"Buna gücü yetmeyen kimsenin... oruç tutması lâzımdır." Köle azat
etmeye gücü yetmeyen yani. Çünkü lafız olarak bu ["tahrîr=köle
azat etmek"] "lem yecid=gücü yetmeyen" fiiline daha yakındır.
Böyle birinin iki ay peş peşe oruç tutması gerekir.
"Allah tarafından tövbesinin kabulü için..." Yani oruç tutmanın gerekliliğine
ilişkin hüküm, Allah'tan köle azat etme imkânına sahip
68 .......... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
olmayan kimseye yönelik tövbenin kabulünün, ilâhî şefkat ve
merhametin ona yönelmesinin göstergesidir. Bu aynı zamanda cezayı
hafifletmenin mantığına da uygundur. Şu hâlde bu hüküm,
güç yetiremeyen kimseye yönelik bir hafifletmedir.
Bunun yanında, "tevbe" sözcüğünün keffaret olarak ayette sözü
edilen hususların tümüne dönük bir kayıt olması da mümkündür.
Bununla, "Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin
bir köle azat etmesi..." diye başlayan ifadeyi kastediyorum. Bu açıdan
ifadeyi şu şekilde anlamlandırabiliriz: Yanlışlıkla adam öldüren
kimse için keffaret vermesinin yasallaştırılması, yaptığı işin
kesin sonuçlarıyla ilgili Allah'ın rahmetiyle ona dönüşünün ve ona
inayet etmesinin göstergesidir. Böylece artık kendini kontrol etmeli
ve bir daha adam öldürmeye yeltenmemelidir. Bu bakımdan ifadeyi
şu ayete benzetebiliriz: "Kısasta sizin için hayat vardır." (Bakara,
179)
Aynı zamanda bu hüküm, yüce Allah'tan topluma yönelik bir
tövbe kabulü ve inayettir de. Çünkü bir ferdini kaybettikten sonra,
özgürlüğüne kavuşmuş bir başkasını kazanıyor. Bunun yanı sıra
öldürülen kişinin ailesinin uğradığı maddî kayıp da ödenen diyetle
telafi ediliyor.
Buradan da anlaşılıyor ki Islâm, özgürlüğü hayat, köleliği de bir
tür öldürülme olarak değerlendiriyor. Bireyinin varlığının ortalama
menfaatini de, eksiksiz bir diyet [bin dinar veya on bin dirhem yahut
bin deve] şeklinde kabul ediyor. Ilerdeki bölümlerde bu husus
üzerinde etraflıca duracağız.
Yanlışlıkla adam öldürme veya taammüden adam öldürme,
köle azat etme ve diyet ödeme, öldürülen kişinin ailesi ve antlaşma
gibi ayette sözü edilen hususların somut bir şekilde belirlenmesi,
sünnet ve hadislerin alanına girer. Bunlara ilişkin detaylı bilgi
isteyenler fıkıh kaynaklarına başvurabilirler.
"Kim bir mümini kasten öldürürse cezası... cehennemdir." Ayetin
orijinalindeki "müteammid" kelimesinin mastarı olan "ta-ammüd"
kelimesi, bir fiili taşıdığı unvanıyla bilinçli bir şekilde ve kas-
Nisâ Sûresi 92-94 .............................................................. 69
tederek işlemek anlamına gelir. Isteğe bağlı olarak işlenen bir fiil
[ihtiyarî bir iş], taşıdığı unvanı kastetmeksizin olmaz. Dolayısıyla
bir fiilin birden fazla unvanı olması caizdir. Bu bakımdan bir fiilin
bir açıdan kasten, bir diğer açıdan da yanlışlıkla işlenmiş olması
mümkündür.
Örneğin, av hayvanı olduğunu sanarak bir karartıya ateş açan
kimse, gerçekte bir insan olan bu karartıyı öldürürse, av açısından
taammüden, insan açısından da bu fiili yanlışlıkla işlemiş olur. Aynı
şekilde, bir kimse birine terbiye etmek amacıyla bastonla vurur
ve o kimse ölürse, onu yanlışlıkla öldürmüş olur. Dolayısıyla bir
mümini kasten öldüren kimse, işlediği fiille bir mümini öldürmeyi
amaçlayan, onu öldüreceğini ve onun mümin olduğunu bilen kimsedir.
Yüce Allah, kasten bir mümini öldüren kimsenin cezasını oldukça
ağır tutmuş, onun ebediyen ateşte kalacağını belirtmiştir.
Ancak "Allah, kendisine ortak koşulmasını bagışlamaz." (Nisâ, 48)
ayetine ilişkin değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi, bu ayet; aynı
şekilde "Allah bütün günahları bagışlar." (Zümer, 53) ayeti, bu ayete
yönelik bir sınırlandırma olarak algılanabilirler. Şu hâlde bu ayet,
ebedî ateş cezasıyla tehdit ediyor; ancak kesinlik ifade etmek bakımından
o kadar net değildir. Dolayısıyla kişinin tövbe etmesi veya
şefaate uğraması suretiyle bağışlanması mümkündür.
"Ey inananlar! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi araştırın,
ayırt edin." Ayette geçen "darabtum" kelimesinin mastarı olan
"darb" kelimesi, yeryüzünde dolaşmak, yolculuk yapmak demektir.
Bunun, "Allah yolunda" olmakla kayıtlandırılması, cihat amacıyla
sefere çıkmanın kastedildiğine delâlet eder. Yine ayette geçen
"tebeyyenû" kelimesi, ayırt etmek demektir. Bundan maksat
da mümin olanla kâfir olanı birbirinden ayırmadır. [Kimin kim olduğunu
araştırıp anlamadır.] "ve size selâm verene... 'Sen mümin
degilsin' demeyin." ifadesi, buna ilişkin bir ipucudur. "Selâm verme"
ile, müminlerin aralarındaki selâmlaşma kastedilmiştir.
Bazı kıraatlere göre, ayetin orijinalinde geçen "limen elka
70 ......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
ileyku-m'us-selâme=size selâm verene" ifadesi, "limen elka
ileykum'us-sele-me" şeklinde okunmuştur. Bu durumda maksat,
teslim olup barış önerme olur.
"Dünya hayatının geçici menfaati" ile mal ve ganimet peşinde
koşma kastedilmiştir. "Allah katında birçok ganimetler vardır."
ifadesinde geçen "meğanim" kelimesi, "meğnem"in çoğuludur ve
ganimet anlamına gelir. Yani, Allah katındaki ganimetler, peşinden
koştukları dünya ganimetlerinden daha iyidir. Çünkü Allah katındaki
ganimetler, hem daha çok, hem de kalıcıdırlar. Dolayısıyla
onları tercih etmeniz gerekir.
"Önceden siz de öyleydiniz; ama Allah size lütufta bulundu. O hâlde
araştırıp ayırt etmede pek dikkatli olun..." Yani siz de bu niteliğe sahiptiniz.
Dünya hayatının geçici menfaatini gözetiyordunuz. Iman
etmeden önceki durumunuz böyleydi. Allah size lütfetti, iman aracılığıyla
ilginizi dünyanın geçici menfaatlerinden, Allah katındaki
çok sayıdaki ganimetlere çevirdi. Böyle olduğuna göre, sizin de iyice
araştırıp mümini kâfirden ayırt etmede pek dikkatli olmanız gerekmektedir.
Araştırma yönündeki emrin ["tebeyyenû" kelimesinin]
iki defa tekrarlanması, konuyla ilgili hükmü pekiştirmek amaçlıdır.
Ayet, öğüt ve bir ölçüde kınama anlamını içeriyorsa da, zahiren
bir müminin kasten öldürülmesi olarak beliren bu olayı, taammüden
öldürmek olarak değerlendirdiği yönü açık değildir.
Bundan da anlıyoruz ki, bazı müminler, yanlışlıkla kendilerine selâm
veren müşriklerden bazı kimseleri öldürmüşler. Çünkü öldüren
kişi onların gerçek mümin olmadıklarını ve can korkusuyla
iman ettiklerini söylediklerini sanmıştır. Işte ayet böyle yapanları
ayıplıyor ve Islâm'ın zahiri esas aldığını, kalplerin durumunu ise latîf
ve habîr olan Allah'a bıraktığını vurguluyor.
Buna göre, "dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek"
ifadesi, cümlede durumun gereğini bildirme konumundadır. Yani,
size iman ettiğini açıklayan kişiyi, durumuna bakmadan, gerekli
araştırmayı yapmadan öldürmeniz, mal ve ganimet peşinde ko-
Nisâ Sûresi 92-94 .......................... 71
şan, dolayısıyla en küçük bir menfaat karşılığında iman ettiğini
söyleyen kimseleri öldürenlerin durumuna benzer. Böyle insanlar
arada geçerli bir gerekçe olmadığı hâlde, mazeret olarak gösterebileceği
küçük bir gerekçe ile iman ettiğini söyleyenleri öldürebilirler.
Işte müminler, iman etmeden önce bu durumdaydılar; dünya
ve dünyanın geçici metasından başka bir şey amaçlamıyorlardı.
Fakat Allah kendilerine iman nimetini bahşettikten, Islâm dinini
lütfettikten sonra, bu gibi durumlarda iyice araştırıp anlamaları,
cahiliye ahlâkına ve hâlâ zihinlerindeki cahiliye kalıntılarına uyarak
bu tür bir yanlışlığa düşmemeleri gerekir.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
ed-Dürr-ül Mensûr'da, "Yanlışlıkla olması dışında, bir müminin
bir mümini öldürmesi caiz degildir." ayeti ile ilgili olarak Ibn-i
Cerir'in Ikrime'den şöyle naklettiği rivayet edilir: "Amir b.
Luveyoğul-larından Haris b. Yezid b. Nubeyşe, Ebu Cehil'le birlikte
Ayyâş b. Ebu Rebia'ya işkence ederdi. Sonra Haris Hz.
Resulullah'ın (s.a.a) yanına gitmek üzere Mekke'den ayrıldı, hicret
etti. Harra denilen yerde Ay-yâş'la karşılaştı. Ayyâş, onun kâfir olduğunu
sanarak kılıcını çekip öldürdü. Sonra gelip olayı
Resulullah'a (s.a.a) haber verdi. Bunun üzerine, "Yanlışlıkla olması
dışında, bir müminin bir mümini öldürmesi caiz degildir." ayeti
indi. Peygamberimiz (s.a.a) ayeti ona okuduktan sonra, kalk ve bir
köle azat et, dedi."
Ben derim ki: Bu rivayet başka kanallardan da aktarılmıştır.
Bazısında, Ayyâş'ın onu Mekke'nin fethinin gerçekleştiği gün öldürdüğü
belirtiliyor. Buna göre Ayyâş o güne kadar müşrikler tarafından
zincire vurulmuştu ve ona işkence ediyorlardı. Işte müşriklerin
elinden kurtulduğu o gün, Müslüman olan Haris ile karşılaştı.
Ama onun Müslüman olduğunu bilmediğinden onu orada öldürdü.
Ancak bizim yukarıda yer verdiğimiz Ikrime kanalıyla gelen rivayet
daha tutarlı ve Nisâ suresinin iniş tarihine daha uygun düşmekte-
72 ............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
dir.
Taberî kendi tefsirinde Ibn-i Zeyd'den ayetin Ebu Derda hakkında
indiğini rivayet eder. Buna göre, Ebu Derda bir müfrezede
görevliydi. Bir dereye yönelerek ihtiyacını gidermek istedi. Orada
koyunlarını güdmekte olan bir adamı gördü. Kılıcını çekerek adama
saldırdı. Adam, "Lâ ilâhe illallah" dediyse de, Ebu Derda kılıcıyla
onun işini bitirdi. Sonra koyunları alarak arkadaşlarının yanına
döndü. Ama yüreğinde yaptığına karşılık bir rahatsızlık hissediyordu.
Sonunda Hz. Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek olayı ona bildirdi.
Bunun üzerine söz konusu ayet indi. [c.5, s.129, Mısır baskısı]
Yine ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde Ruyani, Ibn-i Mende ve Ebu
Nuaym, Bekir b. Harise-i Cuheni'den ayetin onun (Bekir b. Harise)
hakkında indiğini rivayet ederler. Çünkü o da Ebu Derda'nınkine
benzer bir kıssa ile karşılaşmıştı.
Ancak bu rivayetler, her hâlükârda olayların ayete uyarlanmasına
örnek oluşturmaktadırlar.
et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Hüseyin b.
Said'den, o da rivayetlerinde esas kabul ettiği adamları aracılığıyla
İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: Resulullah (s.a.a)
buyurdu ki: "Köle azat etmeyi gerektiren her yerde henüz dünyaya
gelmiş bulunan bir köle çocuğu azat etmek caizdir. Fakat adam
öldürmenin keffareti başka. O konuda yüce Allah, 'mümin bir köle
azat etmesi... gereklidir.' buyurmuştur. Bununla erişkin bir kişi
kastedilmiştir..." [c.8, s.320, h:03/1187]
Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Musa b. Cafer'den (a.s) şöyle rivayet
edilir: Ona; "Bir kölenin mümin olduğu nasıl anlaşılır?" diye sorulur.
Cevapta buyurur ki: "Fıtrat esas alınarak anlaşılır." [c.1, s.263,
h:220]
Men lâ Yahzuruh-ul Fakih adlı eserde, İmam Sadık'tan (a.s)
şirk diyarında oturan ve Müslümanlar tarafından öldürülen bir
Müslümanın durumu karşısında bunu öğrenen İmamın ne yapması
lazım gelir? diye soruldu, o şu cevabı verdi: "Onun yerine mümin
bir köleyi azat eder. 'Eger (yanlışlıkla öldürülen,) mümin olmakla
Nisâ Sûresi 92-94 ............................... 73
beraber size düşman olan bir topluluktan ise...' ayetinde bu anlatılıyor."
Ben derim ki: Bu hadisin bir benzerini Ayyâşî de rivayet etmiştir.1
"Onun yerine mümin bir köleyi azat eder." ifadesi, azat etmenin
daha önce de değindiğimiz gibi, gerçekte özgür (köle olmayan)
Müslümanların sayısının artması amacına yönelik olduğuna ilişkin
bir işarettir. Çünkü, öldürülme yoluyla sayılarında bir eksilme olmuştur.
Bundan şu sonucu çıkarabiliriz: Keffaret olayında, mutlak olarak
köle azat etmenin öngörülmesi, günah yoluyla özgür insanların
sayısında bir eksilme meydana geldiğinden, günahkâr olmayan birinin
özgür olarak onlara eklenmesiyle dengenin korunması, açığın
kapatılması öngörülmüştür. Bu inceliği okuyucuların kavraması
gerekir.
el-Kâfi adlı eserde İmam Sadık'ın (a.s) şöyle buyurduğu rivayet
edilir: "Bir adam iki ay peş peşe oruç tutmakla yükümlüyse, birinci
ayda orucunu bozsa veya hastalansa, oruçlarını yenilemesi gerekir.
Ama eğer birinci ayı tamamlayıp ikinci aydan da birkaç gün
tutmuşsa, sonra bir özürden dolayı orucunu bozmuşsa, sadece kaza
etmesi gerekir." [Füru-u Kâfi, c.4, s.139, h:7]
Ben derim ki: Başka âlimlerin de dediği gibi, "kaza etmesi gerekir."
ifadesinden maksat, geri kalan oruçlarını tamamlamasıdır.
Bu an-lam ise, orucun iki ay peş peşe oluşundan çıkarılmıştır.
el-Kâfi adlı eserde ve Tefsir-ul Ayyâşî'de İmam Sadık'tan (a.s)
şöyle rivayet edilir: İmama, bir mümini kasten öldüren müminin
tövbesi kabul olur mu? diye soruldu. Buyurdu ki: "Eğer onu mümin
olduğu için öldürmüşse, tövbesi kabul olmaz. Şayet öfke veya herhangi
dünyevî bir sebepten dolayı öldürmüşse, onun tövbesi, ona
kısas uygulanmasıdır. Şayet onun katil olduğu bilinmezse, kendisi
maktulun velilerine gider ve suçunu itiraf eder. Eğer maktulun veli-
1- [c.1, s.265, h:230]
74 .............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
leri onu affeder, öldürmezlerse, onlara diyet vermesi gerekir. Bunun
yanında, Allah'a yönelik tövbenin bir ifadesi olarak bir köleyi
azat etmesi, peş peşe iki ay oruç tutması ve altmış yoksulu doyurması
da zorunludur." [Füru-u Kâfi, c.7, s.286, h:2 ve Tesir-ul Ayyâşî, c.1,
s.267, h: 239]
et-Tehzib adlı eserde, müellif kendi rivayet zinciriyle Ebu Sefatic'den,
o da İmam Sadık'tan (a.s), "Her kim bir mümini kasten
öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacagı cehennemdir." ayetiyle
ilgili olarak şöyle rivayet eder: "Yani, onun cezası cehennemdir;
tâbi eğer Allah onu cezalandırırsa." [c.10, s.165, h:658]
Ben derim ki: Bu anlamı destekleyen bir rivayeti, ed-Dürr-ül
Mensûr tefsirinde Taberanî ve başkaları tarafından Ebu
Hüreyre'den, o da Peygamberimizden (s.a.a) aktarmıştır. Bu rivayetler,
yukarıda da değindiğimiz gibi, ayetlerin kapsadığı incelikleri
içeriyorlar. Adam öldürme ve kısas uygulaması ile ilgili çok sayıda
hadis vardır. Dileyen hadis kaynaklarına başvurabilir.
Mecma-ul Beyan tefsirinde, "Her kim bir mümini kasten öldürürse
cezası, içinde ebediyen kalacagı cehennemdir..." ayetiyle
ilgili olarak şöyle deniyor: "Bu ayet Makîs b. Dabbabet-el Kenanî
hakkında indi. O, kardeşi Hişam'ı öldürülmüş olarak
Neccaroğulları kabilesinin bölgesinde bulmuştu. Gidip bu olayı
Resulullah'a (s.a.a) anlattı. Resu-lullah Kays b. Hilâl Fihrî'yi de yanına
vererek Benî Neccar kabilesine gönderdi ve şöyle dedi:
'Neccaroğullarına de ki: Eğer Hişam'ı öldürenin kim olduğunu biliyorsanız,
onu kardeşine teslim edin ki, kardeşinin öcünü alsın. Eğer
bilmiyorsanız, ona diyetini ödeyin.' Fihrî Peygamberimizin mesajını
iletti. Onlar da diyeti ödediler."
"Makîs Fihrî ile birlikte olduğu hâlde geri dönünce şeytan içine
bir vesvese verdi: 'Kardeşinin öcünü almadan diyet almış olmakla
bir şey yapmış olmuyorsun. Bununla yetinirsen, insanların dilinden
kurtulamazsın. Seninle beraber olan bu adamı öldür. Böylece ona
karşılık can almış olursun. Aldığın diyet de fazladan sana kalır.'
Şeytanın vesvesesine kanan Makîs arkadaşını bir kaya parçasıyla
Nisâ Sûresi 92-94 .................................. 75
vurarak öldürdü. Sonra bir deveye bindi ve kâfir olarak Mekke'ye
döndü. Ardından durumunu şu şiirle tasvir etti:
"Kardeşime karşılık Fihrî'yi öldürdüm ve kan bedelini de,
Fari bölgesinin sahibi Neccaroğullarından aldım.
Hem intikamımı aldım, hem de rahat uyuyabildim.
Ve ben putlara dönen ilk kişi oldum."
"Bunu haber alan Resulullah buyurdu ki: 'Ne Harem dışında,
ne de Harem bölgesinde ona eman vermeyeceğim.' Bu olayı,
Dahhak ve bir grup müfessir rivayet etmiştir." [Mecma-ul Beyan'-
dan aldığımız alıntı burada sona erdi.]
Buna yakın bir hadis Ibn-i Abbas, Said b. Cübeyr ve başkalarından
da rivayet edilmiştir.
Tefsir-ul Kummî'de, "Ey inananlar! Allah yolunda savaşa çıktıgınız
zaman..." ayeti ile ilgili olarak şöyle deniyor: "Bu ayet,
Resulul-lah'ın (s.a.a) Hayber Savaşından dönüşünden sonra
Üsame b. Zeyd'i bir suvari birliği ile Fedek bölgesindeki bazı Yahudi
köylerine göndererek onları Islâm'a davet etmesi üzerine indi.
Bu köylerin birinde Mirdas b. Nehik el-Fedeki adında bir adam vardı.
Resulullah'ın (s.a.a) gönderdiği süvari birliğinin geldiğini fark
edince, ailesini ve mallarını alarak dağ tarafında bir yerde durup,
'Eşhedu enlâ ilâhe illallah ve enne Muham-meden Resulullah' diyerek
Üsame'yi karşılamağa koyuldu. Ancak Üsa-me b. Zeyd,
(Mirdas'ın şehadet getirmesini duyduğu hâlde geldi ve) bir mızrak
darbesiyle onu öldürdü."
"Resulullah'ın (s.a.a) yanına döndüğünde bunu haber verdi.
Resu-lullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu: 'Allah'tan başka bir ilâh olmadığına
ve benim Allah'ın resulü olduğuma şahadet eden bir adamı
mı öldürdün?' Dedi ki: 'Ya Resulallah, o bunu öldürülmekten
kurtulmak için söyledi.' Resulullah (s.a.a) ona şöyle dedi: Sen, ne
onun kalbinin üzerindeki perdeyi araladın, ne diliyle söylediğini
kabul ettin, ne de içinde olanları bildin. [Peki bütün bunlara rağmen
onu ne diye öldürdün?]"
76 .......... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
"Bunun üzerine Üsame b. Zeyd bir daha 'Eşhedu enlâ ilâhe illallah
ve enne Muhammeden Resulullah' diyen birini öldürmemeye
yemin etti. Bu yüzdendir ki, Emir-ül Müminin Hz Ali'nin (a.s) kimi
gruplara karşı başlattığı savaşlara katılmadı. Işte 'Size selâm verene,
dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, 'Sen mümin
degilsin' demeyin...' ayeti onun bu olayı üzerine indi."
Ben derim ki: Bu anlamı içeren bir hadisi Taberî kendi tefsirinde
Süddi'den rivayet eder. Ayetin iniş sebebine ilişkin birçok rivayet
de ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde yer alır. Bunların birinde, mezkur
olayın Mikdat b. Esved'in, diğer birinde Ebu Derda'nın, bir başkasında
da Mahlem b. Cessame'nin başından geçtiği belirtilir. Bir
diğerinde ise, katil ve maktulün adları verilmeyerek kıssa üstü kapalı
olarak sunulur.
Ne var ki, Üsame b. Zeyd'in bu yemini ve Hz. Ali'nin (a.s)
savaşlarına katılmadığı ve böylece ona mazeretini bildirdiği,
bilinen ve tarih kitaplarında zikredilen bir konudur. Yine de Allah
doğrusunu herkesten daha iyi bilir.
Nisâ Sûresi 95-100 ............................................................. 77
95- Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- (savaşa katılmayıp)
oturanlarla, malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler
bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece
bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hepsine de (sevabın)
en güzelini vaat etmiştir; ama Allah mücahitleri, oturanlardan
üstün kılarak onlara büyük bir ecir vermiştir.
78 .............. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5
96- Kendi katından dereceler, bağışlama ve rahmet vermiştir
(onlara). Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.
97- Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını alırken; "Ne
yapmakta idiniz!" derler. Bunlar, "Biz yeryüzünde çaresiz ve zayıf
bırakılmış (mustazaf)lar idik." diye cevap verirler. Me-lekler de, "Allah'ın
yeri geniş değil miydi? Onda hicret etseydiniz ya!" derler. Işte
onların varacağı yer cehennemdir; orası ne kötü bir varış yeridir!
98- Ancak erkekler, kadınlar ve çocuklardan (gerçekten) âciz
olup zayıf bırakılanlar, hiçbir çareye gücü yetmeyenler ve hiçbir yol
bulamayanlar müstesnadır.
99- Işte bunları, umulur ki Allah affeder; Allah çok affedici ve
bağışlayıcıdır.
100- Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde gidecek birçok
yer ve genişlik (bolluk ve imkân) bulur. Kim Allah ve Resulü
uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse,
artık onun mükâfatı Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı
ve esirgeyicidir.
AYETLERIN AÇIKLAMASI
"Müminlerden -özür sahibi olanlar dışında- (savaşa katılmayıp) oturanlarla,
malları ve canlarıyla Allah yolunda cihat edenler bir olmaz."
Ayetin orijinalinde geçen "darar" kelimesi, cihat ve savaş yükümlülüğünü
engelleyecek şekilde vücutta körlük, topallık ve hastalık
gibi bir noksanlığın bulunması demektir. Mal ile cihat etmekten
maksat, din düşmanlarına karşı zafer kazanmak için malın Allah
yolunda harcanmasıdır. Can ile cihat ise, savaş demektir.
"Allah hepsine de (sevabın) en güzelini vaat etmiştir." ifadesi
gösteriyor ki, "oturanlar"dan maksat, başkalarının cihada çıkmasının
yeterli geldiğinden, kendilerine ihtiyaç duyulmayan koşullarda
cihada çıkmayıp savaşı terk eden ve evlerinde kalanlardır. Şu
hâlde, tefsirini sunduğumuz bu ayet, insanları cihada teşvik etme
Nisâ Sûresi 95-100 ............................................ 79
ve bu sorumluluğu yerine getirme hususunda yarışmaya sevk etme
amacına yöneliktir.
Buna ilişkin bir kanıt, yüce Allah'ın önce özür sahiplerini istisna
etmesi, sonra oturanlarla cihada çıkanların bir olmadıklarına
hükmetmesidir. Oysa özür sahipleri de tıpkı oturanlar gibi, Allah
yolunda savaşan mücahitlerle aynı düzeyde değildirler. Yüce Allah-
'ın, özür sahibi olduklarından dolayı, savaşa katılmayanların uğradıkları
zarar ve kaybettikleri sevabı, iyi niyetlerine [yani, "Keşke
sağlam olsaydık da biz de onlarla beraber savaşsaydık" arzularına]
karşılık verdiği sevapla karşıladığını, telafi ettiğini söylesek bile,
kuşku yok ki cihat, şahadet veya Allah düşmanlarını yenilgiye
uğratmak, Allah yolunda savaşan mücahitlerin başkalarından üstün
ve ayrıcalıklı kılınması için bir meziyettir, bir fazilettir.
Kısacası bu ayet, müminleri savaşa teşvik etmeye, onları harekete
geçirmeye yöneliktir; hayırlar, faziletler ve değerler uğruna
yarışmaları için içlerindeki iman ruhunu uyandırmayı amaçlamaktadır.
"Allah, malları ve canları ile cihat edenleri, derece bakımından oturanlardan
üstün kılmıştır." Bu cümle, "bir olmaz" hükmünün bir gerekçesi
konumundadır. Bu yüzden atıf edatı veya başka bir bağlaçla
iki cümle birbirine bağlanmamıştır. Ayette geçen "derece"den
maksat, mertebe ve konumdur. "Dereceler" ise, mertebe üstüne
mertebe anlamını ifade eder.
Dostları ilə paylaş: |