El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


"Buna gücü yetmeyen kimsenin... oruç tutması lâzımdır."



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə5/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48

"Buna gücü yetmeyen kimsenin... oruç tutması lâzımdır." Köle azat

etmeye gücü yetmeyen yani. Çünkü lafız olarak bu ["tahrîr=köle

azat etmek"] "lem yecid=gücü yetmeyen" fiiline daha yakındır.

Böyle birinin iki ay peş peşe oruç tutması gerekir.

"Allah tarafından tövbesinin kabulü için..." Yani oruç tutmanın gerekliliğine

ilişkin hüküm, Allah'tan köle azat etme imkânına sahip

 

68 .......... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

olmayan kimseye yönelik tövbenin kabulünün, ilâhî şefkat ve



merhametin ona yönelmesinin göstergesidir. Bu aynı zamanda cezayı

hafifletmenin mantığına da uygundur. Şu hâlde bu hüküm,

güç yetiremeyen kimseye yönelik bir hafifletmedir.

Bunun yanında, "tevbe" sözcüğünün keffaret olarak ayette sözü

edilen hususların tümüne dönük bir kayıt olması da mümkündür.

Bununla, "Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin



bir köle azat etmesi..." diye başlayan ifadeyi kastediyorum. Bu açıdan

ifadeyi şu şekilde anlamlandırabiliriz: Yanlışlıkla adam öldüren

kimse için keffaret vermesinin yasallaştırılması, yaptığı işin

kesin sonuçlarıyla ilgili Allah'ın rahmetiyle ona dönüşünün ve ona

inayet etmesinin göstergesidir. Böylece artık kendini kontrol etmeli

ve bir daha adam öldürmeye yeltenmemelidir. Bu bakımdan ifadeyi

şu ayete benzetebiliriz: "Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara,

179)


 

Aynı zamanda bu hüküm, yüce Allah'tan topluma yönelik bir

tövbe kabulü ve inayettir de. Çünkü bir ferdini kaybettikten sonra,

özgürlüğüne kavuşmuş bir başkasını kazanıyor. Bunun yanı sıra

öldürülen kişinin ailesinin uğradığı maddî kayıp da ödenen diyetle

telafi ediliyor.

 

Buradan da anlaşılıyor ki Islâm, özgürlüğü hayat, köleliği de bir



tür öldürülme olarak değerlendiriyor. Bireyinin varlığının ortalama

menfaatini de, eksiksiz bir diyet [bin dinar veya on bin dirhem yahut

bin deve] şeklinde kabul ediyor. Ilerdeki bölümlerde bu husus

üzerinde etraflıca duracağız.

 

Yanlışlıkla adam öldürme veya taammüden adam öldürme,



köle azat etme ve diyet ödeme, öldürülen kişinin ailesi ve antlaşma

gibi ayette sözü edilen hususların somut bir şekilde belirlenmesi,

sünnet ve hadislerin alanına girer. Bunlara ilişkin detaylı bilgi

isteyenler fıkıh kaynaklarına başvurabilirler.

 

"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası... cehennemdir." Ayetin



orijinalindeki "müteammid" kelimesinin mastarı olan "ta-ammüd"

kelimesi, bir fiili taşıdığı unvanıyla bilinçli bir şekilde ve kas-

 

Nisâ Sûresi 92-94 .............................................................. 69

 

tederek işlemek anlamına gelir. Isteğe bağlı olarak işlenen bir fiil



[ihtiyarî bir iş], taşıdığı unvanı kastetmeksizin olmaz. Dolayısıyla

bir fiilin birden fazla unvanı olması caizdir. Bu bakımdan bir fiilin

bir açıdan kasten, bir diğer açıdan da yanlışlıkla işlenmiş olması

mümkündür.

 

Örneğin, av hayvanı olduğunu sanarak bir karartıya ateş açan



kimse, gerçekte bir insan olan bu karartıyı öldürürse, av açısından

taammüden, insan açısından da bu fiili yanlışlıkla işlemiş olur. Aynı

şekilde, bir kimse birine terbiye etmek amacıyla bastonla vurur

ve o kimse ölürse, onu yanlışlıkla öldürmüş olur. Dolayısıyla bir

mümini kasten öldüren kimse, işlediği fiille bir mümini öldürmeyi

amaçlayan, onu öldüreceğini ve onun mümin olduğunu bilen kimsedir.

Yüce Allah, kasten bir mümini öldüren kimsenin cezasını oldukça

ağır tutmuş, onun ebediyen ateşte kalacağını belirtmiştir.

Ancak "Allah, kendisine ortak koşulmasını bagışlamaz." (Nisâ, 48)

ayetine ilişkin değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi, bu ayet; aynı

şekilde "Allah bütün günahları bagışlar." (Zümer, 53) ayeti, bu ayete

yönelik bir sınırlandırma olarak algılanabilirler. Şu hâlde bu ayet,

ebedî ateş cezasıyla tehdit ediyor; ancak kesinlik ifade etmek bakımından

o kadar net değildir. Dolayısıyla kişinin tövbe etmesi veya

şefaate uğraması suretiyle bağışlanması mümkündür.

 

"Ey inananlar! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi araştırın,



ayırt edin." Ayette geçen "darabtum" kelimesinin mastarı olan

"darb" kelimesi, yeryüzünde dolaşmak, yolculuk yapmak demektir.

Bunun, "Allah yolunda" olmakla kayıtlandırılması, cihat amacıyla

sefere çıkmanın kastedildiğine delâlet eder. Yine ayette geçen

"tebeyyenû" kelimesi, ayırt etmek demektir. Bundan maksat

da mümin olanla kâfir olanı birbirinden ayırmadır. [Kimin kim olduğunu

araştırıp anlamadır.] "ve size selâm verene... 'Sen mümin

degilsin' demeyin." ifadesi, buna ilişkin bir ipucudur. "Selâm verme"

ile, müminlerin aralarındaki selâmlaşma kastedilmiştir.

Bazı kıraatlere göre, ayetin orijinalinde geçen "limen elka

 

70 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

ileyku-m'us-selâme=size selâm verene" ifadesi, "limen elka



ileykum'us-sele-me" şeklinde okunmuştur. Bu durumda maksat,

teslim olup barış önerme olur.

 

"Dünya hayatının geçici menfaati" ile mal ve ganimet peşinde

koşma kastedilmiştir. "Allah katında birçok ganimetler vardır."

ifadesinde geçen "meğanim" kelimesi, "meğnem"in çoğuludur ve

ganimet anlamına gelir. Yani, Allah katındaki ganimetler, peşinden

koştukları dünya ganimetlerinden daha iyidir. Çünkü Allah katındaki

ganimetler, hem daha çok, hem de kalıcıdırlar. Dolayısıyla

onları tercih etmeniz gerekir.

 

"Önceden siz de öyleydiniz; ama Allah size lütufta bulundu. O hâlde



araştırıp ayırt etmede pek dikkatli olun..." Yani siz de bu niteliğe sahiptiniz.

Dünya hayatının geçici menfaatini gözetiyordunuz. Iman

etmeden önceki durumunuz böyleydi. Allah size lütfetti, iman aracılığıyla

ilginizi dünyanın geçici menfaatlerinden, Allah katındaki

çok sayıdaki ganimetlere çevirdi. Böyle olduğuna göre, sizin de iyice

araştırıp mümini kâfirden ayırt etmede pek dikkatli olmanız gerekmektedir.

Araştırma yönündeki emrin ["tebeyyenû" kelimesinin]

iki defa tekrarlanması, konuyla ilgili hükmü pekiştirmek amaçlıdır.

Ayet, öğüt ve bir ölçüde kınama anlamını içeriyorsa da, zahiren

bir müminin kasten öldürülmesi olarak beliren bu olayı, taammüden

öldürmek olarak değerlendirdiği yönü açık değildir.

Bundan da anlıyoruz ki, bazı müminler, yanlışlıkla kendilerine selâm

veren müşriklerden bazı kimseleri öldürmüşler. Çünkü öldüren

kişi onların gerçek mümin olmadıklarını ve can korkusuyla

iman ettiklerini söylediklerini sanmıştır. Işte ayet böyle yapanları

ayıplıyor ve Islâm'ın zahiri esas aldığını, kalplerin durumunu ise latîf

ve habîr olan Allah'a bıraktığını vurguluyor.

 

Buna göre, "dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek"



ifadesi, cümlede durumun gereğini bildirme konumundadır. Yani,

size iman ettiğini açıklayan kişiyi, durumuna bakmadan, gerekli

araştırmayı yapmadan öldürmeniz, mal ve ganimet peşinde ko-

 

Nisâ Sûresi 92-94 .......................... 71

 

şan, dolayısıyla en küçük bir menfaat karşılığında iman ettiğini



söyleyen kimseleri öldürenlerin durumuna benzer. Böyle insanlar

arada geçerli bir gerekçe olmadığı hâlde, mazeret olarak gösterebileceği

küçük bir gerekçe ile iman ettiğini söyleyenleri öldürebilirler.

Işte müminler, iman etmeden önce bu durumdaydılar; dünya

ve dünyanın geçici metasından başka bir şey amaçlamıyorlardı.

Fakat Allah kendilerine iman nimetini bahşettikten, Islâm dinini

lütfettikten sonra, bu gibi durumlarda iyice araştırıp anlamaları,

cahiliye ahlâkına ve hâlâ zihinlerindeki cahiliye kalıntılarına uyarak

bu tür bir yanlışlığa düşmemeleri gerekir.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

ed-Dürr-ül Mensûr'da, "Yanlışlıkla olması dışında, bir müminin



bir mümini öldürmesi caiz degildir." ayeti ile ilgili olarak Ibn-i

Cerir'in Ikrime'den şöyle naklettiği rivayet edilir: "Amir b.

Luveyoğul-larından Haris b. Yezid b. Nubeyşe, Ebu Cehil'le birlikte

Ayyâş b. Ebu Rebia'ya işkence ederdi. Sonra Haris Hz.

Resulullah'ın (s.a.a) yanına gitmek üzere Mekke'den ayrıldı, hicret

etti. Harra denilen yerde Ay-yâş'la karşılaştı. Ayyâş, onun kâfir olduğunu

sanarak kılıcını çekip öldürdü. Sonra gelip olayı

Resulullah'a (s.a.a) haber verdi. Bunun üzerine, "Yanlışlıkla olması



dışında, bir müminin bir mümini öldürmesi caiz degildir." ayeti

indi. Peygamberimiz (s.a.a) ayeti ona okuduktan sonra, kalk ve bir

köle azat et, dedi."

 

Ben derim ki: Bu rivayet başka kanallardan da aktarılmıştır.



Bazısında, Ayyâş'ın onu Mekke'nin fethinin gerçekleştiği gün öldürdüğü

belirtiliyor. Buna göre Ayyâş o güne kadar müşrikler tarafından

zincire vurulmuştu ve ona işkence ediyorlardı. Işte müşriklerin

elinden kurtulduğu o gün, Müslüman olan Haris ile karşılaştı.

Ama onun Müslüman olduğunu bilmediğinden onu orada öldürdü.

Ancak bizim yukarıda yer verdiğimiz Ikrime kanalıyla gelen rivayet

daha tutarlı ve Nisâ suresinin iniş tarihine daha uygun düşmekte-

 

72 ............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

dir.


Taberî kendi tefsirinde Ibn-i Zeyd'den ayetin Ebu Derda hakkında

indiğini rivayet eder. Buna göre, Ebu Derda bir müfrezede

görevliydi. Bir dereye yönelerek ihtiyacını gidermek istedi. Orada

koyunlarını güdmekte olan bir adamı gördü. Kılıcını çekerek adama

saldırdı. Adam, "Lâ ilâhe illallah" dediyse de, Ebu Derda kılıcıyla

onun işini bitirdi. Sonra koyunları alarak arkadaşlarının yanına

döndü. Ama yüreğinde yaptığına karşılık bir rahatsızlık hissediyordu.

Sonunda Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek olayı ona bildirdi.

Bunun üzerine söz konusu ayet indi. [c.5, s.129, Mısır baskısı]

Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Ruyani, Ibn-i Mende ve Ebu

Nuaym, Bekir b. Harise-i Cuheni'den ayetin onun (Bekir b. Harise)

hakkında indiğini rivayet ederler. Çünkü o da Ebu Derda'nınkine

benzer bir kıssa ile karşılaşmıştı.

 

Ancak bu rivayetler, her hâlükârda olayların ayete uyarlanmasına



örnek oluşturmaktadırlar.

 

et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b.



Said'den, o da rivayetlerinde esas kabul ettiği adamları aracılığıyla

İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: Resulullah (s.a.a)

buyurdu ki: "Köle azat etmeyi gerektiren her yerde henüz dünyaya

gelmiş bulunan bir köle çocuğu azat etmek caizdir. Fakat adam

öldürmenin keffareti başka. O konuda yüce Allah, 'mümin bir köle

azat etmesi... gereklidir.' buyurmuştur. Bununla erişkin bir kişi

kastedilmiştir..." [c.8, s.320, h:03/1187]

 

Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Musa b. Cafer'den (a.s) şöyle rivayet



edilir: Ona; "Bir kölenin mümin olduğu nasıl anlaşılır?" diye sorulur.

Cevapta buyurur ki: "Fıtrat esas alınarak anlaşılır." [c.1, s.263,

h:220]

 

Men lâ Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, İmam Sadık'tan (a.s)



şirk diyarında oturan ve Müslümanlar tarafından öldürülen bir

Müslümanın durumu karşısında bunu öğrenen İmamın ne yapması

lazım gelir? diye soruldu, o şu cevabı verdi: "Onun yerine mümin

bir köleyi azat eder. 'Eger (yanlışlıkla öldürülen,) mümin olmakla

 

Nisâ Sûresi 92-94 ............................... 73

 

beraber size düşman olan bir topluluktan ise...' ayetinde bu anlatılıyor."

Ben derim ki: Bu hadisin bir benzerini Ayyâşî de rivayet etmiştir.1

"Onun yerine mümin bir köleyi azat eder." ifadesi, azat etmenin

daha önce de değindiğimiz gibi, gerçekte özgür (köle olmayan)

Müslümanların sayısının artması amacına yönelik olduğuna ilişkin

bir işarettir. Çünkü, öldürülme yoluyla sayılarında bir eksilme olmuştur.

Bundan şu sonucu çıkarabiliriz: Keffaret olayında, mutlak olarak

köle azat etmenin öngörülmesi, günah yoluyla özgür insanların

sayısında bir eksilme meydana geldiğinden, günahkâr olmayan birinin

özgür olarak onlara eklenmesiyle dengenin korunması, açığın

kapatılması öngörülmüştür. Bu inceliği okuyucuların kavraması

gerekir.

 

el-Kâfi adlı eserde İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet



edilir: "Bir adam iki ay peş peşe oruç tutmakla yükümlüyse, birinci

ayda orucunu bozsa veya hastalansa, oruçlarını yenilemesi gerekir.

Ama eğer birinci ayı tamamlayıp ikinci aydan da birkaç gün

tutmuşsa, sonra bir özürden dolayı orucunu bozmuşsa, sadece kaza

etmesi gerekir." [Füru-u Kâfi, c.4, s.139, h:7]

 

Ben derim ki: Başka âlimlerin de dediği gibi, "kaza etmesi gerekir."



ifadesinden maksat, geri kalan oruçlarını tamamlamasıdır.

Bu an-lam ise, orucun iki ay peş peşe oluşundan çıkarılmıştır.

el-Kâfi adlı eserde ve Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Sadık'tan (a.s)

şöyle rivayet edilir: İmama, bir mümini kasten öldüren müminin

tövbesi kabul olur mu? diye soruldu. Buyurdu ki: "Eğer onu mümin

olduğu için öldürmüşse, tövbesi kabul olmaz. Şayet öfke veya herhangi

dünyevî bir sebepten dolayı öldürmüşse, onun tövbesi, ona

kısas uygulanmasıdır. Şayet onun katil olduğu bilinmezse, kendisi

maktulun velilerine gider ve suçunu itiraf eder. Eğer maktulun veli-

1- [c.1, s.265, h:230]

 

74 .............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

leri onu affeder, öldürmezlerse, onlara diyet vermesi gerekir. Bunun



yanında, Allah'a yönelik tövbenin bir ifadesi olarak bir köleyi

azat etmesi, peş peşe iki ay oruç tutması ve altmış yoksulu doyurması

da zorunludur." [Füru-u Kâfi, c.7, s.286, h:2 ve Tesir-ul Ayyâşî, c.1,

s.267, h: 239]

 

et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Sefatic'den,



o da İmam Sadık'tan (a.s), "Her kim bir mümini kasten

öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacagı cehennemdir." ayetiyle

ilgili olarak şöyle rivayet eder: "Yani, onun cezası cehennemdir;

tâbi eğer Allah onu cezalandırırsa." [c.10, s.165, h:658]

Ben derim ki: Bu anlamı destekleyen bir rivayeti, ed-Dürr-ül

Mensûr tefsirinde Taberanî ve başkaları tarafından Ebu

Hüreyre'den, o da Peygamberimizden (s.a.a) aktarmıştır. Bu rivayetler,

yukarıda da değindiğimiz gibi, ayetlerin kapsadığı incelikleri

içeriyorlar. Adam öldürme ve kısas uygulaması ile ilgili çok sayıda

hadis vardır. Dileyen hadis kaynaklarına başvurabilir.

Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Her kim bir mümini kasten öldürürse



cezası, içinde ebediyen kalacagı cehennemdir..." ayetiyle

ilgili olarak şöyle deniyor: "Bu ayet Makîs b. Dabbabet-el Kenanî

hakkında indi. O, kardeşi Hişam'ı öldürülmüş olarak

Neccaroğulları kabilesinin bölgesinde bulmuştu. Gidip bu olayı

Resulullah'a (s.a.a) anlattı. Resu-lullah Kays b. Hilâl Fihrî'yi de yanına

vererek Benî Neccar kabilesine gönderdi ve şöyle dedi:

'Neccaroğullarına de ki: Eğer Hişam'ı öldürenin kim olduğunu biliyorsanız,

onu kardeşine teslim edin ki, kardeşinin öcünü alsın. Eğer

bilmiyorsanız, ona diyetini ödeyin.' Fihrî Peygamberimizin mesajını

iletti. Onlar da diyeti ödediler."

 

"Makîs Fihrî ile birlikte olduğu hâlde geri dönünce şeytan içine



bir vesvese verdi: 'Kardeşinin öcünü almadan diyet almış olmakla

bir şey yapmış olmuyorsun. Bununla yetinirsen, insanların dilinden

kurtulamazsın. Seninle beraber olan bu adamı öldür. Böylece ona

karşılık can almış olursun. Aldığın diyet de fazladan sana kalır.'

Şeytanın vesvesesine kanan Makîs arkadaşını bir kaya parçasıyla

 

Nisâ Sûresi 92-94 .................................. 75

 

vurarak öldürdü. Sonra bir deveye bindi ve kâfir olarak Mekke'ye



döndü. Ardından durumunu şu şiirle tasvir etti:

"Kardeşime karşılık Fihrî'yi öldürdüm ve kan bedelini de,

Fari bölgesinin sahibi Neccaroğullarından aldım.

Hem intikamımı aldım, hem de rahat uyuyabildim.

Ve ben putlara dönen ilk kişi oldum."

"Bunu haber alan Resulullah buyurdu ki: 'Ne Harem dışında,

ne de Harem bölgesinde ona eman vermeyeceğim.' Bu olayı,

Dahhak ve bir grup müfessir rivayet etmiştir." [Mecma-ul Beyan'-

dan aldığımız alıntı burada sona erdi.]

 

Buna yakın bir hadis Ibn-i Abbas, Said b. Cübeyr ve başkalarından



da rivayet edilmiştir.

 

Tefsir-ul Kummî'de, "Ey inananlar! Allah yolunda savaşa çıktıgınız



zaman..." ayeti ile ilgili olarak şöyle deniyor: "Bu ayet,

Resulul-lah'ın (s.a.a) Hayber Savaşından dönüşünden sonra

Üsame b. Zeyd'i bir suvari birliği ile Fedek bölgesindeki bazı Yahudi

köylerine göndererek onları Islâm'a davet etmesi üzerine indi.

Bu köylerin birinde Mirdas b. Nehik el-Fedeki adında bir adam vardı.

Resulullah'ın (s.a.a) gönderdiği süvari birliğinin geldiğini fark

edince, ailesini ve mallarını alarak dağ tarafında bir yerde durup,

'Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve enne Muham-meden Resulullah' diyerek

Üsame'yi karşılamağa koyuldu. Ancak Üsa-me b. Zeyd,

(Mirdas'ın şehadet getirmesini duyduğu hâlde geldi ve) bir mızrak

darbesiyle onu öldürdü."

"Resulullah'ın (s.a.a) yanına döndüğünde bunu haber verdi.

Resu-lullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: 'Allah'tan başka bir ilâh olmadığına

ve benim Allah'ın resulü olduğuma şahadet eden bir adamı

mı öldürdün?' Dedi ki: 'Ya Resulallah, o bunu öldürülmekten

kurtulmak için söyledi.' Resulullah (s.a.a) ona şöyle dedi: Sen, ne

onun kalbinin üzerindeki perdeyi araladın, ne diliyle söylediğini

kabul ettin, ne de içinde olanları bildin. [Peki bütün bunlara rağmen

onu ne diye öldürdün?]"

 

76 .......... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

"Bunun üzerine Üsame b. Zeyd bir daha 'Eşhedu enlâ ilâhe illallah



ve enne Muhammeden Resulullah' diyen birini öldürmemeye

yemin etti. Bu yüzdendir ki, Emir-ül Müminin Hz Ali'nin (a.s) kimi

gruplara karşı başlattığı savaşlara katılmadı. Işte 'Size selâm verene,

dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, 'Sen mümin

degilsin' demeyin...' ayeti onun bu olayı üzerine indi."

Ben derim ki: Bu anlamı içeren bir hadisi Taberî kendi tefsirinde

Süddi'den rivayet eder. Ayetin iniş sebebine ilişkin birçok rivayet

de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer alır. Bunların birinde, mezkur

olayın Mikdat b. Esved'in, diğer birinde Ebu Derda'nın, bir başkasında

da Mahlem b. Cessame'nin başından geçtiği belirtilir. Bir

diğerinde ise, katil ve maktulün adları verilmeyerek kıssa üstü kapalı

olarak sunulur.

Ne var ki, Üsame b. Zeyd'in bu yemini ve Hz. Ali'nin (a.s)

savaşlarına katılmadığı ve böylece ona mazeretini bildirdiği,

bilinen ve tarih kitaplarında zikredilen bir konudur. Yine de Allah

doğrusunu herkesten daha iyi bilir.

 

Nisâ Sûresi 95-100 ............................................................. 77



 

95- Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- (savaşa katılmayıp)

oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler

bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece

bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de (sevabın)

en güzelini vaat etmiştir; ama Allah mücahitleri, oturanlardan

üstün kılarak onlara büyük bir ecir vermiştir.

 

78 .............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

96- Kendi katından dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir

(onlara). Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.

 

97- Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken; "Ne



yapmakta idiniz!" derler. Bunlar, "Biz yeryüzünde çaresiz ve zayıf

bırakılmış (mustazaf)lar idik." diye cevap verirler. Me-lekler de, "Allah'ın

yeri geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz ya!" derler. Işte

onların varacağı yer cehennemdir; orası ne kötü bir varış yeridir!

 

98- Ancak erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz



olup zayıf bırakılanlar, hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve hiçbir yol

bulamayanlar müstesnadır.

 

99- Işte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedici ve



bağışlayıcıdır.

 

100- Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok



yer ve genişlik (bolluk ve imkân) bulur. Kim Allah ve Resulü

uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse,

artık onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı

ve esirgeyicidir.

 

AYETLERIN AÇIKLAMASI



 

"Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- (savaşa katılmayıp) oturanlarla,



malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz."

Ayetin orijinalinde geçen "darar" kelimesi, cihat ve savaş yükümlülüğünü

engelleyecek şekilde vücutta körlük, topallık ve hastalık

gibi bir noksanlığın bulunması demektir. Mal ile cihat etmekten

maksat, din düşmanlarına karşı zafer kazanmak için malın Allah

yolunda harcanmasıdır. Can ile cihat ise, savaş demektir.



"Allah hepsine de (sevabın) en güzelini vaat etmiştir." ifadesi

gösteriyor ki, "oturanlar"dan maksat, başkalarının cihada çıkmasının

yeterli geldiğinden, kendilerine ihtiyaç duyulmayan koşullarda

cihada çıkmayıp savaşı terk eden ve evlerinde kalanlardır. Şu

hâlde, tefsirini sunduğumuz bu ayet, insanları cihada teşvik etme

 

Nisâ Sûresi 95-100 ............................................ 79

 

ve bu sorumluluğu yerine getirme hususunda yarışmaya sevk etme



amacına yöneliktir.

 

Buna ilişkin bir kanıt, yüce Allah'ın önce özür sahiplerini istisna



etmesi, sonra oturanlarla cihada çıkanların bir olmadıklarına

hükmetmesidir. Oysa özür sahipleri de tıpkı oturanlar gibi, Allah

yolunda savaşan mücahitlerle aynı düzeyde değildirler. Yüce Allah-

'ın, özür sahibi olduklarından dolayı, savaşa katılmayanların uğradıkları

zarar ve kaybettikleri sevabı, iyi niyetlerine [yani, "Keşke

sağlam olsaydık da biz de onlarla beraber savaşsaydık" arzularına]

karşılık verdiği sevapla karşıladığını, telafi ettiğini söylesek bile,

kuşku yok ki cihat, şahadet veya Allah düşmanlarını yenilgiye

uğratmak, Allah yolunda savaşan mücahitlerin başkalarından üstün

ve ayrıcalıklı kılınması için bir meziyettir, bir fazilettir.

Kısacası bu ayet, müminleri savaşa teşvik etmeye, onları harekete

geçirmeye yöneliktir; hayırlar, faziletler ve değerler uğruna

yarışmaları için içlerindeki iman ruhunu uyandırmayı amaçlamaktadır.

"Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan

üstün kılmıştır." Bu cümle, "bir olmaz" hükmünün bir gerekçesi

konumundadır. Bu yüzden atıf edatı veya başka bir bağlaçla

iki cümle birbirine bağlanmamıştır. Ayette geçen "derece"den

maksat, mertebe ve konumdur. "Dereceler" ise, mertebe üstüne

mertebe anlamını ifade eder.

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin