Bakara Sûresi / 104-105 ...............................................................
104- "Ey iman edenler, "Raina" demeyin, "Unzurna" deyin ve
dinleyin. Kâfirler için acı bir azap vardır."
105- "Kitap ehlinden olan kâfirler de, müşrikler de size
Rabbinizden bir hayır indirilmesini istemezler. Oysa Allah, rahmetini
dilediğine tahsis eder. Allah, büyük lütuf sahibidir.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Ey iman edenler." "Kur'ân-ı Kerim'de ilk kez bu ayette müminlere
bu şekilde hitap edilmektedir. Böyle bir hitap yaklaşık olarak
seksen beş yerde geçmektedir. İster hitap şeklinde olsun ve ister
hitap dışı bir amaçla olsun, müminlerin "iman edenler, inananlar"
olarak nitelendirilmesi bu ümmete özgü bir durumdur. Bundan
önceki ümmetlerse "kavim" kelimesi ile anılmışlardır: "Nuh kavmi
veya Hud kavmi" (Hûd, 89) "Dedi ki: Ey kavmim, ya ben apaçık bir
kanıta dayanıyorsam?" (Hûd, 28) "Medyen halkı" (Tevbe, 70) "Ress
halkı" (Kaf, 12) "İsrailoğulları" (Tâhâ, 47) "Ey İsrailoğulları" (Tâhâ, 80)
gibi. Şu hâlde "iman edenler" ifadesinin bu ümmete özgü kılınması,
bir tür onurlandırmadır. Ancak yüce Allah'ın sözü üzerinde titiz
bir yaklaşımla durulduğu zaman "ellezîne âmenû=iman edenler"
ifadesiyle kastedilenin, "müminler" ifadesiyle kastedilenden farklı
olduğu görülecektir.
Yüce Allah bir ayette şöyle buyuruyor: "Ey müminler, topluca
Allah'a tövbe edin." (Nûr, 31) Bu ifade bizim yaklaşımımızı doğrular
niteliktedir. Bir ayette şöyle buyuruyor: "Arşı taşıyanlar ve onun
Bakara Sûresi / 104-105 ......................................... 385
çevresinde bulunanlar, Rablerini överek tesbih ederler, O'na inanırlar
ve iman edenler için bağışlanma dilerler: Rabbimiz, rahmet
ve bilgi bakımından her şeyi kapladın. Tövbe edip senin yoluna
uyanları bağışla, onları cehennem azabından koru. Rabbimiz, onları
ve babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olan kimseleri
onlara söz verdiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz üstün olan,
hikmet sahibi olan sensin." (Mü'min, 7-8)
Bu ayetlerde, önce, meleklerin ve Arşı taşıyanların bağışlanma
dileyişi "iman edenlere" yönelik olarak sunuluyor, ardından bunu
açıklayıcı olarak şöyle bir ifade kullanılıyor: "Tövbe edip senin yoluna
uyanları..." Bilindiği gibi "tövbe" pişmanlık duyup dönmek ,
demektir. Ardından duaları "iman edenler"e bağlantılı kılınıyor,
daha sonra "iman edenler"in babaları, eşleri ve çocukları da bu
duanın kapsamına alınıyor. Eğer "iman edenler" diye kendilerinden
söz edilenler, nasıl olursa olsun Resulullah'a (s.a.a) inananlar
ise, o zaman "iman edenler" ifadesi, babaları, oğulları, eşleri, herkesi
kapsar, ayrıca "iman edenler"e atfedilerek zikrolunmalarına
gerek kalmazdı. Tümü aynı hizada ve aynı safta yer alırlardı.
Benzeri bir sonucu şu ayet-i kerimeden de çıkarmak mümkündür:
"Onlar ki, iman ettiler, zürriyetleri de imanda kendilerine
uydu; zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır; kendi amellerinden
de hiçbir şey eksiltmemişizdir. Herkes kendi kazandığına
bağlıdır." (Tûr, 21) Eğer "imanda kendilerine uyan zürriyetleri" ayet-
i kerimedeki "iman edenler" ifadesinin kapsamına giren kimseler
olsaydı, o zaman ayet-i kerimede sözü edilen "katma" bir anlam
ifade etmezdi. Şayet "Zürriyetleri de imanda kendilerine uydu"
ifadesi, "iman edenler" ifadesiyle özel şahısların yani zürriyetleri
olan tüm müminlerin kastedildiğine yönelik bir ipucu olarak
değerlendirilecekse, bu durumda da "katma"dan söz etmenin
somut bir anlamı olmamış olur.
Yine, "Kendi amellerinden de hiçbir şey eksiltmemişizdir." ifadesi
de sadece, arkalarında zürriyet bırakmayan, dolayısıyla
kendilerine iman noktasında uyacak bir soyları bulunmayan ve
ancak kendileri babalarına uyma durumunda bulunan son kuşak
açısından bir anlam ifade edebilir. Bu yaklaşım makul gibi görün-
386 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
se de ayetin akışından bunun bir onurlandırma ifadesi olduğunun
anlaşılmasıyla çelişmektedir.
Çünkü bu yaklaşıma göre, ayetten şöyle bir şey anlamalıyız.
"Müminler birbirlerindendirler. Ya da bir kısmı bir kısmına katılarak
tek safta yer alırlar. Bir kısmının diğer bir kısmın üzerinde onursal
bir üs-tünlüğü yoktur; daha önce iman etmekle daha sonra
iman etmek arasında bir ayrıcalık söz konusu değildir. Çünkü üstünlük
ölçüsü imandır ve o hepsinde vardır."
Ancak bu anlayış, ayetin oluşturduğu atmosferle çelişki
arzetmektedir. Görüldüğü gibi ayet-i kerimede bir tür saygınlıktan
söz ediliyor. Öncekilerin kendilerine katılma durumunda olan zürriyetlerine
oranla daha şerefli bir konumda oluşları vurgulanıyor.
Şu hâlde, "zürriyetleri de imanda kendilerine uydu." ifadesi, "iman
edenler" ifadesi ile bazı özel kimselerin kastedildiğine yönelik
bir ipucu konumundadır. Dolayısıyla bunlar, tüm insanlardan
önce, zor zamanda Resulullah'a (s.a.a) iman eden öncülerdir, yani
ilk Muhacirler ve Ensar topluluğudur. Buna göre, "iman edenler"
deyimi, bir onurlandırma niteliğidir ve bunun-la söz konusu kişiler
kastedilmiştir.
Yüce Allah'ın şu sözü de bu anlamı çağrıştırır mahiyettedir:
"Muhacirlerden olan fakirler içindir... ve onlardan önce o yurda
yerleşen, imana sarılanlar... Onlardan sonra gelenler derler ki:
Rabbi-miz, bizi ve bizden önce inanan kardeşlerimizi bağışla,
kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma! Rabbimiz sen
çok şefkatli, çok merhametlisin." (Haşr, 8-10) Eğer "iman edenler"
ile "bizden önce inananlar" ifadelerinde aynı kimseler kastedilmiş
olsaydı, o zaman bir zamir ile "bizden önce inananlar"a göndermede
bulunulur, ayrıca "iman edenler" ifadesinin kullanılmasına
gerek kalmazdı. Çünkü bu durumda "iman edenler" ifadesinin kullanılmasında hiçbir incelik ve fayda söz konusu değildir.
Aşağıdaki ayet-i kerimeden de bunu anlamak mümkündür:
"Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere
karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler. Onların, rüku
ve secde ederek Allah'ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün...
Allah, onlardan iman edip salih ameller işleyenlere bağışlanma
ve büyük bir ödül vaadetmiştir." (Fetih, 29)
Bakara Sûresi / 104-105 ............................................... 387
Böylece anlaşılıyor ki, bu kelime, müminlerden ilk iman edenlere
özgü bir onurlandırma niteliğidir. "İnkâr edenler" ifadesi için
de benzeri bir yorumda bulunmak mümkündür. Denebilir ki, bu ifadeyle
her-kesten önce Resulullah'ı inkâr eden Mekke'li müşriklerle
benzeri kâfirler kastedilmiştir. Nitekim yüce Allah'ın şu sözünden
de benzeri bir sonuç çıkarsamak mümkündür: "İnkâr edenlere
gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir:
Onlar inanmazlar." (Bakara, 6)
Eğer desen ki: Şimdiye kadar ki açıklamalardan çıkan sonuca
göre "ellezîne âmenû=iman edenler" hitabı ile Resulullah efendimiz
(s.a.a) zamanındaki belli bir grup kastedilmiştir. Oysa tüm İslâm
âlim-leri diyorlar ki: Bu tür hitaplar hem Peygamber efendimiz
zamanını, hem diğer zamanları, hem o zamanda hazır olanları ve
hem de diğer zamanlardaki müminleri kapsar. Özellikle de bu hitapları,
"hakikî önermeler" şeklinde değerlendirirsek, bu husus
daha bir belirginlik kazanır.
Ben derim ki: Evet, bu, belli bir gruba yönelik özel bir onurlandırmadır.
Ama bu demek değildir ki, hitabın kapsadığı yükümlülükler
sırf onlara özgüdür. Çünkü yükümlülüğün kapsamını genişletip
daraltan sebepler vardır ve bunlar hitabın kapsamını genişletip
daraltan sebeplerden ayrıdırlar. Nitekim hitaptan soyutlanmış
yükümlülükler de ortada herhangi bir hitap olmaksızın genel nitelikli,
geniş kapsamlıdırlar. Dolayısıyla, bazı yükümlülüklerin "Ey
iman edenler..." ifadesiyle başlaması, tıpkı diğer bazı yükümlülüklerin
"Ey Nebi..." veya "Ey Resul..." diye başlaması gibi bir onurlandırma
amacına yöneliktir; ama yükümlülük geneldir, kapsamı geniştir.
Bütün bunlara rağmen, bu söylediklerimiz, "iman edenler" ifadesinin
söz konusu özel ve onurlandırılmış grubun dışındakiler için
hiçbir zaman kullanılmadığı anlamına gelmez. Tersine bir ipucu,
bir karine söz konusu olduğu zaman başka insanlar için de kullanıldığı
tespit edilebilir: Yüce Allah'ın şu sözünde olduğu gibi: "İman
edip sonra inkâr eden, sonra yine iman edip tekrar inkâr eden,
sonra da inkârları artmış olan kimseleri Allah, ne bağışlayacak,
ne de doğru yola iletecektir." (Nisâ, 137) Bir diğer ayette de yüce
Allah Hz. Nuh'tan aktararak şöyle buyurur: "Ve ben iman edenleri
388 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
kovacak değilim. Çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır." (Hûd,
29)
"Raina, demeyin, 'Unzurna' deyin." Yani, "bize bak" anlamını ifade
etmek için "raina" kelimesi yerine onun anlamdaşı olan "unzurna"
kelimesini kullanın. Eğer bunu yapmazsanız, bu tutumunuz
küfür olur. Kâfirler içinse çok acı bir azap hazırlanmıştır. Görüldüğü
gibi ayet-i kerime "raina" kelimesine yönelik şiddetli bir yasaklama
içermektedir. Bu kelime bir başka ayette de yer alıyor ve o
ayette kelimenin hareket nitelikli bir başka anlamına dikkat çekiliyor:
"Yahudilerden bir kısmı, sözleri yerlerinden değiştirirler ve
'İşittik ve karşı geldik', 'Dinle, dinlemez olası' ve dillerini eğip bükerek
ve dini yererek 'Raina' derler." (Nisâ, 46) Bununla anlaşılıyor
ki, Yahudiler "raina" kelimesi ile Resulullah efendimize (s.a.a) hitap
ederlerken, "dinle, dinlemez olası" gibi bir anlam kastediyorlardı.
Peygamberimize bu kelime ile hitap edilmesinin yasaklanması
bu yüzdendir.
Nakledilen olay da bunu pekiştirir niteliktedir: Resulullah konuşma
yaptığı zaman Müslümanlar ona bu şekilde hitap ederlerdi:
"Ya Resulallah raina; yani bizi gözet ki, ne dediğini iyice anlayalım."
Bu kelime, Yahudi dilinde ise, sövgü ifade ederdi. Yahudiler
bunu fırsat bilerek Resulullah efendimize (s.a.a) bu kelimeyle hitap
ediyorlardı. Böylece görünüşte ona saygılı olduklarını ifade
etmiş olmakla birlikte aslında bununla, ona yönelik bir sövgü ifade
ediyorlardı. Yahudilerin dilinde "raina", "dinle, dinlemeyesice"
demektir. Bunun üzerine şu ayet-i kerime indi: "Yahudilerden bir
kısmı, sözleri yerlerinden değiştirirler ve 'İşittik ve karşı geldik',
'Dinle, dinlemez olası' ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek
'Raina' derler." Burada yüce Allah Yahudilerce yanlış anlama çekilebilecek
kelimenin kullanımını yasaklıyor, onun yerine anlamdaşı
olan "unzurna" kelimesinin kullanılmasını emrediyor. "Raina" demeyin,
"unzurna" deyin, buyuruyor.
"Kâfirler için acı bir azap vardır." Bununla söz konusu yasağı dinlemeyenler kastediliyor. Ayrıntı niteliğindeki bir yükümlülüğü terk
etmenin küfür olarak nitelendirildiği yerlerden biri de budur.
"Kitap ehlinden olan kâfirler... istemezler." Eğer bu ifadeyle özellikle
Yahudiler kastedilmişse, -ki önceki ifadelerin onlara yönelik
olması bunu gösteriyor- bu durumda onların Ehlikitap olarak nite-
Bakara Sûresi / 104-105 ............................................... 389
lendirilmiş olmaları yargının illetine yönelik bir işarettir. Buna göre,
onlar Ehlikitap oldukları için, müminlere kitap indirilmesini istemezler.
Çünkü müminlere kitap indirilmesi, "kitap ehli" niteliğinin
on-lara özgü olmasını geçersiz kılar. Ayrıca, onlar bu istemeyişleriyle,
Allah'ın rahmetinin genişliğine ve kullarına yönelik
lütfunun büyüklüğüne karşı çıkmış sayılırlar. Ama eğer bu ifadeyle
Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan tüm kitap ehli topluluklar kastedilmişse,
bu durumda, tahsis bildiren bir ifadenin ardından, genellik
ifade eden bir ayete yer verildiği sonucu çıkarılır. Çünkü her
iki topluluğun İslâm'a karşı kin gütme noktasında ortak özellikleri
vardır.
Bu yorumu ayetlerin akışı içinde yer alan diğer bazı ayetler de
pekiştirmektedir: "Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete
girmeyecek, dediler." (Bakara, 111) "Yahudiler, 'Hıristiyanlar,
bir temel üzerinde değiller.' dediler. Hıristiyanlar da, 'Yahudiler,
bir temel üzerinde değiller.' dediler. Oysa hepsi de kitabı
okuyorlar." (Bakara, 113)
İLK AYETLE İLGİLİ BİR HADİS
ed-Dürrül-Mensûr tefsirinde belirtildiğine göre, Ebu Nuaym, el-
Hilye adlı eserinde, İbn-i Abbas'a dayanarak şu hadisi tahric eder:
Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Yüce Allah, içinde 'Ey iman
edenler' ifadesi bulunan hiçbir ayet indirmemiştir ki, Ali, muhatapların
başı ve emiri olmasın."
Ben derim ki: Bu rivayet, daha sonra, bazı ayetlerin Hz. Ali ya
da Ehlibeyt İmamları hakkında indiklerine ilişkin olarak sunacağımız
rivayetleri destekler niteliktedir. Buna örnek olarak şu ayet-i
kerimeleri verebiliriz: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir
ümmetsiniz." (Âl-i İmrân, 110) "...insanlara şahit olasınız..." (Bakara,
143) "...doğrularla beraber olun." (Tevbe, 119)
390 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
Dostları ilə paylaş: |