ENANİYET
Kişinin kendisini ve çıkarlarını başkalarınınkinden üstün tutması, bencillik etmesi anlamında ahlâk ve psikoloji terimi.
Arapça'da "ben" anlamına gelen ene kelimesinden yapılmış bir masdar-isim olan enâniyyet (bencillik) Kur'ân-ı Kerîm'-de, hadislerde ve ilk döneme ait İslâmî kaynaklarda geçmez. Ancak bu terime yakın anlamlar ifade eden esere ile is-ti'sâr kelimeleri hadislerde ve diğer bazı kaynaklarda yer almaktadır340. Ayrıca Kur'an'da, hadiste ve diğer İslâmî kaynaklarda, günümüzde bir ahlâk ve psikoloji terimi olarak kullanılan "insanın yalnız kendisiyle ilgilenmesi, ilişkide bulunduğu herkesi ve her şeyi kendi yararına kullanma isteği" (egoizm) ve "kendini üstün görme, dolayısıyla kendini her şeyin amacı olarak kabul etme eğilimi (egosantrizm) anlamındaki enâniyeti yeren pek çok ifade bulunmaktadır. Meselâ müşriklere, "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden yoksullara infak edin" denildiğinde onların, "Allah'ın geçimini sağlayabileceği kimseleri biz mi besleyeceğiz?"341 demeleri kınanır. Firavun'un çılgınca bir bencillik duygusuyla halkına, "Ben sizin en yüce tanrınızım"342 demesi, Karun'un azgınlıktan kaçınması ve İnsanlara ihsanda bulunması yönündeki tavsiyelere karşılık elindeki bütün imkânlara kendi bilgisiyle kavuştuğunu iddia etmesi343 Kur'ân-ı Ke-rîm'de işaret edilen bencillik örnekleridir. Başta Kur'an olmak üzere İslâm ahlâkına dair bütün kaynaklarda kibir, ucb, buhl ve şuh (cimrilik), kin gütme, fahr gibi kavramlarla ifade edilen ve enâniyet duygusundan kaynaklanan bencil eğilimler yanlış ve kötü kabul edilmiş, bunların yerine alçak gönüllülük, sevgi, dostluk, yardımlaşma ve dayanışma gibi erdemlerin geliştirilmesi istenmiştir.
Bazı müslüman filozofları "ben sevgi-si"ni (huhbü'n-nefs) ve insanın daima kendi yararını dikkate almasını onun psikolojik yapısının bir gereği olarak görürler; bununla birlikte kişinin kendi beni için nihaî fayda, lezzet ve hayrın başkalarının bu hususlardaki eksikliklerine katkıda bulunmakta olduğunu düşünürler344. İslâm mütefekkirleri içinde ahlâkî anlamıyla enâniyet duygusunu en iyi tahlil eden Gazzâlî olmuştur. Gazzâlî İhyâ'ü cuîûmi'd-dîn adlı eserinin çeşitli bölümlerinde bu duyguya ve onun etkilerine temas etmiş, özellikle "Hubbü'1-câh" başlığını taşıyan ve bir ahlâk psikolojisi sergileyen bölümde insanın kendisi dışındaki her şeyle ve her insanla olan bütün ilişkilerinin temelinde ben merkezli bir yaklaşımın bulunduğunu ileri sürmüştür. Buna göre insan kendini herkesten üstün ve seçkin kılmak ister; bunun için de diğer bütün faaliyetleri gibi başka insanlarla ilişkilerini de temelde kendi yetkinliğini geliştirme amacına uygun olarak düzenler. Çünkü "her insanın içinde Rravun'a, 'Ben sizin en yüce tanrınızım' dedirten bir şey vardır" (III, 281). Bu yüzden insan kendini her şeyin amacı ve her şeyi de kendi "vehmî kemalinin aracı olarak düşünür. Gazzâlî'ye göre İnsanlar bu yanlış ve tehlikeli yetkinlik anlayışı ve egoizmden ancak sağlıklı bir din ve ahlâk telakkisi sayesinde kurtulabilirler. Gazzâlî inançsız insanlardaki diğerkâm-cı duygulan benzer bir yaklaşımla açıklamıştır. Buna göre meselâ herhangi bir tehlikeye mâruz kalan birini bu durumdan kurtaran kişi. eğer bir emir veya menfaat kaygısı söz konusu değilse tehlikedeki kişinin yerine kendisini koyar, onun uğrayacağı acıyı kendi nefsinde hisseder ve bu acıdan kurtulmanın yolunu o kişiyi kurtarmakta bulur. Böylece Gazzâlî, daha sonra Yeniçağ İngiliz hazcıları J. Bentham ve J. S. Mill'İn yaptığı gibi altürlst davranışların temelinde egoist duyguların bulunduğunu savunmuştur.
Tasavvuf ahlâkında da enâniyet konusuna büyük Önem verilmiş, benin inkârı, benliğin yok edilmesi ve nefsânî isteklerin olabildiğince baskı altında tutulması dinî ve ahlâkî hayatın ön şartı sayılmıştır.345
Bibliyografya:
Lİ$ânü't-cArab, "eşr" md.; Tehânevî, Keşşaf el-Enânİyye" md.; Tâcü'l-'arûs, "eşr" md.; Cemil Salîbâ, el-Mu'cemü'l-felsefî, "el-Enâniy-ye' md.; Buhârî, "Fiten", 2, "Müsâkât", 14-15; Tlrmizî, "Fiteri", 35; İbn Miskeveyh, Tehzî-bü'l-ahlâk, s. 136-138; Gazzâlî, İhya' (Beyrut), Dİ,278-282; a.mlf., el-lktişâd346, Ankara 1962, s. 170173.
ENBAR
Irak'ta Fırat'ın sol sahilinde harabeleri bulunan tarihî bir şehir.
Bugünkü Remâdî dolaylarında ve Fel-lflce'nin 5 km. kuzeybatısında tarıma elverişli topraklar üzerinde kurulmuş olan Enbâr, Fırat'la Dicle arasındaki Saklâvi-ye Kanalı'na yakın bir yerdedir. Arap coğrafyacıları Bağdat İle Enbâr arasındaki posta yolu mesafesini 12 fersah347, A. Musil ise 62 km. olarak vermektedir.348
Tarihi boyunca Fırat üzerinde önemli bir geçiş noktasını kontrol altında tuttuğu anlaşılan şehir Sâsânîler'den önce kurulmuştur. Bazı araştırmacılar Enbâr ile Meskîn'i aynı yer kabul ediyorlarsa da349 Arap yazarları bu iki şehrin farklı olduğunu belirtmektedir.
Sulama sisteminin başında yer alması ve Roma İmparator! uğu'na karşı başşehir Ktesifon'un (Ortaçağ'da Medâin'î teşkil eden yedi şehirden biri, Tusbun) batı kapısı sayılabilecek bir noktada bulunması sebebiyle Enbâr'ın sahip olduğu stratejik önemi kavrayan Sâsânî Hükümdarı I. Şâpûr burayı yeniden inşa ederek çift surlu bir kale haline getirmiş ve 244'te Roma İmparatoru III. Gordianus'a karşı kazandığı ve Gordianus'un hayatını kaybettiği büyük zaferin anısına buraya Pîrûz Şâpûr (Muzaffer Şâpûr) adını vermiştir. Bazı kaynaklar bu hükümdarın II. Şâpûr olduğunu yazıyorsa da doğru değildir350. Araplar Fîrûz Şâpûr adını. Estânü'1-a'lâ'-ya (Ustânü'1-âlî "yukarı eyalet") bağlı bulunan bir kaza İle onu çevreleyen bölge için kullanmışlardır. Farsça'da "tahıl ambarı, ardiye" anlamına gelen Enbâr adının kaledeki depolardan kaynaklanarak VI. yüzyılda ortaya çıktığı bilinmektedir.
Enbâr, 363 yılında İmparator Julia-nus'un Sâsânîler'e karşı düzenlediği ve savaşırken öldüğü İran seferi sırasında tamamen yıkılmışsa da Romalılar'ın çekilmesinden sonra yeniden imar edilmiş ve kısa sürede bölgenin yine en büyük ve en önemli müstahkem yerleşim mevkii olma Özelliğine kavuşmuştur. Bir Ya'-kübî ve bir Nestûrî rahibin bulunduğu Enbâr, 588 yılından itibaren buraya sığınan yahudilerin önemli bir merkezi haline gelmiştir. İslâm fethinden önce sakinleri arasında Arap unsurlar da bulunmakla birlikte garnizon İranlılar'dan oluşuyordu.
Enbâr'a ilk defa Müsennâ b. Harise gönderilmişse de şehrin kesin olarak fethi, Hâlid b. Velîd kumandasında bulunan İslâm ordusunun 12 (634) yılındaki kuşatmasından sonra gerçekleştirilmiştir. Hâlid b. Velîd Sâsânî garnizonunu dışarı çıkarmış ve şehir halkı ile bir anlaşma yaparak onları yıllık haraca bağlamıştı. Ardından şehre ilk müslüman emîr olarak da Zibrikân b. Bedr et-Temîmî tayin edildi. Hz. Ömer Irak'ta bir daimî garnizon (dârü'l-hicre) kurulmasını istediğinde Sa'd b. Ebû Vakkâs ilk önce Enbâr'ı düşünmüş, fakat humma ve sinekler sebebiyle fikrini değiştirmiştir. Irak'taki üçüncü camiyi Sa'd b. Ebû Vakkâs burada yaptırmış, sineklerin ürediği yakındaki kanalı da İlk defa Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî temizletmiştir.
İlk Abbasî halifesi Ebü'l-Abbas es-Sef-fâh 134'te (752) hilâfet merkezini Enbâr'a taşımış ve şehri yeniden imar ederek ölümünde de buraya defnedilmiştir. Bağdat'ın kuruluşundan önce Halife Ebû Ca'fer el-Mansûr'un oturduğu Enbâr'a iki defa da Hârûnürreşîd uğramıştır. Toplanan vergilerden IX. yüzyılın ilk yarısında hâlâ zengin bir şehir olduğu anlaşılan Enbâr. Abbâsîler'in zayıflamaya başlaması üzerine 269 (882-83) ve 286 (899) yıllarında iki defa Bedevî saldırısına uğradı. 315'te (927) Karmatîler'den Ebû Tâhir el-Cennâbfnin eline geçen ve tahrip edilen şehir, henüz imarına çalışılırken dört yıl sonra tekrar Bedevîler'in saldırısına uğradı. İstahrî, Enbâr'ı müteva-zi fakat kalabalık bir şehir olarak tanıtır ve Ebü'l-Abbas döneminden katma bazı yapı kalıntılarının mevcut olduğunu belirtir351. İbn Havkal şehrin giderek gerilediğini352, Makdisî de nüfusunun az olduğunu353 yazmaktadır.
Halkı genelde tarımla uğraşan Enbâr, Suriye'ye giden başlıca kara ve su yollarının üzerinde bulunduğundan ticarî faaliyetlere de sahne oluyor ve burada ayrıca kayık da yapılıyordu. İbnü's-Sâî'nin (ö. 674/1276) anlattığına göre şehir mahallelere ayrılmıştı ve her mahallede sorumlu bir yönetici (şeyh) bulunuyordu. 1262'de Moğollar'ın eline geçerek yağmalanan ve ahalisinin çoğu öldürülen Enbâr'ın Moğol yönetiminde ve daha sonra XIV. yüzyılın ilk yarısına kadar idarî bir merkez olarak kaldığı bilinmektedir. Moğol döneminde Atâ Melik Cüvey-nî Enbâr yakınından Necef'e bir kanal kazdırmıştır.
Enbâr gittikçe önemini kaybetmiş ve halkı çeşitli sebeplerle şehri terkedince zamanla harabeye dönüşmüştür. Bugün aynı adı taşıyan ilin sınırları içerisinde geniş bir harabe yığını halindedir.
Enbâr'da yetişmiş çok sayıda meşhur sima vardır; bunlardan bazıları şunlardır: Abdurrahman b. Muhammed b. Ebü'l-Ve-fâ, Ebü'l-Fazl İbrahim b. Abdülkerîm. Ah-med b. İshak b. Behlül, Ahmed b. İsrail, Ahmed b. Ali b. Kudâme, Dâvûd b. Heysem, Ali b. Heysem, Muhammed b. Abdülkerîm, Muhammed b. Kasım, Yahya b. îsâ.354
Bibliyografya:
Belâzürî, Fütûh (Fayda), s. 351-352, 392-393; Taberî, Târîh (Ebü'l-Fazl), !, 611-613; Hl, 373-376, 473-476; VII, 470-472; İbn Havkal. Şûretül-arz, s. 277; İstahrî. Mesâlik (de Goeje), s. 72, 73, 77; Makdisî, Ahsenü't-tekâsîm, s. 123; Yâküt, Mu'cemü'l-büldân, 1, 257; Müstevfî, Nüzhetü'l-kulûb (Strange), s. 37; A. Musil, The Middle Euphrates, New York 1927, s. 248, 268, 295, 308-309; A. Maricq - E. Honig-mann, Recherches sur les Res Gestae dioi Sa-poris, Brussles 1953, s. 116-117; G. Le Strange. The Lands ofEastern Catiphate, Cambridge 1966, s. 25, 31-32, 65; Ali b. Hüseyin el-Hâşimî, Târîhul-Enbâr, Beyrut 1971; M. G. Morony, !raq After the Müslim Conquest, Princeton 1984, bk. İndeks; a.mlf., "Anbâr", Ek., II, 5; M. Streck, "Enbâr", M, IV, 264-265; a.mlf. - A. A. Duri, "al-Anbâr", El2 (İng.), 1, 484-485; Mary Boy-ce, "Anbar", EBr., I, 880.
Dostları ilə paylaş: |