El-Mîzân Tefsiri Allâme Muhammed Hüseyin tabatabai Cilt-1



Yüklə 6,68 Mb.
səhifə34/48
tarix04.01.2019
ölçüsü6,68 Mb.
#90080
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   48

Bakara Sûresi / 135-141 ..............................................


 

135- "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız." dediler.

De ki: "Hayır, İbrahim'in hanif dini(ne uyarız). O, müşriklerden

değildi."

 

136- Deyin ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İshak'a,



Yakub'a ve Yakub'un oğullarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene

ve peygamberlere Rablerinden verilene inanırız. Onlardan

hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz ve biz sadece O'na teslim olmuşlarız."

 

478 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

137- Eğer sizin inandığınız gibisine inanırlarsa, doğru yo-lu

bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, ancak onlar anlaşmazlık içindedirler.

Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir.

 

138- Allah'ın boyası(dır bu verilen); Allah'ın boyasından daha



güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.

 

139- De ki: "Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? O,



hem bizim, hem de sizin Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin

yaptıklarınız da size aittir. Biz yalnız O'na gönülden bağlanırız."

 

140- Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının



Yahudi yahut Hıristiyan olduklarını mı sanıyorsunuz? De ki: "Siz mi

daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından bildiği bir şahitliği

gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan

gafil değildir.

 

141- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin,



sizin kazandıklarınız kendinizindir. Siz onların yaptıklarından

sorulmazsınız.

 

AYETLERİN AÇIKLAMASI


 

"Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler." Yüce

Allah, İsmail, İshak ve Yakub gibi İbrahimoğullarının bağlı bulundukları

hak dinin, İbrahim'in de uyduğu Allah'ın birliği esasına dayalı

İslâm olduğunu açıklayınca, bunun kaçınılmaz sonucu olarak,

değişik Yahudi ve Hıristiyan gruplarının öncülük ettikleri gruplaşma

ve ayrılıkların onların ihtiraslarından ve kendi elleriyle

hazırladıkları komplolardan kaynaklandığı ortaya çıktı.

Bunun nedeni, onların bir esas üzerinde birlik oluşturmamalarıdır.

Bu yüzden dini grup ve hiziplere bölündüler. Tevhit ve vahdet

dini olan Allah'ın dinini kişisel ihtiras ve arzular boyası ile boyadılar.

Oysa din birdir, tıpkı din aracılığı ile kulluk sunulan ilâhın bir

olması gibi. Ve bu din İbrahim'in dinidir. Şu hâlde Müslümanlar bu

dine sarılmalıdırlar ve Ehlikitab'ı yiyip bitiren ayrılıkları bir kenara

bırakmalıdırlar.

 

Sürekli bir hareket hâlindeyken değişmek ve başkalaşmak,



yeryüzü menşeli hayatın bir özelliğidir. Tıpkı doğanın kendisi gibi.

Bu durum, onun özünü oluşturur. Doğanın ve dünya hayatının bu

 

Bakara Sûresi / 135-141 .....................................479

 

özelliği, davranış biçimlerinin; ulusal görgü kurallarının ve protokollerin



ulustan ulusa, toplumdan topluma değişiklik arzetmesini

gerektirmiştir. Bu kural kimi zaman dinsel törenlerde değişikliğe

ve sapmaya yol açtığı gibi, kimi durumlarda da dinle bağdaşmayan

şeylerin dine sokuşturulmaları sonucunu doğurmuştur. Bazen

da bu sapma, dinin özünden kaynaklanan kimi kuralların atılması

şeklinde kendini göstermiştir.

 

Dünyevî gaye ve hedefler, kimi durumlarda dini ve ilâhî gaye



ve hedeflerin yerini alabilirler. (Bu durum dinin felâketi demektir.)

Böyle durumlarda din, ulusal bir mahiyete bürünür. Asıl hedefinin

dışında bambaşka bir hedefe çağırır insanları. Gerçek adap kurallarının

dışındaki kurallarla insanların hayatını biçimlendirmeye çalışır.

Çok geçmeden kötülük (yani dinle ilgisi bulunmayan şeyler)

iyilik kimliğine bürünür. İnsanlar bu kötülüğe dört elle sarılırlar.

Çünkü kişisel arzularıyla ve ihtiraslarıyla paralellik arzeder. İyilik

ise kötülük gibi algılanır. Ne bir savunucusu, ne bir koruyucusu kalır.

Bugün gördüğümüz türden bir çirkef hayat biçimi egemen olur.

"Yahudi veya Hıristiyan olun." Yani, "Yahudiler dediler ki: "Yahudi

olun ki, doğru yolu bulasınız." Hıristiyanlar da dediler ki: Hıristiyan

olun ki, doğru yolu bulasınız." Çünkü onlar kendi aralarında

bir araya gelmez gruplar hâlindedirler.

 

"De ki: Hayır, İbrahim'in hanif dini. O, müşriklerden değildi." Bu ifade

onların yukarıdaki sözlerine bir cevap niteliğindedir. Yani de ki:

Biz İbrahim'in Allah'ın birliği esasına dayanan hanif dinine uyarız.

Çünkü bu din, size gönderilen bütün peygamberlerin uydukları biricik

dindir. İbrahim ve ondan sonraki peygamberlerin... Bu dinin

kurucusu İbrahim müşriklerden değildi. Eğer bid'atçıların sonradan

onun dinine sokuşturduklan bu sapmalar onun orijinal dininde

olsaydı, bununla o, müşriklerden olurdu. Çünkü Allah'ın dininden

olmayan bir şey, Allah'a davet etmez; aksine ondan başkasına

yöneltir, şirke götürür. Öyleyse tevhit esasına dayanan bu din,

Allah katından gelmeyen bir şeyi kapsamaz.

 

"Deyin ki: Allah'a ve bize indirilene... inanırız." Yahudi ve Hıristiyanların



dinsel anlayışlarına ilişkin önerilerine yer verilince, ardından

yüce Allah katındaki gerçekten söz etti (ki, O gerçeği söyler). Buna

göre gerçek; Allah'a ve aralarında hiçbir fark gözetmeksizin pey-

 

480 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

gamberlerin sundukları mesaja inanmak olarak ifadesini bulan



prensibe tanıklık etmektir ve bunun adı da İslâm'dır. İfadenin orijinalinde

özel olarak Allah'a inanmaktan söz edilmiş ve bu husus

öne alınarak, peygamberlere indirilen mesajlara inanma hususundan

ayrı olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Allah'a inanmak fıtrî

bir eğilimdir. Bunun için peygamberlik misyonunun sunduğu açıklamaya

ve risaletin ortaya koyduğu kanıta gerek yoktur.

Ardından yüce Allah bize indirilen Kur'ân'dan ya da Kur'ân

menşeli bilgilerden, İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub'a indirilen ilâhî

mesajlardan söz ediyor. Sonra Musa'ya ve İsa'ya verilen kitaba

değiniyor. Hz. Musa ve Hz. İsa'dan ayrıca söz edilmesinin nedeni

hitabın Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik olmasıdır ve onlar sadece

bu iki peygamberi benimseme durumundadırlar. Bunun ardından

peygamberlerin geneline verilen mesajlara yer veriliyor ki, tanıklık

tüm peygamberleri kapsasın ve yüce Allah'ın, "Onlardan



hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz." ifadesinin anlamı gerçekleşsin.

Ayette bir ifade değişikliği söz konusudur. Bizim yanımızda, İbrahim,

İshak ve Yakub'un yanında bulunanlar "inzâl=indirilme" fiili

ile ifade ediliyorken, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin yanındaki

mesajlara ilişkin olarak da i'tâ=verme" fiili kullanılıyor. Belki de bu

ifade tarzının asıl unsuru "verme"dir. Nitekim yüce Allah En'âm

suresinde Hz. İbrahim ve ondan önce ve sonra gönderilen peygamberlere

ilişkin olarak bu fiili kullanmıştır: "İşte onlar, kendilerine



kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir."

(En'âm, 89) Ne var ki, "verme" fiili kullanımı vahiy ve indirmenin

gerçekleştiğini tam olarak vurgulamıyor. Şu ayet-i kerimelerde olduğu

gibi: "Andolsun biz Lokman'a hikmet verdik." (Lokmân, 12)



"And olsun biz, İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik

verdik." (Câsiye, 16)

 

Yahudi ve Hıristiyanların her biri Hz. İbrahim'i, İsmail'i, İshak'ı,



Yakub'u ve torunlarını kendi dinlerine bağlı, yani Yahudiler onları

Yahudi, Hıristiyanlar da onları Hıristiyan kabul ediyor ve gerek Hıristiyanlık

ve gerekse Yahudilik olarak hak dinin Musa ve İsa'ya

verilen din olduğunu iddia ediyorlardı. Bu yüzden eğer, "İbrahim'e

ve İsmail'e verilen" şeklinde bir ifade kullanılsaydı, bu cümle onla-

 

Bakara Sûresi / 135-141 .....................................481

 

rın vahiy ve indirme suretiyle bir din sahibi olduklarını tam olarak



ifade edemezdi. O zaman onlara verilenin, Musa ve İsa'ya verilenin

aynısı olduğu ihtimali akla gelebilirdi. Yani, birbirini izleme kuralı

uyarınca bu din onlara nispet edilebilirdi. Tıpkı kitap ve nübüvvetin

İsrailoğullarına izafe edilmesi gibi. Bu yüzden Hz. İbrahim ve

ona atıf edatı ile bağlanan diğerleri için özellikle "indirme" fiili kullanılmıştır.

Hz. İbrahim'den önceki peygamberlere gelince, Yahudi

ve Hıristiyanların onlarla ilgili bir iddiaları olmadığı için, "peygamberlere

verilen" ifadesi, bertaraf edilmesi gereken bir kuruntuya

yol açmazdı.

 

Ayetin orijinalinde geçen "esbât" kelimesine gelince;



İsmailoğulları arasında "kabileler" ne anlam ifade ediyorsa,

İsrailoğulları arasında da "esbât" o anlamı ifade ediyor. "es-Sebt",

aynı babada birleşen topluluk demektir. İsrailoğulları on iki ana

boya (esbât) bölünmüşlerdi. Bunların her biri Hz. Yakub'un on iki

oğlundan birine dayanıyordu. Yakup Peygamberin her bir oğlu, arkasında

bir ümmet bırakmıştı.

 

Eğer ifadenin orijinalinde geçen "Esbât"tan maksat milletler



ve uluslar ise, bu durumda ilâhî mesajın indirilişinin onlara izafe

edilmesi, her birinin arasından peygamberlerin görevlendirilmiş

olmasından dolayıdır. Yok eğer bundan maksat kişilerse, bu durumda

onlar, kendilerine vahiy indirilen peygamberlerdir. Bu durumda

bunlar Hz. Yusuf'un kardeşleri değildirler. Çünkü onlar peygamberlikle

görevlendirilmemişlerdi. Şu ayet-i kerimede aynı noktayı

vurgulama amacına yöneliktir: "İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,

Yakub'a, torunlara ve İsa'ya vahyettik." (Nisâ, 163)

 

"Eğer sizin inandığınız gibisine inanırlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar."



Maksat, "sizin inandığınıza" olmakla birlikte, "sizin inandığınız

gibisine inanırlarsa" denilmesi, karşıtlık ve zıtlık durumunu ortadan

kaldırma amacına yöneliktir. Şayet onlara, "Bizim inandığımıza

inanın." denilse, "biz ancak bize indirilene inanırız ve bundan

ötesini de inkâr ederiz" diyebilirlerdi. Ki, demişlerdi de. Fakat onlara:

"Biz sadece gerçeği içeren bir dine inanıyoruz, siz de onun gibi

gerçeği içeren dine inanın" denilse, inatçılık etmelerine, büyüklük

kompleksine kapılmalarına fırsat verilmemiş olur. Çünkü onların

benimsedikleri din, gerçeği saf olarak içermemektedir.

 

482 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

"anlaşmazlık içindedirler." İfadenin orijinali olan "şikak"; nifak,

çekişme, didişme, anlaşmazlık ve ayrılık demektir.

 

"Onlara karşı Allah sana yeter." Bu, yüce Allah'tan Resulullah

efendimize (s.a.a) yönelik, Ehlikitab'a karşı bir yardım sözüdür. Ulu

Allah peygamberimize (s.a.a) verdiği bu sözü tuttu. Ve hiç kuşkusuz

dilediği bir zamanda İslâm ümmetine yönelik bu nimeti tamamlayacaktır.

Bil ki, bu ayet, kendisinden önceki ve sonraki ayet

arasında yer alan bir ara cümle konumundadır.

 

"Allah'ın boyası; Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?"



"Sıbğa" boyanma suretiyle edinilen renk demektir. Yani, sözü

edilen iman, yüce Allah'ın bize kazandırdığı bir renktir. Bu, en güzel

boyadır. Dinde ayrılık ve dini hayata egemen kılmama esasına

dayalı Yahudilik ve Hıristiyanlık boyasına benzemez.

 

"Biz ancak O'na kulluk ederiz." İfade bir hâl cümlesidir. Sanki

bununla "Allah'ın boyası; Allah'ın boyasından daha güzel boyası



olan kimdir?" ifadesinin illeti açıklanmak istenmiştir.

 

"De ki: Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz?" Bu ifade,



Ehlikitap'la Müslümanların Allah hakkında tartışmalarının ne kadar

yersiz olduğunu vurgulama amacına yöneliktir. Tartışmanın

yersizliği, Ehlikitabın ısrarla tartışma açmalarının boş ve saçma bir

girişim olduğu şu ifade ile dile getiriliyor: "O hem bizim, hem de



sizin Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da

size aittir. Biz yalnız O'na gönülden bağlananlarız."

 

Bunu şöylece açıklayabiliriz: Tâbi olma durumunda olan iki

grubun, tâbi oldukları kimse hakkında tartışmaları, birbirleriyle çelişmeleri

üç gerekçeden biri için olabilir:

 

Ya tâbilerden her biri, bir kişiye tâbi olmaktadır; dolayısıyla her



biri, bu tartışma ile tâbi olduğu kimsenin ve Rabbinin ötekisinden

üstün olduğunu kanıtlama amacını gütmektedir. Tıpkı bir putperest

ile bir Müslümanın tartışmaları gibi.

 

Ya da taraflardan her biri veya sadece biri kendisinin daha fazla



tâbi olduğunu, bağlılığının daha güçlü olduğunu, karşı tarafınsa

bağlılık, yakınlık ve buna benzer iddialarının geçersiz olduğunu

kanıtlama çabasındadır. Yani, bu durumda, tâbi olunan kişi birdir,

ama taraflar birbirlerinin bağlılıklarına inanmamaktadırlar.

 

Bakara Sûresi / 135-141 .....................................483

 

Ya da taraflardan biri öylesine iğrenç sıfatlara sahiptir ki, böyle



biri söz konusu zata tâbi olmaya lâyık değildir. Bu davranışlara

ve niteliklere sahip olduğu sürece bu iddiası anlamsızdır. Aksi

takdirde, tâbi olunan kişiyi lekeler, değerini düşürür.

Tartışan ve birbirleriyle sürtüşen iki taraf arasında bu tür gerekçeler

etkin olabilir. Müslümanlar ve Ehlikitap aynı ilâha kulluk

etmektedirler. Taraflardan birinin ameli ötekisininkini engelleyici

konumda değildir. Müslümanlar dinlerini ve kulluk kastı taşıyan

davranışlarını sırf Allah'a özgü kılıyorlar. Dolayısıyla Ehlikitab'ın

onlarla tartışmaya girmelerini haklı kılacak hiçbir gerekçe yoktur.

Bu yüzden, ayet-i kerimede öncelikle onların tartışma istekleri

yersiz karşılanıyor, ardından ikinci ve üçüncü gerekçeleri birer birer

çürütülüyor.

 

"Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi, yahut



Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" Her iki topluluk da böyle

bir iddiada bulunuyordu. Onlara göre, Hz. İbrahim ve onunla birlikte

adı geçen diğer peygamberler kendi dinlerine mensuptular. Bu

da onların Yahudi ya da Hıristiyan olmaları anlamına geliyordu.

Yani onlar Yahudi veya Hıristiyan idiler. Nitekim bu ayet-i kerime

onların bu iddialarını açıkça dile getirmektedir: "Ey kitap ehli, İbrahim



hakkında ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da,

İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Anlamıyor musunuz?"

(Âl-i İmrân, 65)

 

"De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Çünkü Allah kitabında

hem bize, hem de size, Hz. Musa ve İsa'ya İbrahim peygamber

ve onunla birlikte adı geçen diğer peygamberlerden sonra

kitap verildiğini haber veriyor.

 

"Allah tarafından bildiği bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?"

Yani, yüce Allah'ın Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin Hz.

İbrahim ve onunla birlikte adı geçen diğer peygamberlerden sonra

kurumlaştıklarını bildirdiğine ilişkin dolaylı şahitliği gizlemek.

Çünkü ayette sözü edilen şahitlik dolaylı bir şahitliktir. Ya da şahitliği

gizlemenin anlamı; adı geçen peygamberlerin Tevrat ve İncil'in

indirilişinden önce yaşadıklarına ilişken Allah'ın tanıklığını gizlemektir.

Bu durumda söz konusu şahitlik doğrudan bir şahitlik niteliğini

kazanır. Ne var ki, ayette belirgin olan birinci anlamdır.

 

484 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1

 

"Onlar bir ümmetti, gelip geçti..." Yani kişilere takılıp kalmak ve



onların kimliklerini tartışmak, şimdiki durumumuz üzerinde olumlu

bir rol oynamaz. Onlar hakkında konuşmamak, etnik kökenlerini

tartışma konusu yapmamak da sizin açınızdan bir kayba yol

açmaz. Sizin yapmanız gereken, yarın hakkında sorguya çekileceğiniz

hususlarla ilgilenmektir.

 

Bu ayetin aynı konu içinde iki kez tekrarlanmasının nedeni,



Yahudi ve Hıristiyanların kendilerine hiçbir yarar sağlamayan bu

konuyla aşırı derecede ilgilenmeleridir. Üstelik Hz. İbrahim'in Yahudilik

ve Hıristiyanlık dinlerinin kurumlaşmalarından önce yaşadığını

bilmelerine rağmen bu tür savlar ortaya atmaktan

kaçınmıyorlardı. Yoksa, nebi ve resullerin durumlarını araştırmak,

sundukları mesajın ayırıcı özelliklerini ve kişisel üstünlüklerini ortaya

çıkarmak gibi işin yararlı yönüyle uğraşmak elbette olumlu

bir girişimdir. Kur'ân-ı Kerim peygamber kıssalarına yer vermek,

onlar üzerinde düşünmeyi teşvik etmek suretiyle, bir anlamda bu

tür araştırmaların olumluluğunu göstermiştir.

 

AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI



 

Tefsir'ul-Ayyâşî'nin bir yerinde, "Hayır, İbrahim'in hanif dinine..."

ifadesiyle ilgili olarak İmam Sadık'ın (a.s), "Haniflik (yani Allah'ı

tek ve ortaksız bilmek) İslâm'ın özüdür." dediği rivayet edilir.

İmam Bâkır (a.s) diyor ki: "Haniflikte açıklığa kavuşturulmamış

hiçbir şey kalmadı. Tırnakları kesmek ve sünnet olmak da

hanifilikte vardır." [c.1, s.61, h: 103-104]

 

Tefsir'ul-Kummî'de deniyor ki: "Yüce Allah Hz. İbrahim'e hanif



dinini indirdi. Bu dinin özü temizlikti ve on esas içeriyordu. Beşi

başla, beşi de bedenle ilgiliydi. Başla ilgili beş esas şunlardır: Bıyığı

kısaltmak, sakalı uzatmak, saçı toparlamak, dişleri

misvaklamak ve dişlerin arasındaki kırıntıları ayıklamak. Bedenle

ilgili beş esas ise şunlardır: Bedendeki kılları yolmak, sünnet olmak,

tırnakları kesmek ve cenabetten dolayı yıkanmak ve su ile

temizlenmek. Hz. İbrahim'in (a.s) getirdiği hanif dini bundan ibaretti.

Bu dinin öngördüğü prensipler yürürlükten kaldırılmamıştır

ve kıyamete kadar da yürürlükten kaldırılmayacaktır."

 

Bakara Sûresi / 135-141 .....................................485

 

Ben derim ki: Rivayette belirtilen saçın toparlanmasından



maksat, tıraş olup düzeltilmesidir. Buna yakın anlamlar içeren

birçok hadis vardır. Bu hadislere Ehlisünnet'e mensup bilginler de,

Şia bilginleri de kitaplarında yer vermişlerdir.

 

el-Kâfi'de1 ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de2, İmam Bâkır'dan (a.s), "Deyin



ki: Allah'a... inanırız." ifadesinde, hitabın Ali'ye, Fatıma'ya, Hasan-

'a, Hüseyin'e ve onlardan sonraki Ehlibeyt İmamlarına yönelik olduğu

rivayet edilir.

 

Ben derim ki: Bu sonuç, Hz. İbrahim'in duasının sonundaki



"neslimizden de sana teslim olmuş bir ümmet çıkar." şeklindeki

ifade ile Ehlibeyt'in kastedilmiş olması yaklaşımından elde edilir.

Ama bu, hitabın tüm Müslüman ümmete yönelik olmasına ve her

Müslümanın böyle bir yükümlülüğünün olmasına engel değildir.

Çünkü bu tür hitapların içerdikleri anlamlar oranında genel ve özel

mercileri vardır. İslâm ve imanın mertebelerine ilişkin açıklamalarımızda

vurguladığımız gibi.

 

Tefsir'ul-Kummî'de İmam Sadık ve İmam Bâkır'dan birinin, el-



Meanî adlı eserde ise, İmam Sadık'ın (a.s), "Allah'ın boyası" ifadesi

ile ilgili olarak "Boya, İslâm'dır." dediği rivayet edilir.

 

Ayetlerin akışında bu anlam son derece belirgindir.



 

el-Kâfi3 ve el-Meanî4 adlı eserlerde İmam Sadık'ın (a.s), "Mümin-



lerin mîsak sırasında velâyet boyası ile boyanmaları kastedilmiştir."

dediği belirtilir.

 

Ben derim ki: Bu yorum ayetin batınî anlamına dayanmaktadır.



İnşaallah ileride ayetlerin "batınî anlamı" deyimini, aynı şekilde,

"velâyet" kavramını ve "mîsak"ı açıklama fırsatını bulacağız.

 

---------



1- [Usûl-i Kâfi, c.1, s.415, h: 19]

2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.62, h: 102]

3- [Usûl-i Kâfi, c.1, s.422, h: 53]

4- [Mean'il-Ahbâr, s.188]

 

 

486 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1



 


Yüklə 6,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin