AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Sa'lebî'nin Kısas'ul-Enbiyâ adlı eserinde şöyle deniyor: "İlyas
Peygamber İsrailoğulları'ndan bir kadının evine geldi. Kadının el-Yesa'
b. Hatub adında bir oğlu vardı. el-Yesa' bir hastalığa yakalanmıştı.
Kadın İlyas'ı evine aldı ve düşmanlarından sakladı. Bunun
üzerine İl-yas çocuğa dua etti, çocuk yakalandığı hastalıktan
kurtuldu. el-Yesa' İlyas'a tâbi oldu, ona inandı, onu tasdik etti,
ondan ayrılmaz oldu. İl-yas nereye giderse o da oraya giderdi."
Müellif bu arada İlyas'ın göğe yükseltilmesi kıssasını ve el-Yesa'ın
bu sırada ona şöyle seslendiğini anlatır: "Ey İlyas bana ne
emredersin? İlyas yukarıdan giysisini ona attı. Bu, onu
İsrailoğulları'nın üzerine halife olarak bıraktığının göstergesiydi."
Daha sonra şunları ekliyor: "Yüce Allah lütfuyla el-Yesa'ı peygamber
yaptı. Onu İsrailoğulları'na nebi ve resul olarak gönderdi. Allah ona
vahiy indirdi, onu da kulu İlyas gibi destekledi. İsrailoğulları ona inandılar,
ona büyük saygı gösterdiler. Her hususta onun görüşüne ve
direktiflerine baş vururlardı. el-Yesa' onlardan ayrılıncaya kadar aralarında
Allah'ın hükmü geçerliydi." [Kısas'ul-Enbiyâ, s.229]
Bihar'ul-Envar adlı eserde, el-İhticac, et-Tevhid ve el-Uyun adlı eserlerden
naklen Hasan b. Muhammed Nevfelî'nin İmam Rıza'dan (a.s)
aktardığı uzun bir rivayete yer veriliyor. İmam burada Hıristiyan
Caselik'le tartışırken şöyle buyurmuştur: "İsa'nın yaptığını, el-Yesa' da
yapmıştır. O da su üzerinde yürümüş, ölüyü diriltmiş, doğuştan kör ve
alacalı olanı iyileştirmiştir. Ama ümmeti onu ilâh edinmemiştir..."
[c.10, s.229, h: 1]
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Muhammed b. Fudayl'dan, o da Sumalî'den, o da
İmam Bâkır'dan (a.s), "Biz ona İshak'ı ve Yakub'u hediye ettik. Hepsini
de doğru yola ilettik." ayetiyle ilgili olarak şöyle rivayet ediliyor:
"Böyle yaptık ki, hidayet, onun ehlibeytinde, soyunda olsun. 'Daha
önce de Nuh'u... doğru yola iletmiştik.' Ki hidayet onun ehlinde, soyunda
olsun. Dolayısıyla yol göstericilik misyonu, İbrahim'den önce
410 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7
de, onun için de peygamberlerin soyuna verilmiştir." [c.1, s.367, h: 51]
Ben derim ki: Burada daha önce işaret ettiğimiz gibi, yol gösterme
misyonunun bütünlüğüne, kesintisizliğine işaret edilmiştir.
el-Kâfi'de müsned olarak, Tefsir'ul-Ayyâşî'de mürsel olarak Beşir
Dehhan'dan, o da İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Allah'a
andolsun ki, yüce Allah Kur'ân'da İsa'yı kadın (Meryem) tarafından
İbrahim'in soyuna katmıştır." Bunu söyledikten sonra İmam, "Ve
onun soyundan Davud'u, Süleyman'ı ..." ayetini okudu, ardından sonraki
ayetin de İsa'ya kadar olan bölümünü zikretti. [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1,
s.367, h: 52]
Tefsir'ul-Ayyâşî'de Ebu Harb'den, o da Ebu'l-Esved'in şöyle dediğini rivayet
eder: Haccac, Yahya b. Ma'mer'e haber göndererek dedi ki:
"Duyduğuma göre, sen Hasan ve Hüseyin'in Peygamber'in soyundan
olduğunu söylüyor muşsun ve bunun kanıtının da Kur'ân'da olduğunu
ileri sürüyormuşsun. Ben Kur'ân'ı baştan sona kadar okudum; fakat
böyle bir kanıta rastlamadım." Yahya b. Ma'mer dedi ki: "Sen En'-âm
Suresi'ni okumadın mı? Orada şöyle deniyor: 'Onun soyundan Davud-
'u, Süleyman'ı...' Bu sıralama Yahya'ya ve İsa'ya kadar devam eder.
Şimdi söyler misin bana, İsa İbrahim'in soyundan değil midir? "
Haccac dedi ki: "Evet bu ayeti okudum." [c.1, s.367, h: 52]
Ben derim ki: Aynı rivayet ed-Dürr'ül-Mensûr tesfsirinde Ebu
Hatem'den, o da Ebu'l-Harb b. Ebu'l-Esved'den aktarılır.
Yine ed-Dürr'ül-Mensûr'da Ebu'ş-Şeyh, Hâkim ve Beyhakî Ab-dulmalik
b.Umeyr'den şöyle rivayet eder: Yahya b. Ma'mer Haccac'ın yanına
girdi. O sırada Hüseyin'den söz etti. Haccac dedi ki: "O Peygamber'in
soyundan değildi." Yahya ona şöyle tepki gösterdi: "Yalan
söylüyorsun." Haccac dedi ki: "O zaman Hüseyin'in Peygamber'in soyu
olduğuna ilişkin bir kanıt göstermen lâzım gelir." Yahya, "Onun soyundan
Davud'u, Süleyman'ı... İsa ve İlyas'ı." ayetini okudu ve şöyle
dedi: "Burada yüce Allah İsa'nın annesi kanalıyla İbrahim'in soyundan
geldiğini haber vermektedir." Haccac dedi ki: "Doğru söylüyorsun."
[c.3, s.28]
Ben derim ki: Alusî, Ruh'ul-Maanî adlı tefsirinde "Ve İsa" ifadesiyle ilgili
olarak diyor ki: "İbrahim'in soyu bağlamında İsa'nın adının
En'âm Sûresi / 91-105 .......................................................................................... 411
zikredilmesi gösteriyor ki, insanın soyunun kapsamına kızlarından
gelen çocuklar da girer. Çünkü İsa'nın İbrahim'e intisabı ancak annesinin
kanalıyla söz konusudur. Fakat buna karşı şöyle bir itirazda bulunulmuştur:
'İsa'nın annesine izafe edilerek zikredilmesini engelleyecek
bir babası olmadığı için, başkalarının anne kanalıyla babalarının
soyundan geldiklerini kanıtlamak için onunla mukayese edilmeleri
yanlış olur. Kur'ân'ın onu anne kanalıyla İbrahim'in soyundan kabul
etmesi babasının olmamasından dolayıdır.' Ama bu yaklaşımın
doğru olmadığı açıktır. Kaldı ki bu konuyla ilgili birtakım ihtilâflar
vardır. Ancak kız çocuğunun çocuklarının da insanın soyunun kapsamına
girdiğini savunanlar bu ayeti kanıt olarak gösterirler. Bazılarının
rivayet ettiğine göre, Musa Kâzım (r) da halife Reşid'in yanında
bu ayeti kanıt olarak göstermiştir." [c.7, s.213]
Tefsir'ul-Kebir'de deniliyor ki: "Ebu Cafer (r) Haccac b. Yusuf'un yanında
bu ayeti ve Mübahele Ayeti'ni kanıt olarak göstermiştir. Resulullah,
'Geliniz, oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım.' ayetinin inmesi
üzerine Hasan ve Hüseyin'i (r) çağırmıştır. Bazılarının iddiasına
göre, bu Hz. Peygamber'e (s.a.v) has bir durumdur. Bizim mezhebe
mensup olanların bu konuyla ilgili fetvaları farklılık arz etmektedir.
Benim kanaatime göre, kız çocuğunun çocukları, insanın soyunun
kapsamına girer." (Tefsir'ul-Kebir'den alıntı burada son buldu.)
el-Menar tefsirinde şöyle deniyor: "Ben derim ki: Bu konuyla ilgili olarak
Buharî'de merfu olarak Ebubekre'den şöyle bir hadis rivayet edilir:
'Bu oğlum seyyittir (liderdir, büyüktür).' Hz. Peygamber bunu söylerken
Hasan'ı kastetmiştir. Araplar oğul kelimesini kız çocuğunun
oğulları anlamında kullanmazlar. Yine Ebu Nuaym'ın Mari-fet'us-Sahabe
adlı eserinde Ömer'den merfu olarak şöyle rivayet edilir: 'Adem-
'in bütün çocukları babalarına nispet edilirler. Fatıma'nın çocukları
hariç. Onların babası ve soyları benim.' Nitekim insanlar da bunu esas
alarak Fatıma'nın (a.s) çocukları için 'Evlâd'ur-Resul', Peygamber-
'in oğulları, soyu ve Ehlibeyti isimlerini kullanmışlardır." (Alıntı burada
son buldu.)
Ben derim ki: Meselede bir karışıklık söz konusudur. Büyük bilginlerden
bazıları bu konuda meseleyi karıştırmış görünüyorlar. Konunun
412 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7
lafzî olduğunu ve dilsel yöntemlerle çözüleceğini sanmışlardır. Öyle ki
bazıları şairin şu sözlerini kanıt olarak ileri sürmüştür:
"Oğullarımız, oğullarımızın oğullarıdır. Kızlarımız;
onların oğulları, uzak adamların oğullarıdır."
Bir diğer kanıt da şairin şu sözleridir:
"İnsanların anneleri kaplardır,
emanet bırakılan. Soylar ise babalarındır."
Hiç kuşkusuz bu yaklaşım yanlıştır. Burada akrabalık sorununun bir
bölümü olarak toplumsal hukukla ilgili bir durumla karşı karşıyayız.
Ümmetler ve uluslar bunun belirlenmesinde, sınırlandırmasında farklı
yaklaşımlar içinde olmuşlardır. Kadın akrabalığın kapsamına girer
mi? Adamın kızlarının çocukları adamın çocukları sayılır mı? Akrabalık
sırf doğumla mı sınırlıdır, yoksa evlâtlıklar da insanın akrabalarının
kapsamına girerler mi? Cahiliye döneminde Araplar kadına doğal
akrabalıktan başka bir statü tanımazlardı. Bunun da etkisi evlilik ve
geçim gibi doğal uygulamalarla sınırlıydı. Kadına mirastan pay vermeyi
vb. hususları öngören kanunî bir akrabalık tanımazlardı. Kız çocuğunun
çocukları ise akraba sayılmazlardı. Ama evlâtlıkların akrabalıklarını
onaylarlardı. Evlâtlıklarını oğulları gibi çağırırlardı. Bunu
yaparken dayanakları dilde böyle bir nitelemeyi haklı kılacak bir örnek
olduğu için değil elbette, bunu kendilerine komşu olan ileri ülkelerden
öğrenmişlerdi. Roma ve İran gibi büyük ülkelerin medenî yasalarından
veya ulusal geleneklerinden almışlardı.
İslâm gelince, evlâtlıkların gerçek akraba gibi algılanmalarına ilişkin
cahiliye anlayışını tamamen geçersiz saydı. Yüce Allah bu konuda
şöyle buyurmuştur: "Evlâtlıklarınızı sizin öz oğullarınız yapmadı."
(Ahzâb, 4) İslâm gelince, kadını akraba statüsüne yükseltti. Buna bağlı
olarak birtakım haklar tanıdı. Kız çocuğunun çocuklarını da insanın
çocuklarının kapsamına aldı. Yüce Allah miras ayetinde şöyle buyuruyor:
"Allah size, evlâtlarınız hakkında şunu tavsiye eder: Erkeğin
payı iki kızın payı kadardır." (Nisâ, 11) Bir diğer ayette de şöyle buyurmuştur:
"Ana-babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından erkeklere
bir pay vardır; ana-babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından
En'âm Sûresi / 91-105 .......................................................................................... 413
kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından gerek çoğundan (fark
etmez)." (Nisâ, 7) Evlenilmesi yasak olan kadınları kapsayan ayette de
şöyle bu-yuruluyor: "Size şunlar haram kılınmıştır: Anlarınız, kızlarınız...
Bunların dışında kalanı... size helâl kılındı." (Nisâ, 23-24) Bu ayetlerde
kız çocuğunun kızı insanın kendi kızı, evlâtları da insanın kendi
evlâtları olarak isimlendirilmiştir ki, bunda en küçük bir kuşku yoktur.
Ayrıca yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yahya, İsa ve İlyas'ı da..."
Burada İsa, İbrahim'in veya Nuh'un soyunun kapsamına alınmıştır.
Oysa her ikisine de ancak anne kanalıyla intisap edebilir.
Ehlibeyt İmamları (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) bu ayeti, evlenilmesi
yasak olan kadınlarla ilgili ayeti ve Mübahele=Lânetleşme Ayeti'ni
kız çocuğunun oğlunun insanın oğlu sayıldığının kanıtı olarak ileri
sürmüşlerdir. Kanıtlama özel bir konu etrafında [Hz. Fatıma-nın çocukları
hakkında] cereyan etmişse de kanıt genel niteliklidir. İmam
Muhammed Bâkır'ın (a.s) gösterdiği bir kanıt daha vardır ki, bunların
tümünden çok daha nettir. el-Kâfi'de müellif kendi rivayet zinciriyle
Abdussamed b. Beşir'den, o da Ebu'l-Carud'dan şöyle rivayet eder:
İmam Bâkır (a.s) dedi ki: "Ey Ebu Carud, Hasan ve Hüseyin'le ilgili olarak
size ne diyorlar?" Dedim ki: "Onların Resulullah'ın oğulları olduklarını
inkâr ediyorlar." Dedi ki: "Peki siz onlara karşı hangi kanıtı
ortaya koyuyorsunuz?" Dedim ki: "Yüce Allah'ın Meryem oğlu İsa'yla
ilgili şu sözlerini kanıt olarak gösteriyoruz: 'Onun soyundan Davud'u,
Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik.
Biz iyilik edenleri işte böyle ödüllendiririz. Zekeriyya, Yahya, İsa
da...' Burada yüce Allah Meryem oğlu İsa'yı Nuh'un soyunun kapsamına
almıştır." Dedi ki: "Peki buna karşı size ne söylüyorlar?" Dedim
ki: "Kız çocuğunun çocuğu bazen insanın evlâtlarından sayılır, ama
sulbünden gelmiş olarak değil.' Dedi ki: "Peki buna karşı hangi kanıtı
ileri sürüyorsunuz?" Dedim ki: "Yüce Allah'ın, Resulü'ne (s.a.a) hitaben
buyurduğu şu ayeti kanıt gösteriyoruz: 'Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı,
kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım.'
[Âl-i İmrân, 61]" Dedi ki: "Buna cevap olarak ne diyorlar?" Dedim
ki: "Diyorlar ki: Arap dilinde bir adamın başkasının oğullarını kastederek,
'oğullarımız' demesinin örnekleri çoktur."
414 .......................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7
İmam Bâkır (a.s) buyurdu ki: "Size Allah'ın kitabından Hasan ve Hüseyin'in
Resulullah'ın soyundan geldiklerini gösteren öyle bir kanıt
sunacağım ki, kâfirlerden başkası onu inkâr etmez." Dedim ki: "Sana
kurban olayım, bu kanıt nerededir?" Buyurdu ki: "Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: 'Size şunlar haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız ve
kız kardeşleriniz...' İmam (a.s) ayeti, 'kendi sulbünüzden olan oğullarınızın
eşleri' bölümüne kadar okudu ve şöyle dedi: "Ey Ebu Carud,
şimdi söyler misin bana, Resulullah'ın Hasan ve Hüseyin'in eşleriyle
evlenmesi caiz olur muydu? Eğer buna, evet, derlerse yalan söylemiş,
büyük bir günah işlemiş olurlar. Eğer, hayır, derlerse bu durumda,
Hasan ve Hüseyin'in Peygamber'in sulbünden olduklarını kabul etmiş
olurlar."1 Buna yakın bir rivayeti Kummî de kendi tefsirinde aktarmıştır.
[c.1, s.209]
Kısacası, mesele dilsel ve lafızla ilgili bir husus değildir. İslâm, kadının
doğal yakınlığını2 da, yasal yakınlığını da gerekli görür. Aynı şekilde
kızların çocuklarının da insanın çocukları olduğunu hükme bağlamıştır.
Yine insanın soyunun erkek tarafından devam edebildiği gibi
kadın tarafından da devam edeceğinin altını çizmiştir. Bunun yanında
evlâtlık yoluyla veya gayri meşru ilişki sonucu doğan bir çocuğun
insanın kendi soyunun kapsamına alınması uygulamasını geçersiz
saymıştır. Hem Şiîlerin, hem de Sünnîlerin Hz. Peygamberden (s.a.a)
rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Çocuk kadının şer'î
kocasına aittir. Zina edenin hakkı ise taştır." Ne var ki dinî gerçekleri
önemsememe eğilimi insanlara bu gerçeği unutturmuştur. Bunun
miras ve evlilik yasağı dışında pek etkinliği görülmemektedir. İslâm-
-------------------
1- [Ravzat'ul-Kâfi, c.8, s.317, h: 501]
2- Doğal yakınlık derken, doğum ve canlı türleri arasında geçerli olan tekvinî veraset
kuralı uyarınca doğum sebebiyle belirginleşen birtakım ilişkileri kastetmi-yoruz. Bilâkis,
bizim bu ifadeyi kullanırken kastettiğimiz, insanın evlâdının kendisine ait olması,
evlâdını himaye etme hakkına sahip olması gibi kural olarak konulurken fazla
bir çabayı gerektirmeyen yasal hükümleri doğuran doğal ilişkilerdir. Bunun tam karşısında
ise, [evlilikten kaynaklanan birtakım haklar gibi] yasalaşması için fazladan
çabayı gerektiren ilişkiler vardır. Hukukçuların terminolojisinde, bu da doğal hükümle
aynı konumdadır.
En'âm Sûresi / 91-105 ............................................................................... 415
'ın ilk dönemlerinde iktidara gelen kişilerin bu tür bir sonucun ortaya
çıkmasında büyük etkileri olduğu göz ardı edilemez bir gerçektir. Tefsirimizin
üçüncü cildinde, evlenilmesi yasak olan kadınlarla ilgili açıklamalar
içeren ayeti incelerken bu konu üzerinde bir ölçüde durmuştuk.
Tefsir'un-Numanî'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Süleyman b. Harun
el-İclî'den şöyle rivayet eder: İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini
duydum: "Bu işin [hilâfet yetkisi] sahibinin hakkı Allah'ın koruması
altındadır. Bütün insanlar ölseler bile, Allah onları getirir, ortaya
çıkarır. Bunlar yüce Allah'ın haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir:
'Eğer onlar, bunları inkâr ederse, biz, bunları inkâr etmeyecek
bir topluluğu bunlara vekil bırakmışızdır.' Bir diğer ayette de onlar
hakkında şöyle buyurmuştur: 'Allah yakında öyle bir toplum getirecektir
ki, O onları sever, onlar da O'nu severler. Müminlere karşı alçak
gönüllü, kâfirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler.' [Mâide, 54]"
Ben derim ki: Bu rivayet, ayetin özel bir duruma uyarlanmasına ilişkin
bir örnek içermektedir.
el-Kâfi'de, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Hamza'dan, o da İmam
Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Yüce Allah Kur'ân'da şöyle buyurmuştur:
'Daha önce de Nuh'u... doğru yola iletmiştik... Eğer onlar,
bunları inkâr ederse, biz, bunları inkâr etmeyecek bir topluluğu bunlara
vekil bırakmışızdır.' Yüce Allah onun ehlibeytinin üstünlerinden,
kardeşlerden ve zürriyetlerden vekiller kılmıştır. İşte yüce Allah'ın şu
sözünde kastedilen budur: 'Eğer onlar, bunları inkâr ederse...' Eğer
senin ümmetin bunları inkâr ederse, biz, senin ehlibeytini senin getirdiğin
dine inanmanın vekilleri kılmışızdır. Onlar bunu ebediyen inkâr
etmezler. Seni görevlendirdiğim imanı zayi ve ihmal etmem.
Senden sonra senin ehlibeytinden, ümmetinin âlimleri, senden sonra
benim işimin sahipleri, içinde yalan, günah, vebal, kibir, böbürlenme
ve riya olmayan ilmin yorumcuları olan kimseler olacaktır." [Ravzat'ul-
Kâfi, c.8, s.119, h: 92]
416 ......................................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.7
Ben derim ki: Ayyâşî bunu ve bundan önceki hadisi mürsel olarak rivayet
etmiştir.1 Bu da önceki gibi uyarlama türüne bir örnek oluşturmaktadır.
el-Mehasin adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle İbn-i Uyeyne'den,
o da İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Bir
gün Ebu Abbas'ın [Mansur Davanikî] yanına gitmiştim. İnsanlar etrafında
kümelenmiş, yerlerini almışlardı. Elini bana uzattı. Önünde de
sofra kurulmuştu. Ben de yanına gitmek için adım attım. Fakat ayağım
sofraya takıldı, böylece yüce Allah'ın bana gelmesini dilediği duruma
düştüm. Allah şöyle buyuruyor: 'Eğer onlar, bunları inkâr ederse,
biz, bunları inkâr etmeyecek bir topululuğu, bunlara vekil bırakmışızdır.'
Bunlar öyle bir kavimdir ki, Allah'a andolsun ki namazı kılarlar,
zekâtı verirler ve Allah'ı çokça anarlar." [el-Mahasin, Kitab'ul-Mâ,
s.588, h: 88]
Ben derim ki: Bu rivayetin özü şudur: İmam (a.s) ayağının istemeden
sofranın bir tarafına takılmasından hayâ duymaktadır. Sanki sofraya
basmayı bir küfran-ı nimet gibi algılamıştır. Böylece, "bunları inkâr
etmeyecek..." ifadesindeki "küfür" sözcüğünü, nankörlüğü de kapsayacak
şekilde genelleştirmiştir.
Nehc'ül-Belâğa'da şöyle deniyor: "Peygamberinizin (s.a.a) hidayetine
uyun; çünkü o, en üstün hidayettir."
Ben derim ki: Bu anlamı ayetlerden açıkça algılayabiliriz.
Tefsir'ul-Kummî'de Hz. Peygamber'in (s.a.a) şöyle buyurduğu rivayet
edilir: "Yol göstericiliklerin en iyisi, en güzeli peygamberlerin yol göstericilikleridir."
1- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.369, h: 57]
En'âm Sûresi / 91-105 .......................................................................................... 417
Dostları ilə paylaş: |