EGE’NİN ÖTE YAKASI
EGE’NİN ÖTE YAKASI
Yandaki kompartımandan zaman zaman kahkahalar yükseliyor. Dışarısı karanlık. Gece. Trenin uyumlu sarsıntısı tatlı bir rehavet veriyor. Dilini bilmediğimiz bir ezgi yayılıyor koridora dalga dalga. Aralanan pencere ve içeriye dolan bir rüzgar öbeği. Trenin çıkardığı ritmik ses, koridordaki gürültüyü boğuyor. Uzaktaki köylerin solgun ışıkları hızla kayıyor gecenin karanlığında...
Dağ siluetleri, bildik tanıdık istasyon binaları geçiyor önümüzden, tabelalar, reklam spotları, kiliseler de olmasa sanki Edirne'ye yolumuz.
Yolculuk, Atina'ya...
Çocukluk günlerimizde, "büyüklerimizin" bıkıp usanmadan anlattıkları "öcü masalı" kahramanlarının yaşadığı topraklardayız artık.
Sınırdan geceli neredeyse 20 saat oldu. Ege'nin iki yakasında yaşayan halkların kardeş olduklarını kavrayalı ise, çok uzun zaman... Yıllar, saatlerle perçinlendi.
Konuştukları dili anlamasak da, bir sıcaklık bir yakınlık hissediyoruz. Hele Türk olduğumuzu öğrendikten sonra, bildikleri Türkçe sözcükleri sıralayıveriyorlar. Bozuk bir aksanla "Merhaba", "nasilsiniz?" "Benim büyükbabam/büyükannem İmrozluydu, Tirabzoni'liydi..."deyiveriyorlar.
Şaşırtıcı, yadırgatıcı, bize çok çok farklı gelen hiç birşey yoktu. Sadece anlayamadığımız bazı gelenekleri vardı. Bunlardan bir tanesi, yol kenarlarında 100-200 metre aralıkla sıralanmış minyatür kiliselerdi. Bazı yorumlarda bulunmaya çalıştık ama bir türlü işin içinden çıkamadık. Ta ki, Atina'ya gelinceye kadar. Bu minyatür kilisecikler kazadan kurtulanlar tarafından kaza yerine yapılıyorlarmış. Yol boyunca o kadar çok var ki bu minyatürler, trafik kazalarının çokluğu bile bize benziyor demekten kendimizi alamadık.
Yunanistan'da karşılaştığımız benzerlikler sadece kültürel bir çerçeveyle sınırlı değildi.
Ülkenin dört bir yanını yeni bir milliyetçilik dalgası sarmış durumda. Zannedileceğinin aksine, Türkiye'ye yönelik değil; özellikle Yugoslavya'da kurulan Makedonya Cumhuriyeti büyük bir sorun yaratmış. Taksilerin üzerine bile "Makedonya Yunanistan'ındır" yazılı pullar yapıştırılmış.* Ayrıca Arnavutluk'taki Yunan azınlığın varlığı önemli bir sorun olarak belirtiliyor.
Ne garip bir dünyada yaşıyoruz. Her ülke kendi ülkesinde yaşayan halkları asimile etmeye sindirmeye çalışırken, komşu ülkelerdeki azınlık haklarını savaş pahasına kollamaya çalışıyorlar. Onlar insan da öbürleri değil mi?
Neyse, Yunanistan'da işte bu durumun bir örneği.
Sol çevrelerse, bu durumdan bir hayli rahatsızlar .Yükselen milliyetçilik dalgası karşısında toplantılar düzenliyorlar, bütün Balkan ülkelerini sarabilecek olası bir savaşa karşı diğer ülkelerin devrimci demokrat çevreleriyle ortak çalışmalar yürütmeye çalışıyorlar. Oysa bugün "Makedonya tanınmalıdır demek bile vatan hainliği ile eş tutulabiliyor. Hükümet ise, sürekli birlik ve beraberlik çağrısı yapıyor. Bir yerlerden hatırlamamanız mümkün değil. Hani Kürtler, dış Türkler ve malum teröristlere karşı yapılan birlik, beraberlik çağrıları gibi.
Demokratik öğrenci hareketinin gündeminde de milliyetçilik problemi var. Ama bir hayli etkisiz kaldıklarını kendileri de kabul ediyorlar.
***
Yunanistan demokratik öğrenci hareketi ile ilgili gelişmeleri yerinde öğrenebilmek, iki ülke yükseköğrenim öğrencileri arasında bir köprü kurabilmek için çıktığımız yolculuğumuz yolda geçen süre ile birlikte 14 gün sürdü. Bu zaman zarfında 6 gün Atina'da, 5 gün de Selanik'te kaldık.
Atina ve Selanik'te, bir çok üniversite öğrencisiyle görüşmeler, tartışmalar yürüttük. Yunanistan demokratik öğrenci hareketinin gelişim seyrini, bugün yaşadığı sorunları anlamaya çalışırken, ülkemiz demokratik öğrenci hareketini aktarmaya çalıştık.
Önce Yunanistan'daki üniversitelerle ilgili kısa bilgiler verelim.
Yunanistan'da 7 ana üniversite var. Bu üniversiteler Atina, Selanik, Patra, ioannina, Thessaly, Chrete ve Thraki (Trakya) şehirlerine dağılmış durumda. Bu üniversiteler Fakülte ve Akademiler (Yüksekokul) olmak üzere., ikiye ayrılıyor. Üniversite öğrenimi ücretsiz. Üniversite sınavları ise tek basamaklı. Üniversite öğrencilerinin siyasi partilere üye olabiliyorlar. Öğrenci dernekleri yasal ve bütün öğrenciler doğal üye. PASOK iktidarı sırasında, 1982 yılında, öğrencilerin yönetime katılma hakkı tanınmış.
Bu genel bilgilerden sonra üniversitelerin işleyişleri konusunda biraz daha ayrıntılı bir değerlendirmeye girebiliriz.
Yunanistan da üniversiteler Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı. Ancak üniversite işleyişlerinin genel çizgisini belirlemek için üniversiteler ile bakanlık arasında iki kurul oluşturulmuş. Bizde tek tek üniversitelere önerilen mütevelli heyetlerine benzeyen bu organlarda, Belediye, Hükümet, sanayici temsilcilerinin yanı sıra öğretmenler sendikası, merkezi sendika... temsilcileri de yer alıyorlar. Bu kurullar, üniversitelere kaç kişi alınacağını, yeni düzenlemeler yapılıp yapılmayacağını... belirliyorlar. Üniversitenin mali kaynakları ise M.E.B, toplumsal güçlerin katılımı ve bu iki organ tararından tespit ediliyor. Öğrenciler bu iki organda da yer alamıyorlar ancak yürütülen tartışmalara katılıp görüş bildirme hakları tanınmış durumda.
Bu organlara seçilen temsilciler çoğunlukla devletin tercihlerine uygun nitelikler taşıyanlar olduğu için alınacak kararlarda genellikle siyasi iktidarın yönelimleri ağır basıyor.
Rektörü öğrenci temsilcileri ve öğretim üyeleri seçiyorlar. Öğretim üyeleri ve öğrencilerden oluşmuş bir üniversite senatosu var. Bu senatoda öğrencilerin %30 oy hakları var. Bunun altında fakülte senatosu bulunuyor. Bu fakülte senatosunda da öğrencilerin %30 oy hakları bulunuyor. Ancak ne üniversite senatosunda ne de fakülte senatosunda yer alan öğrenciler senatoya ayrı bir seçim sonucunda gelmiyorlar.Öğrenci dernekleri seçimlerinde aldıkları oy oranında çeşitli öğrenci grupları, güçleri kadar temsilci gönderiyorlar.
Şimdi kısa bir ara vererek % 30'luk bir güçle öğrencilerin kendi aleyhlerinde çıkacak ir tasarrufu nasıl engellemeye çalıştıklarını aktaralım. Anlatılan şu:
"Öğretim üyeleri ciddi adamlar. Senato toplantıları için bira raya geldiklerinde sırayla konuşuyorlar, lütfenli, sizli bizli bir kibarlık içindeler. Öğrencilerin aleyhine bir karar çıkacağını öğrendiğimizde konuşma sırasını, beklemeden yüksek sesle konuşmaya başlıyoruz. Bu sizin yaptığınız... diye başlayan konuşmalar üzerine öğretim üyeleri '-lütfen salonu terk edin' diyorlar. Bunun üzerine biz de, megafonla aynı şeyleri tekrarlıyoruz, iyice çileden çıkan öğretim üyeleri, '-lütfen sakin olun...! türünden sözler sarf ediyorlar. Ve final. 100 kişi senato odasına topluca giriyor ve aynı şeyleri söylüyor. Bunun üzerine öğretim üyeleri salonu terk edip gidiyorlar. Böylece ertelenmiş oluyor." Bilindiği gibi bizde azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümünü sağlamak için kapıda polis bekliyor, ordaysa polis bunu sağlamak için kapının dışında bekliyor.
Neyse kaldığımız yerden devam edelim.
Dikkatinizi çekeceği gibi üniversite ve fakülte yönetimlerinde çalışanlar yok. Çalışanlar ise, üniversiteyle ilgili kimi ait komitelerde yer alıyorlar.
Yunanistan'da, yaklaşık 200 bin yüksekokul öğrencisi var. Bu öğrencilerin %16-20'si çeşitli partilerde ve gruplarda örgütlüler. Yükseköğretim gençliğinin merkez.i bir örgütlenmesi var: Yunanistan Ulusal Öğrenci Birliği (EFEE). Bu öğrenci birliği, fakülte öğrenci derneklerinin üzerinde şekillenen bir.örgütlenme.
Öğrencilerin %/0'i Ulusal Öğrenci Birliği'nin seçimlerine katılıyor. Her yıl, her fakülte'de öğrenci derneği seçimleri yapılıyor, iki yılda bir de Ulusal Kongre toplanıyor ve EFEE 'nin üst yönetimini seçiyorlar. Bu üst yönetim 21 üyeden oluşuyor.
Bu 21 üyeliğin dağılımı şöyle:
Yeni Demokrasi Partisi : 10 üye
PASOK : 4 üye
KKE-Syn : 3 üye
sol çevreler : 3 üye
Bağımsızlar :1 üye**
EFEE'nin fonksiyonları ve çalışmaları hakkında görüşlerine başvurduğumuz arkadaşlar şu bilgileri verdiler:
"EFEE, geçmiş yıllarda ayda 1-2 kez toplanıp gündemli görüşmeler yapardı. Ama simdi önemli bir konu olduğunda gruplardan birinin çağrısı üzerine yapılıyor. Toplantının yapılabilmesi için 11 kişinin katılması gerekiyor”
* * *
Görüştüğümüz arkadaş devamla şöyle dedi:
"Ülke çapında büyük öğrenci gösterileri, işgaller yaşandı. Ancak bütün bu gelişmelerle EFEE ilgilenmedi. Bunun üzerine öğrenci dernekleri gelişmelere müdahale edebilmek için alt örgütlenmeler yarattı. Bunlar öğrenci dernekleri arasında ki koordinasyonu sağlayan yapılardı.
79’da , 87’ de ve 90’da öğrenci gençlik büyük etkinlikler düzenledi. Ancak. EFEE tüm bu etkinlikler karşısında bürokratik bir yapı olarak işlevsiz kalıyordu. Eylemlerin ve çalışmaların büyük bir bölümünün seçimler haricinde yaşanıyor oluşu, EFEE üst yönetiminin bileşiminin çoğunluğunun bizde olsaydı da farklı olmazdı. Her zaman diğer çalışmalar, 'ani merkezi örgütten çok taban çalışmaları gerekli olacaktı, biz de bu yüzden bu çalışmalara ağırlık vermeye çalışıyoruz" dedi.
1974 de cuntanın, öğrencilerin başını çektiği bir direnişle (Politeknik İşgali) devrilmesinden sonra PASOK ve diğer siyasi partiler öğrenciler üniversite yönetimlerine katılmalıdırlar' diyorlar. Sol çevreler**** bunu bir aldatmaca olarak değerlendirerek kendi öz örgütlenmelerimiz olmalıdır diyorlar.
EFEE ile öğrenci dernekleri arasında, hangi örgütlenmenin aldığı kararın daha etkili oluğu tartışılıyor. Öğrenci derneklerinin fakülte özgülüne ilişkin aldığı kararların yanında EFEE 'nin aldığı kararlar daha genel Konulardı. Dolayısıyla fiili olarak öğrenci derneklerinin aldığı kararlar öğrenci kitlesine daha yakın ve somut., zaten işleyiş olarak da EEFE'nin aldığı kararlar öğrenci derneklerini bağlamıyor. Çünkü EFEE'nin bileşimi her fakültede aynı değil. Sol bir çok fakültede güçlü. Üst yönetimin aldığı kararları genellikle benimsetiyor. Ya birim derneğin aldığı karara EFEE karşı çıkıyor. Böyle durumlarda çatışmalar çıkabiliyor ve kim daha güçlü ise, o kazanıyor.
Tüm bunların doğal gelişimi olarak da, önemli olaylar olduğunda birim dernekler bir araya gelerek ayrı örgütlenmeler oluşturuyorlar ye EFEE'de bunları tanımıyor.
Öyle durumlar oluyor ki, EFEE ayrı yürüyüş, birim dernekler ayrı yürüyüş düzenliyorlar. Ancak ne var ki, EFEE’nin aldığı kararlar, resmi düzeyde öğrencilerin kararı olarak kabul görüyor.
Tüm aktarılanlardan sonra, bir soru sorduk. Peki, EFEE'nin aldığı kararlar dernekleri bağlamıyorsa, bürokratik bir yapı niteliğini taşıyorsa. bu yapı hala niye var ve seçimlerine neden katılmıyor?
"Güçlü bir oy potansiyeline sahip siyasi partilerin gençlik örgütleri, öğrenci gençlik, beş yılda bir hareketleniyor. Bu zaman diliminde bizim örgütümüz olmasın mı? diyorlardı. Bu genel bir düşünüş tarzıydı.
Ancak, son yıllarda sağ gittikçe güçlendi ve örgütlenmelerin olmaması için atağa geçtiler. Biz sağın örgütleri tasfiye etme çabasına karşı çıktık. Buna ancak okullardaki hareket karar verebilir dedik. Okullardaki hareket de PASOK'un görüşü ağır bastı: Hareketlilik olduğunda öğrenci dernekleri komiteler kursun, durgun olduğunda ise, EFEE var olsun.
Şimdi, Yunanistan demokratik öğrenci hareketinin cunta sonrasından bugüne kadar yaşadığı gelişmeye kısaca başlıklar halinde değinelim:
1974-79 yılları arası: Cuntanın devrilmesinden sonra demokratik öğrenci hareketi bir canlanma yaşamaya başlıyor. 3000-5000 kişinin katıldığı toplantılar düzenleniyor. Bu toplantılarda dünya ve ülke sorunları tartışılıyor. Ama büyük bir potansiyele rağmen ciddi pratik adımlar atılmıyor. Bu dönemde sağın aldığı oy %12 civarında.
1979-80 arası: Öğrenci eylemleri başlıyor. Sokak gösterileri, işgaller birbirini kovalıyor. Sağ partiler, solun üniversitedeki etkinliğini kırabilmek için 825 sayılı bir kanun çıkarmaya girişiyor. Bu kanunla, öğrencilere devam zorunluluğu gibi bir takım kısıtlayıcı önlemler getirmeye çalışıyor. Fakat öğrenci eylemleri karşısında yasa tasarısını geri çekmek zorunda kalıyorlar. Bu dönemde PASOK ve KKE (Yunanistan Komünist Partisi) hala güçlüler.
1981-85 arası: PASOK'un iktidar olduğu dönem. 1268 no'lu yasa çıkarıyorlar ve hala geçerli olan yasa da bu. KKE bu yasayı destekliyor. Sol çevreler bu yasaya da karşı çıkıyorlar. Yasa öğrencilerin yönetime katılmasına olanak tanıyor. Öğrenciler bu yasa ile %30 temsil hakkı kazanıyorlar. Üniversite çalışanlarına bu hak tanınmıyor. PASOK, bu yasayı kendi gücüne güvendiği için çıkarıyor. Kararların üniversite dışında karara bağlanması, siyasi partilerin uzlaşmaları, üniversitede bulunan gençlik örgütlenmelerine de yansıdığı için büyük sorunlar doğmayacağını biliyor.
1987 yılı: Üniversite yaşamından kaynaklanan sorunların çözümlenmesini isteyen öğrenciler, harekete geçiyorlar. İşgaller birbirini izliyor. Bu hareketliliğin yükünü sol çevreler çekiyorlar.
1990-91 arası: Bu dönemde ilk kez ortaöğretim gençliği hareketleniyor. Ortaöğretim gençliği herhangi bir siyası yapılanmanın inisiyatifinde olmadan toplantılar düzenliyorlar, bu toplantılarda temsilciler seçiyorlar ve temsilciler bir üst komisyon oluşturuyorlar. Bütün ülkede 100 bin civarında öğrenci yürüyor. Bu eylemler hükümetin çıkarmaya çalıştığı disiplinle ilgili bir yasa önerisine karşı yapılıyor. Bu yasa tasarısı ağır disiplin cezaları ve yükseköğretime girişi zorlaştırıcı bazı maddeler içeriyor.
Bu etkinliklere daha sonra üniversite öğrencileri de katılıyorlar. Tekrar işgaller başlıyor. Hükümet bu işgalleri kırmakta kararlı olduğunu çok geçmeden gösteriyor. Polis bile üniversitenin kapısında beklemeye başlamış. Ve polis işgalleri kırmak için saldırıya geçiyor. Politeknik'in bir bölümü yanıyor. Polis yangını anarşistlerin (bunlar harbi anarşist) çıkardığını iddia ediyor. Genel kanı ise,yangını atılan göz yaşartıcı ve sis bombalarından çıktığı yönünde. Ayrıca eylemler sırasında Patra'da da bir öğretmen öldürülüyor.
Fakat bütün saldırılarına rağmen hükümet eylemleri durduramıyor. Sonunda M.E.B istifa ediyor ve yasa tasarısı geri çekiliyor.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken meclisteki "muhalefet", hiçbir şey yapmamayı tercih ediyor. "Sağ-sol" birleşiyor ve hükümeti destekleme kararı alıyorlar. Çünkü hükümet düşerse bunun bir teamül haline gelmesinden korkuyorlar. Körfez savaşının başlamasıyla birlikte her şey de duruluyor.
Sonuç olarak, Yunanistan demokratik öğrenci hareketi bir çok sorunla karşı karşıya. Öğrenci kitlesinin büyük bir çoğunluğu bugün, etkinliklere ilgi göstermiyor. Bütün dünyada sağın yükselişinin izlerini Yunanistan'da da bulmak olası. Ancak yaşanan tıkanıklığın bütün yükünü nesnel koşullara yüklemek biraz insafsızlık olacak. Zira, demokratik öğrenci hareketinin bu hale gelmesinde çeşitli sol çevrelerin hatalı tutumlarının da büyük bir payı olduğu telaffuz ediliyor. Soyut tartışmalarla geçirilen zamana karşın üniversitelerin somut sorunlarının ele alınmaması geniş öğrenci kitlesinin yürütülen etkinliklerden zamanla uzaklaşmalarına yol açmış. Üniversitelerin ye üniversitelilerin profillerinde ciddi değişikliklerin yaşandığı Yunanistan'da demokratik öğrenci hareketi bu durumdan çıkış yolları arıyor...
Bu da mı benziyor ne?..
***
Otobüsümüz, gittikçe sınıra yaklaşıyor. Gümülcine (Komotini) ve civar kentlerden bayram tatili için Türkiye ye gelenlerle birlikte yolculuk yapıyoruz. Yine aynı duygu. Bu sefer daha güçlü. Sanki hiç Türkiye'den ayrılmadık da, birileri bize şaka yaptı. Eski alamancı öykülerinde olduğu gibi….” Almanya sınırı aha şu dağın ardında dediler, bir de baktık…”
Hayır hayır, biz, Atina'ya kadar gittik ve dönüyoruz. Bir kaç saat sonra da sınırda olacağız. Bu bir yanılsama değil.
Çünkü arkamızda bıraktığımız dostlarımız yüreğimizde bizimle birlikte Ege'nin bu yakasına, bütün sevgileri, bütün yakınlıkları ve kardeşlikleriyle dönüyorlar. Bunlar bütün düşmanlık tohumlarından, bütün savaş çığırtkanlıklarından daha güçlü.
Baylar, yöneticiler boşuna uğraşmayın. Ege'nin iki yakasını paylaşan halklar bütün dünya halkları gibi kardeştir.
Dipnotlar:
*Biz bu toplantılardan birine katılmak için gittiğimizde 6 kişinin geldiğini gördük ve toplantı yapılamadı. Çok fazla ciddiye almıyorlarmış.
* *KKE : Yunanistan Komünist Partisi.
KNE : YKP'nin Gençlik Örgütü. YKP'nin gençlik örgütünden KKE'yi sağcılıkla suçlayan bir grup ayrılarak
KNE-NAR'ı oluşturuyorlar. KNE-NAR ve KNE-KKE bir birleşme denemesi yapıyorlar ve Synaspismos adında bir gençlik örgütü oluşuyor.
Geçtiğimiz ay Selanik'te 1 milyon kişinin katıldığı "Makedonya Yunanistan'ındır" mitingi düzenlenmiş.
***** Yazının bütününde kullandığımız sol çevreler tanımlaması, Yunanistan'ın politik atmosferinin bir sonucu olarak tercih edildi. Bilindiği gibi Yunanistan'da silahlı mücadele yürüten politik örgütlenmeler (örn. 17 Kasım) dışındaki tüm örgütlenmeler yasal. Komünist partileri- Sosyalist Partiler... ve bunların gençlik örgütlenmelin de yasal olarak çalışıyorlar. Bir de bunların dışında, yine yasal olarak çalışmakla beraber mevcut partileri bürokratik olmakla, pasifist olmakla suçlayan, anarşistlerden, komünist gençlik örgütlenmelerine kadar geniş bir yelpazede yer alan çeşitli kesimler yer alıyorlar. Sol çevreler tanımlaması işte bu ikinci çevreleri tanımlamak için kullanılmıştır.
Politik ve sosyal hakları koruma hareketi ve çeşitli sol çevreler balkan ülkelerinde tırmanan milliyetçilik akımlarına ve olası bir savaşa karşı bir imza kampanyası başlattılar. Aşağıdaki metin başta Yugoslavya olmak üzere diğer balkan ülkelerinde ve ülkemizde imzaya açıldı.
BALKANLARI TEHDİT EDEN SAVAŞA VE MİLLİYETÇİLİĞE HAYIR! ULUSAL AZINLIKLARIN HAKLARINA SAYGI!
*Eski Yugoslavya Cumhuriyeti’nden ayrılan devletler arasında süren savaşa ve bu savaşın yayılması olasılığını güçlendiren tüm politikalara kesin karşıtlığımızı belirtiyoruz.
*ülkelerimiz hükümetlerinin yayılmacı politikalarını savaş yanlılıklarını haklı göstermek için ileri sürdükleri bahane ve mazeretlerini kabul etmeyi reddediyor; savaş karşıtı bu bildiriyi imzalayan her birimizin yaşadığı ülkeyi yönetenlerin milliyetçilik tohumları eken uygulamalarıyla uzlaşmaya şiddetle karşı çıkıyoruz. Savaşlarda kaybetmesi mutlak olanların emekçiler, halklar ve ulusal azınlıklar olduğunun bilincindeyiz çünkü.
*Milliyetçiliğin sadece savaşlara neden olmakla kalmayıp, insanlarında yollarını şaşırmalarına yol açtığını, ırkçılığı kışkırttığını, toplumsal yaşamı askerileştirdiğini ve ulusal birlik adına ulusal azınlıkların başta, en temel hakları olan kendi kaderini tayin olmak üzere tüm haklarını çiğnediğini ve üzerlerindeki baskıyı arttırdığını biliyoruz.
*Hükümetlerimizin bir yandan kendi yönetimleri altında bulunan topraklarda yaşayan azınlıklara barbarca ve ırkçılıkla yaklaşıp, diğer yandanda başka ülkelerde azınlık durumunda yaşayan soydaşlarımızın sözde haklarını savunmaya yönelik girişimlerini iki yüzlü bularak kınıyoruz.
*Yaratılan siyasi bunalımların başlıca nedeni olan; gerek büyük devletlerin gerekse ulusları yönetenlerin çıkarlarının, Balkanlarda yaşayan insanların ezici çoğunluğunun ihtiyaçlarına taban tabana zıt olduğunun bilincindeyiz.
*Yugoslavya halkının kanının dökülmesine yol açan anlamsız savaşa katılmayı reddeden binlerce kişiyle dayanışma içinde olduğumuzu özellikle vurguluyor, haklarında başlatılan her türlü kovuşturmanın derhal durdurulmasını talep ediyoruz.
*Bu çağrının balkanlarda ki toplumsal hareketlerin ve etkin insanların militarizm karşıtı, dayanışmayı ve ortak hareketi hedefleyen ilk girişimleri olduğunu duyuruyoruz,
*Çeşitli uluslardan ve kültürlerden insanların kucaklaşacakları ve birlikte yeni özlemler ve deneyimler yaratacakları, sınırlardan arınmış bir dünya düşünün; şovenizm, açlık ve yoksulluk karabasanından daha çekici ve daha gerçekçi olduğu düşüncesini yürekten destekliyoruz.
KAN, KİN ve YOZLAŞMA YENİ DÜNYA DÜZENİ
KAN, KİN ve YOZLAŞMA YENİ DÜNYA DÜZENİ
Adriyatik Denizi’nden Hazar kıyılarına uzanan bir alanda uluslar birbirlerini boğazlıyorlar.Sırplar ve Hırvatlar, Ermeniler ve Azeriler, “tarihi topraklar" ya da "toprak bütünlüğü" denilen "davalar" adına, birbirlerini, salt Sırp, Hırvat, Azeri veya Ermeni oldukları için öldürüyorlar.
Avrupa'da ve Asya'da her gün yeni bir “ulusal" anlaşmazlık konusu kızgın bir arayış içindeki halk kitlelerinin "davası" haline getiriliyor. Ulusal kin ve düşmanlık duygularının bir dalgası geri çekilirken yerini bir başkası alıyor. Yıkılan bürokratik-sosyalist rejimlerin ardından eski SSCB ve Doğu Avrupa'da monarşist, neo faşist gruplar güç kazanıyor. Avrupa'yı yeni bir ırkçılık dalgası sarıyor. Avrupa’nın en "gelişmiş ve müreffeh" toplumu İsveç’te birkaç ay içerisinde 11 "yabancı" neo-faşist çeteler tarafından öldürüldü. Daha "duvarlar yıkıldı" çığlıklarının yankısı kulaklarımızdayken, Avrupa'da ve Asya'da yepyeni ve çok daha ilkel olduğu su götürmeyecek duvarlar beliriyor.
Yeni bir "milliyetçilik" hareketinin yaşandığı; olan bitenin "sosyalizmin yıkılması ve milliliğin güç kazanmasından ibaret olduğu söyleniyor. TV ekranlarından odalarımıza yansıyan vahşet görüntüleri "sosyalizmin suçu", ilkel ideolojilerin etkisi altına girmiş ulusal toplulukların hezeyanı" olarak gösteriliyor, Pandora'nın kutusunun (yani 'demir perde’nin) açıldığı ve tarihin en geri toplumsal kültürünün büyük bir kaos ve kargaşaya yol açarak ortaya döküldüğü" imajı yaygınlaştırılıyor. Giderek yayılan bu "yıkıcılık" Yeni Dünya düzeni'nin uluslararası denetim aygıtlarının güçlendirilmesi ve yerkürenin her köşesine müdahale edebilir hale getirilmesinin gerekçesi olarak sunuluyor.
Yaratılan bütün bu imajlar, gerçeğin üzerini yoğun bir sis tabakasıyla sarmaya hizmet ediyor. On yıllardır SSCB ve Doğu Avrupa ülkelerinde "Hür Dünya" adına milliyetçi, monarşist, dinsel akımları dev fonlarla besleyenin ABD ve müttefikleri olduğu, hatırlanmak bile istenmiyor. "Sovyet İmparatorluğunu içten çökertme senaryolarımın bu gibi akımları güçlendirmeyi esas aldığı unutturulmaya çalışılıyor.
Oysa derin bir ekonomik ve sosyal istikrarsızlığa düşen bu ülkelerde durumlarından hoşnutsuz kitleler, tam da emperyalistlerin on yıllardır kendilerine telkin ettiği yola yönelmiş bulunuyorlar. "Pandora'mn kutusundan ortaya dökülenler" o kutunun içerisine Sosyalizm tarafından yerleştirilmedi. Evet, bu ideolojilerin söz konusu toplumlarda bu denli canlı bir biçimde ortaya çıkabilmelerinde bürokratik sosyalizm uygulamasının payı vardır ama bu pay, maddi- tarihsel temelini, bu rejimlerin "sosyalist" yönlerinde değil, sosyalist olmayan, bürokratik-milliyetçi uygulamalarında bulmaktadır. Öte yandan bugünkü vahşet ye barbarlığın arkasındaki politik ideoloji ve örgütleri suni teneffüsle yaşatıp günümüze dek getiren bilinçli çabanın emperyalizm kaynaklı olduğu da unutulmamalıdır.
Sovyet rejimini yıkan ve SSCB ve Yugoslavya'yı dağılmaya götüren yakın süreçlerde şimdiki "milliyetçi-barbarlığın" bayraktarlarını "özgürlük ve demokrasi savaşçıları" olarak pazarlayanlar, ABD ve müttefikleriydi. Keza bugün de "Batılı" ülkeler, yaşanan vahşetin siyasi temsilcileriyle "ortak ekonomik, siyasal ve sosyal projeler açısından esasta mutabık olduklarını" gizlemeye gerek görmüyorlar. Olaylarda kendilerinin işbaşına gelmelerini destekledikleri iktidarların payını hafifletmek ve tüm suçu "gemi azıya almış kitlelere" yüklemek için özel bir çaba gösteriyorlar...
Çünkü yaşananlar, eski Sovyet cumhuriyetleri ve Doğu Avrupa ülkelerine ikinci sınıf sanayi ülkeleri olma rolü yüklenip emperyalist-kapitalist sisteme bağımlı ülkeler olarak entegre edilmesini kolaylaştıracak bir parçalanma ve istikrarsızlaştırma politikası açısından Batının emperyalistlerinin öngördükleri Yeni Dünya Düzenini güçlendiriyor... Yeni Dünya Düzeni'nin öngördüğü bu parçalanma ve istikrarsızlaştırma sürecini milliyetçi- barbarlık yoluyla da olsa gerçekleştiren siyasi iktidarlar bu nedenle dolaylı olarak himaye görüyorlar... Monarşist, fundamentalist, neo faşist hareketlerin gelişmesi için en ufak bir endişe belirtisi göstermezlerken, ironik bir biçimde, mevcut hükümetlerin Komünist Partilerini ve Komünizm propagandasını yasaklamalarını ve eski yöneticileri (eski "yoldaşlarını") düzmece iddianamelerle "bağımlı yargı organları" eliyle mahkum ettirmelerini "demokrasinin ilerlemesi" olarak alkışlıyorlar.
Dünyayı saran bu genel yozlaşma, gerçekte emperyalist çürümenin kanıtıdır.
Evet, kapitalizm, bürokratik sosyalizme karşı zafer kazanmıştır, ancak bu zafer daha ileri bir sistemin, daha özgür toplumların doğmasına yol açmamış, tersine eskisiyle kıyaslanamayacak ölçüde gerici ve yoz siyasal toplumsal aktörleri tarih sahnesine çıkarmıştır.
Çünkü insanî uygarlığın dünyanın "geri' bölgelerinde çöküntüye doğru sürüklenmesi; emperyalist egemenliğin genel koşulu olarak belirmektedir. Kapitalizm, tarihsel bir yıkıcılık haline gelmektedir. 1.Dünya Savaşı'nın dehşeti içerisinde söylenen şu sözler şimdi bütün bir yer küre için geçerlidir:
YA SOSYALİZM YA BARBARLIK!
Dostları ilə paylaş: |