El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə20/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   48

Bakara Sûresi / 49-61 ......................................................


 

49- Hani sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık. Size kötü bir

işkence yapıyorlardı; oğullarınızı kesiyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bunda da, Rabbinizden size yönelik bir imtihan vardı.

 

50- Hani sizin için denizi yarmıştık da sizi kurtarmış, Firavun



hanedanını (denizde) boğmuştuk; siz de bakıyordunuz.

 

51- Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik. Sonra siz onun



ardından, zalimler olarak buzağıyı (tanrı) edindiniz.

 

52- Sonra, bunun ardından, belki şükredersiniz diye, sizi affetmiştik.

 

53- Hani belki doğru yolu bulursunuz diye, Musa'ya kitap ve

furkan (doğruyla eğriyi ayıran hükümler) vermiştik.

 

54- Hani Musa, kavmine; "Ey kavmim, sizler buzağıyı (tanrı)



edinmekle kendinize zulmettiniz. O hâlde, hemen yaratıcınıza tövbe

edin ve kendinizi (birbirinizi) öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin

için çok daha iyidir." demişti. Allah da tövbenizi kabul etmişti.

O, tövbeleri kabul edendir, merhametlidir.

 

Bakara Sûresi / 49-61 .................................................... 299

 

55- Hani siz, "Ey Musa, biz Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayız." demiştiniz. Bunun üzerine, sizi yıldırım kapıverdi ve siz

bakıyordunuz.

 

56- Sonra, belki şükredersiniz diye, ölümünüzden sonra sizi diriltmiştik.

 

57- Ve bulutu üstünüze gölgelik yapmıştık ve size kudret helvası

ile bıldırcın indirmiştik de, "Size verdiğimiz temiz rızklardan

yiyin." (demiştik.) Onlar, bize zulmetmediler, sadece kendilerine

zulmediyorlardı.

 

58- Hani "Şu şehre girin, nimetlerinden dilediğiniz yerde bolbol



yiyin. Kapısından secde ederek girin ve "(Rabbmiz!) Bizi bağışla!"

deyin ki, hatalarınızı size bağışlayalım. İyilik edenlere ise, (iyiliklerinin karşılığını) fazlasıyla vereceğiz." demiştik.

 

59- Fakat zulmedenler, kendilerine söylenen başka bir söz uydurmuşlardı. ["Rabbimiz! Bizi bağışla!" yerine, "Bize buğday ver!"



demişlerdi.] Biz de zulmedenlere, ha bire yoldan çıktıkları için

gökten bir azap indirmiştik.

 

60- Hani Musa, kavmi için su istemişti. Ona, "Değneğinle taşa



vur." demiştik de (vurunca) taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her bölük,

su içeceği kaynağı bilmişti. Allah'ın rızkından yiyin, için; fakat

bozguncular olarak yeryüzünde azgınlık etmeyin.

 

61- Hani "Ey Musa, biz bir çeşit yiyeceğe dayanamayız. Bizim



için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, sebzesinden, hıyarından, sarmısağından (veya buğdayından), mer-cimeğinden, soğanından çıkarsın." demiştiniz. Musa da, "Daha iyi olanı, daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?! O hâlde, bir şehre inin;

istediğiniz, sizin için var." demişti. Üzerlerine aşağılık ve yoksulluk

çullanmıştı ve Allah'tan gelen bir gazaba uğrayarak geri dönmüşlerdi.

Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere

peygamberleri öldürmelerinden dolayı idi. Bu, emre karşı geldikleri

ve sürekli sınırları aştıkları içindi.

 

300 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"Kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı." Yani kadınlarınızı, oğullarınız

gibi öldürmüyorlardı. Onları hizmet etmeleri için sağ bırakıyorlardı.

İfadenin orijinalinde geçen "yestehyûne" fiilinin mastarı olan

"istihya", "hayat istemek" anlamına gelir. Bunun "hayâ" kökünden

olması da muhtemeldir. Bu durumda şöyle bir anlam ortaya çıkar:

"Onların hayâ duygularını giderecek iş yapıyorlardı." Orijinal

ifadede geçen "yesûmûnekum", "size reva görüyorlardı" anlamındadır.

"Hani sizin için denizi yarmıştık." "Yarmak" anlamında kullanılan

"fark", "toplama" demek olan "cem'"in karşıtıdır. Fasl (ayırma) ile

vaslın (birleştirme) karşıtlığı gibi. "Fark" ifadesi, deniz için kullanıldığında "yarma" anlamını vurgular. İfadenin orijinalinde geçen

"ba" harf-i cerri, "sebebiyet" ya da "mülabeset" anlamını ifade eder.

Yani, "sizin kurtulmanız için denizi yardık." ya da "sizin denize

girmeniz için denizi yardık."

 

"Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik." Yüce Allah, Hz. Musa



ile sözleşme kıssasını A'râf suresinde şu ifadelerle anlatmaktadır:

"Musa ile otuz gece için sözleştik ve buna bir on gece daha ekledik.

Böylece Rabbinin belirlediği vakit, kırk gece olarak

tamamlandı." (A'râf, 142) Dolayısıyla, tefsirini sunduğumuz ayette

sözleşme süresinin kırk gece olarak belirtilmiş olmasını, ya son on

gecenin hükmen sözleşmede belirlenen otuz geceden

sayılmasına, ya da son on gecenin başka bir sözleşmeyle

belirlenmiş olduğunu varsayarak burada toplam iki sözleşmede

belirlenen süreden bahsedildiğine bağlamalıyız. Nitekim bazı

hadislerde de kırk gecenin iki sözleşmeyle belirlenmiş olduğu vurgulanmıştır.

 

"O hâlde, hemen yaratıcınıza tövbe edin..." Yaratıcı ve var edici

anlamına yakın bir anlamda kullanılan orijinal ifadedeki "el-bâ-ri'"

ismi, yüce Allah'ın güzel isimlerinden biridir. Nitekim yüce Allah

şöyle buyuruyor: "O, yaratan, var eden (el-bâri'), şekil veren Allah'tır:"

(Haşr, 24) Bu kelime, ikisi ele almakta olduğumuz bu ayette

olmak üzere Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde kullanılmıştır. Belki de

konuyla ilgili diğer isimler arasında özellikle bu ismin burada kullanılmış

olmasının sebebi, kelimenin yaratma ve var etme anlamına

yakın bir anlam taşımasıdır. Kök itibariyle "beree, yebreu,

 

Bakara Sûresi / 49-61 .................................................... 301

 

beraen"den gelir ve ayrılma anlamını ifade eder. Çünkü yüce Allah



bu ismiyle yaratıkları yokluktan veya insanı topraktan ayırır. Bu

anlamı göz önünde bulundurduğumuz zaman sanki yüce Allah

şöyle buyurmuş oluyor:

 

"Gerçi bu tövbe ve kendinizi [birbirinizi] öldürmeniz, son derece



ağır bir yükümlülüktür ama, öldürmek suretiyle sizin için bu

yokluğu ve zevali öngören, sizi var eden ve varoluşunuzu seven

yüce Allah'tır. Sizin için daha hayırlı olan varlığınızı isteyen yüce Allah, şimdi sizin öldürülmenizi istiyor. Demek ki bu sizin için daha

hayırlıdır. Sizi var eden Allah, sizin için hayırlı olanı istemez mi?"

"el-Bâri'" ifadesi, her iki yerde de [yaratıcınıza ve yaratıcınız

katında] onlara izafe edilerek kullanılmıştır. Bunun nedeni, onların

yüce Allah'a olan sevgi duygularını uyandırmaktır."

 

"Bu, yaratıcının katında sizin için daha iyidir." Bu ve önceki ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, aralarında işlenen suçlar ve günahlar,

bazıları tarafından işlenmiş olmasına rağmen hepsine izafe edilmiştir.

Çünkü onlar, birbirlerinin işlerini hoşnutlukla karşılayan etnik

bir topluluk idiler. Dolayısıyla bazılarının işleri hepsine izafe edilebilir.

Çünkü aralarında bir birlik söz konusudur. Yoksa bütün İsrail-

oğulları buzağıya tapmış değildi. Onlara mensup olan her bireyin

de peygamberlerin öldürülmesine adı karışmamıştı. Bunun gibi

onlara izafe edilen her suça, tümü birden iştirak etmemişti. Dolayısıyla,



"kendinizi (birbirinizi) öldürün" ifadesi ile, aranızdaki bazı

kimseleri, yani buzağıya tapanları öldürün denmek isteniyor.

Nitekim yüce Allah'ın şu sözleri de bu anlamı pekiştirici niteliktedir:

"Sizler buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz.",

"Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir." Hz. Musa'nın sözleri

olarak aktarılan bu cümlelerden bu anlamı çıkarmak mümkündür.



"Allah da tövbenizi kabul etmişti." ifadesi, yüce Allah'ın onların

tövbesini kabul ettiğini göstermektedir. Bazı hadislerde de belirtildiğine

göre, henüz aralarındaki tüm suçlular öldürülmeden Allah,

tövbelerini kabul etti.

 

Bununla, meselenin imtihan amaçlı olduğu anlaşılmaktadır.



Tıpkı Hz. İbrahim'in, henüz Hz. İsmail'i kurban etmeden, "Ey İbrahim,

sen rüyayı doğruladın." (Saffât, 104-105) hitabına muhatap olduğu

gibi. Burada Hz. Musa onlara, "O hâlde, hemen yaratıcınıza

 

302 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

tövbe edin ve kendinizi (birbirinizi) öldürün. Bu, Yaratıcınız katında



sizin için daha iyidir." buyuruyor. Yüce Allah da, Hz. Musa'nın

sözünü onaylıyor. Ancak, bazılarının öldürülmesini tümünün öldürülmesi

gibi kabul edip, "Allah da tövbenizi kabul etmişti." sözüyle

tövbelerini kabul ettiğini bildiriyor.

 

"Gökten bir azap indirmiştik." İfadenin orijinalinde geçen "ricz",

azap demektir.

 

"azgınlık etmeyin." İfadenin orijinalinin kökü olan "ays" ve

"usiyy", bozgunculukta ileri gidip azgınlık yapmak demektir.

 

"...hıyarından, sarmısağından (veya buğdayından), mercimeğinden..."

İfadenin orijinalinde geçen "kıssâ", hıyar, "fum" ise

sarmısak ya da buğday demektir.

 

"Allah'tan gelen bir gazaba uğrayarak geri dönmüşlerdi." Orijinal



ifadede geçen "bâu" kelimesi, geri döndüler anlamındadır.

 

"Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve..." ifadesi, öncesinde

ifade edilen duruma sebep olan gerekçeyi açıklamaya yöneliktir.

 

"Bu, emre karşı geldikleri ve..." ifadesi de, bir önceki sebep bildirmenin

sebebini bildirmeye yönelik bir açıklamadır. Buna göre,

emre karşı gelmeleri ve sınırları aşmayı sürdürmeleri, Allah'ın ayetlerini

inkâr etmelerine ve peygamberlerini öldürmelerine sebep olmuştur.

Nitekim yüce Allah bu hususu şu şekilde açıklıyor: "Sonra,



kötülük edenlerin sonu çok kötü oldu: Allah'ın ayetlerini yalanladılar

ve onlarla alay ediyorlardı." (Rûm, 10) Emre karşı gelmenin, işledikleri

suçlara gerekçe olarak gösterilmesinde açıklığa kavuşturulması

gereken bir husus var ki, hadisler ışığında açıklama bölümünde

buna değineceğiz.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de "Hani Musa ile kırk gece için sözleşmiştik."

ayeti ile ilgili olarak, İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s) şöyle dediği

rivayet edilir: "İlâhî bilgi ve takdirde otuz gece kararlaştırılmıştı.



Sonra duruma göre Allah buna on gece daha ekledi. Böylece

Rabbinin tayin ettiği süre kırk gece olarak tamamlandı." [c.1, s.44,

h: 46]


 

Bakara Sûresi / 49-61 .................................................... 303

 

Ben derim ki: Bu hadis, kırk gecenin iki sözleşmenin toplam



süresi olduğu şeklindeki değerlendirmeyi desteklemektedir.

 

ed-Dürr'ül-Mensûr adlı eserde, "Hani Musa, kavmine, 'Ey



kavmim, sizler buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz.'

demişti." ifadesiyle ilgili olarak, Hz. Ali'nin (a.s) şöyle dediği rivayet

edilir: "Soydaşları Musa'ya dediler ki: 'Nasıl tövbe edeceğiz?' Musa,

'Birbirinizi öldüreceksiniz.' dedi. Bunun üzerine herkes bıçağa

sarıldı; kardeşini, babasını ve oğlunu öldürmeye başladı. Allah'a

andolsun ki, yetmiş bin kişi öldürülene kadar hiç kimse kimi öldürdüğüne

aldırmıyordu. Nihayet yüce Allah, Musa'ya vahyetti ki:

Onlara söyle; artık birbirlerini öldürmesinler. Allah, öldürülenleri

bağışladı, geride kalanların da tövbesini kabul etti." [c.1, s.69]

 

Tefsir'ul-Kummî'de ise şöyle deniyor: Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:



"Hz. Musa, Rabbi ile sözleştiği yere gidip dönünce, kavminin

buzağıyı tanrı edinip ona kulluk sunduklarını gördü. Bunun üzerine

onlara şöyle dedi: 'Ey kavmim, sizler buzağıyı (tanrı) edinmekle

kendinize zulmettiniz. O hâlde, hemen yaratıcınıza tövbe edin ve

kendinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha iyidir.'

Onlar, 'Kendimizi nasıl öldüreceğiz?' dediler. Musa dedi ki: 'Hepiniz

Beyt'ül-Makdis'te toplanın. Yanınıza, bir bıçak veya bir demir

parçası ya da bir kılıç alın. Ben İsrailoğullarının minberine çıktığım

zaman, birbirinizi tanımamanız için yüzlerinizi örtün. Sonra birbirinizi

öldürün.' Bunun üzerine, buzağıya tapan yetmiş bin kişi

Beyt'ül-Makdis'te toplandı. Musa onlara namaz kıldırıp minbere

çıkınca, birbirlerini öldürmeye başladılar. Nihayet Cebrail inip şöyle

dedi: 'Ey Musa, birbirlerini öldürmekten vazgeçmelerini söyle.

Allah sizin tövbenizi kabul etti.' Bu olayda on bin kişi öldürüldü.

Sonra yüce Allah şöyle buyurdu: Bu, yaratıcınız katında sizin için

daha iyidir. Allah da tövbenizi kabul etmişti. O, tövbeleri kabul

edendir, merhametlidir." [c.1, s.47]

 

Ben derim ki: Gördüğün gibi rivayet, "Bu, yaratıcınız katında



sizin için daha iyidir." ifadesinin hem Musa ve hem de yüce Allah

tarafından söylenmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Bu, Hz. Musa'nın

sözlerinin yüce Allah tarafından onaylandığını ve ilk etapta

eksik gibi görünen ifadenin tam olduğunu ortaya koymaktadır.

Yani ilk etapta Hz. Musa'nın, onların tümünün öldürülmesinin ya-

 

304 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

ratıcıları katında daha iyi olduğunu dile getirmiş olduğu sanılıyor.



Oysa tümü değil, sadece bir kısmı öldürülmüştü. Ancak yüce Allah'ın

bu sözü onaylamasıyla gerçekleşen öldürülmenin, Hz. Musa'nın

daha iyi olduğunu söylerken işaret ettiği durum olduğu anlaşılıyor.

Aynı şekilde Tefsir'ul-Kummî'de, "Ve bulutu üstünüze gölgelik



yapmıştık." ifadesiyle ilgili olarak şöyle deniyor: "Hz. Musa, İsrailoğullarını denizden geçirip karşı kıyıdaki sahraya ulaştırınca, dediler

ki: 'Ey Musa, bizi mahvettin, öldürdün ve uygarlıktan çıkarıp

gölgeliksiz, ağaçsız ve susuz bir çöle getirdin.' Bunun üzerine gündüz

vakti bir bulut onları gölgelendirip güneşin yakıcı sıcaklığından

korurdu. Geceleyin kudret helvası bitkilere, ağaçlara konar, onlar

da yerlerdi. Gece yarısı kızartılmış kuş gelir sofralarına konardı. Yiyip

içtikten sonra kuş tekrar uçup giderdi. Hz. Musa'nın yanında da

bir taş vardı. Bu taşı kampın orta yerine koyar, sonra da asasıyla

vururdu. Bunun üzerine taşta oluşan on iki gözenekten su fışkırırdı.

Yüce Allah'ın da vurguladığı gibi, her gözeneğin suyu bir oymağa

doğru akardı. İsrail-oğulları o sıralar on iki oymaktan oluşuyordu."

[c.1, s.48]

 

el-Kâfi'de, "Onlar bize zulmetmediler, sadece kendilerine



zulmediyorlardı." ifadesiyle ilgili olarak, İmam Musa Kâzım'ın (a.s)

şöyle dediği belirtilir: "Yüce Allah, kendisine zulmedilmeyecek ve

kendisine biz zulüm yakıştırmayacak kadar güçlü ve caydırıcıdır.

Ne var ki, yüce Allah bizi kendisine katmış, bize yapılan zulmü,

kendisine yapılmış bir zulüm olarak, bizim velâyetimizi de kendi

velâyeti olarak kabul etmiştir. Sonra yüce Allah, bu anlamı pekiştiren

ifadeleri Peygamberine (s.a.a) vahyetmiş ve şöyle buyurmuştur:

'Onlar bize zulmetmediler, sadece kendilerine zulmediyorlardı.'

Ravi diyor ki: 'Bu söylediğiniz, Kur'ân'ın ifade ettiği bir anlam

mı?' diye sordum. 'Evet.' dedi." [c.1, s.435, h: 91]

 

Ben derim ki: Buna benzer bir ifade de İmam Bâkır'dan (a.s)



rivayet edilmiştir. "Yüce Allah, kendisine zulmedilmeyecek... kadar

güçlü ve caydırıcıdır." ifadesi, ayetteki "Onlar bize zulmetmediler"

ifadesini açıklamaya dönüktür. "Ne var ki, yüce Allah bizi kendisine

katmış" sözündeki "biz"den maksat, peygamberler, vasiler ve

imamlardır. Ravinin, "Bu söylediğiniz, Kur'ân'ın ifade ettiği bir an-

 

Bakara Sûresi / 49-61 .................................................... 305

 

lam mı? diye sordum. 'Evet.' dedi." şeklindeki sözü ise, şöyle izah



edilebilir:

 

Bu gibi durumlardaki olumsuzluk ifadesi ("Onlar bize



zulmetmediler."), ancak olumluluk ifadesinin doğru olduğu veya

doğru olabileceği sanıldığı durumlarda kullanılır. Söz gelimi; özel

bir mesaj verme amacı güdülmediği sürece, "şu duvar görmez

veya zulmetmez" şeklinde bir ifade kullanılmaz. Yüce Allah, zulme

uğrayabileceği düşüncesine sebep olacak veya böyle bir şeyin gerçekten

mümkün olduğunu anlatacak bir söz söylemekten çok daha

yücedir. Bu nedenle, bu ifadedeki olumsuzluğa anlam kazandıran

nükte, işin içine söz konusu kişilerinde katılmasıdır. Çünkü

büyükler, hizmetçileri ve yardımcıları adına da konuşurlar.

 

Tefsir'ul-Ayyâşî'de, "Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri



ve..." ifadesiyle ilgili olarak şöyle bir açıklamaya yer verilir: "İmam

Sadık (a.s), 'Bu, onların Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri ve



haksız yere peygamberleri öldürmelerinden dolayı idi. Bu, emre

karşı geldikleri ve sürekli sınırları aştıkları içindi.' ayetini okudu

ve şöyle dedi: Allah'a andolsun ki onlar, peygamberleri elleriyle

dövmediler ve kılıçlarıyla öldürmediler. Fakat onların sözlerini duyup

yaydılar. Onlar da bu sözlerinden dolayı yakalanıp öldürdüler.

İşte bu tutumları öldürme, zulüm ve felâkete sebep oldu." [c.1, s.45,

h: 51]


 

Ben derim ki: el-Kâfi'de de İmam Sadık'a (a.s) dayandırılan

benzeri bir açıklamaya yer verilmiştir.1 Öyle anlaşılıyor ki, İmam

(a.s) bu değerlendirmesine, "Bu, emre karşı geldikleri ve sürekli



sınırları aştıkları içindi." ifadesini esas almıştır. Çünkü adam öldürmenin,

özellikle peygamberleri öldürmenin ve Allah'ın ayetlerini

inkâr etmenin geri plânındaki nedeni, emre karşı gelme olarak

gösterilemez. Olayın şiddeti ve önemi bakımından bunun tersi söz

konusu olabilir. Fakat, peygamberlerin söylediklerini zorbalardan

saklamama ve peygamberleri korumaya çalışmama anlamındaki

"emre karşı gelme", bu durumlara sebep olabilecek niteliktedir.

-------


 

1- [Usul-i Kâfi, c.2, s.371, h: 6]

 

306 ............................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Bakara Sûresi / 62 ...........................................................



 

62- İman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah'a

ve ahiret gününe inanıp iyi işler yapanların mükâfatları Rableri

katında mahfuzdur; onlara ne bir korku vardır, ne de onlar üzüleceklerdir.

 

AYETİN AÇIKLAMASI



 

Ayetin akışından da anlaşılacağı gibi, ikinci kez imandan söz

edilmiş olması, gerçek anlamda iman niteliğine sahip olmayı vurgulamaya

dönüktür. Buna göre, ayetin girişinde yer alan "iman



edenler" ifadesinden maksat, dış görünüş olarak imanla nitelendirilen,

dışarıdan bu isimle anılan kimselerdir.

 

Bu durumda ayetten, şöyle bir anlam çıkıyor: Müminler, Yahudiler,



Hıristiyanlar ve Sabiiler gibi isimler ve bu isimlerle nitelendirilme,

Allah katında ödül almayı gerektirici ve azaba karşı güvencede

olmayı sağlayıcı unsurlar değildirler. Yani meselenin özü,

Yahudiler ve Hıristiyanların, "Yahudi yahut Hıristiyan olmayan kesin

olarak cennete girmeyecek." (Bakara, 111) dedikleri gibi değildir.

Meselenin özü, saygınlık ve mutluluğun sebebi, Allah'a ve

ahirete gerçekten inanmak ve buna bağlı olarak iyi işler yapmaktır.

Bu yüzden "sıla" cümlesinde "mevsul"a dönmesi zorunlu olan

zamir zikredilmemiş ve "onlardan inanıp iyi işler yapanlar" şeklinde

bir ifade kullanılmamıştır. Bununla, bir isimle anılmanın bir

yarar sağlayacağı şeklinde yanlış bir yoruma yol açılmasın, istenmiştir.

Bunu, ifadenin akış biçiminden açıkça anlamak mümkündür.

 

Bakara Sûresi / 62 .................................................... 307

 

Kur'ân-ı Kerim'de yer alan birçok ayet tekrar tekrar bu anlamı



vurgulamaktadır. Kur'ân-ı Kerim, mutluluk ve saygınlığın tek ve ortaksız Allah'a kulluk sunmaya bağlı olduğunu ısrarla belirtmektedir. Dolayısıyla bu isimlerden hiçbiri, ad oldukları kimseye bir yarar sağlayamazlar. Allah'a yönelik kullukla yoğrulmadığı sürece

hiçbir kemal sıfatı sahibi için kalıcı olamaz, onu kurtaramaz. Bu

temel gerçek açısından peygamberlerle başka insanlar arasında

bir fark yoktur. Nitekim yüce Allah peygamberlerini bütün güzel sıfatlarla

andıktan sonra, onlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Eğer

onlar Allah'a ortak koşsalardı, yaptıkları işler hiç olur giderdi."

(En'âm, 88)

 

Yüce Allah, Peygamberinin (s.a.a) ashabı ve onunla birlikte



iman edenlerle ilgili olarak, haklarında zikredilen onca yücelik, üstünlük

ve fazilete rağmen, şöyle buyuruyor: "Allah, onlardan inanıp



iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir ödül vaat etmiştir."

(Fetih, 29) Dikkat edilirse burada yüce Allah "onlardan" ifadesini

kullanmıştır. Bunların dışında, kendisine Allah'ın ayetleri sunulan

başkası hakkında da şöyle buyuruyor: "Dileseydik elbette onu o



ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevesinin peşine

düştü." (A'râf, 176) Buna benzer daha birçok ayet vardır ki, saygınlığın

gerçek inanca bağlı olduğunu, dış görünüşle bir ilgisi olmadığını

kesin olarak ortaya koymaktadır.

 

AYETİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

ed-Dürr'ül-Mensûr adlı eserde Selman-i Farisî'nin şöyle dediği

rivayet edilir: "İslâm'dan önce, mensubu bulunduğum dinin bağlılarının

durumlarını Resulullah'a sordum. Bana onların namazlarından

ve ibadetlerinden söz etti. Bunun üzerine, 'İman edenler,

Yahudiler...' diye başlayan ayet-i kerime indi."

 

Ben derim ki: Bu ayetin Selman-i Farisi'nin adamları hakkında



indiği başka kanallardan da rivayet edilmiştir.

 

el-Meanî adlı eserde belirtildiğine göre, İbn-i Fazzal şöyle



demiştir: İmam Rıza'ya (a.s) dedim ki: "Hıristiyanlara niçin

'Nasara' deniyor?" Dedi ki: "Çünkü ilk Hıristiyanlar Şam mıntıkasında yer alan 'Nasıra' adlı bir kasabanın halkındandılar. Hz.

Meryem ve İsa Mısır'dan döndükten sonra orada konaklamışlardı."

 

308 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

Ben derim ki: İnşaallah Âl-i İmrân suresinde Hz. İsa ile ilgili



kıssalarda bu rivayeti inceleyeceğiz.

 

Aynı rivayette, Yahudilerin de Hz. Yakub'un oğlu Yahuda'nın



soyundan geldikleri için bu ismi aldıkları belirtilmektedir.

 

Tefsir'ul-Kummî'de, İmamın (a.s) şöyle dediği rivayet edilir:



"Sabiiler, ne Mecusi, ne Yahudi, ne Hıristiyan, ne de

Müslümandırlar. Onlar yıldızlara ve gökcisimlerine taparlar."

 

Ben derim ki: Sabiilik bir tür putperestliktir. Onları diğer puta



tapanlardan ayıran, yıldızlar putlarına tapmalarıdır.

 

SABİİLERLE İLGİLİ TARİHSEL BİR ARAŞTIRMA



 

Ebu Reyhan el-Bîrunî, el-Âsâr'ul-Bakiye adlı eserinde şöyle der:

"Onlardan, yani peygamberlik iddiasında bulunanlardan, adından

ilk kez söz edilen kimse Yuzasef'tir. Hindistan topraklarında

Tahmures'in kırallığa gelişinden bir yıl sonra ortaya çıkıp Farsça

yazıyı icat etmişti. Halkı Sabiilik dinine davet etmiş, birçok kimse

de ona uymuştu. Belh bölgesini yurt edinmiş Pişdadî kralları ve

kimi Keyanîler, güneş, ay, yıldızlar ve genel unsurları (toprak, su,

ateş, rüzgar) kutsuyorlardı. Beştasef'in tahta çıkışının otuzuncu yılında

Zerdüşt'ün ortaya çıkışına kadar durum böyleydi."

 

"Sabiilerin bir kısmı da Harran da yaşıyorlardı ve beldelerinin



adı ile, yani 'Harranîler' olarak anılıyorlardı. Bazılarına göre bu isim,

Hz. İbrahim'in (a.s) kardeşi Haran b. Tarh'a izafeten verilmiştir.

Çünkü Haran onların önderleri arasında yer alan ve dinine son

derece bağlı bulunan birisiydi..."

 

"Bir Hıristiyan olan İbn-i Senkela, onların çarpık inançlarını çürütme



amacı ile kaleme aldığı eserinde, yalan ve batıl inançlarını

dile getirdikten sonra, Hz. İbrahim'le ilgili olarak şöyle bir iddiayı

ileri sürdüklerinden söz etmektedir: İbrahim'in sünnet yerinde alaca

hastalığı çıktığı için aralarından ayrılır. Çünkü vücudunda alaca

hastalığı bulunan biri onlara göre pistir ve bu yüzden aralarına

karışamaz. İbrahim de bu yüzden derisini keser, yani sünnet olur.

Sonra put evlerinden birine girer. O sırada bir putun kendisine şöyle

seslendiğini duyar: Ey İbrahim, aramızdan tek ayıpla ayrıldın,

ama iki ayıpla döndün. Çık ve bir daha da yanımıza dönme. Bunun

üzerine İbrahim öfkeye kapılıp putları parçalar. Sonra oradan ayrı-

 

Bakara Sûresi / 62 .................................................... 309

 

lır, ama yaptığından dolayı büyük pişmanlık duyar. Gelenekleri



uyarınca oğlunu Müşteri (Jüpiter) yıldızına kurban etmek ister.

Müşteri yıldızı, onun samimî olarak pişmanlık duyduğunu anlayınca,

oğlunun yerine kurban etmek üzere ona bir koç gönderir."

 

"Abdulmesih b. İshak el-Kindî, Abdullah b. İsmail el-Haşimî'nin



kitabına cevap olarak kaleme aldığı eserinde Sabiilerden şöyle

söz eder: Sabiiler, insan kurban etmeleriyle bilinirler. Fakat günümüzde

bu geleneklerini açıkça sürdüremiyorlar. Onların hakkında

bildiğimiz tek şey, Allah'ı birledikleri, çirkinliklerden tenzih

ettikleri, olumlu değil, olumsuz sıfatlarla nitelendirdikleridir. Örneğin,

'Allah öfkelenmez, görmez, zulmetmez, zor kullanmaz...' derler.

O'nu mecazî anlamda güzel isimlerle adlandırırlar. Çünkü onlara

göre, Allah'ın gerçek anlamda bir sıfatı yoktur. Tabiattaki plânı,

düzeni feleğe ve gökcisimlerine mal ederler. Bunların canlı olduğuna,

konuştuğuna, duyduğuna ve gördüğüne inanırlar. ruhlara

büyük saygı gösterirler. Dimaşk Camiinin avlusundaki mihrabın

üstündeki kubbe onların eseridir. Burası onların tapınaklarıydı.

Yunanlılar ve Romalılar da onların dinleri üzerindeydiler. Sonra bu

tapınak Yahudilerin eline geçti. Onu kendi ibadetlerine tahsis edip

havraya dönüştürdüler. Sonra Hıristiyanların egemenliği altına girdi.

Onu kilise hâline getirdiler. Nihayet İslâm geldi ve bölge Müslümanların

eline geçti. Müslümanlar söz konusu tapınağı camiye

dönüştürdüler."

 

"Sabiilerin çeşitli heykelleri ve putları vardı. Bunlara belli şekiller



verir, güneşin adlarıyla adlandırırlardı. Nitekim Ebu Ma'şer el-

Belhî, tapınaklara ilişkin eserinde, Ba'lebek heykelinin Güneş adına

dikildiğinden söz eder. Kıran heykelinin de Ay adına dikildiğini

belirtir. Onu yuvarlak bir halka şeklinde yapmışlardı. Heykelin yakınında

'Selem-sin' adında bir kasaba vardır. Bu kasabanın eski adı

'Senem sin' idi. Ya-ni 'Ay putu'. Bölgede diğer bir kasaba daha vardır

ki, adı 'Tara Uz'dur. Yani 'Zühre kapısı'. Denildiğine göre, içindeki

putlarla birlikte Kâbe on-lara aitti. Bu putlara yönelik ibadetler

de onlar aracılığı ile bölgeye ak-tarılmıştı. Lat putunu Zuhal adına,

Uzza putunu da Zühre adına dikmişlerdi. Kendilerine gelmiş birçok

peygamberden söz ederler. Bunların çoğu da Yunan filozoflarıdır.

Mısırlı Hürmüs, Ağazimun, Valis, Pisagoros ve Eflatun'un ana tarafından

büyük babası Papasuvar gibi."

 

310 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

"Bunların bir kısmı, köpük olur korkusuyla balığı sürekli



hummalıdır diye civcivi, baş ağrısına yol açar; kanı kaynatır ya da

âlemin temel dayanağı olan meniyi yakar diye sarımsağı zihni kalınlaştırıp

bozar diye ve de ilk defa insan kafatasında yeşerdiği için

baklagilleri kendilerine haram etmişlerdir. Sabiilerin üç tane farz

namazları vardır: Birincisi; güneş doğarken kılınır ve sekiz rekâttır.

İkincisi; güneşin göğü yarılamasından sonra kılınır ve beş rekâttır.

Her rekâtında üç secde vardır. Biri gündüzün ikinci saatinde, biri

de gündüzün dokuzuncu saatinde olmak üzere iki de nafile namaz

kılarlar. Üçüncüsü; gecenin üçüncü saatinde kılınır."

 

"Temizlenerek ve abdest alarak namaz kılarlar. Cenabet oldukları



zaman gusül alırlar. Sünnet olmazlar, böyle bir emir almadıklarını

iddia ederler. Evlilik ve hadlerle ilgili yasaların büyük çoğunluğu,

Müs-lümanların bu alanlardaki hükümlerine benzer. Ölülere

dokunmayı necasete bulaşmak olarak değerlendirme gibi uygulamaları

da, Tevrat'taki açıklamaları andırmaktadır. Gökcisimlerine,

onlar adına dikilmiş putlara, heykellere, adaklar, kurbanlar

sunarlar. Kurban sunma törenini kâhinleri ve büyücüleri yönetir.

Bunun sonucunda kâhinlerin, ilâhî makama yakınlaşmayı ve sorulan

soruların cevabını bulmayı gerektiren bir bilgiye ulaşacakları

umulur. Bazen Hürmüs'ü, Tevrat'ta Ehnuh olarak geçen İdris adıyla

anarlar. Bir kısmına göre de Hürmüs Yuzasef'tir."

 

"Bazıları şöyle bir iddiayı ileri sürmüşlerdir: Harranîler gerçek



Sa-biiler değildirler. Harranîler kitaplarda hanifler ve putperestler

diye geçen kimselerdir. Gerçek Sabiiler ise, Babil esaretinin ardından

Kûruş ve Artahuşust dönemlerinde Beyt'ül-Makdis'te ortaya

çıkan oymaklardan gelirler. Bunlar Mecusilik kanunlarına eğilim

göstererek Buhtunnasr'ın dinine girmişlerdir."

 

"Böylece Şam Samirîleri gibi Mecusilik ve Yahudilik karışımı



bir mezhep geliştirmişlerdir. Bunların çoğunluğu Irak'ın Vasıt, Cafer,

Câ-mide ve Şatt'ul-Arap bölgelerindeki yerleşim birimlerinde

yaşarlardı ve Enuş b. Şit soyundan geldiklerini söylerlerdi.

Harranîlere muhaliftiler. Onların mezheplerini ayıplar ve çok az

meselede onlarla uyuşur-lardı. Söz gelimi; onlar namazlarında kuzey

kutbuna dönerlerken, Har-ranîler güney kutbuna dönerlerdi.

Ehlikitab'a mensup bazılarına göre, Matuşalh'ın Sabî adında kral

 

Bakara Sûresi / 62 .................................................... 311

 

olmayan bir oğlu vardı. Sabiiler onun adıyla anılırlar. İnsanlar, şeriatların



ortaya çıkışından ve Yuzasef'in gelişinden önce Şamanist

idiler. Bunlar, yeryüzünün doğu kısmında yaşarlar ve putlara taparlardı.

Bunların kalıntıları, şu anda Hindistan, Çin ve Tagazgoz'da

yaşarlar. Horasanlılar onlara Şamnan derler. Onların eserlerine,

görkemli yapıtlarına, putlarına ve tapınaklarına Horasan'ın Hindistan'a

komşu olan bölgelerinde rastlamak mümkündür. Bunlar,

zamanın öncesizliğine, ruhların tenasuhuna ve feleğin sonsuz boşlukta

yüzdüğüne inanırlar. Onlara göre, felek bu yüzden dönerek

hareket eder. Çünkü yuvarlak bir şey, bir yerden ayrıldığı zaman

dönerek iner. Onların bir kısmının da âlemin sonradan oluştuğuna

ve bir milyon yıllık bir süresi olduğuna inandıkları söylenir." (Ebu

Reyhan el-Bîrunî-den aktardıklarımız burada bitti.)

 

Ben derim ki: Sabiiliğin, Harranîliğin bazı özelliklerini taşımakla



birlikte Yahudilik ve Mecusîlik dinlerinin bir karışımı olduğu şeklindeki

açıklama ayetin içeriğine en uygun yorumdur. Çünkü görünen

o ki, ayette semavî dinlerin mensupları sıralanmıştır.

 

312 .................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin