Nisâ Sûresi 105-126 ........................................................... 119
120 .................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
105- Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin
diye sana kitabı hak ile indirdik; hainlerin savunucusu
olma!
106- Ve Allah'tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.
107- Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma
(onları savunma); çünkü Allah hainlikte ileri giden günahkâr birini
sevmez.
108- Insanlardan gizleniyorlar (utanıyorlar) da Allah'tan
gizlenmiyorlar (utanmıyorlar). Hâlbuki geceleyin, O'nun razı olmadığı
sözü düşünüp kurarlarken O, onlarla beraberdir. Allah, onların
yaptıkları her şeyi kuşatıcıdır.
109- Haydi siz dünya hayatında onlara taraf çıkıp savundunuz,
ya kıyamet günü Allah'a karşı onları kim savunacak yahut onlara
kim vekil olacak?!
110- Kim de bir kötülük yapar yahut nefsine zulmeder de sonra
Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve esirgeyici
bulur.
111- Kim bir günah kazanırsa, onu ancak kendi aleyhine kazanmış
olur. Allah bilendir, hikmet sahibidir.
112- Kim bir hata veya günah işler de sonra onu bir suçsuzun
üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah
yüklenmiş olur.
113- Allah'ın sana lütuf ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir
grup seni şaşırtıp saptırmağa yeltenmişti. Fakat onlar sadece
kendilerini şaşırtıp saptırırlar; sana hiçbir zarar veremezler. Allah
sana kitabı (vahyi) ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri
öğretti. Allah'ın lütfu sana gerçekten büyüktür.
114- Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur. Yalnız
sadaka yahut iyilik ya da insanların arasını düzeltmeyi emreden
hariç. Kim Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla bunu yaparsa, biz
ona yakında büyük mükâfat vereceğiz.
Nisâ Sûresi 105-126
................... 121
115- Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygambere
karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola uyarsa,
onu gittiği yönde yürütür ve cehennemde yakarız. Orası ne kötü
bir varış yeridir!
116- Çünkü Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz;
bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah'a ortak koşan
kimse, gerçekten koyu bir sapıklığa düşmüştür.
117- Onlar Allah'ın dışında etkileri olmayan edilgen tanrılardan
başkasına tapmazlar ve hiçbir hayırla ilişkisi olmayan Şeytandan
başkasına tapmazlar.
118- Allah onu lânetlemiş, o da demişti ki: "Elbette senin kullarından
belirli bir pay alacağım.
119- Onları mutlaka saptıracağım, muhakkak onları boş kuruntulara
boğacağım, kesinlikle onlara emredeceğim de hayvanların
kulaklarını yaracaklar, şüphesiz onlara emredeceğim de Allah-
'ın yarattıklarını değiştirecekler." Kim Allah'ı bırakır da Şeytanı
dost edinirse, elbette apaçık bir ziyana uğramıştır.
120- (Şeytan) onlara söz verir ve onları ümitlendirir; hâlbuki
Şeytanın onlara söz vermesi, aldatmacadan başka bir şey değildir.
121- Işte onların varacağı yer cehennemdir; ondan kaçıp kurtulacak
bir yer de bulamayacaklardır.
122- İnanıp iyi işler yapanları da, altından ırmaklar akan cennetlere
yerleştireceğiz. Orada sürekli kalacaklardır. Bu, Allah'ın
gerçek vaadidir ve Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?
123- (İş) ne sizin kuruntularınızla, ne de Ehlikitab'ın kuruntularıyla
olmaz. Kim bir kötülük yaparsa, onunla cezalandırılır ve kendisi
için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulur.
124- Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak birtakım
iyi işler yaparsa, işte onlar cennete girerler ve onlara çekirdek
kırıntısı kadar bile zulmedilmez.
125- Iyilik yaparak kendini Allah'a teslim eden ve Ibrahim'in
hanîf (Allah'ı bir tanıyan) dinine tâbi olan kimseden din bakımın-
122 ......... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
dan daha iyi kim vardır? Allah Ibrahim'i dost edinmiştir.
126- Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır ve Allah her
şeyi kuşatmıştır.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
Ayetlerin üzerinde düşündüğümüz zaman, bir akış bütünlüğüne
sahip olduğunu; yargıda adalet ilkesini gözetmeyi tavsiye etme
amacına yönelik olduğunu; yargıç ve hakimin, kim olurlarsa olsunlar
yargısında ve hükmünde haksızlara eğilim göstermesini ve hak
sahiplerine haksızlık etmelerini yasaklamayı hedeflediğini görürüz.
Bu söylediğimiz konulara da, ayetlerin indiği ortamda yaşanan
kimi olaylara işaret edilerek ve bununla ilintili olarak konuyu yakından
ilgilendiren dinsel hakikatlerden, bunların vazgeçilmezliğinden,
uyulmalarının zorunluluğundan söz edilerek ve müminlerin
dikkati, "Din ancak hakikattir, isim değil. Hak ismini taşımak değil,
hakka riayet etmek yarar verir." evrensel gerçeğine çekilerek
değinilmiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla bu kıssa, şu ayette işaret edilen bir olayla
ilgilidir: "Kim bir hata ya da günah işler de sonra onu bir suçsuzun
üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve açık bir günah
yüklenmiş olur." Bu ayet gösteriyor ki, o dönemde suçsuz insanların
üzerine yıkılabilecek türden hırsızlık, adam öldürmek, başkasının
malını telef etmek veya zarar vermek gibi suçlar işleniyordu ve
bu tür suçları işleyenlerin Hz. Peygamberi (s.a.a) hüküm vermede
yanıltmaya yeltenmeleri de ihtimal dâhilindeydi. Fakat Allah onu,
bu gibi art niyetli insanların saptırma girişimlerine karşı korumuştur.
Bundan da anlaşılıyor ki, ayetler grubunun başlarındaki şu
ifadelerde de bu kıssaya işaret ediliyor: "Hainlerin savunucusu olma...",
"Insanlardan gizleniyorlar (utanıyorlar)...", "Haydi siz onları
savununuz..." Gerçi hainlik, genelde emanetlerle ilgili olarak gün-
Nisâ Sûresi 105-126 ................... 123
deme gelen bir durumdur; ancak burada, "Allah hainlikte ileri giden
günahkâr birini sevmez. Insanlardan gizleniyorlar (utanıyorlar)..."
ifadesini tefsir ederken vurgulayacağımız gibi, hırsızlık gibi
bir durumla ilgili olarak kullanılmıştır. Burada gözetilen husus ise
şudur: Müminler bir nefis gibidirler. Içlerinde birine ait olan maldan,
başkaları da gözetme ve dokunulmaz oluşu noktasında sorumludur.
Diğer müminler de o malı korumak ve kollamakla yükümlüdür.
Dolayısıyla müminlerden bazılarının diğer bazısının malına
yönelik bir tecavüzde bulunması, kendilerinden yine kendilerine
yönelik bir ihanet konumundadır.
Ayetler üzerinde biraz daha düşündüğümüz zaman, kıssa biraz
daha canlanır zihnimizde ve şöyle bir tablo beliriyor gözümüzün
önünde: Bazıları birilerinin malını çalmışlar. Meselâ Resulullah'a
(s.a.a) götürülüyor. Bu sırada hırsız, suçsuz birini itham ediyor, suçu
onun üzerine atıyor. Hırsızın akrabaları da kendi lehlerine bir
hüküm çıkarması için Peygambere (s.a.a) ısrarla yalvarıp rica ediyorlar.
O kadar ileri gidiyorlar ki, hükmün suçsuz kişinin aleyhine
çıkması yolunda Resulullah'ı (s.a.a) yanıltmak için aşırı çaba gösteriyorlar.
Bunun üzerine ayetler iniyor ve yüce Allah, haksız yere
suçlanan kişiyi aklıyor.
Bu bakımdan ayetler, iniş sebepleri bağlamında rivayet edilen
Ebu Tu'ma b. Ubeyrik'in hırsızlığı kıssasıyla ilginç bir örtüşme arz
etmektedir. Daha önce defalarca söylediğimiz gibi, rivayet edilen
iniş sebepleri ile ilgili hikayeler, genelde kaynaklarda aktarılan
kıssaların uygun bir Kur'ân ayetine uyarlanması şeklinde değerlendirilmiştir.
Bu ayetlerden ayrıca Peygamberimizin (s.a.a) verdiği hükümlerin
hüccet oluşu ve onun bu açıdan masum olduğu anlaşılıyor. Bunun
yanında diğer bazı gerçeklere de işaret ediliyor ki, inşallah
bunları da açıklayacağız.
"Allah'ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye
sana kitabı hak ile indirdik." İnsanlar arasında hükmetmek deyince,
insanın aklına gelen ilk şey, insanların yargı işleriyle ilgili çe-
124 ........ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
kişmeleri ve ihtilaflarını verilecek hüküm aracılığı ile gidermektir.
Yüce Allah, kitabın (Kur'ân'ın) indirilişinin amacı olarak insanlar
arasında hükmetmeyi göstermiştir. Bu bakımdan tefsirini sunduğumuz
ayetin içeriğiyle, daha önce ayrıntılı bir şekilde ele aldığımız,
"Insanlar bir tek ümmetti, sonra Allah müjdeleyici ve uyarıcı
olarak peygamberleri gönderdi. Insanlar arasında anlaşmazlıga
düştükleri konularda hüküm vermeleri için onlarla beraber hak
içerikli kitapları da indirdi..." (Bakara, 213) ayetinin içeriği arasında
benzeşme vardır.
Dolayısıyla, özel bir meseleyle ilgili olan "Allah'ın sana
gösterdigi... sana kitabı hak ile indirdik." ayeti, genel nitelikli olan
"İnsanlar bir tek ümmetti..." ayetine benzemektedir. Ancak
tefsirini sunduğumuz ayette ek bir husus daha var. O da
Resulullah'a (s.a.a) hüküm yetkisi tanıması, görüşünü ve bakışını
hüccet olarak görmesidir. Çünkü hükmetme yani, yargılayıp
karara bağlama ve dava konusunu sonuçlandırma gibi bir hususta
hakimin ve yargıcın (Peygamberin) dava konusuyla ilgili olarak
genel hükümlere ve bütünsel yasalara ilişkin bilgiye sahip
olmasının yanında kendi görüşünü yürütmesi, bildiğini
uygulamaya geçirmesi gereklidir. Çünkü hükümlerin genelini ve
insanların haklarını bilmekle, dava konusu olan meseleyi, ilgili
yasaya tatbik ederek hükme bağlamak farklı şeylerdir.
Şu hâlde, "Allah'ın sana gösterdigi şekilde insanlar arasında
hükmedesin diye..." ifadesinde geçen "gösterdiği" tabiriyle kastedilen
husus, görüş oluşturma ve hükmü tanımlamadır, bazılarının
ihtimal verdiği gibi hükümleri ve yasaları öğretme değildir.
Dolayısıyla, ayetlerin akışından algıladığımız kadarıyla ayette
anlatılan husus şudur: Allah sana kitabı indirdi; hükümlerini, şeriatını
ve hüküm vermesini öğretti ki, sana bahşettiği, icat ettiği görüşü
ve tanıttığı hükmü buna ekleyerek insanlar arasında hükmedesin,
böylece aralarındaki ihtilafları çözüme kavuşturasın.
"Hainlerin savunucusu olma." Bu ifade, bundan önceki haber
cümlesine ("hükmedesin") atfedilmiştir. Çünkü bu cümle de ger-
Nisâ Sûresi 105-126 ................................................. 125
çekte inşa (emir) anlamını içerir. Yani, sanki şöyle denilmiştir: "Insanlar
arasında hükmet ve hainlerin savunucusu olma." Ayette
geçen "hasîm" kelimesi, bir davayı ve onunla ilgili hükmü savunan
kimse demektir. Burada Peygamberimizin (s.a.a), kendisinden
haklarını isteyenlerin aleyhine olmak üzere hainleri savunması ve
davaya taraf olanlardan haklı olanların haklarını geçersiz kılması
yasaklanıyor.
"Hainlerin savunucusu olma." ifadesinin, Peygamberimize
(s.a.a) yönelik olarak hükmetmeye ilişkin genel bir emir niteliğinde
olan önceki ifadeye atfedilmesiyle şöyle bir sonuç da elde etmek
mümkündür: Ayette geçen hainlikten maksat, başkalarının
hakkına tecavüz etmemesi gereken bir kimsenin başkalarının
haklarına yönelik her türlü saldırıda bulunmasıdır; salt emanet edilen
bir şeye ihanet etmek değil. Gerçi, bir hususun gözetilmesinden
dolayı, özel nitelikli bir ifade daha genel bir ifadeye atfedilebilir,
ancak üzerinde durduğumuz konu böyle bir husustan uzak gibidir.
Bu konuya ilerde değineceğiz.
"Ve Allah'tan mağfiret iste. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
Ayetlerin akışından belirginleştiği kadarıyla, bu ayette
geçen "mağfiret"ten maksat, yüce Allah'tan insanın doğasında
mevcut bulunan başkasının haklarını çiğneme, nefsin tutkulu arzularına
eğilim gösterme imkânını örtmesini ve bundan dolayı bağışlamasını
istemektir. Daha önce defalarca vurguladığımız gibi "af"
ve "mağfiret" kelimeleri Kur'ân-ı Kerim'de farklı olgularla ilgili olarak
kullanılır ve bu farklı olguların ortak noktası ise "günah" nitelikli
oluşlarıdır. Bir şekilde haktan sapmak yani.
Şu hâlde ayeti -gerçi Allah doğrusunu herkesten daha iyi bilir-
şu şekilde anlamlandırabiliriz: Sakın hainleri savunma, onlara eğilim
gös-terme. Bu kararlılığında başarılı olmayı Allah'tan dile. Nefsini
onların ihanetlerini savunmaktan alıkoymasını ve nefsinin tutkulu
arzularının etkisi altına girmesini önlemesini iste.
Bunun kastedildiğinin kanıtı, ayetlerin akışı içinde yer alan şu
ifadedir: "Allah'ın sana lütuf ve rahmeti olmasaydı, onlardan bir
126 ....... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
grup seni şaşırtıp saptırmaya yeltenmişti. Fakat onlar sadece
kendilerini şaşırtıp saptırırlar; sana hiçbir zarar veremezler."
Çünkü ayet kesin bir dille, onların Hz. Peygamberin (s.a.a) duygularını
batılı tercih etme, onu hakkın üzerine geçirme yönüne doğru
harekete geçirmek amacıyla var güçlerini harcamalarına karşın
ona hiçbir zarar veremeyeceklerini ifade etmektedir.
Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a) her türlü zarara karşı ilâhî
güvence altındadır. Allah daima onu korumaktadır. O hâlde, Hz.
Peygamber (s.a.a) hükmederken asla zulmetmez, zorbalığa eğilim
göstermez, nefsin tutkulu arzularına göre hareket etmez. Hz. Peygamber
(s.a.a) insanlar arasında hükmederken güçlü ile zayıfı,
dost ile düşmanı, mümin ile zımmî kâfiri, yakın ile uzağı birbirinden
ayırt ederek hareket etseydi bu, Kur'ân'ın yerdiği zorbalığın,
zulmün ve nefsin hevası-na eğilim göstermenin bir göstergesi olurdu.
Şu hâlde yüce Allah'ın ona mağfiret dilemeyi emretmesi, vebal
ve sorumluluk nedeni olan bir günahın ondan sâdır olduğunu ya
da onun açısından övünç vesilesi olmayacak bir tutum sergilemek
üzere olduğunu göstermez. Tersine burada maksat, yüce Allah'tan
kendisini nefsin tutkularına karşı üstün getirmesini istemesidir. Bu
açıdan onun masum olması, Allah'ın koruması altına alınmasıyla
birlikte Rabbine muhtaç olduğu ve Allah'tan müstağni olmadığı da
kuşkusuzdur. Çünkü Allah ne dilerse onu yapar.
Burada sözü edilen masumiyetin (koruma altında olmanın) etkinlik
alanı itaat ve isyan, övülen ya da yerilen amellerdir, objeler
dünyasında olup bitenler değil. Diğer bir ifadeyle, ayetlerin akışı,
Hz. Peygamberin (s.a.a) nefsin tutkulu arzularına tâbi olma ve batıla
eğilim gösterme hususunda güvence altında olduğunu göstermektedir.
Ama öte yandan, Peygamberimiz (s.a.a); "Şahit getirmek
iddia sahibine, yemin etmek de inkâr edene aittir." gibi kendi
koyduğu zahirî yargı kural ve yasalarını esas alarak hükmetmesinin,
daima realitede hakka tesadüf etmesi ve sürekli olarak haklı
tarafın galip gelmesi ve haksızınsa iddiasında mağlup olması ile
Nisâ Sûresi 105-126 ........................ 127
sonuçlanması, bu ayetlerden çıkarılamaz. Ayetlerin, bu yasalar sayesinde
devamlı hakkın haklıya verildiği sonucuyla ilgili olmadığı
apaçık ortadadır.
Kaldı ki, zahirî yasaların kapasitesi, insanı kesin olarak böyle
bir sonuca ulaştırmaya yetmez. Çünkü bir nevi alamet ve nişanelerden
ibaret olan zahirî yasalar, yalnız genel olarak hak ile batılı
birbirinden ayırır, daima değil. Genelde olan bir şeyi daimi gibi algılamanın
bir anlamının olmadığı ise açıktır.
Yukarıdaki açıklamadan hareketle, bazı müfessirlerin "Allah'-
tan magfiret iste." ifadesiyle ilgili olarak yaptıkları şu değerlendirmenin
yanlışlığını anlıyoruz. Diyorlar ki: "Yüce Allah, ona mağfiret
dilemeyi emretti; çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) ayette işaret edilen
haini savunmaya ve onu görmezlikten gelmeye eğilim göstermişti.
Çünkü söz konusu hainin akrabaları, onu savunmasını ve
Yahudi'ye karşı ona destek olmasını istemişlerdi."
Fakat bu değerlendirme doğru değildir. Çünkü bu anlama göre,
onlar Peygamberimizi (s.a.a) bu miktar eğilim göstermesiyle bile
yanıltmışlar ve üzerinde olumsuz yönde etki bırakmışlardır. Oysa
yüce Allah, [ayetlerin devamında, "Sana hiçbir zarar veremezler."
buyurarak] her türlü zararı ondan uzaklaştırmıştır.
"Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma." Bir görüşe
göre, bu ayette hainlik niteliğinin nefse (kendilerine) nispet
edilişi, sorumluluğun ve vebalin sonuçta ona dönük olmasından ya
da her günahın nefse yönelik bir zulüm sayılması gibi ona yönelik
bir hıyanet sayılması dolayısıyladır. Nitekim yüce Allah bir ayette
şöyle buyurmuştur: "Allah, sizin kendinize hıyanet etmekte oldugunuzu
bildi." (Bakara, 187)
Ancak, Kur'ân'ın genel söyleminin de yardımıyla ayetten şöyle
bir sonuç da elde edebiliriz: Müminler bir tek nefis gibidirler. Içlerinden
birinin malı tümünün malı gibidir. Tümü o malı kaybolmaktan,
telef olmaktan korumakla yükümlüdür. Dolayısıyla bazılarının
hırsızlık benzeri bir yöntemle diğer bazısının malına tecavüz etme-
128 ............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
si, kendilerine hıyanet ve kötülük etmek olarak değerlendirilmiştir.
"Çünkü Allah, hainlikte ileri giden günahkâr birini sevmez."
ifadesi, söz konusu hainlerin ihanetlerinde süreklilik olduğunu
gösteriyor. "Esîm=günahkâr" ifadesi de bunu destekliyor. Çünkü
"esîm", anlam itibariyle "âsim"den daha vurgulayıcıdır. Bunun nedeni
"esîm"in, değişmezliğe delâlet eden sıfat-ı müşebbehe kalıbından
olmasıdır.
Kaldı ki, "Kendilerine hainlik edenler..." ifadesi de süreklilik
anlamı içerir. Aynı şekilde "hâinîn=hainler" kelimesi de sürekliliği
ifade ediyor. Çünkü, "Daha önce Allah'a da hainlik etmişlerdi de
Allah onlara karşı sana imkân ve kudret vermişti." (Enfâl, 7) ayetinde
de görüldüğü gibi [hainlik ifadesinin fiil kalıbında kullanıldığı
gibi], bu ayette "lillezîne hânu=onlar ki hıyanet ettiler" ifadesi gibi
bir fiil ifade yerine, vasıf (hâninin=hainler) kullanımı esas
alınmıştır.
Bu ve benzeri karinelerden -nüzul sebebini de göz önünde bulundurarak-
hareketle ayetin anlamının şu şekilde belirginleştiğini
görürüz: "Onları savunma, onlardan yana çıkıp uğraşma! Çünkü
onlar hainlikte ısrar ediyorlar, aşırı gidiyorlar, günahkârlıkta kalıcıdırlar.
Allah ise hainlikte ileri giden, durmadan günah işleyen kimseleri
sevmez." Bu değerlendirme, ayetlerin Ebu Tu'me b. Ubeyrik
hakkında indiğine ilişkin rivayeti destekler mahiyettedir. Ileride
buna da değineceğiz.
Nüzul sebebini göz ardı ettiğimizde ise, şöyle bir anlam çıkıyor
karşımıza: Yargılamalarında hainlikte ısrar edenleri, bu tutumlarını
sürekli bir tavır hâline getirenleri [hainliği meslek edinenleri] savunma.
Çünkü Allah hainlikte ileri giden günahkâr birini sevmez.
Allah hainliğin çoğunu sevmediği gibi azını da sevmez. Azını sevmesi
mümkün olsaydı, hainliğin çoğunu sevmesi de mümkün olurdu.
Böyle olduğuna göre, yüce Allah, hainliğin çoğunu savunmayı
yasakladığı gibi, azını savunmayı da yasaklamıştır. Fakat bir
kimse bir hususta hainlik edip de bir başka hususta haklı olarak
münazaaya taraf olursa, böyle birini savunmanın sakıncası olma-
Nisâ Sûresi 105-126 ......................... 129
dığı gibi, yasak da değildir. "Hainlerin savunucusu olma..." ayetinden
buna ilişkin bir yasak çıkmaz.
"İnsanlardan gizleniyorlar da Allah'tan gizlenmiyorlar." Bu ifade de
daha önce, ayetler grubunun tamamının (105-126) aynı akışa tâbi
olduklarına ve tek bir kıssa ile ilgili olarak nazil olduklarına ilişkin
olarak yaptığımız değerlendirmenin doğruluğunun bir diğer kanıtıdır.
Nitekim şu ifadede de buna işaret ediliyor: "Kim bir hata veya
günah işler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa..." Çünkü
"giz-lenmek" ancak başkalarının üzerine atılabilecek hırsızlık vb.
gibi fiiller açısından söz konusu olabilir. Böylece kesin olarak anlaşılıyor
ki, tefsirini sunduğumuz bu ve bundan önceki ayetlerin işaret
ettikleri husus, "Kim bir hata veya günah işler de sonra onu bir
suçsuzun üzerine atarsa..." ayetinde işaret edilen hususun aynısıdır.
Allah'tan gizlenmek insanın gücü dâhilinde değildir. Çünkü
yerde ve gökte Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. Bunun karşı tarafı
da, yani gizlenememek de güç dâhilinde olmayan zorunlu bir olgudur.
Güç dâhilinde olmadığına göre, kınama ve ayıplama konusu
yapılamaz. Oysa ayetin zahirinden de anlaşıldığı gibi onlar bu
gizlenmelerinden dolayı kınanıyorlar.
Fakat öyle anlaşılıyor ki, ayette "gizlenme" kelimesi, "utanma"
dan kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü, "Allah'tan
gizlenmiyorlar." ifadesi, önce "Hâlbuki geceleyin, O'nun razı olmadıgı
sözü düşünüp kurarlarken O, onlarla beraberdir." ifadesiyle
kayıtlandırılmış; böylece onların geceleyin, yerilen bu hıyanetten
kendilerini temize çıkarmak için çare yolu bulmaya çalıştıklarına
ve bu bağlamda Allah'ın razı olmadığı sözü düzüp kurduklarına işaret
edilmiş, ardından da ikinci kez, "Allah, onların yaptıkları her
şeyi kuşatıcıdır." ifadesiyle kayıtlandırılmıştır.
Bu ikinci kayıt da gösteriyor ki, yüce Allah işledikleri suçla ilgili
durum da buna dâhil olma üzere, onlarla ilgili her durumu kuşatmıştır.
"Oysa O, onlarla beraberdir." ve "Allah... kuşatıcıdır." ifadeleriyle
getirilen kayıt, özelden sonra genelle kayıtlamaya örnek o-
Dostları ilə paylaş: |