İKİ ÖLÜM" ÜZERİNE DÜŞÜNCELER...
"İKİ ÖLÜM" ÜZERİNE DÜŞÜNCELER...
9 Mayıs tarihli gazetelerde bir haber yer aldı: "Niğde, Kütahya ve Muğla'da bekaret kontrolüne gönderilen 8 kız öğrenciden 3'ü intihar girişiminde bulundu, ikisi öldü".
Olay "kamuoyunda" infial yarattı.Herkes çok kızdı, üzüldü, demeçler verildi. En çok da ölen öğrencilerden birisinin ölümünden sonra yapılan bekaret kontrolünde bakire çıkması üzerinde duruldu. "Tertemiz bir genç kız" intihara sürüklenmişti.
Yaşananlar iki şeyin altının bir kez daha çizilmesini gerektiriyor; birincisi devletin elinin her yere uzanması "gerekliliği"nin bir sonucu olarak okul yöneticilerinin öğrencileri bekaret kontrolüne göndermesi karşısında oluşan tepkiler!.. İkincisi intihar eden kadınların, ilk olarak kendisini okul yöneticilerinin tepkilerinde açığa vuran toplumsal-ahlaki-psikolojik baskılar karşısında direnecek gücü kendilerinde bulamamış olmalarıdır.
Birinci noktada, olay meydana geldikten ve gelişimi öğrenildikten sonra birçok "resmi kadın örgütünün", bakanların .... gösterdikleri tepkiler ve tepkilerinin odağına okul yöneticilerinin tavırlarını koymaları söz konusudur. "İlgililer" durumla çok ilgilendiler, her zaman ki gibi münferit hadiseyi kınadılar, olayın iki tane ne yaptığını bilmeyen şahsın icraatı olduğunu belirttiler ve bu çağda böyle kafalı adamların kalmış olmasına, üstelik de eğitici olarak görev yapmalarına çok şaşırdılar. Ve derhal görevden alınmalarını talep ettiler. Talepleri kabul edildi. ME. Bakanı çağrı yaptı; "biz herkese söylüyoruz, böyle olayları haber verin" ! ( Biz de bakana öneriyoruz ; 055 benzeri bir servis kurun, ancak 6 telefon yetmez, yüzlerce telefon gerekebilir ve telefonların başına da görevden aldığınız Simav İmam Hatip Lisesi öğretmenleri gibi sorumluluk bilinci yüksek devlet memurlarını koyun, merak etmeyin onlar için önemli olan kendilerine verilen görevdir, bugün kadınları bekaret kontrolüne gönderirler çünkü bunun bir görev olduğunu düşünüyorlardır, yarın devletleri öyle yapmayacaksın derse bu kez tam tersini yaparlar. Onlara güvenin sayın bakan, onlar TC devletinin uzanması gereken her yere uzanan elleridir.
Hadiseye kızgınlığını belirtmek için yarışan yetkililerin ve bir takım yetkisizlerin tavırları tek bir sözcükle ifade edilebilir; bu AYMAZLIKTIR!
Devlet kurumunun varlığının gelmiş olduğu nokta açısından ortaya çıkardığı tablo böyle bir sonucu doğal kabul etmeyi gerektirir. Çünkü TC devleti "Liberalizasyon" sürecine bir ayağıyla direten, diretmese bile değiştirilmesi çok güç olan yüzyılların Osmanlı-şark kırması geleneğinin fosilidir. Ulusal devrimini yapıp "eskinin kalıntılarını temizleyerek yeni bir devlet kuranlar" neyi temizlemişler acaba diye düşünüldüğünde görülen o ki; eskinin " Vurun Kahpeye" çığlıkları atanların boyunlarına kravat geçirerek, latin alfabesi öğreterek yeni devletin, yeni eğitimcileri, bilumum görevlileri yapmışlar. Bugün kızar göründükleri de bunlardır. Bugün kızıyorlar çünkü yaratmak istedikleri yeni liberal devlet imajına ters düşen görüntüler bunlar. Ama dikkat edilsin kızdıkları görevlerini yapan bir takım adamlardır; onlara bu görevi veren ya da onların fiillerini gerçekleştirecek gücü aldıkları devlet değildir. Aymazlık bu noktada başlıyor. Yüzyılların "tiz urun kellesini" çığlıkları yükseliyor her yerden, devlet kendi çocuklarını yiyor gene. Ve bütün ulema takımı padişahın haremine halel getirmeden görevlerini ifa etmenin rahatlığıyla köşelerine çekiliyorlar.
Olayın ikinci boyutu ise modern devlet yalanının toplum düzeyindeki trajik sonucudur. 70 yıllık "modern devlet" süreci erkek egemen kültürü öz itibarıyla koruyup geliştiren bir süreç olmuştur. Baba devlet kadınları ve çocukları Osmanlının konaklarından, haremlerinden, tekkelerinden kendi korumasına almıştır. Değişen babalardır, ortada bir baba varken onun kim olduğu hiç önemli değildir. Türk ulusal devletinin modernlik saplantısının toplum düzeyindeki yansıması bu yüzden bir şizofreni durumudur. Toplumsal yaşantının doğal gelişim süreçlerinin dışında; devlet tarafından tepeden dikte ettirilmeye çalışılan tam da bu nedenden ötürü devletin kendisinin de aslında bir türlü içine sindiremediği "modern" davranış biçimleri bugünün Türkiye'sinde genç insanların derinden yaralanmasına neden oluyor, hasta bir toplum Özellikle 80 sonrasında girişilen liberalizasyon sürecinin gelmiş olduğu nokta da bu açıdan düşündürücü. Bugün yaratılmaya çalışılan ve önemli ölçüde başarılan; gençlik "artık margarinini kullanmıyor" ama gerçekte annesinden pekte farklı olamıyor, çünkü margarini babasının parasıyla alıyor. Yaratılan renkli imajın gündelik yaşamda, çok küçük bir kesimin açısından karşılığı bulunmuyor. İntihar eden genç kızlar televizyonda izlediklerinden edindikleri imajları hayal etmekten öte gündelik yaşamlarında gerçekleştirme cüretini göstermenin kurbanı oldular. Yaşanan olayın diğer önemli boyutu da bu noktadır. Büyük kentlerde değer yargıları, davranış biçimleri, gündelik ilişkiler , hızla değişirken bu taşrada aynı hızda gerçekleşmiyor. Her yere yayılan tv. durağan bir toplumsal yaşamın egemen olduğu bölgeleri metropol kentlerdeki gibi hızla etkileyemiyor. Ama gençler her yerde genç , her yerde değişime daha açıklar. Bugünkü yaşamlarından hoşnut değiller ve önlerine özgürlük diye sunulan seçeneği kabul ettikleri oranda yaşama geçirmeye kalkışacak kadar da cüretliler. Ancak cesaret bilinci doğurmuyor. Toplumsal davranış normlarına isyan ettikten sonra başlarına gelebilecekleri tek başlarına karşılamak zorundalar. Kadınlar içinse bu çok daha fazla geçerli.
Bugün her ne kadar metropol kentlerde parçalanmaya başlasa da çekirdek aile bu anlamda kilit bir yer tutuyor. Kadınları baskı altında tutan temel kurum aile. Doğası gereği hiyerarşik ve baskıcı bir mekanizma olan aile devletin "çok sevdiği" bir yarı resmi kurum ve bu kurum aynı zamanda varolan sistemin devamını sağlayan mekanizmalardan da bir tanesi. Bu mekanizma ne denli değişse de çözülmedikçe demokratik bir bütünlük yaratmak söz konusu olamaz. Bugünün Türkiye'sinde aile kurumu en az devlet kadar bir cinayet şebekesi gibi işliyor. Bu noktada; ölen iki kadının katili devlet olduğu kadar aile ve ailelerden oluşan toplumdur da
Sonuç Olarak
Bu ülkede devrimciler dillerine doladıkları "sistem eleştirisini,"özel yaşam" alanına doğru da yöneltmedikleri sürece 16 yaşındaki insanlar kendilerini öldürmeye devam edecekler. Ve belki de bu yüzden böyle bir durumda en etkili direniş bu olacak.
SÜNGÜ TAK! HÜCUM! (JANDARMA ODTÜ'LÜLERE ATEŞ AÇTI)
SÜNGÜ TAK! HÜCUM!
Ve silahları ateşlediler. 27 Mart'ta ODTÜ'de yaklaşık 3500 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen. "Gerici ve Faşist Saldırılara karşı DEMOKRASİ Yürüyüşü" sonrasında yapılan forumuna süngü takıp saldıran jandarma, gaz bombası kullandı ve ODTÜ 'lülere ateş açtı. 16 öğrenci dövülerek gözaltına alındı.
Yürüyüş ve forum kendilerine "Müslüman Gençlik" diyen gericilerin, Atatürkçü Düşünce Derneği'nin panolarını spreyle boyayıp bir kaç arkadaşı tartaklamaklarını protesto etmek amacıyla gerçekleştirildi. Müslüman Gençlik söz konusu saldırılarından sonra çıkarttığı bildirilerinde "anti emperyalist", "anti faşist" bir söylem kullanıp devrimcileri, Kemalistlerle işbirliği yapmakla suçluyorlardı. Koyu bir anti komünist ideolojiye sahip bu grup, aklınca gericilik karşıtı güçleri bölmeyi hedefliyordu. Ancak gittikçe yoğunlaşan saldırılara karşı duyarsız kalmayan demokrat öğrenciler yurt kantininde 400 kişiyle yapılan bir toplantıda, gerici ve faşist saldırılara karşı bir demokrasi yürüyüşü yapılmalına karar verdiler.
"ODTÜ ÖĞRENCİLERİ" pankartının arkasında yapılan yürüyüş daha önce toplantıda belirlenen ilkeler çerçevesinde tamamlandı. Uzun süredir böylesi bir kitlesel eylem yaşamamıştı ODTÜ. Öğrenciler hep bir ağızdan "irticaya Geçit Yok "Bilimin Işığı Karanlığı Yenecek", "Tekke Değil, Üniversite" diye haykırdılar.
Yürüyüş sonrasında yapılan forumda öğrenciler düşüncelerini aktarmaya başladılar. Böylesi geniş katılımlı bir foruma müdahale etmesi beklenmeyen jandarma, takviye olarak gelen mavi berelilerle birlikte il jandarma Alay komutanı Şentürk Kılınç'ın emriyle önüne geleni dipçiklemeye başladı. Aktif bir direniş için azırlığı olmayan öğrenciler jandarmanın süngü taktığını gördüklerinde panik içinde çeşitli bölümlere kaçışmaya başladılar. Komutanlarının verdiği "ateş serbest" emriyle kurşun saçmaya başlayan jandarmalar, bununla da yetinmeyerek öğrencileri sığındıkları Fizik bölümünden ders yapılan anfileri basarak döverek, sürükleyerek çıkardı. Bu arada bazı anfilerde ders yapan hocalar jandarmayla tartışmaya girerek anfiye jandarmayı sokmadılar. Saldırıdan sonra bölümün önü kan' içindeydi.
Saldırının ilk şokunu atlatan öğrenciler, tekrar Fizik bölümü önünde toplanmaya, slogan atmaya başladılar. Bu sırada jandarma megafonundan, "Değerli öğrenciler, ortalığı terörize etmeye çalışan bir grup jandarmaya saldırmıştır. Burası bilim yuvasıdır, tahriklere kapılmayın! diye bağırıyordu. Bu uyarıya çevredeki öğrenciler "yuh" sesleriyle karşılık verdiler. Öğrencilerin yeniden toparlandığını gören jandarma bu kez sis-gaz bombalarını kullandı. Jandarmanın bu saldırısına karşılık veremeyecek olan bir grup öğrenci Matematik Bölümüne girerek, bölümü işgal etti. Bölümün dört bir yanını saran jandarmaya karşı barikatlar kurularak bölüm girişleri kapatıldı. Öğrenciler can güvenlikleri sağlanıp, jandarma çekilinceye ve gözaltına alınan arkadaşları bırakılıncaya dek işgali sürdüreceklerini ilan ettiler.
Son derece meşru bir zemine dayanan bu işgal, dışarıdaki öğrencilerin yoğun desteği ile karşılandı, işgal sürerken öğrenciler bundan sonra ne yapacaklarını tartışırlarken, öğretim üyeleri de Rektörlükle iletişim kuruyorlardı. Bu arada dışarıda kalan diğer öğrenciler toparlanıp, Matematik Bölümünün önüne, jandarma barikatını aşarak geldiler. Bu sahiplenmeyi gören jandarma geri çekilmek zorunda kaldı. Bu durumda işgali sürdürmenin anlamsız olacağına karar verilerek işgal kaldırıldı ve dışarıya çıkılarak, dışarıdaki arkadaşlarla "Şanlı ODTÜ" sloganlarıyla kucaklaşıldı. Daha önce jandarma saldırısı ile kesilen forum yeni bir boyut kazanarak burada devam etti. Jandarma teşhirine yönelik çalışmalar yapılması kararlaştırıldı. Ve Rektörlükle görüşmek üzere dört temsilci seçilerek topluca Rektörlük önüne gidildi. Rektörlük genel sekreteri ile yapılan görüşmede öğrencilerin talepleri aktarıldı. Bir sonuç alınamayan görüşmeden sonra genel sekreterin söyledikleri kitleye aktarılarak dağılırdı.
Varlık nedeni olarak üniversitede eğitimin güvenlik içinde yapılmasını gösteren jandarmanın bizatihi kendisinin derslere de müdahale ederek bu "güvenliği" bozduğu herkesçe bir kez dana görüldü.
Jandarmaya karşı pasif bir direnişi savunan (kol kola girerek jandarma saldırısına karşı koymak) arkadaşların dahi jandarmaya karşı yoğun bir tepki duyduğu bu süreçte, bu tepkileri örgütleyecek bir mekanizmasının olmayışı, ODTÜ-ÖD 'nin dağınık hali aşılması gereken ciddi bir olumsuzluk olarak durmaktadır. Bugün devrimci-demokratlara düşen görev bu örgütlenmenin biran önce hayat bulması için çalışmaktır.
ANKARA DEVRİMCİ GENÇLİK
Dostları ilə paylaş: |