk olasılığını azaltmakta ve yaşamın sonraki evrelerinde de başarı getirmektedir.
Ayrıca erken çocukluk eğitimi, iyi bir eğitim yaşamının belirleyicisidir. “0-6 yaş arası”, çocuk gelişimi için en kritik dönemdir. Çocukların bilişsel, duygusal, dilsel, fiziksel ve sosyal becerilerinin temeli bu dönemde atılır. Bu dönem doğru değerlendirildiğinde, bireylerin öğrenme kapasitesi ciddi oranda artmaktadır. Öğrenmenin en yoğun olduğu bu dönem eğitim hayatının geri kalanını belirlemektedir. Nitelikli erken öğrenme için teşvik edici ve güvenli bir ortamın sağlanması, çocukların eğitim sürecinde başarılı olması için bir ön koşuldur. Hayatın ilk yıllarında aile ve bakıcılarla sevgi dolu, istikrarlı, güvenli, teşvik edici ve ödüllendirici ilişkiler, çocuğun gelişiminin tüm boyutları için yaşamsal öneme sahiptir. Erken Çocukluk Eğitimi ve Bakımı’nın(EÇEB) çocuğun iyi olma haline ve genel olarak toplumun refahına önemli katkıları bulunmaktadır. Bu katkıları, “çocukların bireysel gelişimi”, “ileriki yaşamda istihdam edilebilirlik”, “sosyal adalet ve eşitlik” ve “genel toplumsal katkılar” olmak üzere dört ana başlık altında toplamak mümkündür.41
Nitelikli erken öğrenme için teşvik edici ve güvenli bir ortamın sağlanması, çocukların eğitim sürecinde başarılı olması için bir önkoşuldur. “0-6 yaş arası” çocuklar için erken öğrenme ve gelişim standartlarının belirlenme sürecinde temel ilkeler şunlardır:
-
Her çocuk cinsiyet, etnik kimlik, din, sosyo-ekonomik ve kültürel farklılıklar, sağlık ve özel ihtiyaçlardan bağımsız olarak, eğitim sistemine erişim fırsatına sahip olmalıdır.
-
Tüm çocuklar öğrenebilir. Çocukların, yaşlarına ve sosyo-kültürel koşullarına göre, öğrenme sürecinden yüksek performans bekleme hakkı vardır.
-
Çocuklar en iyi oyun yoluyla öğrenir. Öğrenme sürecinde oyun bir öğrenme aracı olarak kabul edilmelidir.
-
Çocukların öğrenme ortamı, merak duygusunu teşvik etmeli ve onların fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarına göre uyarlanmalıdır.
-
Çocukların öğrenme gelişimi, bakıcıların niteliğine bağlıdır. Bakıcıların profesyonel gelişiminin devamlılığı sağlanmalı ve çocuklar ve aileleriyle işbirliği içinde olmaları esas alınmalıdır.
-
Tüm sosyo-ekonomik ve etnik gruplardan her çocuğun kişisel ve karakter özellikleri, ihtiyaçları, ilgileri ve yeteneklerine saygı duyulmalıdır.
-
Belirlenen standartlar, bütünsel bir yaklaşımla çocuğun kişisel gelişiminin tüm alanlarını kapsamalıdır.
-
Erken çocukluk gelişimini teşvik etmek için aile ve toplumun ortak hareket etmesi gereklidir.
-
Yeterli destek, rehberlik ve motivasyon sağlandığı takdirde çocukların kendi yaşları için belirlenen standartlara ulaşma potansiyeli vardır.
3.Dünyada ve Türkiye’de Kadın İstihdamı ve Çocuk Bakımı İlişkisi
Erken çocukluk eğitimi ve bakımına verilen önem, sosyal dönüşümler, özellikle de gelişmiş ülkelerde üzerinde durulan konulardır. Kadınların istihdamdaki sayılarının artması için üstte belirtilen konularda gerekli düzenlemelerin yapılması gerekliliği bilinmektedir. Bu bağlamda kadınları istihdam ve “sorumluluk” ikileminde bırakmamak için çocuk bakımı ve refahı noktasında gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir.
Eurostat verilerine göre, genel olarak dünyadaki tüm ülkelerde kadınların istihdam oranı erkeklere göre daha düşüktür. Bu oran 2013’te İzlanda’da %79.5 ile en yüksek iken, İsveç’te %76.6 ve Norveç’te %77.1’dir. Almanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa’da bu oran sırasıyla %72.3, %71.6, %69.4 ve %65.5 iken Yunanistan, İtalya ve İspanya’da ise %43.3, %49.9 ve %53.1’dir. Türkiye’de kadınların istihdam oranı ise %31.8’dir.42
Kadın istihdamını/female employment destekleyici kreş, gündüz bakım evi gibi hizmetlerin kısıtlı ve pahalı oluşu da kadınların çalışma yaşamına entegre olmalarının önündeki en önemli engellerden birisidir. Çocuklara bakma zorunluluğu veya masrafına katlanılabilir gündüz çocuk bakım hizmetlerinin olmayışı anneleri işgücüne katılmaktan alıkoyabilmekte veya çalışan kadınların işlerinden ayrılmalarına yol açabilmektedir. Bu da ailenin gelir düzeyinin yanı sıra kadınların kendi bağımsızlıkları ve refahı, ayrıca ekonominin bütünü üzerinde olumsuz etkiler yaratabilmektedir. Kadın istihdamını destekleyen sosyal politikalar kadının ev dışı çalışma yaşamına katılımını destekleyici hizmet uygulamaları içermediği takdirde anlamlı olmamaktadır. Çocuk bakım olanaklarının nicelik ve nitelik açısından yetersizliği, çocuk bakımının çalışan annelerin farklı ihtiyaçlarına göre düzenlenmemesi(çalışma saat ve günleriyle uyumlu halde olmaması) ve pahalı olması kadınların bu hizmetlere ulaşımını zorlaştırmaktadır.
Türkiye’de kadınların istihdama katılımının düşük olduğu bilinmektedir. Kadınların Türkiye genelinde istihdama katılımı(%31.8) tüm Avrupa ve benzer ekonomik yapıdaki ülkelerin gerisindedir. Kadınlar istihdam olanaklarının yetersizliği, istihdama uygun ve gerekli becerilere sahip olmamak ve ataerkil yapıya bağlı olarak geleneksel roller çerçevesinde hayatlarını sürdürmek zorunda kalmak gibi muhtelif nedenlerden ötürü istihdama katılmamaktadır. Tüm bu etkenlerin sonucu olarak kadınların geleneksel cinsiyet rolleri çerçevesinde “anne” ve “eş rolleri” öne çıkmakta ve bu rollere bağlı sorumlulukları gündelik yaşamlarında önemli bir yer tutmaktadır. Geleneksel/eril aile yapısında kadınların ev dışında çalışması erkeğin izin ve onayına bağlı olmaktadır. Ve hatta erkeğin izin vermemesi durumunda kadınlar ev dışında çalış(a)mamaktadır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “2011 Aile Yapısı Araştırmasına” göre küçük çocuklara asıl olarak annelerinin baktığı, ailelerin toplam içindeki payı %89,6 gibi yüksek bir düzeydedir. Diğerlerinde “büyükanneler” başlıca bakıcı durumunda iken “kreşler”, “babalar veya diğer bakıcılar tarafından büyütülen çocukların” oranı sırasıyla %2,4, %1,5 ve %1,2’dir. Günlük bakımı kreşlerde veya ücretli bakıcılardan alan küçük çocukların, her ikisi de çalışan, bu işlere para ayırabilecek göreli varlıklı ana babaların çocukları oldukları varsayılabilir.
C.Türkiye’de Çocukların Durumu
1.Türkiye’de Çocuk Refahı Alanı
Türkiye’de çocuk refahı alanında yapılan hizmetler 19. yüzyılın sonlarından itibaren kurumsallaşmıştır. Çocuğun korunması konusunda kurum bakımı sistemi bu nedenle daha da hızla çoğalmıştır. Dünya’da olduğu gibi bizde de çocuk refahıyla ilgili düzenlemelerde devletin yaptırım gücü yüksektir. Daha önce de değindiğimiz gibi toplum adına devlet, çocukları korumak için gerekli gördüğünde ana-babaya müdahale etmeyi bir hak ve görev saymaktadır. Devlet bu görevini bir kuruluş aracılığıyla yerine getirmektedir. Çocuk esirgeme hizmetlerini yürüten bu kuruluş birincil sosyal hizmet kurumudur ve esas sorumlu meslek de sosyal hizmettir.43
Türkiye’de çocukların korunmasına ilişkin ilk kamusal müdahaleler 20. Yüzyıl başında savaş gibi olağandışı koşullarda ortaya çıkan ‘savaş yetimlerini’ korumaya yönelik olarak başlamıştır. Osmanlı Devleti'nde, Tuna Valiliği döneminde Mithat Paşa tarafından kurulan ıslahhaneler, II. Meşrutiyet döneminde kurulan "Darüleytamlar" gibi kuruluşlar şehit çocuklarına bakma görevini üstlenmişti. Bu kurumların yetersizliğinin görülmesi üzerine "Himaye-i Etfal Cemiyeti"(himaye koruma, etfal tıfıl'ın çoğulu, tıfıl arapça çocuk demek) ilk olarak Kırklareli'de 1908 yılında kurulmuş ve Balkan Savaşı'na kadar çalışmalarını yürütmüştü.44
Savaş halleri dışındaki ilk devlet bakım kurumları ise kentlere kitlesel göçün ilk dalgasının yaşandığı 1950 yılından itibaren “Milli Eğitim” ve “Sağlık Bakanlıkları” tarafından oluşturulmaya başlanmıştır. 1982 yılında ise her iki kanal birleştirilerek tek kamu kurumu olarak “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu”(SHÇEK) kurulmuştur. SHÇEK, çocuk koruma hizmetleri yanında diğer kamusal sosyal hizmetleri de şemsiyesi altına almıştır./Ancak bu kurum şimdi “Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü” adı altında faaliyetlerini yürütmektedir.
Çocuk koruma politikası açısından önemli dönüm noktalarından bir diğeri 1990’lı yıllardır. Bu tarihten itibaren kentlerde ortaya çıkan hızlı, kontrolsüz ve zorunlu göçün yarattığı yeni sosyal sorunlar kamunun yeni önlemler almasını zorunlu kılmıştır. Bu dönemde yaygın toplumsal sorunlar olarak suça sürüklenen çocuk, sokakta yaşayan çocuk, fuhuşa sürüklenen çocuk ve sokakta çalışan çocuk gibi yeni sorun alanları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu tarihe kadar geleneksel çocuk bakım kurumları olan “Çocuk Yuvası ve Yetiştirme Yurtları” yeni çocuk profilinin bakım, eğitim ve rehabilitasyonuna uygun değildi. Yeni çocuk tipi çok hareketli, yaygın davranış bozuklukları geliştirmiş ve uzun süreli kurumsal bakımı kabul etmeyen özellikler göstermekteydi. Bu nedenle bu çocukların bakım ve rehabilitasyonu için Cumhuriyet tarihinde ilk kez geçici bakım kurumları olarak ‘Çocuk ve Gençlik Merkezleri’ oluşturuldu. Bu merkezlerde sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan çocukların sokaktan çekilmesi, sosyal rehabilitasyonu sağlanarak aile yanına döndürülmesi, madde bağımlısı olan çocukların tedaviye yönlendirilmesi, okul ve iş yaşamına kazandırılması hedeflenmiştir. Sokakta yaşayan/çalıştırılan çocuklar sorununa; alan araştırması, bilim ve deneyimlere dayalı olarak çözmek için önemli projeler ve uygulamalar hayata geçirilmiştir.
2005 yılında Çocuk Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle birlikte suça yönelen çocuklar için Koruma, Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri ile suç mağduru çocuklar için de “Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezleri” oluşturulmaya başlandı. Çocuk koruma sistemine giriş yapan çocukların özgün durumları dikkate alınarak ihtisaslaştırılan bu merkezlerin temel amacı; bu çocukları rehabilite ederek en kısa sürede yeniden ailesi ve toplumla bütünleşmesini sağlamaktır.
Dostları ilə paylaş: |