Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə6/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35

Tam bu sırada kontes Fauchery'ye bir şey söylüyordu. Ama o Muffat'nın durumunu o kadar eğlenceli ve olağan üstü bulmuştu ki duymamıştı. Kontes sorusunu tekrarladı:

- Bay Fauchery; Bismarck'ı anlatan bir yazınız yok muydu? Konuşmuş muydunuz onunla?

Fauchery derhal yerinden kalktı; bayanların halkasına yaklaştı, kendini toparlamaya çalıştı, sonra tam bir rahatlık içinde şu cevabı verdi.

- Vallahi, sayın kontes, bu yazıyı, Almanya'da yayınlanmış biyografilerden yararlanarak hazırlamıştım... Bay Bic-marck'ı hiç görmüş değilim.

Kontesin yanında duruyordu. Kadınla konuşurken kafası deminki konu üzerinde işliyordu yine. Yaşını göstermiyordu bu kadın; en çok yirmi sekizinde görünüyordu; hele gözlerinde hâlâ bir gençlik alevi tutuşuyordu, uzun göz kapaklarının altında mavi bir gölgeye bürünüyordu bu gözler. Bir birinden ayrı yaşayan annesiyle babasının arasında yetişmişti. Bir ay babası Marki de Chouard'ın, bir ay da annesi markizin yanında otururdu. Annesinin ölümü üzerine çok genç evlenmişti. Her halde kendisinden rahatsız olan baba-

EMILE ZOLA

75

sının zoruyla olmuştu bu. Berbat bir adamdı bu marki. Çok dindar olduğu halde, hakkında pek tuhaf söylentiler dolaşırdı. Fauchery, kendisine saygılarını sunmak onuruna erip eremeyeceğini sordu. Kontes, babasının mutlaka, ama biraz geç geleceğini söyledi. O kadar çok çalışıyordu ki! İhtiyarın gecelerini nerede geçirdiğini az çok bilen gazeteci, bu sözleri büyük bir ciddilik içinde dinliyordu. Fakat kontesin sol yanağında, ağzının kenarında gördüğü küçücük bir ben hayret vermişti ona. Nana'nın yüzünde de tıpkı buna benzeyen bir ben vardı. Tuhaf şey. Bu benin üstünde incecik tüyler göze çarpıyordu; yalnız, Nana'nın tüylerinin sarışın olmasına karşılık kontestekiler simsiyahtı. Önemi yoktu bunun, kimseyle yatmamıştı bu kadın. Kontes :



- Kraliçe Augusta'yı görmeyi o kadar isterdim ki; dedi. Dediklerine göre o kadar iyi, o kadar sofu bir insanmış ki... Kralla birlikte gelecek mi dersiniz? diye sordu.

Fauchery:

- Sanılmıyor, efendim; diye cevap verdi.

Kimseyle yatmıyordu bu kadın: Açıkça belli oluyordu bu. Onu, taburesinin üstünde öylesine budalaca, mânâsız oturup duran kızının yanında görmek yeterdi. İçine bir kilise kokusu yayılan bir mezarlık havasındaki bu salonda bu kadının nasıl demir bir elin baskısında, katı bir yaşantıya boyun eğdiğini gösteriyordu. Bu rutubetten kararmış, ta eski zamanlardan kalmış eve kendinden hiçbir şey katabilmiş değildi. Buraya hükmeden, o sofuca davranışları, kefaretleri ve oruçlarıyla Muffat'ydı. Fakat birden, kadınların arka tarafında bir koltuğa gömülmüş oturan o bozuk dişli sırıtkan ihtiyarı görünce Fauchery'nin düşünceleri büsbütün kesinleşti. Tanırdı bu adamı. Bu Theophile Venot, kilise davalarında uzmanlaşmış eski bir avukattı; yükünü tuttuktan sonra avukatlığı bırakmıştı; oldukça esrarlı bir ömür sürüyordu; bütün salonlarda, boy gösterir; herkesten saygı görürdü; büyük bir güce, ardındaki gizli bir güce dayamyor-muş gibi biraz da korkulurdu bu adamdan. Buna karşılık çok alçak gönüllü görünürdü. Madeleine cemaat meclisin-

76

NANA


de üyeydi, vakit geçirmek için de dokuzuncu daire belediye başkan yardımcılığını kabul etmişti. Yok canım! Kontesin etrafı çok iyi sarılmıştı; ekmek yoktu bu kadında.

Fauchery kadınların yanından ayrılarak, amcasının oğluna:

- Hakkın var; sıkıntıdan patlar insan burada, tüyelim, dedi.

Fakat bu sırada Muffat ile milletvekilinin yalnız bıraktıkları Steiner burnundan soluyordu; kan ter içinde öfkeyle homurdanarak yanlarına gelmişti:

- Hay Allah! Bir şey söylemek istemediler mi ağızlarından lâf çıkmıyor... İstediğimi söyleyen birilerini bulurum elbet...

Sonra gazeteciyi bir köşeye doğru götürüp bu sefer zafer kazanmışçasına bir tavırla ve sesini değiştirerek :

- Yarın, değil mi? Ha!.. Hazırım ben adamım; dedi. Fauchery hayret etti:

- Ne?... diye mırıldandı.

- Bilmiyor musunuz? Ah!.. Evinde görebilmek için o kadar sıkıntı çektim ki! Bu yüzden Mignon peşimden ayrılmıyor.

- Demek Mignon'lar bu hale geldiler artık.

- Evet... Bana böyle söyledi. Nana beni kabul etti... ti-yatro'dan sonra tam gece yarısı davetlisiyim onun.

Bankerin ağzı kulağına varıyordu. Göz kırparak ve kelimelerin üstünde dura dura:

- Bu iş yolunda, ya siz? Anlamamış gibi yapan Fauchery:

- Ne gibi yani? dedi. Yazın için bana teşekkür etmek istemiş. Evine kadar geldi.

- Evet, evet... Ne mutlusunuz sizler... Mükâfatlandırılıyorsunuz... Sırası gelmişken bir şey sorayım kim parayı ödeyecek yarın? Gazeteci bunun hiçbir zaman söylenemeyeceğini anlatmak ister gibi kollarını açtı. Bu sırada Vandeuv-

EMILE ZOLA

77

res B. Bismarck'ı tanıdığı bilinen Steiner'i çağırdı. Bn. Du Jocqwoy hemen hemen inanmış gibiydi. Düşüncelerini şu kelimelerle sonuca vardırdı:



- Bende kötü bir izlenim bıraktı... Yüzünden kötü bir adam gibi geldi bana. Ama her halde çok akıllı olmalı. Başarılarından belli.

Franckfortlu bir Yahudi olan banker, hafifçe, gülümseyerek:

- Herhalde: dedi.

Bu sefer la Faloise amcasının oğlunun peşinden ayrılmadan sordu:

- Demek yarın akşam bir kadının evine gidilecek, söylesene, kim bu kadın?

Fauchery, kendilerini dinleyenler olduğunu, dikkat etmesi gerektiğini anlatan bir işaret yaptı. Yeniden kapı açıldı. Yaşlı bir kadın girdi içeri. Arkasından da bir genç geliyordu. Bu, Sansın Venüs oynanırken «Çok güzel!» diye bağıran delikanlıydı. Her yerde hâlâ bu konuşuluyordu.-Gazeteci tanımıştı bu çocuğu. Bu kadının gelişiyle salonda bir hareket oldu. Kontes Sabine onu karşılamak için hemen yerinden kalktı; Bn. Hugon'cuğum diye elinden tuttu. Amcasının oğlunun, bu sahneyi hayretle seyrettiğini gören la Faloise, onu ilgilendirmek için bu kadının kim olduğunu bir kaç cümle ile anlattı. Bn. Hugon bir noterden dul kaldıktan sonra, ailesinin eski bir mülkü olan Orleans yakınlarındaki Fondettes çiftliğine çekilmişti. Ama bir ayağı yine Paris'teydi. Richelieu sokağında bir evi vardı. Hukuk fakültesinin birinci sınıfındaki en küçük oğlunu yerleştirmek üzere bir kaç haftadır burada bulunuyordu. Eskiden Markiz de Cho-uvard'ın çok iyi ahbabıydı, kontesin doğumunu da görmüştü: evlenmesinden önce bir kaç ay onda kalmıştı; şimdi bile senli benli konuşuyordu onunla.

Bn. Hugon, Sabine'e :

- Georges'u getirdim sana, büyüdü artık, dedi.

78

NANA


Delikanlı o berrak bakışları ve kendisini oğlan kıyafetine girmiş bir kıza benzeten sarışın buklesiyle kontesi, hiç çekinmeden selâmladı. Sabine iki yıl önce bu çocukla Fon-dettes'te «Volant» oynadıklarını hatırladı.

Kont Muffat

- Philippe Paris'te değil mi? diye sordu.

İhtiyar kadın, hep Bourges garnizonunda; diye cevap verdi.

Bn. Hugon oturduktan sonra, büyük oğlundan övünerek söz etti. Bu iri yarı babayiğit, akılsızca, gürültülü bir harekete karıştıktan sonra, teğmenliğe kadar yükselmişti. Salondaki bütün kadınlar saygıyla Bn. Hugon'un etrafını aldılar. Şimdi konuşmalar daha tatlı ve nazikçe bir havaya bürünmüştü. Fauchery de saygı değer Bn. Hugon'u o kadar tatlı bir gülümseyişle aydınlanan ve derin bir ana şefkati okunan, beyaz saçlarının çerçevelediği yüzüne bakarken bir an Kontes Sabine'den şüphe edişini gülünç buluyordu şimdi.

Ama yine de kontesin oturduğu o kırmızı ipek kumaş kaplı kapitone sandalyeden gözünü ayıramıyordu bir türlü. Bu sandalye ona kaba, iç gıcıklayıcı bir hevesle seçilmiş gibi göründü. Hiç şüphesiz, şehvetle karışık bir tembellik duygusu veren bu sandalyeyi kont sokmamıştı bu salona. Bunun buraya konulusuna bir deneme, bir isteğin ve zevkin başlangıcı denebilirdi. Şimdi, Chaufery, dalgın dalgın düşünüyordu. Yine şehvetle karışık bir merakla Muffat'ların evine girebilmeyi istemişti; arkadaşı Meksika'da ölmüştü. Kimbilir belki kendisi de? Denemeliydi bir kere. Budalaca bir şeydi bu şüphesiz; ama zihnine saplanmıştı bir kere bu düşünce; bir şey kendini çekiyordu, içinde gizli bir hırs uyanmıştı. O büyük oyun. Bu sandalyenin yorgun yüzü, arkaya devrilmiş arkalığı eğlendiriyordu onu;

La Faloise, Fauchery'den, gece yarısı evine gidilecek olan kadının adını açıklayacağına söz aldıktan sonra:

(*) Bir tarafına tüy takılmış mantarları roketleri havaya fırlatarak oynanan oyun. (Çev.)

EMİLE ZOLA

79

- Eh, gidelim artık? dedi. Fauchery :



- Birazdan; diye cevap verdi.

Gitmek için hiç acele etmiyor, kendisine yüklenen, yerine getirilmesi de kolay olmayan davet işini kendi kendine bahane olarak kabul ettiriyordu. Kadınlar bir genç kızın rahibe oluşunu, bunun için yapılan törenin çok dokunaklı olduğunu konuşuyorlardı. Bütün Paris'te üç gündür söz konusu olmaktaymış bu tören. Baron Fougeray'nın büyük kızıymış, dayanılmaz bir istekle Carmelites'lerin manastırına giren. Fougeray'lere az çok yakınlığı olan Bn. Chantereau, kızın annesinin, iki göz iki çeşme ağlayarak, olayın ertesi günü yatağa düştüğünü anlatıyordu.

Leonide :

- Ben bu törende çok iyi bir yerde oturmuştum. İlginç buluyordum bunu; dedi.

Bn. Hugon zavallı anaya acıyordu. Kızını böyle kaybetmek ne acı şeydi!

- Beni sofu olmakla suçlarlar; dedi rahat bir açık kalplilikle; ama böyle genç kızların intihar etmekte ayak direnmelerini çok acı buluyorum yine de.

Kontes, üşüyormuş gibi hafifçe ürpererek, ateşin karşısındaki sandalyesine biraz daha yaslandı.

Şimdi kadınlar tartışmaya başlamışlardı. Fakat, gizli gizli konuşuyorlar, konuşmaları da zaman zaman hafif gülüşmelerle kesiliyordu. Şöminenin üstündeki pembe dantellerle çevrili iki lâmbadan hafif bir aydınlık yayılıyordu. Oldukça birbirinden ayrı üç masa üzerindeki lâmbanın ışığı yetmediği için büyük salon hafif bir loşluğa bürünmüştü.

Steiner'in canı sıkılmaya başlamıştı. Fauchery'ye, kısaca Leonide, dediği, şu Bn. de Chezelles'in bir macerasını anlatıyordu. Kadınların koltuklarının arkasından, yavaş sesle bu kadının malın gözü olduğunu söylüyordu. Fauchery kadını süzmeğe başladı. Leonide, soluk mavi geniş elbisesinin içinde, ince, ufak tefek görünüşüyle bir oğlan çocuğu gi-

NANA


bi atılgan haliyle, biraz da acayip bir şekilde bir koltuğun kenarına ilişmişti. Onu orada görmekle hayret içinde kalıyordu. İnsan annesinin daha ciddi bir hava verdiği Caroline Heqmet'nin evinde daha rahat hissederdi kendini. Bütün bir yazı konusuydu bunlar. Bu Paris sosyetesi de ne acayip bir âlemdi! En ağırbaşlı salonlar bile çeşit çeşit tiplerle doluyordu. Her halde şu bozuk dişlerini göstererek sırıtan Theophile Venot ölen kontesin yadigârı olmalıydı; öteki yaşı ilerlemiş kadınlar da. Bn. Chantereau, Bn. Du Joncquoy köşeye büzülüp oturan dört beş ihtiyar Kont Muffat, İmparator sarayına yakın olanların hoşlandığı kerli ferli memurları getiriyordu salona; bunlar arasında büro şefi en küçük hareketten korkar gibi, siyah elbisesinin içinde dim dik oturuyordu. Gençlerin hemen hepsi ve bir kaç kişi Marki de Chouard'ın davetlisi olarak geliyordu. Marki, kralcı parti ile sıkı ilişkiler kurmakla birlikte Danıştay üyeliğine girmekle de Napoleon Ill.'e katılmıştı. Bunların yanı sıra Leonide de Chezelles, Steiner gibi karışık tipler vardı. Ama Bn. Hu-gon bu gruptan o sevimli ihtiyar kadın rahatlığıyla kesin olarak ayrılmaktaydı. Şimdi yazısını düşünen Fauchery; buna Kontes Sabine'in köşesi adını veriyordu.

Steiner hafif bir sesle konuşmasına devam etti.

- Başka bir sefere de Leonide dostunu Montauban'a getirtti. Buradan iki fersahlık uzaklıktaki Beaurecueil şatosunda oturuyordu. Her gün iki atlı bir araba ile adamın kaldığı Lion-d'Or oteline gelirdi. Araba kapıda beklerken Leonide saatlerce içeride kalırdı. Bu sırada ahali toplanarak atları seyrederdi.

Yüksek tavanların altında bir kaç saniye resmi bir hava esti, ortalığa bir sessizlik çöktü. Gençlerden ikisi aralarında fısıltıyla konuşuyorlardı; ama onlarda sustular; şimdi salonun içinde yürüyen Kont Muffat'mn hafif ayak sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Lâmbaların ışığı azalmış gibiydi; şöminedeki ateş sönmeğe yüz tutmuştu; kırk yıldır bu evin gediklisi olan eski ahbaplar koltuklarında koyu bir karardığa gömülmüşlerdi. Sanki konuşurlarken birden, kon-

EMILE ZOLA

81

tun o soğuk annesinin o ezici tavrıyla geldiğini hissetmiş gibiydi herkes. Kontes Sabine sözüne devam etti:



- İşte, söylentilere göre... delikanlı ölmüş; kızcağızın manastıra kapanmasına da bu sebep olmuştu. Dediklerine göre, B. de Faugeray evlenmesine kesin olarak karşıymış.,

Leonide budalaca :

- Başka şeyler de söylüyorlar, diye bağırdı.

Ama başka bir şey söylemeyerek gülüyordu. Sabine de bu neşeye katılmış, mendilini ağzına kapayarak gülmeğe başlamıştı. Şimdi bu gülüşler, salonun resmi havası içinde, öyle aykırı bir durum yaratmıştı ki bu, Fauchery'nin gözünden kaçmadı. Bu gülüşlerde kırılan bir kristalin ahengi vardı. Şüphesiz bu bir çatlağın başlangıcıydı. Yeniden her kafadan bir ses çıkmaya başladı; bayan Du Joncqwoy itiraz etti, Bayan Chantereau'nun dediğine göre bir evlilik söz konusuymuş, ama bu iş ilerlememiş; erkekler de görüşlerini ortaya attılar. Bir kaç dakika boyunca her çeşit düşünce birbirine karıştı. Bonapartçılarla bourboncular, şüpheci mondenlerle birlikte bu tartışmaya katılmışlardı. Estelle, şömineye odun atmaları için çıngırağı çaldı. Uşaklar lâmbaların ışığını canlandırırlar; sanki bir uykudan uyanmışlardı birden. Fauchery keyifli keyifli gülümsüyordu.

- Amma iş yahu! diye mırıldandı. Amcalarının oğluyla evlenemeyince, Tanrı ile evleniyor bu kadınlar... Kuzum siz, hiç sevilen bir kadının rahibe olduğunu gördünüz mü?

Cevap beklemedi; bıkmıştı bu lâftan artık, yavaş sesle

- Söylesenize kaç kişi oluyoruz yarın?.. Mignon'lar gelecek, Steiner, siz, Blanche ve ben... Başka kim?

- Caroline de gelir sanıyorum... Simonne da. Şüphesiz Gaga... İnsan doğru bilemiyor ki, öyle değil mi? Böyle durumlarda yirmi kişi gelecek derken gelenlerin sayısı otuzu buluyor.

Kadınları gözden geçiren Vandeuvres, birden başka bir konuya atlayarak :

NANA


Bu Bayan Du Joncqwoy'da da iş varmış onbeş yıl önce... Zavalh Estelle de uzadıkça uzuyor... Al sana bir yatağın içine uzatılacak güzel bir sırık.

Fakat yine ertesi geceki toplantıya sözü getirdi:

- Bu toplantıların can sıkıcı bir tarafı da hep aynı kadınlarla karşılaşmak... Yeni bir şeyler lâzım... Böyle birini bulmaya çalışın. Durun! Aklıma bir şey geldi! Şu şişko heriften, geçen akşam Varietes'ye getirdiği kadını getirmesini rica edeyim.

Salonun ortasında uyuklayan büro şefinden söz ediyordu. Fauchery uzaktan, bu ince pazarlığı gülerek izliyordu. Çok asil bir pozda oturan şişkonun yanında oturmuştu Van-deuvres. İkisi de ölçülü bir tarzda konuşulan mesele üzerinde fikir yürütüyorlardı. Nasıl bir duygu bir genç kızı manastıra kapanmaya sürükleyebilirdi? Sonra Kont tekrar Fauc-hery'nin yanına gelerek :

- İş yok, dedi. Âdâm kadının çok ağırbaşlı oluğuna yemin ediyor. Kabul etmezmiş toplantıya gelmeyi... Ama bahse tutuşurum, bu kadını Laure'da gördüğüme...

- Ne! diye Fauchery gülerek mırıldandı. Siz de böyle yerlere giderdiniz demek!.. Oysa ben bizim ayak takımından başkası oraya gitmez sanırdım...

- E dostum! Her yeri görmek lâzım.

Bu söz üzerine ikisi de gülüştüler. Gözleri parlayarak birbirlerine Martyres sokağındaki şişman Laure Piede-fer'in lokantasına sıkıntı içindeki düşkün kadınlara verilen üç franklık tabldot üzerinde fıkralar anlattılar birbirlerine. Hoş bir yerdi burası. Bütün o kadıncağızlar, ağzından öperlerdi Laure'u. Bu sırada Kontes Sabine'in bir kelimeyi duyması üzerine, birbirlerine sürtünerek geri çekildiler; pek hararetlenmiş, keyiflenmişlerdi. Georges Hugon'un yanı başlarında konuşmalarını duyduğunu farketmemişlerdi. Delikanlının yüzü, o kız boynuna benzeyen boynuna kadar kızarmıştı. Bu yavrucak, hem utanıyor, hem de pek zevk duyuyordu bu konulardan. Annesi, salonlara salıverdiğinden beri; kendisine en nazik bir kadın gibi görünen Bn. de Che-

EMILE ZOLA

83

uo



zelles'in etrafında pervane gibi dönüp duruyordu. Öte yandan Nana'ya bütün gönlüyle vurulmuştu! Bn. Hugon:

- Dün akşam Georges beni tiyatroya götürdü. Evet, Varietes'ye On yıl var ki ayak atmamıştım buraya. Müziğe bayılıyor, bu çocuk... Ben hiç de eğlenmedim ama kendisi o kadar mutluydu ki... Şimdi acayip bir takım piyesler oynanıyor. Kaldı ki pek fazla sevmem müziği... Bn. Du Joncq-woy, gökyüzüne doğru bakarak:

- Nasıl! Müzik sevmediğinizi mi söylediniz?... Müzik sevmemek mümkün mü?

Herkes Bn. Hugon'un sözlerini hayretle karşılamıştı. Varietes'de oynanan, iyi niyetli Bn. Hugon hiçbir şey anlamadığı oyun konusunda hiç kimseye bir şey söylememişti. Kadınların hepsi biliyordu ne olduğunu, ama sözünü etmiyorlardı. Şimdi hemen büyük müzik ustaları üzerinde derin bir hayranlık ifade eden, kendinden geçercesine şeyler söyleniyordu. Bn. Du Joncquoy yalnız Weber'i severmiş; Bn. Chantereau ise İtalyanları tutuyormuş. Kadınlar bu konuda konuşurken seslerine baygın bir ahenk veriyorlardı. Şöminenin etrafında bir kilisenin derin ibadet havası ve gönüllere işleyen ilâhinin derin ahengi esiyordu sanki.

Vandeuvres, Fauchery'yi salonun ortasına götürerek:

- Ama ne olursa olsun yarın akşam bir kadını davet etmeliyiz; Steiner'e söylesek mi bunu?

- Of! Steiner bir kadını ele geçirmişse, Paris'te kimse yüzüne bakmıyor artık demektir bu kadının! diye Fauchery cevap verdi.

Bu sırada Vandeuvres, etrafına bakmıyordu.

- Durun hele; dedi. Geçen gün Foucarmont'ı sarışın bir güzelle görmüştüm. Söyleyeyim şuna da getirsin o kadını.

Sonra Foucarmont'u yanına çağırdı. Aralarında kısa bir konuşma geçti. Bu işte bir güçlük meydana geldiği anlaşılıyordu. Kadınların yerleri süpüren eteklerine basmamak

84

NANA


için bacaklarını açıp ihtiyatla yürüyerek başka bir gencin yanına gittiler. Şimdi bir pencerenin önünde konuşmalarına devam ediyorlardı. Yalnız kalan Fauchery, şömineye yaklaşmaya karar verdi; Tam bu sırada Bn. Du Joncqwoy, ne zaman Weber'i dinlesem, gözümün önüne göller, ormanlar, çiğ damlacıklarının titreştiği kırların üstüne güneşin doğuşu gelir, diyordu. Fauchery, bir elin omuzuna dokunduğunu hissederek arkasına döndü, bir ses :

- Nazikçe bir hareket değil bu? diyordu. Fauchery, la Fâloise'ı görerek :

- Şu yarın akşamki toplantı... Beni davet ettirebilirdin elbet.

Fauchery cevap vermek üzereyken Vandeuvres yanına gelerek :

- Anlaşıldığına göre Foucarmont'un bu kadınla ilgisi yok; şuradaki sayın baya balta olmuş... Gelemezmiş. Ne berbat iş.. Yine Foucarmont'u kafese koydum... Palais Ro-yal'daki Louise'i getirmeğe çalışacak.

Bn. Chantereau sesini yükselterek :

- Bay de Vandeuvres, pazar günü Wagner'i ıslıklamamışlar mıydı?

Vandeuvres, tatlı nezaketiyle kadına yaklaşarak :

- Oh! hem de insafsızca, efendim; dedi.

Sonra kendisini orada durduran olmadığı için geri dönerek gazetecinin kulağına :

- Gidip şunları da kafese koyayım. Şu delikanlıların tanıdığı bir iki küçük kız vardır herhalde?

Şimdi Vandeuvres, sevimli, neşeli bir yüzle gruplara sokuluyor, herkesin kulağına bir kelime fısıldıyor, şuna buna, anlaştık gibilerden göz kırpıyordu. O rahat tavrıyla sanki herkese bir parola veriyor gibiydi. Söylediği kulaktan kulağa dolaşıyor, randevular veriliyordu. Vandeuvres böylece kendisine kafadarlar toplarken, kadınların müzik konusundaki tartışmaları da bu fısıltıları bastırmaktaydı.

EMİLE ZOLA

85

- Yo, bırakın şu sizin Almanları, diyordu yine Bn. de Chantereau. Şarkı, neşe, ışık... la Patti'yi Barbier'de dinlediniz mi?



Piyanosunda ancak operet havaları çıkarabilen Leoni-de:

- Nefis! diye mırıldandı. Bu sırada Kontes Sabine çıngırağı çaldı. Salı günleri, çok misafir olmazsa çayı salona getirirlerdi. Kontes bir masanın üstünü uşağa boşalttırırken, bir yandan da Kont de Vandeuvres'e bakıyordu göz ucuyla. Yüzünde hep o beyaz dişlerini hafifçe gösteren gülümseme vardı.

Kont yanından geçerken :

- B. de Vandeuvres ne işler çeviriyorsunuz öyle? diye sordu.

- Ben mi, efendim, dedi, hiçbir iş çevirdiğim yok.

- Ah... Sizi oradan oraya gidip dururken gördüm de... Durun, faydalı bir şey yapabilirsiniz.

Eline bir nota defteri tutuşturarak konttan piyanonun üstüne koymasını rica etti. Vandeuvres bu sırada bir kulpunu bulup, Fauchery'ye, ertesi geceki toplantıya, geçen kışın en güzel sesli kadını olan Tatan Nene ile, Folies - Dramati-ques'de sahneye yeni çıkmaya başlayan Maria Blond'un da geleceğim haber verdi. Bu sırada, la Faloise kendini davet ettirmek için her adımda durduruyordu. Fauchery'ye nihayet, kendisinin de gelmek istediğini söyledi. Vandeuvres derhal kabul etti. Yalnız, Clarisse de getirmesi için söz aldı. La Faloise'ın bir takım sakıncalar görüyormuş gibi yapması karşısında :

- Madem ki ben davet ediyorum, sizi bu yeter; dedi.

Bununla birlikte Faloise evine gidilecek kadının adını da öğrenmek istiyordu. Ama kontes, Vandeuvres'ü yanına çağırıp, İngilizlerin nasıl çay yaptıklarını sormuştu. Vandeuvres, sık sık İngiltere'ye giderdi. Burada atlarını yarışa sokardı. Ona göre yalnız Ruslar çay yapmasını bilirlerdi. Sonra konuşurken bir şeyler düşünüyormuş gibi birden durup:

86

NANA



- Aklıma gelmişken sorayım, Marki nerede? Göremeyecek miyiz onu? dedi.

- Bana, kesin olarak, geleceğini söylememişti; diye kontes cevap verdi. Merak etmeye başladım... Çalışması uzun sürmüş olacak...

Vandeuvres bıyık altından güldü. Şimdi, markinin bu çalışmalarının ne çeşit şeyler olabileceğini düşünüyordu. Marki'nin ara sıra köye götürdüğü güzel kadını hatırladı. Bu kadını da akşamki toplantıya getirmek kabil olurdu belki.

Bu sırada, Fauchery, Kont Muffat'yı da davet etmenin zamanı geldiğini düşünüyordu. Vakit epey gecikmişti.

Şaka ettiğini sanan Vandeuvres :

- Ciddi mi söylüyorsun? dedi.

- Çok ciddi... Eğer üstüme aldığım bu işi yapmazsam gözlerimi oyar kadın benim... Aklına böyle esmiş.

- Öyleyse size yardım edeyim, dostum.

Saat on biri çalıyordu. Kontes kızının da yardımıyla misafirlere çaylarını veriyordu. Sadece yakın dostlar bulunduğu için çay fincanları ve küçük pastaların konulduğu tabaklar elden ele aktarılmaktaydı. Şöminenin karşısında oturan kadınlar yerlerinden kalkmamışlardı, çaylarını yudumluyor, parmaklarının ucuyla tuttukları pastalarını ısırıyorlardı. Konuşma konusu müzikten, pastacılara geçmişti. Fondanda, Boissier'nin eşi yoktu; Catherine'nin dondurmaları pek nefisti. Bayan Chantereau, Latinville'i tutuyordu. Konuşmalar gittikçe yavaşlamış, salona bir uyku havası çökmüştü. Stei-ner, milletvekilini bir kanepeye sıkıştırmış, alttan alta etkilemeğe çalışıyordu. Şeker yemekte dişleri bozulan B. Ve-not, kuru pastaları üst üste atıştırıyordu. Büro şefi ise, bir fincanın içine burnunu sokmuş bir türlü bitiremiyordu çayını. Kontes, bir misafirden ötekine gidiyor, ama kimsenin üstüne düşmüyor, geçerken bir an durup, bir şey isteyip istemediklerini sorar gibi erkeklere bakıyor, sonra gülümseyerek uzaklaşıyordu. Şöminenin canlanan ateşiyle yanakları pembeleşmiş; o kupkuru ve beceriksiz kızının ablası gibi gö-

EMILE ZOLA

87

rünüyordu. Kocasının ve Vandeuvres'le konuşan Fauc-ry'nin yanına yaklaştığı zaman adamların sustuklarını far-ketti; fakat durmadan oradan uzaklaşarak, Georges Hu-gon'a çayını verdi.



Gazeteci neşeli bir yüz takınarak Kont Muffat'ya: ,

- Bir bayan sizi supeye(*) davet ediyor; dedi.

Bütün akşam somurtup oturan kont, çok hayret etti; kimdi bu kadın?

Vandeuvres daveti bir oldu bitti haline getirmek için:

- Eh! Ben söyleyeyim, Nana! dedi.

Kont daha da ciddileşti. Hafifçe gözlerini kırptı. Bu sırada sanki başı ağrıyormuş gibi alnını kırıştırdı. Vandeuvres :

- Amma da yaptınız ha! Tanımadınız mı? Nasıl olur? Evine gitmiştiniz, diye yapıştırdı.

- Nasıl? Evine mi gitmiştim... A, evet geçen gün, Yardım Sevenler Derneği için... Ama o günden beri aklıma getirmiş değilim... Yalnız şu var ki davetini kabul edemem.

Karşısındakilere bu yaptıkları şakanın tatsız bir şey olduğunu anlatmak ister gibi soğuk bir tavır takındı. Kendi mevkiindeki bir adamın, böyle bir kadının sofrasında yeri olamazdı. Vandeuvres yeniden sesini duyurdu: bu yemekte hep artistler bulunacaktı. Sanatçılık her şeyi hoş gördürür-dü. Fauchery de adamı kandırmak için, kraliçenin oğullarından İskoçya prensesinin, bir yemekte, eski bir şarkıcı kadının yanına oturduğunu anlatıyordu. Ama, kont gitmeyeceğini daha kuvvetle tekrarladı. Çok terbiyeli bir insan olduğu halde öfkeli bir jest yapmaktan kendini alamadı.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin