Bakara Sûresi / 135-141 ..............................................
135- "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız." dediler.
De ki: "Hayır, İbrahim'in hanif dini(ne uyarız). O, müşriklerden
değildi."
136- Deyin ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İshak'a,
Yakub'a ve Yakub'un oğullarına indirilene, Musa'ya ve İsa'ya verilene
ve peygamberlere Rablerinden verilene inanırız. Onlardan
hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz ve biz sadece O'na teslim olmuşlarız."
478 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
137- Eğer sizin inandığınız gibisine inanırlarsa, doğru yo-lu
bulmuş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, ancak onlar anlaşmazlık içindedirler.
Onlara karşı Allah sana yeter. O, işitendir, bilendir.
138- Allah'ın boyası(dır bu verilen); Allah'ın boyasından daha
güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.
139- De ki: "Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? O,
hem bizim, hem de sizin Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin
yaptıklarınız da size aittir. Biz yalnız O'na gönülden bağlanırız."
140- Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının
Yahudi yahut Hıristiyan olduklarını mı sanıyorsunuz? De ki: "Siz mi
daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah tarafından bildiği bir şahitliği
gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah, yaptıklarınızdan
gafil değildir.
141- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin,
sizin kazandıklarınız kendinizindir. Siz onların yaptıklarından
sorulmazsınız.
AYETLERİN AÇIKLAMASI
"Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler." Yüce
Allah, İsmail, İshak ve Yakub gibi İbrahimoğullarının bağlı bulundukları
hak dinin, İbrahim'in de uyduğu Allah'ın birliği esasına dayalı
İslâm olduğunu açıklayınca, bunun kaçınılmaz sonucu olarak,
değişik Yahudi ve Hıristiyan gruplarının öncülük ettikleri gruplaşma
ve ayrılıkların onların ihtiraslarından ve kendi elleriyle
hazırladıkları komplolardan kaynaklandığı ortaya çıktı.
Bunun nedeni, onların bir esas üzerinde birlik oluşturmamalarıdır.
Bu yüzden dini grup ve hiziplere bölündüler. Tevhit ve vahdet
dini olan Allah'ın dinini kişisel ihtiras ve arzular boyası ile boyadılar.
Oysa din birdir, tıpkı din aracılığı ile kulluk sunulan ilâhın bir
olması gibi. Ve bu din İbrahim'in dinidir. Şu hâlde Müslümanlar bu
dine sarılmalıdırlar ve Ehlikitab'ı yiyip bitiren ayrılıkları bir kenara
bırakmalıdırlar.
Sürekli bir hareket hâlindeyken değişmek ve başkalaşmak,
yeryüzü menşeli hayatın bir özelliğidir. Tıpkı doğanın kendisi gibi.
Bu durum, onun özünü oluşturur. Doğanın ve dünya hayatının bu
Bakara Sûresi / 135-141 .....................................479
özelliği, davranış biçimlerinin; ulusal görgü kurallarının ve protokollerin
ulustan ulusa, toplumdan topluma değişiklik arzetmesini
gerektirmiştir. Bu kural kimi zaman dinsel törenlerde değişikliğe
ve sapmaya yol açtığı gibi, kimi durumlarda da dinle bağdaşmayan
şeylerin dine sokuşturulmaları sonucunu doğurmuştur. Bazen
da bu sapma, dinin özünden kaynaklanan kimi kuralların atılması
şeklinde kendini göstermiştir.
Dünyevî gaye ve hedefler, kimi durumlarda dini ve ilâhî gaye
ve hedeflerin yerini alabilirler. (Bu durum dinin felâketi demektir.)
Böyle durumlarda din, ulusal bir mahiyete bürünür. Asıl hedefinin
dışında bambaşka bir hedefe çağırır insanları. Gerçek adap kurallarının
dışındaki kurallarla insanların hayatını biçimlendirmeye çalışır.
Çok geçmeden kötülük (yani dinle ilgisi bulunmayan şeyler)
iyilik kimliğine bürünür. İnsanlar bu kötülüğe dört elle sarılırlar.
Çünkü kişisel arzularıyla ve ihtiraslarıyla paralellik arzeder. İyilik
ise kötülük gibi algılanır. Ne bir savunucusu, ne bir koruyucusu kalır.
Bugün gördüğümüz türden bir çirkef hayat biçimi egemen olur.
"Yahudi veya Hıristiyan olun." Yani, "Yahudiler dediler ki: "Yahudi
olun ki, doğru yolu bulasınız." Hıristiyanlar da dediler ki: Hıristiyan
olun ki, doğru yolu bulasınız." Çünkü onlar kendi aralarında
bir araya gelmez gruplar hâlindedirler.
"De ki: Hayır, İbrahim'in hanif dini. O, müşriklerden değildi." Bu ifade
onların yukarıdaki sözlerine bir cevap niteliğindedir. Yani de ki:
Biz İbrahim'in Allah'ın birliği esasına dayanan hanif dinine uyarız.
Çünkü bu din, size gönderilen bütün peygamberlerin uydukları biricik
dindir. İbrahim ve ondan sonraki peygamberlerin... Bu dinin
kurucusu İbrahim müşriklerden değildi. Eğer bid'atçıların sonradan
onun dinine sokuşturduklan bu sapmalar onun orijinal dininde
olsaydı, bununla o, müşriklerden olurdu. Çünkü Allah'ın dininden
olmayan bir şey, Allah'a davet etmez; aksine ondan başkasına
yöneltir, şirke götürür. Öyleyse tevhit esasına dayanan bu din,
Allah katından gelmeyen bir şeyi kapsamaz.
"Deyin ki: Allah'a ve bize indirilene... inanırız." Yahudi ve Hıristiyanların
dinsel anlayışlarına ilişkin önerilerine yer verilince, ardından
yüce Allah katındaki gerçekten söz etti (ki, O gerçeği söyler). Buna
göre gerçek; Allah'a ve aralarında hiçbir fark gözetmeksizin pey-
480 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
gamberlerin sundukları mesaja inanmak olarak ifadesini bulan
prensibe tanıklık etmektir ve bunun adı da İslâm'dır. İfadenin orijinalinde
özel olarak Allah'a inanmaktan söz edilmiş ve bu husus
öne alınarak, peygamberlere indirilen mesajlara inanma hususundan
ayrı olarak değerlendirilmiştir. Çünkü Allah'a inanmak fıtrî
bir eğilimdir. Bunun için peygamberlik misyonunun sunduğu açıklamaya
ve risaletin ortaya koyduğu kanıta gerek yoktur.
Ardından yüce Allah bize indirilen Kur'ân'dan ya da Kur'ân
menşeli bilgilerden, İbrahim, İsmail, İshak ve Yakub'a indirilen ilâhî
mesajlardan söz ediyor. Sonra Musa'ya ve İsa'ya verilen kitaba
değiniyor. Hz. Musa ve Hz. İsa'dan ayrıca söz edilmesinin nedeni
hitabın Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik olmasıdır ve onlar sadece
bu iki peygamberi benimseme durumundadırlar. Bunun ardından
peygamberlerin geneline verilen mesajlara yer veriliyor ki, tanıklık
tüm peygamberleri kapsasın ve yüce Allah'ın, "Onlardan
hiçbiri arasında ayrılık gözetmeyiz." ifadesinin anlamı gerçekleşsin.
Ayette bir ifade değişikliği söz konusudur. Bizim yanımızda, İbrahim,
İshak ve Yakub'un yanında bulunanlar "inzâl=indirilme" fiili
ile ifade ediliyorken, Musa, İsa ve diğer peygamberlerin yanındaki
mesajlara ilişkin olarak da i'tâ=verme" fiili kullanılıyor. Belki de bu
ifade tarzının asıl unsuru "verme"dir. Nitekim yüce Allah En'âm
suresinde Hz. İbrahim ve ondan önce ve sonra gönderilen peygamberlere
ilişkin olarak bu fiili kullanmıştır: "İşte onlar, kendilerine
kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir."
(En'âm, 89) Ne var ki, "verme" fiili kullanımı vahiy ve indirmenin
gerçekleştiğini tam olarak vurgulamıyor. Şu ayet-i kerimelerde olduğu
gibi: "Andolsun biz Lokman'a hikmet verdik." (Lokmân, 12)
"And olsun biz, İsrailoğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik
verdik." (Câsiye, 16)
Yahudi ve Hıristiyanların her biri Hz. İbrahim'i, İsmail'i, İshak'ı,
Yakub'u ve torunlarını kendi dinlerine bağlı, yani Yahudiler onları
Yahudi, Hıristiyanlar da onları Hıristiyan kabul ediyor ve gerek Hıristiyanlık
ve gerekse Yahudilik olarak hak dinin Musa ve İsa'ya
verilen din olduğunu iddia ediyorlardı. Bu yüzden eğer, "İbrahim'e
ve İsmail'e verilen" şeklinde bir ifade kullanılsaydı, bu cümle onla-
Bakara Sûresi / 135-141 .....................................481
rın vahiy ve indirme suretiyle bir din sahibi olduklarını tam olarak
ifade edemezdi. O zaman onlara verilenin, Musa ve İsa'ya verilenin
aynısı olduğu ihtimali akla gelebilirdi. Yani, birbirini izleme kuralı
uyarınca bu din onlara nispet edilebilirdi. Tıpkı kitap ve nübüvvetin
İsrailoğullarına izafe edilmesi gibi. Bu yüzden Hz. İbrahim ve
ona atıf edatı ile bağlanan diğerleri için özellikle "indirme" fiili kullanılmıştır.
Hz. İbrahim'den önceki peygamberlere gelince, Yahudi
ve Hıristiyanların onlarla ilgili bir iddiaları olmadığı için, "peygamberlere
verilen" ifadesi, bertaraf edilmesi gereken bir kuruntuya
yol açmazdı.
Ayetin orijinalinde geçen "esbât" kelimesine gelince;
İsmailoğulları arasında "kabileler" ne anlam ifade ediyorsa,
İsrailoğulları arasında da "esbât" o anlamı ifade ediyor. "es-Sebt",
aynı babada birleşen topluluk demektir. İsrailoğulları on iki ana
boya (esbât) bölünmüşlerdi. Bunların her biri Hz. Yakub'un on iki
oğlundan birine dayanıyordu. Yakup Peygamberin her bir oğlu, arkasında
bir ümmet bırakmıştı.
Eğer ifadenin orijinalinde geçen "Esbât"tan maksat milletler
ve uluslar ise, bu durumda ilâhî mesajın indirilişinin onlara izafe
edilmesi, her birinin arasından peygamberlerin görevlendirilmiş
olmasından dolayıdır. Yok eğer bundan maksat kişilerse, bu durumda
onlar, kendilerine vahiy indirilen peygamberlerdir. Bu durumda
bunlar Hz. Yusuf'un kardeşleri değildirler. Çünkü onlar peygamberlikle
görevlendirilmemişlerdi. Şu ayet-i kerimede aynı noktayı
vurgulama amacına yöneliktir: "İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a,
Yakub'a, torunlara ve İsa'ya vahyettik." (Nisâ, 163)
"Eğer sizin inandığınız gibisine inanırlarsa, doğru yolu bulmuş olurlar."
Maksat, "sizin inandığınıza" olmakla birlikte, "sizin inandığınız
gibisine inanırlarsa" denilmesi, karşıtlık ve zıtlık durumunu ortadan
kaldırma amacına yöneliktir. Şayet onlara, "Bizim inandığımıza
inanın." denilse, "biz ancak bize indirilene inanırız ve bundan
ötesini de inkâr ederiz" diyebilirlerdi. Ki, demişlerdi de. Fakat onlara:
"Biz sadece gerçeği içeren bir dine inanıyoruz, siz de onun gibi
gerçeği içeren dine inanın" denilse, inatçılık etmelerine, büyüklük
kompleksine kapılmalarına fırsat verilmemiş olur. Çünkü onların
benimsedikleri din, gerçeği saf olarak içermemektedir.
482 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
"anlaşmazlık içindedirler." İfadenin orijinali olan "şikak"; nifak,
çekişme, didişme, anlaşmazlık ve ayrılık demektir.
"Onlara karşı Allah sana yeter." Bu, yüce Allah'tan Resulullah
efendimize (s.a.a) yönelik, Ehlikitab'a karşı bir yardım sözüdür. Ulu
Allah peygamberimize (s.a.a) verdiği bu sözü tuttu. Ve hiç kuşkusuz
dilediği bir zamanda İslâm ümmetine yönelik bu nimeti tamamlayacaktır.
Bil ki, bu ayet, kendisinden önceki ve sonraki ayet
arasında yer alan bir ara cümle konumundadır.
"Allah'ın boyası; Allah'ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir?"
"Sıbğa" boyanma suretiyle edinilen renk demektir. Yani, sözü
edilen iman, yüce Allah'ın bize kazandırdığı bir renktir. Bu, en güzel
boyadır. Dinde ayrılık ve dini hayata egemen kılmama esasına
dayalı Yahudilik ve Hıristiyanlık boyasına benzemez.
"Biz ancak O'na kulluk ederiz." İfade bir hâl cümlesidir. Sanki
bununla "Allah'ın boyası; Allah'ın boyasından daha güzel boyası
olan kimdir?" ifadesinin illeti açıklanmak istenmiştir.
"De ki: Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz?" Bu ifade,
Ehlikitap'la Müslümanların Allah hakkında tartışmalarının ne kadar
yersiz olduğunu vurgulama amacına yöneliktir. Tartışmanın
yersizliği, Ehlikitabın ısrarla tartışma açmalarının boş ve saçma bir
girişim olduğu şu ifade ile dile getiriliyor: "O hem bizim, hem de
sizin Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da
size aittir. Biz yalnız O'na gönülden bağlananlarız."
Bunu şöylece açıklayabiliriz: Tâbi olma durumunda olan iki
grubun, tâbi oldukları kimse hakkında tartışmaları, birbirleriyle çelişmeleri
üç gerekçeden biri için olabilir:
Ya tâbilerden her biri, bir kişiye tâbi olmaktadır; dolayısıyla her
biri, bu tartışma ile tâbi olduğu kimsenin ve Rabbinin ötekisinden
üstün olduğunu kanıtlama amacını gütmektedir. Tıpkı bir putperest
ile bir Müslümanın tartışmaları gibi.
Ya da taraflardan her biri veya sadece biri kendisinin daha fazla
tâbi olduğunu, bağlılığının daha güçlü olduğunu, karşı tarafınsa
bağlılık, yakınlık ve buna benzer iddialarının geçersiz olduğunu
kanıtlama çabasındadır. Yani, bu durumda, tâbi olunan kişi birdir,
ama taraflar birbirlerinin bağlılıklarına inanmamaktadırlar.
Bakara Sûresi / 135-141 .....................................483
Ya da taraflardan biri öylesine iğrenç sıfatlara sahiptir ki, böyle
biri söz konusu zata tâbi olmaya lâyık değildir. Bu davranışlara
ve niteliklere sahip olduğu sürece bu iddiası anlamsızdır. Aksi
takdirde, tâbi olunan kişiyi lekeler, değerini düşürür.
Tartışan ve birbirleriyle sürtüşen iki taraf arasında bu tür gerekçeler
etkin olabilir. Müslümanlar ve Ehlikitap aynı ilâha kulluk
etmektedirler. Taraflardan birinin ameli ötekisininkini engelleyici
konumda değildir. Müslümanlar dinlerini ve kulluk kastı taşıyan
davranışlarını sırf Allah'a özgü kılıyorlar. Dolayısıyla Ehlikitab'ın
onlarla tartışmaya girmelerini haklı kılacak hiçbir gerekçe yoktur.
Bu yüzden, ayet-i kerimede öncelikle onların tartışma istekleri
yersiz karşılanıyor, ardından ikinci ve üçüncü gerekçeleri birer birer
çürütülüyor.
"Yoksa siz, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi, yahut
Hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" Her iki topluluk da böyle
bir iddiada bulunuyordu. Onlara göre, Hz. İbrahim ve onunla birlikte
adı geçen diğer peygamberler kendi dinlerine mensuptular. Bu
da onların Yahudi ya da Hıristiyan olmaları anlamına geliyordu.
Yani onlar Yahudi veya Hıristiyan idiler. Nitekim bu ayet-i kerime
onların bu iddialarını açıkça dile getirmektedir: "Ey kitap ehli, İbrahim
hakkında ne diye çekişip tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da,
İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. Anlamıyor musunuz?"
(Âl-i İmrân, 65)
"De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Çünkü Allah kitabında
hem bize, hem de size, Hz. Musa ve İsa'ya İbrahim peygamber
ve onunla birlikte adı geçen diğer peygamberlerden sonra
kitap verildiğini haber veriyor.
"Allah tarafından bildiği bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?"
Yani, yüce Allah'ın Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin Hz.
İbrahim ve onunla birlikte adı geçen diğer peygamberlerden sonra
kurumlaştıklarını bildirdiğine ilişkin dolaylı şahitliği gizlemek.
Çünkü ayette sözü edilen şahitlik dolaylı bir şahitliktir. Ya da şahitliği
gizlemenin anlamı; adı geçen peygamberlerin Tevrat ve İncil'in
indirilişinden önce yaşadıklarına ilişken Allah'ın tanıklığını gizlemektir.
Bu durumda söz konusu şahitlik doğrudan bir şahitlik niteliğini
kazanır. Ne var ki, ayette belirgin olan birinci anlamdır.
484 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
"Onlar bir ümmetti, gelip geçti..." Yani kişilere takılıp kalmak ve
onların kimliklerini tartışmak, şimdiki durumumuz üzerinde olumlu
bir rol oynamaz. Onlar hakkında konuşmamak, etnik kökenlerini
tartışma konusu yapmamak da sizin açınızdan bir kayba yol
açmaz. Sizin yapmanız gereken, yarın hakkında sorguya çekileceğiniz
hususlarla ilgilenmektir.
Bu ayetin aynı konu içinde iki kez tekrarlanmasının nedeni,
Yahudi ve Hıristiyanların kendilerine hiçbir yarar sağlamayan bu
konuyla aşırı derecede ilgilenmeleridir. Üstelik Hz. İbrahim'in Yahudilik
ve Hıristiyanlık dinlerinin kurumlaşmalarından önce yaşadığını
bilmelerine rağmen bu tür savlar ortaya atmaktan
kaçınmıyorlardı. Yoksa, nebi ve resullerin durumlarını araştırmak,
sundukları mesajın ayırıcı özelliklerini ve kişisel üstünlüklerini ortaya
çıkarmak gibi işin yararlı yönüyle uğraşmak elbette olumlu
bir girişimdir. Kur'ân-ı Kerim peygamber kıssalarına yer vermek,
onlar üzerinde düşünmeyi teşvik etmek suretiyle, bir anlamda bu
tür araştırmaların olumluluğunu göstermiştir.
AYETLERİN HADİSLER IŞIĞINDA AÇIKLAMASI
Tefsir'ul-Ayyâşî'nin bir yerinde, "Hayır, İbrahim'in hanif dinine..."
ifadesiyle ilgili olarak İmam Sadık'ın (a.s), "Haniflik (yani Allah'ı
tek ve ortaksız bilmek) İslâm'ın özüdür." dediği rivayet edilir.
İmam Bâkır (a.s) diyor ki: "Haniflikte açıklığa kavuşturulmamış
hiçbir şey kalmadı. Tırnakları kesmek ve sünnet olmak da
hanifilikte vardır." [c.1, s.61, h: 103-104]
Tefsir'ul-Kummî'de deniyor ki: "Yüce Allah Hz. İbrahim'e hanif
dinini indirdi. Bu dinin özü temizlikti ve on esas içeriyordu. Beşi
başla, beşi de bedenle ilgiliydi. Başla ilgili beş esas şunlardır: Bıyığı
kısaltmak, sakalı uzatmak, saçı toparlamak, dişleri
misvaklamak ve dişlerin arasındaki kırıntıları ayıklamak. Bedenle
ilgili beş esas ise şunlardır: Bedendeki kılları yolmak, sünnet olmak,
tırnakları kesmek ve cenabetten dolayı yıkanmak ve su ile
temizlenmek. Hz. İbrahim'in (a.s) getirdiği hanif dini bundan ibaretti.
Bu dinin öngördüğü prensipler yürürlükten kaldırılmamıştır
ve kıyamete kadar da yürürlükten kaldırılmayacaktır."
Bakara Sûresi / 135-141 .....................................485
Ben derim ki: Rivayette belirtilen saçın toparlanmasından
maksat, tıraş olup düzeltilmesidir. Buna yakın anlamlar içeren
birçok hadis vardır. Bu hadislere Ehlisünnet'e mensup bilginler de,
Şia bilginleri de kitaplarında yer vermişlerdir.
el-Kâfi'de1 ve Tefsir'ul-Ayyâşî'de2, İmam Bâkır'dan (a.s), "Deyin
ki: Allah'a... inanırız." ifadesinde, hitabın Ali'ye, Fatıma'ya, Hasan-
'a, Hüseyin'e ve onlardan sonraki Ehlibeyt İmamlarına yönelik olduğu
rivayet edilir.
Ben derim ki: Bu sonuç, Hz. İbrahim'in duasının sonundaki
"neslimizden de sana teslim olmuş bir ümmet çıkar." şeklindeki
ifade ile Ehlibeyt'in kastedilmiş olması yaklaşımından elde edilir.
Ama bu, hitabın tüm Müslüman ümmete yönelik olmasına ve her
Müslümanın böyle bir yükümlülüğünün olmasına engel değildir.
Çünkü bu tür hitapların içerdikleri anlamlar oranında genel ve özel
mercileri vardır. İslâm ve imanın mertebelerine ilişkin açıklamalarımızda
vurguladığımız gibi.
Tefsir'ul-Kummî'de İmam Sadık ve İmam Bâkır'dan birinin, el-
Meanî adlı eserde ise, İmam Sadık'ın (a.s), "Allah'ın boyası" ifadesi
ile ilgili olarak "Boya, İslâm'dır." dediği rivayet edilir.
Ayetlerin akışında bu anlam son derece belirgindir.
el-Kâfi3 ve el-Meanî4 adlı eserlerde İmam Sadık'ın (a.s), "Mümin-
lerin mîsak sırasında velâyet boyası ile boyanmaları kastedilmiştir."
dediği belirtilir.
Ben derim ki: Bu yorum ayetin batınî anlamına dayanmaktadır.
İnşaallah ileride ayetlerin "batınî anlamı" deyimini, aynı şekilde,
"velâyet" kavramını ve "mîsak"ı açıklama fırsatını bulacağız.
---------
1- [Usûl-i Kâfi, c.1, s.415, h: 19]
2- [Tefsir'ul-Ayyâşî, c.1, s.62, h: 102]
3- [Usûl-i Kâfi, c.1, s.422, h: 53]
4- [Mean'il-Ahbâr, s.188]
486 ............................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.1
Dostları ilə paylaş: |