Emile zola ve nana



Yüklə 1,8 Mb.
səhifə4/35
tarix30.07.2018
ölçüsü1,8 Mb.
#64278
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35

46

NANA


dar uyuklayan Nana; yine başarısının nöbetine tutuldu. Eh! Rose Mignon ne haldeydi kim bilir bu sabah! Halası, heyecandan midesine sancı girdiğini söyleyerek tiyatroya gelmediği için Nana, sanki alkışlar altında bütün Paris yerle bir olmuş gibi, hikâyesinin heyecanına kapılmış kendinden geçerek anlatıyordu. Sonra birdenbire durup gülerek, Gout-te-d'Or sokağında kıçını kıvırarak dolaştığın zaman acaba bunları yazarlar mıydı, dedi. Bayan Lerat başını sallıyordu. Hayır hayır, hiç, kimse böyle olacağını kestiremezdi. Şimdi ihtiyar kadın Nana'ya kızım diyerek ciddi bir tavırla konuşmaya başlamıştı. Annesi, babasının ve büyük annesinin ardından öteki dünyaya gittikten sonra, ikinci anası olmamış mıydı. Nana çok duygulanmıştı, nerdeyse ağlayacaktı. Ama bayan Lerat geçmiş, geçmiştir diyordu durmadan. Evet, pis bir geçmişti bu! Öyle şeyler ki, bunları her gün kurcalamamak iyi olurdu. Çoktandır yeğenini görmüyordu. Çünkü ailede kendisinin de bu kızla birlikte yoldan çıkacağını söylemişlerdi. Aman yarabbi olur muydu böyle şey! Nana'dan kendisine açılmasını istemiyordu. Her zaman temiz bir hayat geçirdiğinden emindi. Şimdi ona böyle iyi durumdayken kavuşmak ve çocuğunu sevdiğini görmek yetiyordu. Bu dünyada namuslulukla çalışmaktan daha değerli bir şey olamazdı.

Gözleri merakla parıldayarak lâfı değiştirdi ve :

- Kimden bu bebek? diye sordu. Nana şaşırmıştı; bir an duraksayarak :

- Efendiden bir adamdan; dedi.

- Bak hele!.. Seni döven bir dülgerden olduğunu söylüyorlardı... Eh şimdi bırakalım bunu, başka bir gün anlatırsın, ağzımın ne kadar sıkı olduğunu bilirsin!... Haydi keyfine bak prensler gibi büyütürüm ben onu.

Bayan Lerat çiçekçilik yaparak geçinirdi. Ama işini bırakmıştı artık. Şimdi metelik üstüne metelik koyarak sağladığı altıyüz franklık aylık gelirle yaşıyordu. Nana ona küçücük güzel bir ev kiralayacağına söz verdi. Ayrıca ayda yüz

EMİLE ZOLA

47

frank verecekti. Bu rakamı duyunca, hala kendinden geçerek, elde ettiği erkekleri iyice sızdırmasını söyledi yeğenine. Bir kere daha öpüştüler.



Fakat, Nana sevincinin ortasında, Louis'cikten söz edilirken birden canlanan bir hatırayla kederlenivermişti. •

- Ne can sıkıcı şey, saat üçte çıkmam lâzım. Al sana bir angarya daha! diye mırıldandı.

Tam bu sırada Zoe içeri girdi, sofranın hazır olduğunu söyledi. Yemek odasına geçtiler. Daha önceden gelmiş yaşlı bir kadın masanın başında oturuyordu. Şapkasını çıkartmamıştı. Sırtında kına ile kaz kakası arası renkte bir elbise vardı. Nana bu kadını, orada görünce şaşmadı. Sadece neden odaya girmediğini sordu.

- Ses duydum. Yalnız olmadığınızı düşünmüştüm de; diye kadın cevap verdi.

Kibar tavırlar takınan bu bayan Maloir, Nana'nın eski bir ahbabıydı; ona misafirliğe gelirdi. Bayan Lerat'nın orada bulunuşu, önce canını sıkmış gibi görünüyordu. Sonra halası olduğunu öğrenince, gülümseyerek kadını tatlı bir bakışla süzdü. Karnının açlıktan zil çaldığını söyleyen Nana sofradaki turplara saldırıp ekmeksiz yemeğe başladı. Resmi bir tavır takınan bayan Lerat turp yemeyeceğini söyledi. Dediğine göre balgam yapıyormuş. Zoe, kotlet getirdiği zaman, Nana, etten bir iki lokma alarak, kemikleri emmekle yetindi. Arada bir göz ucuyla ahbabının şapkasına bakıyordu.

Nihayet :

- Bu benim verdiğim yeni şapka değil mi? diye sordu. Bayan Maloir ağzındaki lokmayı yutmadan :

- Evet, düzelttim; diye cevap verdi.

Şapka acayip bir şekil almıştı. Ön tarafı kesilip açılmış tepesine kocaman bir tüy takılmıştı. Bayan Maloir'in aca-yıp bir merakı vardı: bütün şapkalarını elden geçirir ezer bozardı. Neyin kendisine yakıştığını yine kendi bilirdi. Şöy-

48

NANA



le bir elden geçirerek en güzel bir şapkayı bir kasket haline getirirdi. Beraber sokağa çıktığı zaman utanmamak için bu şapkayı ona satın almıştı Nana. Nerdeyse darılacaktı:

- Bari çıkartın başınızdan! diye bağırdı. İhtiyar kadın kasılarak :

- Hayır, teşekkür ederim, rahatsız etmiyor beni; yemek yememe engel olmuyor; dedi.

Kotletten sonra sofraya karnıbaharla, bir önceden kalmış, bir parça tavuk söğüşü geldi. Nana her yemeğin gelişinde yüzünü hafifçe buruşturuyor, duraksıyor, kokluyor, sonra tabağındaki yemeğe el sürmeden bırakıyordu. Reçel yiyerek yemeğini bitirdi. Soğukluk faslı uzadı gitti. Zoe, sofrayı toplamadan kahveleri getirdi. Kadınlar sadece önlerindeki tabakları ittiler. Hep o güzel geceden söz edildi. Nana bir sigara sararak, sandalyasının arkasına yaslanıp tüttürdü. Zoe, arkasını büfeye yaslayarak kollarını sarkıtıp orada duruyordu. Şimdi onun hayat hikâyesini dinliyorlardı. Bercy'li bir ebenin kızıymış. Annesinin işleri kötü gitmiş. Kendisi önce bir dişçinin yanına girmiş, sonra da bir sigorta prodüktörünün; ama yapamamış burada. Sonra, biraz övünerek oda hizmetçiliğini yaptığı kibar kadınların adlarını sayıp dökmeğe başladı. Zoe bu kadınlardan adlarıyla söz ediyordu; bütün servetlerini ona teslim ederlermiş. Ona göre, kendisi olmasaymış başlarına çok iş gelirmiş, Meselâ bir gün, Bayan Blanche Octave'la beraberken; ihtiyar çıkagel-miş. Bunun üzerine Zoe ne yapmış? Salondan geçerken düşmüş gibi yapmış, ihtiyar, bir bardak su getirmek için hemen mutfağa koşmuş, bu sırada Bay Octave sıvışmış.

Hizmetçisini hayranlıkla karışık bir sevgiyle dinleyen Nana :

- Ah ne iyi şeydir şu Zoe! dedi. Bayan Lerat :

- Başımdan çok felâket geçti... diye söze başladı.

Sonra Bayan Maloir'a sokularak sırlarını açmaya başladı. İhtiyar kadınlar liköre batırılmış şeker yerken çene

EMİLE ZOLA

49

çalmaya başladılar. Maloir başkalarının sırlarını dinlerdi. Ama kendisi hakkında kimseye bir şey çıtlatmazdı. Denildiğine göre, bilinmeyen bir yerden aldığı maaşla kimsenin kapısından içeri ayak atmadığı bir odada yaşamaktaydı.



Nana birdenbire öfkelendi: '

- Hala bıçakla oynamayın, fena oluyorum, demedim mi size! diye bağırdı.

Bayan Lerat buna aldırış etmeden, masanın üstündeki iki bıçağı haç şeklinde birbirinin üstüne koydu. Öte yandan genç kadın batıl inançlara inanmadığını söylüyordu. Ona göre yere dökülen tuzun hiç bir anlamı yoktu, cuma gününün uğursuz olduğu da bir masaldı; ama bıçak için böyle söyleyemezdi. Uğursuzluğunu denemişti. Hiç şüphesiz başına tatsız bir iş gelecekti. Esnedi, derin bir can sıkıntısı içindeymiş gibi:

- Daha iki saat var... dedi. Dışarı çıkmam lâzım. Ne can sıkıcı şey!

• İki ihtiyar kadın birbirine baktı. Üçü de bir şey söylemeden başlarını salladılar. Şüphesiz bu iş daima zevk verici değildi. Nana yine arkasına yaslanıp bir sigara yakmıştı. Ötekiler, bir şey söylemeyerek manalı manalı dudaklarını ısırıyorlardı:

Bir süre sustuktan sonra Bayan Maloir :

- Siz gelinceye kadar biz de bezik oynarız dedi. Sonra Bn. Lerat'ya:

- Bezik bilir misiniz? diye sordu.

Tabii biliyordu, hem de çok iyi. Ortada görünmeyen Zoe'yi rahatsız etmek gereksizdi. Masanın bir köşesi yeterdi; örtüyü, kirli tabakların üstüne kıvırdılar. Fakat bayan Maloir büfenin gözünden kâğıtları almak için yerinden kalkınca, kadınlar oyuna başlamadan Nana, kendisi için bir mektup yazmalarını rica etti. Yazı yazmak canını sıkıyor-n^uş. Hem sonra yazısına da pek güvenemiyormuş, koşup odasından iyi bir kâğıt getirdi. Bir masanın üstünde ucu başlanmış bir yazı kalemiyle üç meteliklik bir mürekkep şişesi

50

NANA



EMİLE ZOLA

51

duruyordu. Mektup Daguenet'ye gidecekti. Bayan Maloir kendiliğinden, inci gibi yazısıyla «Canımın içi sevgilim» diye başlayan mektupta, Daguenet'ye ertesi gün gelmemesini «Çünkü bunun imkânsız olduğu»nu, ama ister uzakta, ister yakında olsun kendisini kalbinde taşıdığını bildiriyordu.



İhtiyar kadın:

- «Binlerce öpücük» le bitiriyorum diye mırıldandı.

Bayan Lerat her cümleyi beğendiğini başını sallayarak açığa vurmuştu. Gözleri parlıyordu; gönül hikâyeleri dinlemeğe bayılırdı. Kendinden de bir şeyler katmış olmak için

- Güzel gözlerine binlerce öpücük., diye ahenkli buseyle mırıldandı. Nana :

- Evet, «güzel gözlerinden binlerce öpücük»! diye tekrarladı. Bu sırada iki ihtiyar kadının yüzünde derin bir mutluluk okunuyordu.

Zili çalıp, mektubu biriyle göndermesi için, Zoe'yi çağırdılar. Tam bu sırada, hizmetçi kadın tiyatrodan hizmet bültenini getiren bir adamla konuşuyordu. Nana bu adamı yanına çağırtarak dönerken, bu mektubu Daguenet'ye götürmesini söyledi. Sonra da bir şeyler sordu. Adamın dediğine göre Bay Bordenave çok memnundu. Şimdiden sekiz gün için bütün yerler tutulmuştu. Bn. Nana, sabahtan beri kaç kişinin adresini istediğini tasarlayamazdı. Adam gittikten sonra, Nana dışarda en çok bir buçuk saat kalacağını söyledi. Eğer gelen olursa Zoe bekletecekti. Tam o bunları söylerken sokak kapısının elektrikli zili çalındı. Bu gelen alacaklılardan biriydi; arabasını kiraya veren adamdı; antredeki bir sedire oturdu. Adam burada oturup akşama kadar baş parmaklarını birbirinin etrafında döndürebilirdi, hiç acelesi yoktu.

Tembellikten uyuşuk bir haldeki Nana : yeniden esneyip gerinerek :

- Haydi, cesaret, dedi. Orada olmalıyım.

Ama yerinden kımıldamıyordu. Yüz as diyen halasının oyununu izliyordu. Çenesini avuçlarının arasına almış, dalgın, düşünüyordu. Saatin üçü çaldığını duyunca yerinden sıçradı. Kabaca :

- Hay Allah cezasını versin! diye bağırdı.

Bunun üzerine kâğıtları sayan Bn. Maloir gevşek sesiyle Nana'ya cesaret vermek istedi.

- İşinizi bir an önce bitirip gelmeniz daha iyi olur cicim; dedi.

Bayan Lerat da kartları karıştırarak :

- Haydi elini çabuk tut; dedi. Ben dört buçuk treniyle gideceğim. Saat dörtten önce parayı getirirsen yetişebilirim dedi.

Nana :

- Oh, uzun sürmez! diye cevap verdi.



On dakika içinde Zoe'nin yardımıyla sırtına elbisesini, geçirdi. Kötü giyinmiş olmasına aldırış etmiyordu. Tam aşağı ineceği sırada yine kapı çalındı. Bu sefer kömürcü gelmişti. Gelirse gelsin! Arabacının yanında oturup ona arkadaşlık ederdi; böylece canı sıkılmazdı adamların. Yalnız bir gürültü çıkmasından çekinerek mutfaktan geçti ve servis kapısından sıvıştı. Buradan geçtiği çok olurdu; eteğini toplamaya alışmıştı.

Bn. Lerat ile yalnız kalınca. Bn. Maloir :

- Eh, bir kadın iyi ana ise, ne yapsa affedilir. Nana'nın halasını oyun iyice sarmıştı:

- Bende seksen Rua var; dedi.

Şimdi ikisi de sonu gelmeyen bir partiye gömülmüşler-

Sofra hâlâ toplanmamıştı. Odayı yemek kokusuyla karışık bir sigara dumanı kaplamıştı. Şimdi ikisi de liköre batırılmış şeker yiyorlardı. Yirrni dakikadır bir yandan şurup ferken bir yandan oynuyorlardı; Zoe birden içeri girerek

52

NANA


sanki kapı yoldaşlarıymış gibi ihtiyar kadınları omuzlarından tutup sarsarak :

- Bana bakın; kapı yine çalındı. Eğer çok misafir gelirse bana bütün ev lâzım olacak. Şurada oturamaz mısınız. Haydi. Çabuk tutun elinizi! diye bağırdı.

Bn. Maloir partiyi bitirmek istiyordu. Ama Zoe'nin kâğıtlara saldıracağını anlayarak hiçbir şey bozmadan oyunu bırakmaya karar verdi. Bu sırada Bn. Lerat da konyak şişesini, kadehleri ve şekeri götürüyordu. Sonra ikisi de mutfağa koştular, kurutulmak için serilmiş bezlerle hâlâ su ile dolu bulaşık kabı arasında bir masaya iliştiler.

- Üçyüz kırk demiştik... Sıra sizde...

- Ben körü oynuyorum.

Zoe yeniden içeri girince onları oyuna gömülmüş buldu. Hiç konuşulmadı. Biraz sonra, bayan Lerat kâğıtları karıştırırken, Bn. Maloir :

- Kim geldi? diye sordu. Hizmetçi kadın :

- Oh! Kimse değil, dedi, kayıtsızlıkla. Bir delikanlı... Kapı dışarı edecektim ama o kadar sevimli şey ki. Yüzünde tek bir tüy bile çıkmamış daha. Tatlı mavi gözlü, kız gibi bir çocuk... Elinde kocaman bir buket var. Bana vermeğe bir türlü razı olmadı. Büyümüş de küçülmüş bir okul çocuğu!

Bayan Lerat grog^ yapmak için bir sürahi su getirmeğe gitti. Bn. Lerat'ya, Zoe de bir bardak içmek istediğini söyledi. Ağzının zehir gibi olduğunu söylüyordu.

Bn. Maloir :

- Peki onu nereye oturttunuz?

- Hani şu dip taraftaki küçük oda var ya... sadece hanımın bir sandığı ile bir masa bulunan daracık yer... İşte hödükleri oraya oturturum.

(*) Bir çeşit şekerli sıcak içki.

EMILEJZOLA____________________________________________ 53

Tam groguna bol bol şeker atarken kapı çalınınca yerinden sıçradı. Hay Allah cezasını versin! içkisini rahatça içirmeyecekler miydi kendisine. Koşup kapıyı açtı. Dönüşünde Bn. Maloir'in öğrenmek ister gibi yüzüne baktığını görünce :

- Bir şey değil; bir buket göndermişler, dedi.

Şimdi üç kadın, başlarıyla birbirlerine selâm vererek içkilerini yükümlüyorlardı. Nihayet Zoe sofrayı toplarken üst üste iki kere kapı çalındı.

Yo ama bu ciddi bir şey değildi. İki keresinde de küçümser gibi hep o cümleyi tekrar ederek mutfaktakilere haber verdi:

- Bir şey değil, bir buket göndermişler.

Bu sırada iki ihtiyar kadın Zoe'ye çiçekler geldiği zaman antrede bekleyen alacaklıların ne hale girdiklerini anlatarak gülüştüler. Evin hanımı buketleri tuvalet masasının üstünde bulacaktı. Ne yazık ki bu kadar pahalı olan bu çiçeklerden on metelik bile elde edilemiyordu. Parayı sokağa atmaktan başka bir şey değildi bu.

Bn. Maloir :

- Ben, dedi, Paris'te erkeklerin kadınlar için harcadıkları çiçek parasıyla bir gün geçinirim.

Bn. Lerat :

- Öyle görünüyor ki çok kanaatkarsınız. Sadece buketleri bağladıkları sicim parası bile... Haydi azizim, altmış dam.

Saat dörde on vardı. Zoe hanımının bu kadar gecikmesine hayret ediyordu. Genel olarak, hanımı dışarı gitmek zorunda olduğu zaman, öğleden sonra bu işi çabucak kıvırı-verırdi. Bn. Maloir, insanın her zaman istediğini yapamayacağını söyledi. Bn. Lerat, tabii, hayatta bir takım akla gelmeyen engeller vardır, diye ekledi. Beklemekten başka ya-Pacak bir şey yoktu. Yeğeni işi çaktığı için gecikmiş olma-

her halde? Kaldı ki burada bir sıkıntıları da yoktu.

54

NANA


Mutfakta pek rahattılar. Elinde kör olmadığı için Bn. Le-rat Karoyu attı.

Zil yeniden çalınmaya başlamıştı. Zoe bu sefer ah al moru mor görmüştü. Sesini alçaltarak:

- Aman Allahım, şişko Steiner geldi; dedi. Herifi küçük salona aldım.

Şimdi, Bn. Maloir, bu tip erkekleri tanımayan Bn. Le-rat'ya bankeri anlatıyordu. Rose Mignon'u bırakıyor muydu yoksa? Zoe başım salladı. Bir bildiği vardı. Ama şimdi yeniden gidip kapıyı açması gerekmişti.

Döndüğü zaman :

- Bir bu eksikti; dedi. Şu pinti ihtiyar. Hanımın sokağa çıktığını boşuna söyledim durdum. Yatak odasına girip kuruldu... Onu akşama bekliyorduk.

Saat dördü çeyrek geçtiği halde Nana hâlâ görünmemişti. Neden bu kadar geç kalmıştı? Akıllıca bir iş değildi bu. İki buket daha getirmişlerdi. Zoe'nin canı sıkılmıştı. Kahve kalmış mı diye baktı. Evet bu hatunlar kahveye bayılırlardı herhalde. Bu onları uyuklamaktan kurtarırdı. Hep aynı hareketlerle kâğıt ata ata uykuları gelmiş, iskemlelerinin üstünde sırtları eğik oturuyorlardı. Saat buçuğu vurdu. Hiç şüphe yok hanımın başına bir şey gelmiş olmalıydı. Kadınlar, aralarında fısıldaşarak konuşmaya başladılar.

Birden Bn. Maloir durumu unutup :

- Bu ele beşyüz var. Koz kent majör... diye bağırdı. Zoe :

- Susun orada! diye öfkeyle söylendi. Bu adamlar ne derler sonra?

Mutfaktaki sessizlik içinde, iki ihtiyar kadın fısıldaşarak çekişirken servis merdiveninden bir ayak sesi geldi. Nihayet Nana gelmişti. Daha kapıyı açmadan soluklan duyuldu. Sert bir tavırla içeri girdi, yüzü kıpkırmızıydı. Etekliği, bağlar koptuğu için merdivenleri süpürmüş ve kadife kumaş, birinci kattaki kirloz hizmetçinin dağıttığı çöplerir meydana getirdiği bataklığa bulaşarak kirlenmişti.

EMİLE ZOLA

55

Bn. Lerat yeğenini görünce:



- Nihayet gelebildin! Başına bir şey mi geldi yoksa! Herkesi böyle bekletmek hoşuna gidiyor her halde... Kadın, hâlâ Bn. Maloir'in beşyüzüne içerlediği için dudaklarını büzerek söylemişti bunları.

Zoe de:


- Hiç de akıllıca bir şey değil bu yaptığınız; diye ona katıldı.

Zaten canı sıkılan Nana'yı bu sitemler büsbütün çileden çıkarttı. Şu katlandığı sıkıntıdan sonra kendisini böyle mi karşılayacaklardı!

- Beni rahat bırakacak mısınız ha! diye bağırdı. Hizmetçi:

- Aman susun; dışarıda adamlar var..

Bunun üzerine sesini alçaltan genç kadın kekeleyerek

- Keyfimden mi geç kaldığımı sanıyorsunuz! dedi. Bitirmek bilmiyordu bir türlü. Benim yerimde sizin olmanızı isterdim hani... kan ter içinde kaldım; herife şaplağı indire-sim geldi... Sonra yolda tek bir arabaya rastlamadım. Bereket versin buraya iki adımlık bir yerdeydim. Ama yine de soluk soluğa koştum.

Halası:

- Parayı aldın mı? diye sordu.



- Ha! Şu mesele! dedi Nana.

Ocağın karşısındaki bir iskemleye oturmuştu; bacakları kopuyordu yorgunluktan. Soluk almadan korsajından bir zarf çıkardı; içinde yüz franklık dört banknot vardı. Tamam olup olmadığını anlamak için sert bir parmak hareketiyle yırttığı için, bu yırtıktan paralar görünüyordu. Öteki uç kadın, Nana'nın eldivenli küçücük elindeki bu kirli zarftan gözlerini ayırmıyorlardı. Vakit çok geçti. Bn. Lerat, ertesi gün Rambouillet'ye gidecekti. Nana uzun uzadıya açıklamalara girişmişti.

56

NANA


Hizmetçi kadın :

- Hanımcığım., sizi bekleyenler var; diye tekrarladı.

Ama genç kadın yeniden köpürdü. Beklesindi gelenler. İşi bitinceye kadar. Halası elini paraya uzatırken :

- Yo! Hepsini almayacaksın. Sütnine için üçyüz frank. Elli frangı da senin yol paran ve harçlığın... Bana da elli frank kalır.

Bozuk para bulmak büyük bir mesele oldu. Evde, on frank bile yoktu. Bn. Maloir'dan istemeğe kalkmadılar; çünkü hiç bir zaman otobüs parası olan altı metelikten fazla taşımazdı yanında. Nihayet, gidip sandığıma bakayım, diyerek Zoe odadan çıktı. Kadının getirdiği bozuk paraları masanın ucunda saydılar. Bn. Lerat Louis'ciği ertesi gün getireceğini söyleyerek hemen çıkıp gitti.

Nana, Zoe'ye :

- İçeride bekleyenler var demiştiniz değil mi? diye hep oturduğu yerde dinlenirken sordu.

- Evet efendim; üç kişi.

Böyle diyerek önce bankerin adını söyledi. Nana, yüzünü buruşturdu: Bu Steiner olacak herif, bir akşam önce bir buket attığı için kendini sıkıntıya sokacağını sanıyorsa alda-nıyor, diye düşündü.

- Yani bıktım artık. Kimseyi kabul edecek değilim. Gidip kendilerine eve gelmeyeceğimi söyleyin.

Zoe, hanımının yine yanlış bir iş yapacağını düşünerek, kızmış gibi, ciddi bir sesle :

- Düşünün biraz hanımcım da öyle karar verin. Bay Steiner'i kabul etmelisiniz.

Sonra beklemekten usandığını söylemeğe başlayan, bitişik odadaki Hırvattan söz etti. Nana büsbütün kızdı, kimseyi almayacağım diye diretti; kimseyi görmek istemiyordu! Bu yılışık adam da nereden çıkmıştı başına!

EMİLE ZOLA

57

- Sepetle hepsini! Ben Bn. Maloir'la bezik oynayaca-. Bu daha iyi bence.



Zil sesi sözünü yarıda bıraktırdı. Yine bir traşçı daha! Zoe'nin kapıyı açmasına engel oldu. Ama hizmetçi kadın onu dinlemeyerek mutfaktan çıkmıştı. İçeri döndüğü zaman, emreder gibi bir tavırla masanın üstüne iki kart bırak-* ti:

- Hanımımın kendilerini kabul edeceğini söyledim... Salonda oturuyor bu baylar... dedi.

Nana öfkesinden küplere binerek yerinden kalktı. Fakat kartlarda Marki de Chouard'la Kont de Muffat de Be-uville adlarını görünce yelkenleri suya indirdi. Bir an bir şey söylemeden durdu.

Nihayet :

- Kimmiş bunlar? Tanıyor musunuz? diye sordu. Zoe esrarlı bir şekilde dudağını ısırarak :

- İhtiyarı tanıyorum; dedi.

Hanımın daha da bir şeyler öğrenmek ister gibi yüzüne bakınca :

- Bir yerde görmüştüm; dedi.

Bu söz üzerine genç kadın kararını verdi. Kahve kokusu içinde ve ocakta kalan son korların karşısında ısındığı bu odanın ılık havasından ayrılmak fena halde canını sıkmıştı. Bn. Maloir'i tek başına bırakıp mutfaktan çıktı. İhtiyar kadın şimdi iskambil falına bakıyordu; şapkasını da hiç Çıkartmamıştı; yalnız daha rahat etmek için, çenesini bağlayan kurdeleleri çözüp, omuzlarının arkasına atmıştı.

Tuvalet odasında, Zoe'nin yardımıyla sırtına bir sabah-hk geçirirken, canını sıktıkları için, erkeklere dişlerinin arasından küfür yağdırıyordu. Bu kaba sözler, hizmetçi kadını üzmüştü. Çünkü hanımının eski hayatının pisliklerinden kendini kurtaramadığını görüyordu. Öyle ki, sakin olmasını söyleyecek kadar ileri gitti.

- Haydi sen de! Bir sürü hergele bunların hepsi de!

58

NANA



Bununla birlikte kendi deyimiyle, o prenses tavrını takındı. Salona doğrulacağı sırada Zoe kendisini durdurdu ve Marki de Chauard'la, Kont de Muffat'yı tuvalet odasına soktu. Böylesi daha iyiydi.

Genç kadın özentili bir nezaketle :

- Sizi beklettiğim için üzgünüm, beyler dedi.

Adamlar selâm verip oturdular. İşlemeli bir tül perdeden odaya hafif bir aydınlık sızıyordu. Evin en iyi döşenmiş odası burasıydı. Duvarlarına açık renk kumaşlar gerilmişti. Üstü mermerli bir tuvalet masası, çerçevesi oymalı bir döner ayna, mavi saten kaplı bir şezlong ve iskemleler. Tuvalet masasının üstünü kaplayan gül, leylâk, sümbül demetlerinden yapılan baygın bir çiçek kokusu dolduruyordu insanın içini. Küvetlerden yayılan ağır kokuyla birlikte bir bardağın içine ufalanmış keskin bir lavanta çiçeği kokusu da karışmaktaydı. İyi bağlanmamış olan sabahlığına sımsıkı sarılan Nana, cildi hâlâ terle nemli, bu danteller içindeki tuvaletine kendisi de şaşmış, gibiydi.

Kont Muffat çok ciddi bir sesle :

- Sizi görmek için ısrar ettiğimizden dolayı özür dilerim efendim, dedi... Size bir dilekte bulunmak için geliyoruz. Marki ile ben mahallenin Yardım Sevenler Derneği üyesiyiz.

Marki de Chouard çapkın bir eda ile hemen ekledi:

- Bu evde büyük bir artistin oturduğunu öğrendiğimiz zaman; yoksullarımız için kendisine baş vurmaya ayrı bir önem verdik... Büyük sanatçılar iyi yürekli de olur...

Nana yapmacıklı bir alçak gönüllülüğe büründü. Bir yandan ne yapacağını düşünürken, bir yandan da, hafif hafif başını sallayarak cevap veriyordu. Kontu buraya getiren ihtiyar olmalıydı; gözlerinde şeytanlık okunuyordu markinin. Ama ötekine de pek güvenmemeliydi; adamın şakak damarları'acayip bir şekilde kabarmıştı. Tek başına da gelebilirdi elbet. Kapıcıdan adını öğrenmişler; sonra da her biri kendi hesabına buraya sürüklenmişti.

EMİLE ZOLA

59

Nana çok tatlı bir sesle :



- Elbette baylar... Gelmekle çok iyi ettiniz; dedi.

Fakat elektrikli zilin sesi onu hafifçe ürpertti. Yine bir gelen vardı. Bu Zoe de hemen açardı kapıyı. Nana sözüne devam ederek : f

- İnsan bir şeyler verebilirse pek mutlu olur elbet; dedi.

Gerçekten de kendisine baş vurulması gururunu okşa-mıştı.

Marki tekrar söze başlayarak :

- Ah, ne büyük bir sefalet bilseniz! dedi. Mahallemizde üçbinden çok yoksul var. Kaldı ki en zengin mahallelerden biri: İnsanların nasıl bir sıkıntı içinde yaşadıklarını düşünemezsiniz: bir lokma ekmek bulamayan çocuklar, hasta, kimseden yardım görmeyen kadınlar, soğuktan ölen insanlar.

Nana çok duygulanmıştı:

- Zavallılar! diye bağırdı.

Markinin sözleri öylesine yüreğine dokunmuştu ki gözlerinden yaşlar boşandı. Bir ara, özentisizce eğilmişti. Önü açılan sabahlığından boynu göründü, gergin göğüsleri, tombul butlan ince kumaşın altından belirgin olarak göze çarpıyordu. Markinin toprak rengi yanaklarında hafif bir kızartı belirmişti. Konuşmak üzere olan Kont Muffat gözlerini kapadı. Çok sıcaktı bu tuvalet odası; ağır bir kapalı ser havası. Güller soluyor; kupadaki lavanta çiçeğinden ağır bir koku yayılıyordu ortalığa.

Nana sözlerine şunları da ekledi:

- Böyle durumlarda insan çok zengin olmayı q kadar istiyor ki... dedi. Eh, herkes elinden geleni yapar... İnanın bana baylar, bilseydim ki...

Acıma duygusunun etkisiyle saçma bir şey söyleyecekti az kalsın. Bunun için cümlesini tamamlamadı. Bir an sı-kıntı içinde hissetti kendini. Elbisesini çıkarırken elli frangı nereye koyduğunu hatırlayamamıştı. Ama sonra hatırladı.

60

NANA


Tuvalet masasının köşesinde ters çevrilmiş bir krem kutusunun altında olmalıydı. Tam ayağa kalkarken, kapının zili uzun uzun çalındı. Tamam! Biri daha! Sonu gelmeyecek bunların... Marki ile kont da ayağa kalkmışlardı. Marki kapıya doğru kulak kabartmıştı: şüphesiz bu zil seslerinin ne anlama geldiğini biliyordu. Muffat ona bakıyordu; sonra ikisi de başka tarafa baktılar can sıkıntısı içindeydiler; donuk-laşmışlardı. Şimdi, Muffat küt, sağlam yapılı, sık saçlı, başını önüne eğerken sıska omuzlarını kaldırıyordu; ikisi de kımıldanmadan durdular.


Yüklə 1,8 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin