El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə3/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48

Nisâ Sûresi 85-91


......................................................... 47

 

85- Kim iyi bir şefaatte bulunursa, onun o şefaat(in doğurduğu



iyilik)ten bir nasibi olur; kim de kötü bir şefaatte bulunursa, şefaat(

in doğurduğu kötü akıbet)ten bir payı olur. Allah her şeye gücü

yetendir, her şeyin koruyucusudur.

 

86- Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeli ile selâm



verin yahut aynısı ile karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyi

(hakkıyla) hesaplayandır.

 

87- Allah'tır ki Ondan başka ilâh (tapacak) yoktur. Geleceğinde



şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka bir araya toplayacaktır.

Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?

 

88- Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?!



Hâlbuki Allah onları, yaptıklarından dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü.

Allah'ın, kötü amelleri sonucu saptırdığını doğru yola iletmek

mi istiyorsunuz? Allah kimi saptırırsa, artık onun için (doğruya)

hiçbir yol bulamazsınız.

 

89- Onlar, sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla



eşit olasınız. Onun için Allah yolunda göç etmedikçe onlardan

hiçbirini dost edinmeyin. Eğer (göç etmekten) yüz çevirirlerse, onları

yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün; onlardan dost ve yardımcı

edinmeyin.

 

90- Ancak sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluma



sığınanlar yahut sizinle veya kendi toplumlarıyla savaşmaktan

yürekleri sıkılarak size gelenler, (bu hükümden) müstesnadır.

Allah dileseydi onları size musallat ederdi de sizinle savaşırlardı.

Artık onlar sizden uzak durup da sizinle savaşmazlar ve size barış

teklif ederlerse, (bu durumda) Allah size, onların aleyhinde bir yola

girme hakkı (savaş izni) vermemiştir.

 

91- Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen



başkalarını da bulacaksınız. Ne var ki fitneye (küfre veya savaşa)

her çağırdıklarında ona dalarlar (dönerler). Eğer sizden uzak

durmaz, barış teklif etmez ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın,

bulduğunuz yerde öldürün. Iþte onlara karşı size apaçık burhan

ve delil verdik.

 

48 .............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

AYETLERIN AÇIKLAMASI



 

Bu ayetler grubu, önceki grubu bütünleyen bir içeriğe sahiptir.

Çünkü tefsirine başladığımız bu ayetlerin tümünde (85-91) bir

grup müşrikle -yani müşriklerden olan iki yüzlü münafıklarla- girişilen

savaş konu ediliyor. Ayetler üzerinde düşünüldüğü zaman, bunların

müminlere inandıklarını izhar eden, sonra karargâhlarına dönüp

müşriklerin şirk inancına katılan bir grup müşrik hakkında indikleri

anlaşılır. Iþte bunlarla savaşma hususunda Müslümanlarda

bir kuşku uyanır; Müslümanlar arasında, bunların konumları hakkında

değişik görüşler ileri sürülür. Bazıları onlarla savaşmaktan

yana tavır belirlerken, bazıları buna engel olur ve görünürde iman

ettikleri için onların lehinde aracılık yaparlar.

 

Buna karşılık yüce Allah, onlar hakkında Müslümanların yurduna



hicret etmek ya da Müslümanların kendileriyle savaşacaklarını

bilmek şeklinde iki alternatif sunar ve müminleri bu gibi insanlar

lehine aracılık yapmamak hususunda uyarır.

 

Bunlara başkaları [Müslümanlarla aralarında antlaşma bulunan



bir topluma sığınanlar ve savaşmaktan yürekleri sıkılanlar],

sonra başkaları [hem Müslümanlardan, hem de kendi toplumlarından

emin olmak isteyenler] katılır ve onlara ya barış ya da savaştan

birine razı olmaları önerilir. Söze başlanırken içeriklerine

özet-giriş yapılarak bir ayette "şefaat" konusuna, bir diğer ayette

de barış önerisiyle ilgisi bulunduğundan "selâmlaşma" konusuna

açıklık getirilir.

 

"Kim iyi bir şefaatte bulunursa, onun o şefaat(in doğurduğu iyilik)



ten bir nasibi olur." Ayette geçen "nasîb" ve "kifl" sözcükleri aynı

anlama (pay) gelirler. "Şefaat", eksikliği onarma ya da bir meziyeti

giydirme vb. amaca yönelik bir tür aracılık olması hasebiyle, bir

durumu düzeltmeye yönelik bir tür nedensellik niteliğine sahiptir.

Dolayısıyla hakkında şefaat gerçekleşen duruma bağlı olarak belirginleşen

kötü akıbet ve mükâfat, şefaatin kendisi için de söz

konusu olur. Çünkü aracılık edenin ve hakkında aracılık yapılanın

 

Nisâ Sûresi 85-91 ...................................................... 49

 

ortak amacı budur. Şu hâlde aracılık yapan kişi, yaptığı aracılığın



doğurduğu hayır veya şerde belli bir pay sahibidir. "Kim iyi bir şefaatte

bulunursa..." ayetinde vurgulanan anlam işte budur.

Bu gerçeğin gündeme getirilmesinde, müminlere yönelik bir

mesaj vardır. Şöyle ki bir şeye aracılık yaparken dikkatli olmaları

uyarısında bulunuluyor; hakkında aracılık yapılan şeyde bir tür kötülük

varsa, bundan uzak durmaları isteniyor. Müşrik kökenli münafıkların

öldürülmemeleri, onlarla savaşılmaması hususunda aracılık

yapmak gibi. Çünkü küçük bir bozgunculuğu kendi hâlinde

bırakmak ve onunla ilgili önlemleri almayı ihmal etmek, onun gelişmesine,

önlenemez bir hâl almasına imkân sağlar. Bu küçük

bozgunculuk gelişir, büyür ve sonuçta yönetimi ele alarak çevreyi

ve nesli mahveder. Şu hâlde ayet, bir tür kötü aracılık yasağı niteliğindedir.

Zalimler, tağutlar, münafıklar ve müşrikler gibi yeryüzünde

bozgunculuk yapan gruplar lehinde aracılık yapmayı yasaklamaktadır.

 

"Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeli ile selâm verin."



Bu ayette, verilen bir selâmı, ondan daha güzeliyle veya benzeriyle

karşılama emrediliyor. Bu, her türlü selâmı kapsayan genel bir hükümdür.

Ancak ayetlerin genel akışından da anlaşılacağı üzere,

buradaki selâmdan maksat, barış amaçlı verilen bir selâmdır. Yani

bu ayetlerde, Müslümanlara getirilen barış ve uzlaşma önerisinin

ifadesi olarak selâmın verilmesi durumu ile ilintili bir hususa temas

ediliyor.

 

"Allah'tır ki, Ondan başka ilâh yoktur... kıyamet günü sizi, mutlaka



bir araya toplayacaktır..." Ayetin anlamı açıktır. Bir bakıma, önceki

iki ayetin içeriğini gerekçelendiriyor ve sanki şöyle denmek isteniyor:

İyi ve kötü aracılık hususunda Allah'ın size yüklediği sorumluluğun

gereğini yapın. Size selâm verenin selâmını yüz çevir-mek ve

reddetmek suretiyle geçersiz kılmayın. Çünkü önünüzde bir gün

var ki, Allah sizi o günde bir araya getirecek ve yöneltilen çağrıya

olumlu ya da olumsuz tepki göstermenize dayalı olarak yaptıklarınızın

karşılığını verecektir.

 

50 ........................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

"Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız?! Hâlbuki



Allah onları yaptıklarından dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü..." Ayetin

orijinalinde geçen "fieteyn" kelimesi, "fieh" kelimesinin

tesniyesidir. "Fieh" kelimesi ise taife ve grup demektir. "Erkese"

kelimesinin mastarı olan "irkas" ise, geri çevirme, döndürme anlamına

gelir.

 

Bu ayet, içeriği bakımından ilk baştaki "Kim iyi bir şefaatte



bulunursa..." giriş ve hazırlık nitelikli ayetin içeriğine ilişkin bir

ayrıntılan-dırma konumundadır. Buna göre şöyle bir anlam çıkıyor

karşımıza: Kötü aracılık, bunu yapan kimseye de sorumluluktan

bir pay yüklediğine göre, ey müminler, size ne oldu da münafıklar

hakkında iki gruba ayrıldınız, iki hizip ve topluluk hâline geldiniz?!

Bir grubunuz, onlarla savaşmaktan yana tavır belirliyor, diğer bir

grubunuz da onlar için aracılık yapmayı, onlara karşı savaşmama

eğilimini teşvik ediyor; onların gelişmesiyle gelişen, onların olgunlaşmasıyla

meyve veren bozgunculuk ağacını görmezlikten gelmeyi

öneriyor. Hâlbuki Allah, daha önce çıktıkları sapıklık çukuruna

gerisingeri göndermiştir onları. Bu, onların istedikleri kötü amellerin

bir sonucudur. Yoksa siz, onlar lehinde aracılık yapmak

suretiyle Allah'ın saptırdığı bu kimseleri doğru yola iletmeyi mi

istiyorsunuz? Oysa Allah'ın saptırdığı kimseyi hidayete erdirmenin

yolu yoktur.

 

"Allah kimi saptırırsa, artık onun için (dogruya) hiçbir yol bulamazsın."

Burada müminlere yönelik hitaptan, Resulullah'a

(s.a.a) yönelik hitaba geçiş yapılıyor. [Iltifat sanatına baş vuruluyor.]

Bu yöntemle şuna işaret ediliyor: "Onlar hakkında aracılıkta

bulunan müminler bu sözü gereği gibi anlayamazlar. Eğer anlayabilselerdi,

münafıklar lehinde aracılık yapmazlardı." Dolayısıyla onlara

hitap etmekten vazgeçilerek meseleyi en açık, en belirgin

şekliyle kavrayan kişiye, yani Peygambere (s.a.a) hitap ediliyor.

 

"Onlar, sizin de kendileri gibi inkâr etmenizi istediler ki, onlarla eşit



olasınız..." Bu ifade bir bakıma, "Hâlbuki Allah onları, yaptıklarından

dolayı (gerisingeri) küfre döndürdü. Allah'ın saptırdıgını dog-

 

Nisâ Sûresi 85-91 ........................................................ 51

 

ru yola iletmek mi istiyorsunuz?" ifadesinin açıklaması niteliğindedir.

Dolayısıyla şu anlamı elde etmiş oluyoruz: Onlar inkâr ettiler.

Bununla da kalmayıp sizin de onlar gibi inkâr etmenizi, böylece

eşit düzeye gelmenizi istediler.

 

Sonra yüce Allah, Allah yolunda hicret edinceye kadar onlarla



dostluk kurulmasını yasaklıyor. Eğer yüz çevirirler (ve hicret etmeye

yanaşmazlarsa) sizin yapacağınız, bulduğunuz yerde onları yakalayıp

öldürmektir; onlarla dost olmaktan, onlara yardım etmekten

kaçınmak-tır. "Eger (göç etmekten) yüz çevirirlerse..." ifadesi,

müminlerin onlara hicret etmeyi önermekle yükümlü olduklarını

göstermektedir. Eğer bu öneriyi kabul ederlerse, müminlerin onlarla

dostluk ilişkilerine girmeleri gerekir; değilse onları öldürmeleri

bir zorunluluk hâlini alır.

 

"Ancak sizinle kendileri arasında antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar



yahut sizinle veya kendi toplumlarıyla savaşmaktan yürekleri

sıkılarak size gelenler, (bu hükümden) müstesnadır." Burada yüce Allah

iki grubu, "Eger (göç etmekten) yüz çevirirlerse onları yakalayın,



buldugunuz yerde öldürün." genel hükmünün dışında tutuyor.

Birincisi: "...sıgınanlar..." Yani, onlarla bazı anlaşmalılar arasında

bir ittifak vb. bir durum varsa... Ikincisi: Öldürülmeleri veya başka

etkenler dolayısıyla ne Müslümanlarla, ne de kendi kavimleriyle

savaşmak istemeyenler, dolayısıyla mü-minlerden uzaklaşarak onlara

barış önerisinde bulunanlar; müminlerin lehinde veya aleyhinde

bir tutum sergilemeyenler. Işte bu iki grup biraz önce sözü

edilen genel hükmün dışında tutulmuşlardır.

Ayetin orijinalinde geçen "hasiret sudûruhum" ifadesi, yüreklerin

daralması, sıkılması anlamına gelir.

 

"Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen



başkalarını da bulacaksınız..." Önceden haber veriliyor ki, siz ileride

başka insanlarla da karşılaşacaksınız. Bunlar, yukarıdaki genel

hükmün dışında tutulan gruplardan ikincisine benzerler. Çünkü

bunlar, hem sizin, hem de soydaşlarının yanında kendilerini güvenceye

almak isterler. Fakat yüce Allah bunların münafıklar ol-

 

52 ................................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

duklarını, verdikleri sözlere ve tarafsızlık iddialarına güvenilemeyeceğini



bildirmektedir.

 

Bu yüzden, onların dışındaki gruplarla ilgili olarak olumlu bir



ifade tarzıyla, "onlar sizden uzak durup da sizinle savaşmazlar ve

size barış teklif ederlerse..." şeklinde konulan iki şarta karşılık olarak

onlar hakkında; "Eger sizden uzak durmaz, barış teklif



etmez ve sizden el çekmezlerse..." şeklinde olumsuz bir şart ileri

sürülmüştür. Bu, mü-minlerin onlara karşı uyanık olmalarını, tedbirli

davranmalarını öngören bir uyarı niteliğindedir. Ayetin anlamı

bu bakımdan son derece açıktır.

 

SELÂMIN ANLAMI ÜZERINE



 

Uygar, ilkel, ilerlemiş ya da geri kalmış gibi kategorilere ayrılan

eski-yeni tüm toplumlar ve kavimler, toplumsal yaşayışları çerçevesinde

bir selâmlaşma geleneğine sahiptirler. Karşılaşma anlarında

bu selâmlaşma biçimiyle tanışırlar, bilişirler. Çeşitli kısımlara

ve türlere göre farklılaşan gruplar, birbirleriyle karşılaşınca başlarıyla

veya elleriyle işaret ederek yahut şapkalarını vs. çıkararak selâmlaşırlar.

Bu durum, toplumsal yaşam üzerinde etkili olan faktörlerin

niteliğine göre değişiklik arz eder.

 

Ama eğer sen değişik toplumlar düzeyinde yaygın olan değişik



se-lâmlaşma çeşitleri üzerinde düşünürsen, bunların bir tür boyun

eğişe, alçalışa, küçülüşe işaret ettiğini, bu gibi anlamları yansıttığını

görürsün. Bununla aşağıda olan yukarıda olana, düşük olan

onurlu olana, itaat eden itaat edilene, köle olan efendi olana karşı

küçüklüğünü, basitliğini, önemsizliğini ve zelilliğini ifade eder. Kısacası

bu tür selâmlaşmalar, ilkel dönemlerde ve sonrasında toplumlar

arasında rayiç (yaygın) olan köleleştirme tablosunu, kuşkusuz

farklı görüntüleriyle, yansıtır. Bu yüzden söz konusu selâmlaşmaların

itaat edenden başlayıp itaat edilende son bulduğunu,

alçak-düşük olanla açılıp yüksek-onurlu olanda kapandığını görüyoruz.

Şu hâlde bu tür selâmlaşmalar, kölelik düzeninden beslenen

putperestliğin bir ürünüdür.

 

Nisâ Sûresi 85-91 ........................................................... 53

 

Bilindiği gibi, Islâm'ın en büyük amacı, putperestliği ve sonunda



putperestliğe gelip dayanan ondan doğan tüm örf, âdet ve gelenekleri

ortadan kaldırmaktır. Bu yüzden, selâmlaşma olgusu

bağlamında da normal bir yol izlemiş; putperestlik yasalarına ve

köleci düzenin kurallarına karşılık bir yasa, bir gelenek geliştirmiştir.

O da insanların birbirlerine "selâm" vermeleri (barış önermeleri)

dir.


 

Bu, bir anlamda selâm verilen kişiye, haksızlığa saldırıya uğramayacağı

güvencesini vermektir; insanın doğuştan sahip olduğu

fıtrî özgürlüğe dokunulmayacağını ilân etmektir. Bireyleri arasında

dayanışma bulunan bir toplumun ihtiyaç duyduğu ilk şey, insanların

canları, namusları ve malları noktasında ve bu üçüyle ilintili her

hususta karşılıklı olarak birbirlerine güven vermeleridir.

Iþte, yüce Allah'ın her karşılaşmada verilmesini bir kural hâline

getirdiği selâm bu amaca yöneliktir. Ulu Allah konuyla ilgili olarak

şöyle buyuruyor: "Evlere girdiginiz zaman, Allah tarafından bereketli



(hayır kaynagı) ve pek güzel bir yaşama dilegi olarak kendinize

(ev halkına) selâm verin." (Nûr, 61) "Ey inananlar! Kendi evlerinizden

başka evlere, haber verip (geldiginizi fark ettirip) izin

almadan ve ev halkına selâm vermeden girmeyin. Bu, sizin için

daha iyidir; herhâlde (bunu) düşünüp anlarsınız." (Nûr, 27)

Yüce Allah, elçisini de müminlerin efendisi olduğu hâlde, müminlere

selâm verme yönünde eğitmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ayetlerimize

inananlar sana geldiginde, onlara de ki: Size selâm

olsun. Rabbiniz rahmet etmeyi kendi üzerine yazmıştır (gerekli

kılmıştır)." (En'âm, 54) Yine elçisine, müminlerden başkasına da selâm

vermeyi emretmiştir: "Artık sen onlardan yüz çevir ve 'Size



selâm olsun' de. Yakında bileceklerdir." (Zuhruf, 89)

 

Karşılaşmalarda selâm verme geleneği, cahiliye Arapları arasında



oldukça yaygındı. Cahiliye döneminden kalma şiir ve nesir

gibi belgeler bunun somut kanıtlarıdır. Lisan-ül Arap adlı sözlük kitabında

konuyla ilgili olarak şöyle deniyor: "Cahiliye döneminde

Arapların selâmlaşmaları şöyleydi: Biri arkadaşıyla karşılaşınca

 

54 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

ona, 'En'im saba-hen=iyi sabahlar' ve 'abeyt-el la'n=cenabınızda



lâneti gerektiren bir durum olmasın' derdi. Bir de 'selâmün

aleyküm' derlerdi. Bu son cümle, barışma işaretiydi; aramızda savaş

yok anlamını ifade ederdi. Sonra yüce Allah Islâm dinini gönderdi

ve karşılaşmalarda 'selâm'la yetinilmesi öngörüldü. Bu selâmlaşma

şeklini yaygınlaştırmaları emredildi." [Lisân-ul Arap'tan

aldığımız alıntı burada son buldu.]

 

Şu kadarı var ki, yüce Allah Kur'ân'da çok kere Hz. Ibrahim'in



(a.a) kıssası kapsamında da bu ifadeyi aktarır. Bu da tıpkı hac vb.

gibi, "selâm"ın da cahiliye Arapları arasında yaşayan, Ibrahim'in

tevhit esaslı dininin bir kalıntısı olduğuna ilişkin bir kanıttır. Yüce

Allah Hz. Ibrahim'in, babasıyla bir diyalogunda şöyle dediğini aktarır.



"Sana selâm olsun, dedi, senin için Rabbimden magfiret dileyecegim."

(Meryem, 47) "Andolsun ki elçilerimiz (melekler), Ibrahim'e



müjde getirdiler ve 'Selâm (sana)!' dediler, o '(Size de)

selâm' dedi." (Hûd, 69) Bu kıssa, Kur'ân'da birkaç kez anlatılmıştır.

Bunu yüce Allah, kendisi için de bir selâmlaşma ifadesi olarak

birkaç yerde kullanmış ve şöyle buyurmuştur: "Âlemler içinde

Nuh'a selâm olsun." (Sâffât, 79) "Ibrahim'e selâm olsun." (Sâffât,

109) "Musa ve Harun'a selâm olsun." (Sâffât, 120) "Ilyas'a selâm



olsun." (Sâffât, 130) "(Gönderilen bütün) peygamberlere selâm olsun."

(Sâffât, 181)

 

Yüce Allah bunun, aynı zamanda gözde meleklerinin de selâmlaşma



aracı olduğunu belirtmiştir: "Melekler, tertemiz olarak canlarını

aldıgı kimselere; 'Size selâm olsun' derler." (Nahl, 32) "Melekler

de her kapıdan yanlarına varırlar; 'Sabretmenize karşılık

size selâm olsun.' derler." (Ra'd, 23-24) Yine bunun, cennet halkının

da selâmlaşma aracı olduğunu bildirir: "Oradaki dirlik temennileri



'selâm'dır." (Yûnus, 10) "Orada ne boş bir söz ve ne de günaha sokan

bir laf işitirler. Duydukları söz, yalnız 'selâm, selâm'dır." (Vâkıa,

25-26)


 

Nisâ Sûresi 85-91 ....................................................... 55

 

AYETLERIN HADISLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Size bir selâm verildigi zaman..."

ayetiyle ilgili olarak şöyle deniyor: Ali b. Ibrahim kendi tefsirinde

[yani Tefsir-ul Kummî'de] Imam Bâkır (a.s) ve Imam Sadık'tan (a.s)

şöyle rivayet eder: "Ayette geçen 'tahiyyat' kelimesiyle, selâm ve

diğer iyilikler kastedilmiştir." [c.2, s.85, Tahran baskısı]

el-Kâfi'de müellif kendi rivayet zinciriyle Sekuni'den şöyle rivayet

eder: Resulullah (s.a.a) buyurdu ki: "Selâm vermek isteğe bağlıdır;

ama selâmı almak farzdır, zorunludur." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.644,

h:1]


 

Yine aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Cerrah el-

Meda-inî'den, o da Imam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Küçük

büyüğe, yürüyen oturana, az olanlar çok olanlara selâm verirler."

[Usûl-ü Kâfi, c.2, s.646, h:1]

 

Aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Üyeyne1 b.



Mus'ab'ın Imam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet ettiğini aktarır:

"Az sayıda olan çok sayıda olanlara öncelikle selâm verirler. Atlılar

yayalara, katıra binenler eşeğe binenlere , ata binenler katıra binenlere

selâm verirler." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.646, h:2]

 

Aynı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Ibn-i Bükeyir'den, o



da bazı arkadaşlarından, o da Imam Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet

eder: Imamı şöyle derken duydum: "Atlı olan yürüyene, yürüyen

oturana selâm verir. Iki topluluk karşılaştığında sayıları az olanlar,

sayıları çok olanlara selâm verirler. Bir kişi bir toplulukla karşılaştığında

o bir kişi topluluğa selâm verir." [Usûl-ü Kâfi, c.2, s.647, h:3]

Ben derim ki: Buna yakın bir hadis, ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde

Beyhaki'den, o da Zeyd b. Eslem'den, o da Hz. Peygamberden

(s.a.a) rivayet edilmiştir.

 

Yine el-Kâfi adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Imam



Sa-dık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Bir topluluk bir başka topluluğa

1- Bir başka nushaya göre de Anbese b. Mus'ab geçer.

 

56 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

uğradığında, bir kişinin onlar adına karşı tarafa selâm vermesi yeterlidir.



Yine bir kişi bir topluluğa selâm verdiğinde, onların içinden

bir kişinin onlar adına selâmı alması yeterlidir." [Usûl-ü Kâfi, c.2,

s.647, h:1]

 

et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Muhammed



b. Müslim'den şöyle rivayet eder: "Imam Bâkır'ın (a.s) yanına

gittiğim bir sırada onu namaz kılarken buldum. Es-selâmu aleyke

(selâm üzerine olsun), dedim. O da, es-selâmu aleyke, dedi. Sonra,

nasıl sabahladın? diye sordum. Bana cevap vermedi. Namazı tamamlayınca,

'Bir insan namazdayken selâm alabilir mi?' diye sordum.

Evet, verilen selâma benzeriyle karşılık verir, dedi." [c.2, s.329,

h:1349]

 

Aynı eserde, müellif kendi isnadıyla Mansur b. Hâzım'dan, o da



Imam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Sen namazdayken

biri sana selâm verirse, gizlice onun selâmını alırsın." [c.2, s.332,

h:1366]

 

Men la Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, müellif kendi rivayet



zinciriyle Mes'ade b. Sadaka'dan, o da Imam Cafer b. Muhammed'den

(a.s), o da babasından [yani Imam Muhammed Bâkır'-

dan] (a.s) şöyle rivayet eder: "Yahudilere, Hıristiyanlara,

Mecusîlere, putperestlere, içki meclisinde oturanlara, satranç ve

tavla oynayanlara, kadın gibi davranan erkeklere, iffetli kadınlara

iftira atan şairlere selâm vermeyin. Namaz kılan kimseye de selâm

vermeyin. Namaz kılan kimse, selâma karşılık veremez. Çünkü

selâm vermek isteğe bağlı; fakat selâm almak, karşılığını vermek

farzdır. Faiz yiyene, tuvaletteki kimseye, hamamda yıkanana

ve günahkârlığını ifşa eden fasık insana da selâm vermeyin." [c.1,

s.368]

 

Ben derim ki: Yukarıda sunduğumuz anlamı içeren birçok rivayet



vardır. Daha önce yapılan açıklamalar da göz önünde bulundurulursa,

bu rivayetlerin anlamları daha kolay kavranabilir. Çünkü

selâm, barışı yaygınlaştırmayı, karşılaşan taraflar arasında eşitlik

ve denklik esasına dayalı olarak büyüklenme ve horlamaya karşı

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin