<>
ERENLER
<İçindekiler> Sayı: 2 Kasım 2001
-
Editörden
-
Düşünce
-
Toplumlar ve İlkeler
-
Filozof Gözüyle Eğitim Özgürlük ve Sorumluluk İlişkisi
-
Araştırma
-
Kur'an'da Hz. Mehdi
-
İslam Öncesi Dinlerde Mehdi İnancı
-
İlk Kur’an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)’ın Mushafı (2)
-
Alevilikte Peygamber İnancı
-
Pir Sultan Abdal'ı Anlamak
-
Alevilikte Dolu Kavramı
-
İrfan
-
Allah Resulü'nün Güzel Ahlakı (2)
-
Kemalet ve İslam
-
Tarih
-
Müminlerin Emiri Hz. Ali(a.s)(2)
-
Kısaca İmam Mehdi'nin Hayatı
-
Hz. Fatıma'nın Çileli Hayatı (2)
-
Hadis
-
Ehl-i Beyt Hadislerinde Hz. Mehdi (a.s)
<>
-
Ehl-i Sünnet Hadislerinde Hz. Mehdi (a.s)
-
Edebiyat
-
Yaşamış ve Yaşayan Alevi-Bektaşi Ozanlar 2-NOKSÂNİ
-
Emanet Verdin
-
Şiir
<Editörden>
Erenlerin ikinci sayısıyla siz değerli okuyucularımızla beraberiz. Bugün dünyada sıcak savaşların yaşandığı bir dönemde, savaşlardan uzak, mutlu ve güzel bir Türkiye özlemiyle merhaba diyoruz sizlere.
Erenler dergisi, kendi olma duygusundan hareketle, toplumu bütün değerleriyle kucaklamak sevdasındadır. Kendine yabancı durumuna gelen Alevîlere bir ufuk, bir nefes vererek, kuşatılmış ve hatta özünden koparılmış olan Alevîlere yol gösterme çabasındadır. Ve bütün çabalara da değer veren bir anlayışa sahiptir. Art niyet taşımadan, başka hesaplar peşine düşmeden kendi olma duygusuyla doğru orantılı olarak, bu sorumluluğu üstlenmeyi kendine kutsal bir görev bilmiştir.
Amacımız, herhangi bir toplumu, kesimi veya grubu yermek değil, sadece ülkemiz gerçeğine uygun olarak, farklı bir renk olan Alevîlik kimliğinin yaşaması ve yaşatılmasıdır. Öteden beri farklı yer ve noktalara çekilerek özünden saptırılmak istenen Alevîlik, bugün geldiğimiz noktada da, bir takım çıkar hesabı ile çeşitli zemin ve tanımlara çekilir konuma getirilmiştir.
Elbette yaptığımız bir emek ürünüdür. Sevgi, birlik ve kardeşlik adına bir gerçeğin nefesi yayılıyor. Bizler bir geleneğin sürdürücüleriyiz ve bu gerçeği geleceğe taşımanın gönüllü erenleriyiz. Bizler dünyada ülkeler, ırklar ve dinler arası çatışmaların yaşandığı tam da bugünde, gözümüzü ve gönlümüzü sevgiye açmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Çünkü, Ehl-i Beyt dostları olarak bu misyonu yüklenerek, aslında kendini arayan Alevîliğe meşale oluyoruz.
Burada Alevîliğin tanımını yapmak niyetinde değiliz. Derginin diğer sayfalarında bunu bulacaksınız. Biz, Yunus’un dediği gibi, “Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için” sevgiyi, barışı, huzuru bir nakış misali dergimizde işleyerek, bu ışığı bütün kardeşlerimize yaymak işine koyulmuşuz.
<>Erenler dergisi olarak, renkleri kaynaştırmada ve farklılıkları zenginlik olarak görebilmede çaba göstererek, gönüllerde taht kurma varoluşu içinde olacağız. Gönül erenleri olarak, yüreklerimizin kapılarını tebessümle açıp, karanlık düşüncelere ışık tutacağız. Çünkü biliyoruz ki; toprağı alın teri ile, insanı ise sevgi ile fethetmek olasıdır. Yeryüzünde sevginin uygarlığını kuranlar, bizim de gönlümüzü bu iklim ile yeşerttiler.
Bu arada Alevîliği farklı yerlere çekerek, pazarlayanların ve Alevîlere yeni dinler arayanların kimler olduğunu, hangi amaç ve hedeflerle bu komploları planladıklarını dergimizde işleyip mahkum etmeyi kendimize bir görev bilerek, bu sevgi bahçesini soldurmalarına müsaade etmeyeceğiz.
Alevîliğin İslâm dışı bir kültür olduğunu yaymak ve işlemekle memur olanların yanılgılarını, kaynaklara dayandırarak ve Pir Sultan, Yunus Emre ve Hacı Bektaş-i Veli gibi zatların görüş, düşünce ve yaşamlarını örnek göstererek ortaya koyacağız. Bu pazarlamacıların asıl niyetlerini toplumumuzun gözleri önüne sermede bu yöntemin en mantıklı yol olduğuna inanmaktayız.
Ehl-i Beyt güneşi en karanlık yerleri aydınlatıncaya dek, elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce dost sıcaklığı ile söyleyip, anlatan bu yolun yılmaz, usanmaz maratoncuları olacağız. Her ne kadar yolumuz uzun ve engebeli ise de, yüreğimizdeki on iki imam aşk ve inancının bizi menzile ulaştırmaya yardımcı olacağına inanmaktayız. Zaten menzile ermek için çıktık bu yola, sevgi ile, aşk ile.
Kapımızı ve gönlümüzü bütün erenlere aralamış bulunmaktayız. Bu kutsal yolda dostları yolumuzun üzerinde engel olarak görmüyoruz. Bilakis bütün dostların bize katılarak bizimle yolculuk etmelerini arzulayarak çıktık bu kutsal yola. Bu aşkla, bu şevkle bütün erenleri Muhammed, Ali uğruna, Fatıma ana, Hasan, Hüseyin uğruna,, Ehl-i Beyt uğruna bize katılmaya, bizimle çalışmaya davet ediyoruz.
Bu arada beşeriyetin varoluşu ile başlayıp, bugüne dek süregelen ve daim devam edecek olan mutlak adalet beklentisinin hatırlanıldığı gün olan İmam Mehdi (a.s)’ın kutlu doğum gününü kutlamanın sevincini ve mutluluğunu yaşıyoruz.
Erenler dergisi olarak kuracağı evrensel adalet düzeniyle insanlığı hakikî kurtuluş ve mutluluğa erdirecek olan yüce Allah’ın son hüccet ve velisi İmam Mehdi’nin kutlu doğumunu bütün insanlık âlemine, özellikle de kurtuluş bekleyen ezilmişlere, hasseten de siz Ehl-i Beyt yolu izleyicilerine tebrik arz ediyoruz.
İnsanoğlunun fıtrî değerleri içerisinde büyük öneme sahip olan “adalet” kavramı, Hz. İmam Mehdi (a.s)’ın mübarek doğumuyla daha da bir önem kazanmıştır.
Zira o hazretin yeryüzünden her türlü haksızlık ve zulmü kaldıracağı ve özlenilen evrensel adalet düzenini kurarak beşeriyeti, hiçbir zaman görmediği maddî, manevî mükemmellik ve mutluluğa kavuşturacağı bütün ilâhî dinlerce, özellikle de İslâm dini tarafından muştulanmıştır. Dolayısıyla Hz. İmam Mehdi’nin doğum günü, tüm insanların, özellikle de ezilenlerin, horlananların ve zulme uğratılanların, adalet ve insaniyet namına kutladıkları en değerli ve en büyük bayramlarıdır.
Dünyanın iyi bir son ile noktalanacağı gerçeği, gerek semavî dinler, gerekse de beşer kaynaklı bütün ideolojiler tarafından kabul gören bir hakikattir. Yeryüzünden her türlü haksızlığı silip <>götürecek hakikî adalete ve herkesi içerecek maddî ve manevî doyuma ulaşma arzusu, beşeriyetin fıtratında olan bir gerçek olarak her zaman ve her yerde varola gelmiştir. Bu duygu beşerle birlikte var olmuş, beşeriyet var oldukça da devam edecektir.
Bizler, Hz. İmam Mehdi (a.s)’ın kutlu doğumunu, insanoğlunun kalbinde ümitlerin yeniden yeşerdiği, vicdanlarda merhamet duygularının yeniden kabardığı, insancıl yaklaşımların zirveye vurduğu bir gün olarak görmekteyiz.
Ne var ki; maddî çıkarları uğruna insanları türlü entrikalarla ezerek egemenlik kuran despot yönetimler, hep böyle bir hakikatin olmadığı doğrultusunda propagandalar yapmış ve yapmaktalar. Çünkü, beşeriyetin ümitsizliğe kapılarak adalet kavramından vazgeçmesi, onların haramice talan ve soygunlarını daha da pekiştirecektir.
İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurunu beklemenin, zülüm ve haksızlıklardan yılan beşeriyetin kalbinde aydınlık geleceğe olan ümidin yeniden canlanıp coşmasına olan olumlu etkisi dikkate alındığında, onun kutlu doğum gününün en büyük bayram olarak kutlanılmasının ne denli ehemmiyet taşıdığı ortaya çıkmaktadır.
İnsanoğlunun, hayatının her döneminde bir bekleyiş ve arayış içerisinde olduğunu bilmekteyiz. Gün ışıklarının ışıldamasıyla gecenin beklendiği, gece karanlığının çökmesiyle de gündüzün beklendiği gibi bekleyişler hep bir döngü içerisinde devam etmektedir. Çocukların bir an önce olgunluğa ulaşma, olgunların bir an önce evlenip yuva kurma ve arkasından da neslin bekasına dair olan beklentileri, keza zulme uğratılanların kurtuluş beklentileri hayatın bitip tükenmeyen bir bekleyişten ibaret olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
Bekleyiş konusunu biraz daha açtığımızda, aslında bekleyişin başlıca iki nedene dayandığını gözlemlemekteyiz.
a) Bulunduğu durumdan memnun olmadığından daha iyi bir durumu bekleme.
b) Bulunduğu durumdan memnun olsa dahi daha iyi bir geleceğe sahip olma ümidinden kaynaklanan bekleme.
Böyle bir ümit insan hayatının daha dinamik, daha hareketli olmasını sağlar. Geleceğe dair ümidini yitiren bir insan ve topluluk ise, pasifleşir, hareketini ve canlılığını yitirerek teslimiyetçi olur.
İnsanın fıtratında olan bu duygu, İslâm dininde, özellikle de Ehl-i Beyt mektebinde ilâhî bir boyut kazandırılarak ufku daha da genişletilmiş ve doğru yörüngesine oturtulmuştur.
İnsanın sahip olduğu değerlerden biri de şükretmektir. Ehl-i Beyt mektebi, insanda bulunan bu değeri derinleştirerek Allah’a, insanlara, hatta hayvanlara uzanan bir hiyerarşide sıralamıştır. Ehl-i Beyt kendi maarifi ve öğretisiyle, insanların bu değerlerini yetiştirmesini ve mükemmellik seyrinde devam etmesini sağlamıştır.
İnsanın kendisi için arzuladığı iyi bir hayat standardını, tüm insanlar için istemesi yukarıdaki düşüncenin neticesidir. Düşünceleri sığ olmaktan kurtaran bu akide, insanı sadece zahirî iyi bir hayat sunmasını değil, gerçekten yeryüzünde adaletin işlevsel hâle getirilmesini, diğer bir tabirle hakikî adaletin istenmesini de öğretmiştir.
<>Ehl-i Beyt kaynaklarında geçen “İmamınızın zuhurunu bekleyin” veya “En üstün ibadet, İmam Mehdi (a.s)’ın zuhurunu beklemektir” gibi hadisler, işte bu gerçeğe işaret etmektedir. Böylelikle insanlarda, hakikî adalet ve kurtuluş beklenti ve ümidini canlandırarak daha dinamik, daha canlı bir toplumun oluşmasına zemin hazırlamaktadır.
Beşeriyetin düşünce ufkunu genişleten ve onlara daha dinamik bir hayat sağlayan İmam Mehdi (a.s)’ın kutlu doğumumun, tüm insanlığa barış, sevgi ve kardeşlik getirmesi temennisiyle.
<Toplumlar ve İlkeler>
<Ali C. YILDIZ>
“Varolmak bir büyük sonuç için sadece bir ön koşuldur...” Erenler’in ilk sayısındaki yazım tam da bu tümceyle bitiyordu. Sözü edilen yazının varmak istediği sonucu da özetleyen bu tümceyle ileri sürülmek istenen, Alevi toplumunun bir ön koşul olarak varlığının (mevcudiyetinin) bugünkü dünyada nasıl bir sonuç üreteceğinin ilkesel ölçekte de olsa bir tanımın yapmaktı. Böylece, tek-tek yada bir bütün olarak bütün Alevilerin “Ben yada biz Aleviyiz.” demelerinin ötesinde hem kendileri hem de içinde yaşadıkları tüm insanlık için, yine hem tek-tek (birey) hem de bir bütün olarak üstlendikleri tarihi sorumlukları olduğu gerçeğini öğrenme olanakları ortaya çıkacaktı. Bu yazıda “var olma” ön koşulu ile “var etme-üretme” sonucu arasındaki diyalektik ilişkiye, naçizane Alevi toplumuna uzun süreçte yararlanabileceği planlar oluşturma adına, bu yönde büyük gelişmeler göstermiş ve göstermekte olan toplum ve topluluklardan örnekler vererek açıklamaya çalışacağım.
Bir yerde birilerinin yaşayıp yaşamadığını araştırıp ortaya koyma işini günümüzde arkeoloji bilimi üstlenmiştir. Bu bilim sayesinde bizler hangi bölgelerde kimlerin nasıl ve ne zaman yaşadığını öğrenebiliriz. Tarih yazımına da katkıda bulunan arkeoloji biliminin elindeki en önemli araçlar kazılarda ortaya çıkarılan buluntulardır. Arkeologların bu buluntu ve kalıntılar üzerinde yaptığı titiz inceleme ve araştırmalar sonucunda bir zamanlar tarih sahnesinden geçmiş yada hala geçmekte olan toplum ve toplulukların gizemli hikayeleri ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda bizler yazıyı üç bin yıl önce Sümerlilerin, parayı ise yine binlerce yıl önce Lidyalıların bulduğunu bu incelemelerden öğreniyoruz. Yine şimdi bile kimi toplumların övündüğü dünyanın yedi harikasının kimler tarafından ve hangi amaçla yapıldığını da bu buluntuların incelenmesi sonucunda öğrenebilmekteyiz. Özellikle kağıt, pusula, barut, matbaa vb. hala kullanılabilen nesneleri ilk üreten toplumlar saygınlık ve güçlerini bir ölçüde dünya kültürü ve piyasasına sundukları bu gibi ürünlere borçludurlar denilebilir. Sayısal olarak daha çok çoğaltılması mümkün olan bu örneklerin de göstermiş olduğu gibi toplumların/düşüncelerin uzun insanlık tarihi boyunca varlıklarını pekiştiren, saygın ve güçlü kılan biricik sonuç yada gösterge, onların ortaya koymuş oldukları kültürel birikim ve üretimlerdir. Buradan hareketle kendimize şu soruyu dürüstçe sormak durumundayız: Aleviler olarak kültürel mirasımız nitelik ve nicelik olarak ne durumdadır? Bu yazının amacı her ne kadar Alevilerin kültürel mirasının bir envanterini ortaya çıkarmak olmasa da, muhalif kimlikli bütün toplumlara özgü bir durumu bu topluluk açısından da burada belirtmekte yarar görmekteyim. Aleviler olağanüstü baskı ve kısıtlamalara rağmen varlıklarını çok büyük ödünler vermeden bugüne değin sürdürmüşlerdir. Yüzlerce yıllık faşizan bir baskıya karşılık Alevilerin varlıklarını böylesine dinç ve devingen olarak sürdürebilmeleri ancak ve ancak onları yaşamlarını doğa ve kültürün diyalektik özüne bağlı kalarak sürdürmeleri ve üretimde bulunmaları sonucu mümkün olmuştur. Yani, bu toplumun <>bugün bile inancının ve bu doğrultudaki yaşam felsefesinin dünya ölçeğinde benimsenmesi ve araştırılmaya değer görülmesi, bu toplumun baskıya karşı sergilediği direncin sarsılmaz somut bir göstergesidir denilebilir. Dahası, dünyanın farklı bölgelerinde özellikle akademik çevrelerde Alevilik, Alevi kültürü ve düşüncesi üzerine yapılan incelemeler, bu toplumun inanç, gelenek-görenek ve yaşam pratiklerinin hemen-hemen her dönem ver olduğu çağla eş zamanlı bir nitelik gösterdiği ve bu yüzden de içinde var olan dinamiği hiç yitirmediğini belgelemektedir. Bu açıklamaya şu saptamayı da ekleyebiliriz: Toplumların düşünce sistemlerinin dinamikliği kaçınılmaz olarak onları nitelikli üretime ve yaratmaya iter. Yalnız, o toplumların ürünlerinin niteliği ve niceliği o dönemin nesnel koşulları tarafından belirlenir. Bu belirleme artırma şeklinde olabileceği gibi azalma ve sınırlama şeklinde de olabilmektedir. Buradan hareketle, Hemen her döneme ait nesnel koşulların Alevilerin üretimlerini sınırlayıcı ve yok edici olduğu sonucuna varılabilir. Buna rağmen Alevilerin sözel kültürü dünya ölçeğinde bir nitelik ve niceliğe sahiptir denebilir. Daha güzel ve estetik binaları, dolu-dolu kütüphaneleri, daha farklı türleri içeren edebiyatı, çok daha kapsamlı ve yaygın dinsel kurum ve ritüelleri olmaz mıydı. Halbuki bugün sadece yada daha doğrusu ağırlıklı olarak Alevi kültürü ve yaşamı sözel kültürün egemenliği altındadır. Bu durumu yadsımamakla birlikte, yöntem olarak sözel kültürü günümüz koşulları bakımından yetersiz de gördüğümü burada belirtmek durumundayım.
Sonuç olarak, bu yazıda var olmanın sadece bir ön koşul olduğu ve üretim niteliğindeki sonuçlara varılmadıkça bu ön koşulun varlığını daha fazla sürdüremeyeceği anlamına gelen önermenin, Alevi toplumu açısından ne anlama geldiğinin kısa bir değerlendirmesi yapılmaya çalışıldı. Bu bölümde diğer kültürler bağlamında Alevi kültürünün yeri saptanmaya çalışıldı. Buna bağlı olarak, sürekli ve sistemli baskı ve yıldırmalara rağmen Alevi toplumunun bir ön koşul olarak varlığını (mevcudiyetini), sınırlı sayı ve oranda da olsa nitelikli kültürel ürünler ortaya koyarak pekiştirdiği sonucuna varabiliriz. Özet olarak, Alevi düşünce ve inancının bugünkü itibarı, Alevilerin zamanı boş yere yaşayarak geçirmediğini, olanakları ölçüsünde büyük mücadeleler vererek sadece kendisi için değil bütün insanlık için seçkin ve özgün yaşam modelleri ve ürünleri verdiğini göstermektedir. Geçmişte yaşamış Alevi erenleri, mürşitleri, pirleri, velileri ve rehberleri, yaşam felsefelerini ayakta tutmak, yok olmasını engellemek için canlarını ortaya koydular. Pir Sultan asıldı, Nesimi yakıldı ve Hallac-ı Mansur yüzüldü. Binler, yüz binler var olmak için öldü. Niçin? Bugün için, bizim için, insanlık için...Fakat onların geçmişte yaptıkları her şey bugün bize daha çok sorumluluk ve görev (misyon) yüklüyor. Bir sonraki yazıda bize düşen bu sorumluluk ve görevleri açıklamaya çalışacağım...
Dostları ilə paylaş: |