84. MALİKÜ'L-MÜLK
Mülkün ebedi sahibi. 1421
"Sen mülkü dilediğine verirsin." 1422
Allah mülkün sahibi, mülkünde mutlak mutasarrıf, dilek ve iradesini mülkünde dilediği gibi kullanandır. O'nun hükmünü uygulamadan alıkoyacak kimse olmadığı gibi, hükmünü sorgulayacak kimse de yoktur.
Mülk burada, "hakimiyyet, kudret ve idare altında bulunan" demektir. "El-Malik", mutlak kudret sahibi manasındadır.
Mülk kudretinde olan Allah yüceler yücesidir. O, mülkün sahibi, her şeye malik olandır. Kulaklara, gözlere, kalplere mutasarrıfdır, Rahman ve Rahîm’dir. Din gününün sahibidir. Hiçbir şey ondan gizli kalamaz. Kıyamet günü; "Bu gün mülk kimindir?" diye sorduğunda, kullar Kahhar olan bir Allah'ındır diye haykıracaklardır.
Maliku'1-Mülk, Kur'ân-ı Kerim'de bir defa geçmektedir.
"(Resulüm!) de kî: “Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin."1423
Allahu teâlâ mülkün hem sahibi, hem hükümdarıdır. Mâlikiyetinde olsun, Melikiyetinde olsun1424 O'na bir ortak veya bir denk yoktur. Kullarından bâzılarına muvakkaten mülk verir, hükümdar yapar, bâzılarına da arazi ve emlâk verir, mülk sahibi yapar. Bu suretle onlar, Allah'ın verdiği bu mal ve mülk üzerinde ariyet bir melikiyet hakkına mâlik olurlar. Allahu teâlâ verdiği bu hükümdarlık veya mal ve servet kuvvetini kullanma ve onlardan faydalanma yollarını da bildirmiştir.
Allah ister ki, kullar nefs ü hevâya uyup da zarar ve ziyana uğramasınlar, bilâkis bu fâni kuvvetle daha büyük kârlar elde etsinler. 1425
Hüner, Bu Fâni Sermaye İle Bâki Saadet Kazanmaktır:
İnsanlar bu kuvvetleri yalnız fâni maksatlar uğrunda ve kendi keyf ve heveslerine göre kullanırlar ve harcarlarsa, ecel geldiği vakit bunların hepsi biter, herşeyden mahrum kalır. Fakat muvakkat sâhibliğe aklanmayarak, mülk ve melekûtun hakîki sahibi olan Allah'ın emirlerine göre, O'nun rızâsı için, O'nun yoluna sarf ederlerse, Allah onları boşa gidermez, ebedî ni'metlerle karşılar. Bu suretle ecel gelince, fâni hayâta bedel bakî hayat başlamış, olur. 1426
Allah Kendi Mülkünü Yine Kendi Mülkü İle Satın Alıyor:
Allahu teâlâ Mâlikü'l-mülk olduğu için, kulun elindeki de O'nun mülküdür ve hattâ kulun bizzat kendisi de. Şu halde Allah kendi mülkünü yine kendi mülküyle değiştiriyor; fâniyi baki ile tebdil ediyor demektir. Fakat burada kazanç yalnız kula âit olduğu için, bu kazancı kabul edip etmemek hususunda Allah kulunu serbest bırakmıştır. Kul kazanmak istiyorsa, gönül hoşluğiyle Allah'ın rızâsını gaye tutarak, elindeki kuvvetle o uğurda çalışması icâbeder. Birçokları bu ariyet kuvvete aldanarak, yâni bu kuvvet kendisininmiş te, ileride hiç hesabı sorulmayacakmış gibi davranarak, Allah'ın kullarına ezâ ve cefâ ettiğini, hak, hukuk tanımayarak, bir çok hak sahibinin haklarını elinden aldığını ve nihayet günün birinde eli boş, dili tutuk göçüp gittiğini düşünerek, böyle feci bir sonuçtan Allah'a sığınmak ve Allah'ın verdiği bu imkânlarla kendine ve başkalarına hayır ve menfaat sağlamağa çalışmak durumundadır. 1427
Kula Gereken Şey:
Bir kul için ni'metler azdırıcı değil, düşündürücü olmalıdır. Köylerde olsun, şehirlerde olsun, malına güvenerek cebbarlık eden zenginlerle, Allah'ın kullarına zulüm yapan, kuvvet ve salâhiyet sahibi olanlar, bu hakikati dâima gözönünde tutmalıdır. Menfaatleri bunu icabettirir. 1428
85. ZÜ'L-CELALİ VE'L İKRAM
Azamet ve ikram sahibi, 1429 hem büyüklük sahibi, hem fazl-ı kerem sahibi. 1430
Azamet ve büyüklük sahibi, rahmet ve cömertlik sahibi, herkese iyilik ve ihsanda bulunan demektir.
O, kendisini yücelten, saygı duyan ve seven dostlarına ve samimi kullarına ikram edendir.1431
Kendisinden başka azamet, kemal ve şeref sahibi olmayan Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. O'ndan başka kerem ve ikram sahibi yoktur. Bütün bunlar ondan sadır olur.
Allah zatında azamet sahibi, mahlukatına karşı hükmünde kerem sahibidir.
Zü'1-Celal, Allah'ın kemal sıfatına işaret etmektedir. İkram ise Allah'ın tenzihi sıfatına delalet eder. "Celâl" hakiki bir sıfat, "el-İkram" izafî bir vasıftır. Celâl, onun zatî sıfatı, ikram ise fiilî sıfatıdır.
Bazı rivayetlere göre de zül-celali ve'1-ikram İsm-i Azam'dır.
Rivayete göre Peygamber (s.a.v.) bir yoldan geçiyordu. Birden bir bedevi "Allah'ım senin en büyük isimlerinle el-Azim, el-Hennan, el-Mennan, Malikü'l-Mülk ve Zü'1-Celali ve'1-İkram'la senden niyazda bulunuyorum" diyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.):
"O, kendisiyle dua edildiğinde mutlak icabet edilen Allah'ın ismiyle dua etti, bununla dua edildiği zaman mutlaka Allah verir." buyurdu.
"Zü'l-Celali ve'1-İkram", Kur'ân-ı Mübin'de iki yerde geçmektedir.
1. "Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacak." 1432
2. "Büyüklük ve ikram sahibi Rabbinin adı yücelerden yücedir." 1433
Celâl, büyüklük, ululuk ma'nâsmadır. Büyüklük nişanesi olan ne kadar kemâlât varsa, hepsi O'na mahsustur. Bu nâ-mütenâhî kemâlâttan, velevki bir tek olsun, başkasında bulunmak imkânsızdır, hattâ benzeri bile. Gerçi Allahu teâlâ, büyüklüğünü göstermek, kemâlâtını sezdirmek için, insanlarda o kemâlâtın izlerini, nişanlarını yaratmıştır. Bu izlere ve nişanlara bakıp da büyüklenmemeli, belki bunların kılavuzluğuyla hakiki büyüğü izleyip bulmalı ve ondan faydalanmalı, yoksa Allah'ın büyüklüğü önünde zâtlarıyle, sıfatlarıyle topyekûn bütün mahlûkat sıfırdır. Çünkü onlar ne kendilerine sahiptir, ne de üzerlerindeki ni'metlere...
Celâl sahibi, ancak Allah'tır. O'nun karşısında hiçbir şey kendi kendine tutunamaz. Azamet ve celâliyle, her şeyi bir anda yok edebilecek derecede büyüktür. O halde, kime ve hangi kuvvete güvenerek O'na isyan edilir? 1434
Her Nimet Ancak Allah'tan Gelir:
Allahu teâlâ yoklara varlık, fânilere hayat vererek, onları çeşitli ni'metlerine müstağrak kılan fazl u kerem sahibidir de. Mahlûkat üzerine akıp taşmakta olan sayıya gelmez, tenâhî kabul etmez ni'metler, ancak O'nun ihsanı, O'nun ikramıdır. O ni'metlerin velev ki bir zerresinde olsun, O'ndan başka kimsenin hakkı yoktur. Allahu teâlâ insanları, ihtiyaç denilen görülmez, tutulmaz iple birbirine bağlamıştır. Her insan başka insanlara muhtaçtır; tek başına yaşıyamaz. Onun için her ni'metin ele geçmesinde, insanlar birbirlerine yardımcı, vâsıta, bir sebep, bir mecra olabilirler. Fakat hiçbir zaman, hiçbir ni'metin halikı ve saikı olamazlar. Ni'meti yaradan da Allah'tır, sevk eden de... Allah'ın bu sayısız ni'metlerinden daha büyük bir ni'meti de şudur ki:
İnsanlara bu fânî ni'metleri, bakî ni'metlerle değiştirme yollarını bildirmiş olmasıdır. O halde bu kadar kârlı kazançtan kaçmak için, insanda bulunması lâzım gelen gafletin kalınlığı ve derinliği nasıl ifade edilir? 1435
Kula Gereken Şey:
Yalnız Allah'tan korkmak ve yalnız O'na karşı alçalmak, yâni yalnız Allah'a karşı kendini hor, hakir görmek ve her umduğunu da, yalnız O'nun lütuf ve kereminden beklemektir. Bu hal büyük bir mertebedir. Allah'ın birliğine inanmış olanların tam nişanı da budur. İnsanlardan beklediği bir şey olmayan, her haceti için Allah'tan başka merci' bilmeyen bir gönül. Allah'a yalvarmakta ve Allah'a hâlini arz etmekte ne yüksek bir samimiyet taşır. Böyle gönüller için elbette Allah kâfidir. Onları himaye eder, lûtfuyla muamele buyurur. Onun için hakikî tevhid ehli (tevhid ehli, Allahu teâlâ'nın zâtında, sıfatlarında, efal ve icraatında, birliğine inanmış olanlardır.) olanların kimseden ne pervası vardır, ne de umduğu... Hakîki insanlık ölçüsü işte budur. Tevhid ehlinin öyleleri vardır ki, ayağına altın dökmekle başına kılıç tutmak birdir; ne sevinir, ne de yerinir.
Tenbih: Bu ism-i şerîf, Allahu teâlâ'nın hususî sıfatlarındandır. Zü'1-Celâl-i ve'1-İkrâm sıfatı, Allah, Er-Rahmân ism-i şerifleri gibi, Allahu teâlâ'ya mahsus olan ve O'ndan başkası için velev ki mecazen olsun kullanılmayan sıfatlardandır.
"(Yâ Ze'1-Celâli ve'1-İkrâm) diye ısrar ediniz" mealinde bir hadîs-i şerîf vardır. Bu ism-i şerîfin İsm-i A'zam olduğunu söyleyenler de olmuştur. 1436
Dostları ilə paylaş: |