Nisâ Sûresi 85-91
......................................................... 47
85- Kim iyi bir şefaatte bulunursa, onun o şefaat(in doğurduğu
iyilik)ten bir nasibi olur; kim de kötü bir şefaatte bulunursa, şefaat(
in doğurduğu kötü akıbet)ten bir payı olur. Allah her şeye gücü
yetendir, her şeyin koruyucusudur.
86- Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeli ile selâm
verin yahut aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyi
(hakkıyla) hesaplayandır.
87- Allah'tır ki Ondan başka ilâh (tapacak) yoktur. Geleceğinde
şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka bir araya toplayacaktır.
Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?
88- Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?!
Hâlbuki Allah onları, yaptıklarından dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü.
Allah'ın, kötü amelleri sonucu saptırdığını doğru yola iletmek
mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için (doğruya)
hiçbir yol bulamazsınız.
89- Onlar, sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla
eşit olasınız. Onun için Allah yolunda göç etmedikçe onlardan
hiçbirini dost edinmeyin. Eğer (göç etmekten) yüz çevirirlerse, onları
yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün; onlardan dost ve yardımcı
edinmeyin.
90- Ancak sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluma
sığınanlar yahut sizinle veya kendi toplumlarıyla savaşmaktan
yürekleri sıkılarak size gelenler, (bu hükümden) müstesnadır.
Allah dileseydi onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı.
Artık onlar sizden uzak durup da sizinle savaşmazlar ve size barış
teklif ederlerse, (bu durumda) Allah size, onların aleyhinde bir yola
girme hakkı (savaş izni) vermemiştir.
91- Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen
başkalarını da bulacaksınız. Ne var ki fitneye (küfre veya savaşa)
her çağırdıklarında ona dalarlar (dönerler). Eğer sizden uzak
durmaz, barış teklif etmez ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın,
bulduğunuz yerde öldürün. Iþte onlara karşı size apaçık burhan
ve delil verdik.
48 .............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Bu ayetler grubu, önceki grubu bütünleyen bir içeriğe sahiptir.
Çünkü tefsirine başladığımız bu ayetlerin tümünde (85-91) bir
grup müşrikle -yani müşriklerden olan iki yüzlü münafıklarla- girişilen
savaş konu ediliyor. Ayetler üzerinde düşünüldüğü zaman, bunların
müminlere inandıklarını izhar eden, sonra karargâhlarına dönüp
müşriklerin şirk inancına katılan bir grup müşrik hakkında indikleri
anlaşılır. Iþte bunlarla savaşma hususunda Müslümanlarda
bir kuşku uyanır; Müslümanlar arasında, bunların konumları hakkında
değişik görüşler ileri sürülür. Bazıları onlarla savaşmaktan
yana tavır belirlerken, bazıları buna engel olur ve görünürde iman
ettikleri için onların lehinde aracılık yaparlar.
Buna karşılık yüce Allah, onlar hakkında Müslümanların yurduna
hicret etmek ya da Müslümanların kendileriyle savaşacaklarını
bilmek şeklinde iki alternatif sunar ve müminleri bu gibi insanlar
lehine aracılık yapmamak hususunda uyarır.
Bunlara başkaları [Müslümanlarla aralarında antlaşma bulunan
bir topluma sığınanlar ve savaşmaktan yürekleri sıkılanlar],
sonra başkaları [hem Müslümanlardan, hem de kendi toplumlarından
emin olmak isteyenler] katılır ve onlara ya barış ya da savaştan
birine razı olmaları önerilir. Söze başlanırken içeriklerine
özet-giriş yapılarak bir ayette "şefaat" konusuna, bir diğer ayette
de barış önerisiyle ilgisi bulunduğundan "selâmlaşma" konusuna
açıklık getirilir.
"Kim iyi bir şefaatte bulunursa, onun o şefaat(in doğurduğu iyilik)
ten bir nasibi olur." Ayette geçen "nasîb" ve "kifl" sözcükleri aynı
anlama (pay) gelirler. "Şefaat", eksikliği onarma ya da bir meziyeti
giydirme vb. amaca yönelik bir tür aracılık olması hasebiyle, bir
durumu düzeltmeye yönelik bir tür nedensellik niteliğine sahiptir.
Dolayısıyla hakkında şefaat gerçekleşen duruma bağlı olarak belirginleşen
kötü akıbet ve mükâfat, şefaatin kendisi için de söz
konusu olur. Çünkü aracılık edenin ve hakkında aracılık yapılanın
Nisâ Sûresi 85-91 ...................................................... 49
ortak amacı budur. Şu hâlde aracılık yapan kişi, yaptığı aracılığın
doğurduğu hayır veya şerde belli bir pay sahibidir. "Kim iyi bir şefaatte
bulunursa..." ayetinde vurgulanan anlam işte budur.
Bu gerçeğin gündeme getirilmesinde, müminlere yönelik bir
mesaj vardır. Şöyle ki bir şeye aracılık yaparken dikkatli olmaları
uyarısında bulunuluyor; hakkında aracılık yapılan şeyde bir tür kötülük
varsa, bundan uzak durmaları isteniyor. Müşrik kökenli münafıkların
öldürülmemeleri, onlarla savaşılmaması hususunda aracılık
yapmak gibi. Çünkü küçük bir bozgunculuğu kendi hâlinde
bırakmak ve onunla ilgili önlemleri almayı ihmal etmek, onun gelişmesine,
önlenemez bir hâl almasına imkân sağlar. Bu küçük
bozgunculuk gelişir, büyür ve sonuçta yönetimi ele alarak çevreyi
ve nesli mahveder. Şu hâlde ayet, bir tür kötü aracılık yasağı niteliğindedir.
Zalimler, tağutlar, münafıklar ve müşrikler gibi yeryüzünde
bozgunculuk yapan gruplar lehinde aracılık yapmayı yasaklamaktadır.
"Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeli ile selâm verin."
Bu ayette, verilen bir selâmı, ondan daha güzeliyle veya benzeriyle
karşılama emrediliyor. Bu, her türlü selâmı kapsayan genel bir hükümdür.
Ancak ayetlerin genel akışından da anlaşılacağı üzere,
buradaki selâmdan maksat, barış amaçlı verilen bir selâmdır. Yani
bu ayetlerde, Müslümanlara getirilen barış ve uzlaşma önerisinin
ifadesi olarak selâmın verilmesi durumu ile ilintili bir hususa temas
ediliyor.
"Allah'tır ki, Ondan başka ilâh yoktur... kıyamet günü sizi, mutlaka
bir araya toplayacaktır..." Ayetin anlamı açıktır. Bir bakıma, önceki
iki ayetin içeriğini gerekçelendiriyor ve sanki şöyle denmek isteniyor:
İyi ve kötü aracılık hususunda Allah'ın size yüklediği sorumluluğun
gereğini yapın. Size selâm verenin selâmını yüz çevir-mek ve
reddetmek suretiyle geçersiz kılmayın. Çünkü önünüzde bir gün
var ki, Allah sizi o günde bir araya getirecek ve yöneltilen çağrıya
olumlu ya da olumsuz tepki göstermenize dayalı olarak yaptıklarınızın
karşılığını verecektir.
50 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
"Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?! Hâlbuki
Allah onları yaptıklarından dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü..." Ayetin
orijinalinde geçen "fieteyn" kelimesi, "fieh" kelimesinin
tesniyesidir. "Fieh" kelimesi ise taife ve grup demektir. "Erkese"
kelimesinin mastarı olan "irkas" ise, geri çevirme, döndürme anlamına
gelir.
Bu ayet, içeriği bakımından ilk baştaki "Kim iyi bir şefaatte
bulunursa..." giriş ve hazırlık nitelikli ayetin içeriğine ilişkin bir
ayrıntılan-dırma konumundadır. Buna göre şöyle bir anlam çıkıyor
karşımıza: Kötü aracılık, bunu yapan kimseye de sorumluluktan
bir pay yüklediğine göre, ey müminler, size ne oldu da münafıklar
hakkında iki gruba ayrıldınız, iki hizip ve topluluk hâline geldiniz?!
Bir grubunuz, onlarla savaşmaktan yana tavır belirliyor, diğer bir
grubunuz da onlar için aracılık yapmayı, onlara karşı savaşmama
eğilimini teşvik ediyor; onların gelişmesiyle gelişen, onların olgunlaşmasıyla
meyve veren bozgunculuk ağacını görmezlikten gelmeyi
öneriyor. Hâlbuki Allah, daha önce çıktıkları sapıklık çukuruna
gerisingeri göndermiştir onları. Bu, onların istedikleri kötü amellerin
bir sonucudur. Yoksa siz, onlar lehinde aracılık yapmak
suretiyle Allah'ın saptırdığı bu kimseleri doğru yola iletmeyi mi
istiyorsunuz? Oysa Allah'ın saptırdığı kimseyi hidayete erdirmenin
yolu yoktur.
"Allah kimi saptırırsa, artık onun için (dogruya) hiçbir yol bulamazsın."
Burada müminlere yönelik hitaptan, Resulullah'a
(s.a.a) yönelik hitaba geçiş yapılıyor. [Iltifat sanatına baş vuruluyor.]
Bu yöntemle şuna işaret ediliyor: "Onlar hakkında aracılıkta
bulunan müminler bu sözü gereği gibi anlayamazlar. Eğer anlayabilselerdi,
münafıklar lehinde aracılık yapmazlardı." Dolayısıyla onlara
hitap etmekten vazgeçilerek meseleyi en açık, en belirgin
şekliyle kavrayan kişiye, yani Peygambere (s.a.a) hitap ediliyor.
"Onlar, sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit
olasınız..." Bu ifade bir bakıma, "Hâlbuki Allah onları, yaptıklarından
dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü. Allah'ın saptırdıgını dog-
Nisâ Sûresi 85-91 ........................................................ 51
ru yola iletmek mi istiyorsunuz?" ifadesinin açıklaması niteliğindedir.
Dolayısıyla şu anlamı elde etmiş oluyoruz: Onlar inkâr ettiler.
Bununla da kalmayıp sizin de onlar gibi inkâr etmenizi, böylece
eşit düzeye gelmenizi istediler.
Sonra yüce Allah, Allah yolunda hicret edinceye kadar onlarla
dostluk kurulmasını yasaklıyor. Eğer yüz çevirirler (ve hicret etmeye
yanaşmazlarsa) sizin yapacağınız, bulduğunuz yerde onları yakalayıp
öldürmektir; onlarla dost olmaktan, onlara yardım etmekten
kaçınmak-tır. "Eger (göç etmekten) yüz çevirirlerse..." ifadesi,
müminlerin onlara hicret etmeyi önermekle yükümlü olduklarını
göstermektedir. Eğer bu öneriyi kabul ederlerse, müminlerin onlarla
dostluk ilişkilerine girmeleri gerekir; değilse onları öldürmeleri
bir zorunluluk hâlini alır.
"Ancak sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar
yahut sizinle veya kendi toplumlarıyla savaşmaktan yürekleri
sıkılarak size gelenler, (bu hükümden) müstesnadır." Burada yüce Allah
iki grubu, "Eger (göç etmekten) yüz çevirirlerse onları yakalayın,
buldugunuz yerde öldürün." genel hükmünün dışında tutuyor.
Birincisi: "...sıgınanlar..." Yani, onlarla bazı anlaşmalılar arasında
bir ittifak vb. bir durum varsa... Ikincisi: Öldürülmeleri veya başka
etkenler dolayısıyla ne Müslümanlarla, ne de kendi kavimleriyle
savaşmak istemeyenler, dolayısıyla mü-minlerden uzaklaşarak onlara
barış önerisinde bulunanlar; müminlerin lehinde veya aleyhinde
bir tutum sergilemeyenler. Işte bu iki grup biraz önce sözü
edilen genel hükmün dışında tutulmuşlardır.
Ayetin orijinalinde geçen "hasiret sudûruhum" ifadesi, yüreklerin
daralması, sıkılması anlamına gelir.
"Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen
başkalarını da bulacaksınız..." Önceden haber veriliyor ki, siz ileride
başka insanlarla da karşılaşacaksınız. Bunlar, yukarıdaki genel
hükmün dışında tutulan gruplardan ikincisine benzerler. Çünkü
bunlar, hem sizin, hem de soydaşlarının yanında kendilerini güvenceye
almak isterler. Fakat yüce Allah bunların münafıklar ol-
52 ................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
duklarını, verdikleri sözlere ve tarafsızlık iddialarına güvenilemeyeceğini
bildirmektedir.
Bu yüzden, onların dışındaki gruplarla ilgili olarak olumlu bir
ifade tarzıyla, "onlar sizden uzak durup da sizinle savaşmazlar ve
size barış teklif ederlerse..." şeklinde konulan iki şarta karşılık olarak
onlar hakkında; "Eger sizden uzak durmaz, barış teklif
etmez ve sizden el çekmezlerse..." şeklinde olumsuz bir şart ileri
sürülmüştür. Bu, mü-minlerin onlara karşı uyanık olmalarını, tedbirli
davranmalarını öngören bir uyarı niteliğindedir. Ayetin anlamı
bu bakımdan son derece açıktır.
SELÂMIN ANLAMI ÜZERINE
Uygar, ilkel, ilerlemiş ya da geri kalmış gibi kategorilere ayrılan
eski-yeni tüm toplumlar ve kavimler, toplumsal yaşayışları çerçevesinde
bir selâmlaşma geleneğine sahiptirler. Karşılaşma anlarında
bu selâmlaşma biçimiyle tanışırlar, bilişirler. Çeşitli kısımlara
ve türlere göre farklılaşan gruplar, birbirleriyle karşılaşınca başlarıyla
veya elleriyle işaret ederek yahut şapkalarını vs. çıkararak selâmlaşırlar.
Bu durum, toplumsal yaşam üzerinde etkili olan faktörlerin
niteliğine göre değişiklik arz eder.
Ama eğer sen değişik toplumlar düzeyinde yaygın olan değişik
se-lâmlaşma çeşitleri üzerinde düşünürsen, bunların bir tür boyun
eğişe, alçalışa, küçülüşe işaret ettiğini, bu gibi anlamları yansıttığını
görürsün. Bununla aşağıda olan yukarıda olana, düşük olan
onurlu olana, itaat eden itaat edilene, köle olan efendi olana karşı
küçüklüğünü, basitliğini, önemsizliğini ve zelilliğini ifade eder. Kısacası
bu tür selâmlaşmalar, ilkel dönemlerde ve sonrasında toplumlar
arasında rayiç (yaygın) olan köleleştirme tablosunu, kuşkusuz
farklı görüntüleriyle, yansıtır. Bu yüzden söz konusu selâmlaşmaların
itaat edenden başlayıp itaat edilende son bulduğunu,
alçak-düşük olanla açılıp yüksek-onurlu olanda kapandığını görüyoruz.
Şu hâlde bu tür selâmlaşmalar, kölelik düzeninden beslenen
putperestliğin bir ürünüdür.
Nisâ Sûresi 85-91 ........................................................... 53
Bilindiği gibi, Islâm'ın en büyük amacı, putperestliği ve sonunda
putperestliğe gelip dayanan ondan doğan tüm örf, âdet ve gelenekleri
ortadan kaldırmaktır. Bu yüzden, selâmlaşma olgusu
bağlamında da normal bir yol izlemiş; putperestlik yasalarına ve
köleci düzenin kurallarına karşılık bir yasa, bir gelenek geliştirmiştir.
O da insanların birbirlerine "selâm" vermeleri (barış önermeleri)
dir.
Bu, bir anlamda selâm verilen kişiye, haksızlığa saldırıya uğramayacağı
güvencesini vermektir; insanın doğuştan sahip olduğu
fıtrî özgürlüğe dokunulmayacağını ilân etmektir. Bireyleri arasında
dayanışma bulunan bir toplumun ihtiyaç duyduğu ilk şey, insanların
canları, namusları ve malları noktasında ve bu üçüyle ilintili her
hususta karşılıklı olarak birbirlerine güven vermeleridir.
Iþte, yüce Allah'ın her karşılaşmada verilmesini bir kural hâline
getirdiği selâm bu amaca yöneliktir. Ulu Allah konuyla ilgili olarak
şöyle buyuruyor: "Evlere girdiginiz zaman, Allah tarafından bereketli
(hayır kaynagı) ve pek güzel bir yaşama dilegi olarak kendinize
(ev halkına) selâm verin." (Nûr, 61) "Ey inananlar! Kendi evlerinizden
başka evlere, haber verip (geldiginizi fark ettirip) izin
almadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için
daha iyidir; herhâlde (bunu) düşünüp anlarsınız." (Nûr, 27)
Yüce Allah, elçisini de müminlerin efendisi olduğu hâlde, müminlere
selâm verme yönünde eğitmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ayetlerimize
inananlar sana geldiginde, onlara de ki: Size selâm
olsun. Rabbiniz rahmet etmeyi kendi üzerine yazmıştır (gerekli
kılmıştır)." (En'âm, 54) Yine elçisine, müminlerden başkasına da selâm
vermeyi emretmiştir: "Artık sen onlardan yüz çevir ve 'Size
selâm olsun' de. Yakında bileceklerdir." (Zuhruf, 89)
Karşılaşmalarda selâm verme geleneği, cahiliye Arapları arasında
oldukça yaygındı. Cahiliye döneminden kalma şiir ve nesir
gibi belgeler bunun somut kanıtlarıdır. Lisan-ül Arap adlı sözlük kitabında
konuyla ilgili olarak şöyle deniyor: "Cahiliye döneminde
Arapların selâmlaşmaları şöyleydi: Biri arkadaşıyla karşılaşınca
54 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
ona, 'En'im saba-hen=iyi sabahlar' ve 'abeyt-el la'n=cenabınızda
lâneti gerektiren bir durum olmasın' derdi. Bir de 'selâmün
aleyküm' derlerdi. Bu son cümle, barışma işaretiydi; aramızda savaş
yok anlamını ifade ederdi. Sonra yüce Allah Islâm dinini gönderdi
ve karşılaşmalarda 'selâm'la yetinilmesi öngörüldü. Bu selâmlaşma
şeklini yaygınlaştırmaları emredildi." [Lisân-ul Arap'tan
aldığımız alıntı burada son buldu.]
Şu kadarı var ki, yüce Allah Kur'ân'da çok kere Hz. Ibrahim'in
(a.a) kıssası kapsamında da bu ifadeyi aktarır. Bu da tıpkı hac vb.
gibi, "selâm"ın da cahiliye Arapları arasında yaşayan, Ibrahim'in
tevhit esaslı dininin bir kalıntısı olduğuna ilişkin bir kanıttır. Yüce
Allah Hz. Ibrahim'in, babasıyla bir diyalogunda şöyle dediğini aktarır.
"Sana selâm olsun, dedi, senin için Rabbimden magfiret dileyecegim."
(Meryem, 47) "Andolsun ki elçilerimiz (melekler), Ibrahim'e
müjde getirdiler ve 'Selâm (sana)!' dediler, o '(Size de)
selâm' dedi." (Hûd, 69) Bu kıssa, Kur'ân'da birkaç kez anlatılmıştır.
Bunu yüce Allah, kendisi için de bir selâmlaşma ifadesi olarak
birkaç yerde kullanmış ve şöyle buyurmuştur: "Âlemler içinde
Nuh'a selâm olsun." (Sâffât, 79) "Ibrahim'e selâm olsun." (Sâffât,
109) "Musa ve Harun'a selâm olsun." (Sâffât, 120) "Ilyas'a selâm
olsun." (Sâffât, 130) "(Gönderilen bütün) peygamberlere selâm olsun."
(Sâffât, 181)
Yüce Allah bunun, aynı zamanda gözde meleklerinin de selâmlaşma
aracı olduğunu belirtmiştir: "Melekler, tertemiz olarak canlarını
aldıgı kimselere; 'Size selâm olsun' derler." (Nahl, 32) "Melekler
de her kapıdan yanlarına varırlar; 'Sabretmenize karşılık
size selâm olsun.' derler." (Ra'd, 23-24) Yine bunun, cennet halkının
da selâmlaşma aracı olduğunu bildirir: "Oradaki dirlik temennileri
'selâm'dır." (Yûnus, 10) "Orada ne boş bir söz ve ne de günaha sokan
bir laf işitirler. Duydukları söz, yalnız 'selâm, selâm'dır." (Vâkıa,
25-26)
Nisâ Sûresi 85-91 ....................................................... 55
AYETLERIN HADISLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Size bir selâm verildigi zaman..."
ayetiyle ilgili olarak şöyle deniyor: Ali b. Ibrahim kendi tefsirinde
[yani Tefsir-ul Kummî'de] Imam Bâkır (a.s) ve Imam Sadık'tan (a.s)
şöyle rivayet eder: "Ayette geçen 'tahiyyat' kelimesiyle, selâm ve
diğer iyilikler kastedilmiştir." [c.2, s.85, Tahran baskısı]
el-Kâfi'de müellif kendi rivayet zinciriyle Sekuni'den şöyle rivayet
eder: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Selâm vermek isteğe bağlıdır;
ama selâmı almak farzdır, zorunludur." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.644,
h:1]
Yine aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Cerrah el-
Meda-inî'den, o da Imam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Küçük
büyüğe, yürüyen oturana, az olanlar çok olanlara selâm verirler."
[Usûl-ü Kâfi, c.2, s.646, h:1]
Aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Üyeyne1 b.
Mus'ab'ın Imam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini aktarır:
"Az sayıda olan çok sayıda olanlara öncelikle selâm verirler. Atlılar
yayalara, katıra binenler eşeğe binenlere , ata binenler katıra binenlere
selâm verirler." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.646, h:2]
Aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Ibn-i Bükeyir'den, o
da bazı arkadaşlarından, o da Imam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet
eder: Imamı şöyle derken duydum: "Atlı olan yürüyene, yürüyen
oturana selâm verir. Iki topluluk karşılaştığında sayıları az olanlar,
sayıları çok olanlara selâm verirler. Bir kişi bir toplulukla karşılaştığında
o bir kişi topluluğa selâm verir." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.647, h:3]
Ben derim ki: Buna yakın bir hadis, ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde
Beyhaki'den, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Hz. Peygamberden
(s.a.a) rivayet edilmiştir.
Yine el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Imam
Sa-dık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Bir topluluk bir başka topluluğa
1- Bir başka nushaya göre de Anbese b. Mus'ab geçer.
56 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
uğradığında, bir kişinin onlar adına karşı tarafa selâm vermesi yeterlidir.
Yine bir kişi bir topluluğa selâm verdiğinde, onların içinden
bir kişinin onlar adına selâmı alması yeterlidir." [Usûl-ü Kâfi, c.2,
s.647, h:1]
et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed
b. Müslim'den şöyle rivayet eder: "Imam Bâkır'ın (a.s) yanına
gittiğim bir sırada onu namaz kılarken buldum. Es-selâmu aleyke
(selâm üzerine olsun), dedim. O da, es-selâmu aleyke, dedi. Sonra,
nasıl sabahladın? diye sordum. Bana cevap vermedi. Namazı tamamlayınca,
'Bir insan namazdayken selâm alabilir mi?' diye sordum.
Evet, verilen selâma benzeriyle karşılık verir, dedi." [c.2, s.329,
h:1349]
Aynı eserde, müellif kendi isnadıyla Mansur b. Hâzım'dan, o da
Imam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Sen namazdayken
biri sana selâm verirse, gizlice onun selâmını alırsın." [c.2, s.332,
h:1366]
Men la Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, müellif kendi rivayet
zinciriyle Mes'ade b. Sadaka'dan, o da Imam Cafer b. Muhammed'den
(a.s), o da babasından [yani Imam Muhammed Bâkır'-
dan] (a.s) şöyle rivayet eder: "Yahudilere, Hıristiyanlara,
Mecusîlere, putperestlere, içki meclisinde oturanlara, satranç ve
tavla oynayanlara, kadın gibi davranan erkeklere, iffetli kadınlara
iftira atan şairlere selâm vermeyin. Namaz kılan kimseye de selâm
vermeyin. Namaz kılan kimse, selâma karşılık veremez. Çünkü
selâm vermek isteğe bağlı; fakat selâm almak, karşılığını vermek
farzdır. Faiz yiyene, tuvaletteki kimseye, hamamda yıkanana
ve günahkârlığını ifşa eden fasık insana da selâm vermeyin." [c.1,
s.368]
Ben derim ki: Yukarıda sunduğumuz anlamı içeren birçok rivayet
vardır. Daha önce yapılan açıklamalar da göz önünde bulundurulursa,
bu rivayetlerin anlamları daha kolay kavranabilir. Çünkü
selâm, barışı yaygınlaştırmayı, karşılaşan taraflar arasında eşitlik
ve denklik esasına dayalı olarak büyüklenme ve horlamaya karşı
Dostları ilə paylaş: |