Ahzap (Hendek) Savaşı
Ahzap Savaşı (hizipler, gruplar savaşı), adından da belli olduğu gibi İslâm düşmanı olan bütün kabile ve grupların İslâm’ı ortadan kaldırmak için birleştikleri bir savaştır. Bazı tarihçiler, şirk ordusunun bu savaştaki asker sayısının on binden fazla olduğunu yazmışlardır. Buna karşılık Müslümanların sayısı üç bini geçmiyordu.
Ordu komutanlığını Kureyş büyüklerinin üstlendiği ve asker sayılarının çokluğu dikkate alındığında, Müslümanları tamamen ortadan kaldırma, Muhammed (s.a.a) ve takipçilerinden kurtulma hesaplarını yaptıkları tamamen ortadaydı. Kureyş’in hareket ettiği haberi Resulullah’a ulaşır ulaşmaz, hemen bir şûra oluşturdu. Bu şûrada Selman-ı Farisî, Medine’nin etrafında, düşmanın girebileceği kısımlarda hendek kazarak düşmanın şehre nüfuz etmesini engelleme fikrini oraya attı. Bu öneri kabul edildi ve birkaç gün içerisinde Müslümanların çabasıyla hendek kazıldı. Hendek düşmanın atlayamayacağı kadar geniş, içine düşen birinin kolayca çıkamayacağı kadar da derindi.
Güçlü şirk ordusu, Yahudilerin işbirliği ile Medine’nin yakınlarına ulaştı. Müşrikler önceki savaşlarda olduğu gibi şehrin dışında ve açık bir sahada savaşacaklarını zannediyorlardı. Fakat şehrin dışında Müslümanlardan kimseyi göremediler. İlerlemeye devam ettiler. Şehrin duvarlarına yaklaşınca şehre girilebilecek muhtemel yerlerde hendeklerle karşılaştılar. Bu, onları şaşkına çevirdi. Çünkü Arap savaşlarında böyle bir şey, görülmemiş bir şeydi. Mecburen hendeğin dışından şehri kuşattılar.
<>Medine’nin muhasarası bazı rivayetlere göre bir ay sürdü. Kureyş askerleri hendekten geçmek istediklerinde hendeği muhafaza eden Müslümanların direnişiyle karşılaşıyorlardı. İslâm ordusu, düşmanın her türlü saldırı girişimine oklar ve taşlarla cevap veriyordu. Karşılıklı ok atmalar aralıklarla gece gündüz devam ediyordu. Birbirlerine galip gelemiyorlardı.
Ancak, Medine’nin böyle kalabalık bir ordu tarafından kuşatılmış olması, Müslümanları ruhî yönden zayıflatıyordu. Özellikle de Benî Kurayza Yahudilerinin, Müslümanlarla olan anlaşmalarını ihlâl ederek, putperestler şehre girer girmez arkadan Müslümanlara saldırmaya söz verdikleri ortaya çıktığı zaman bu çöküntü iyice arttı.
Hassas ve Buhranlı Günler
Kur’an-ı Mecid, Müslümanların bu kuşatmadaki zor ve buhranlı anlarını çok güzel bir beyanla anlatmıştır:
“Ey inananlar, Allah’ın size olan nimetini anın; hani üzerinize ordular gelmişti, biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik ve Allah yaptıklarınızı görmekteydi. Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler dönmüştü; yürekler ağızlara gelmişti. Allah hakkında çeşitli zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı. Münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar; ‘Allah ve Peygamber’i bize sadece kuru vaatlerde bulundu.’ diyorlardı. İçlerinden birtakımı; ‘Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok! Geri dönün!’ demişti. İçlerinden bir topluluk da Peygamber’den; ‘Evlerimiz düşmana açıktır.’ diyerek izin istemişti. Oysa evleri açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı. Eğer Medine’nin etrafından üzerlerine varılmış olsaydı, sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istenseydi, hemen buna girişip derhâl yapmaktan geri kalmazlardı.”[11]
Müslümanların zor durumda olmasına rağmen hendek düşman gruplarının karşıya geçmesine engel oluyordu. Bu, müşriklere ağır geliyordu. Çünkü hava gittikçe soğuyordu. Diğer taraftan, getirdikleri azıkları bitmek üzereydi. Muhasaranın uzamasıyla azıklarının azalması, onları zor durumda bırakıyordu. Gittikçe savaş heyecanları azalıyor, bıkkınlık ve yorgunlukları artıyordu. Bu yüzden düşman ordusunun komutanları, en güçlü savaşçılarını hendeğin karşı tarafına geçirerek bu savaş çıkmazından çıkmaktan başka çareleri olmadığını gördüler. Ahzap ordusunun en iyi savaşçıları, atlarını hendeğin çevresinde koşturmaya başladılar. Bir süre sonra da dar bir noktadan hendeğin karşı tarafına atladılar ve teke tek savaş için rakip istediler.
Bu savaşçılardan birisi, Arapların ünlü savaş kahramanı Amr b. Abduvud idi. Bu adam, Arapların en güçlü ve en cesur savaşçısı sayılıyordu. Onu bin savaşçıya bedel olarak biliyorlardı. “Yelyel” denilen bir yerde tek başına düşmana galip geldiği için “Yelyel Atlısı” diye tanınıyordu. Amr, Bedir Savaşı’na da katılmıştı. Orada yaralandığı için Uhud Savaşı’na katılamamıştı. Şimdi ise kendisinin de savaşta olduğunu göstermek için meydana çıkmıştı.
Amr, hendekten atladıktan sonra; “Benimle savaşacak biri yok mu?” diye bağırdı. Müslümanlardan kimse onun karşısına çıkmayınca iyice cesaretlendi ve Müslümanların inançlarıyla alay etmeye başladı. Şöyle dedi: “Sizler kendi ölülerinizin cennete, bizimkilerin <>ise cehenneme gideceğini söylüyorsunuz. Sizlerden cennete gitmek isteyen biri yok mu? Gelsin de onu cennete göndereyim; ya da o beni cehenneme göndersin!” Sonra şöyle bir şiir okudu: “Sizlerden karşıma çıkacak bir rakip için bağırıp çağırmaktan sesim tutuldu.”
Amr’ın naraları Müslümanları öyle korkutmuştu ki kimse yerinden kıpırdamaya cesaret edemiyordu.[12] Fakat Amr’ın savaşçı istediği her defasında sadece Ali (a.s) çıkıyor ve Resulullah’tan izin istiyordu. Ancak Resulullah izin vermiyordu. Bu, üç kez tekrarlandı. Yine Ali (a.s) izin isteyince Resulullah; “Bu Amr b. Abduvud’dur!” dedi. Ali (a.s) da; “Ben de Ali’yim!” dedi.
Sonunda Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’a izin verdi. Kendi kılıcını ona verdi, başına sarık sardı ve onun için dua etti.[13]
Ali (a.s) savaş meydanına gidince Peygamber şöyle buyurdu: “Bütün bir İslâm, bütün bir şirk ile karşı karşıya gelmiştir.”[14]
Bu söz gösteriyor ki, bu iki kişiden birinin diğerine galip olması, imanın küfre ya da küfrün imana galip olması idi. Başka bir deyişle, İslâm’ın ve şirkin geleceğinin belirleneceği bir kavga idi. Ali (a.s) yaya olarak Amr’a doğru yürüdü. Onunla karşı karşıya gelince şöyle dedi:
- Sen bir zamanlar ahdetmiştin ki, Kureyş’ten birisi senden üç şeyden birisini isterse kabul edecektin.
- Doğrudur.
- İlk isteğim, İslâm’ı kabul etmendir.
- Bu istekten vazgeç.
- Öyleyse gel bu savaşı bırak ve geri dön. Muhammed’in işini başkalarına bırak.
- Ben, Muhammed’den intikamımı almadan başıma yağ sürmeyeceğime dair ahdetmişim.
- O zaman savaş için atından in.
- Hiç bir Arabın benden bunu isteyeceğini zannetmiyordum. Senin benim elimle öldürülmeni istemiyorum. Baban benim dostum idi. Geri dön; sen henüz gençsin.
- Ama ben seni öldürmek istiyorum.
<>Amr, Ali (a.s)’ın sözüne çok sinirlendi. Gurur ve kibirle atından indi. Atını bırakarak Ali (a.s)’a doğru hamle etti. Başa baş bir mücadele başladı. Amr, uygun bir fırsatta Ali (a.s)’ın başına bir darbe indirdi. Ali (a.s) bunu kalkanıyla karşılamasına rağmen başından yaralandı. Tam bu sırada Hz. Ali (a.s) bir fırsattan yararlanarak, güçlü bir kılıç darbesiyle onu yerlere serdi. Toz duman, iki ordunun neticeyi görmesini engelliyordu. Birden bire Ali (a.s)’ın tekbir sesi yükseldi. İslâm ordusunda sevinç sesleri yükseldi; hepsi Ali (a.s)’ın Arapların büyük savaşçısını arzuladığı yere gönderdiğini anladılar.[15]
Amr’ın ölümü, beraberinde gelen dört kişinin kaçmasına neden oldu. Üçü hendeği geçmeyi başarırken Nevfel adında olanları atıyla beraber hendeğe düştü. Ali (a.s) hendeğe inerek onu da öldürdü. Ahzap ordusu büyük bir çöküntüye uğradı. Şehre girmekten tamamen ümitlerini kestiler. Çeşitli kabileler vatanlarına geri dönme fikrine düştüler.
Son darbeyi de Allah onlara fırtına ve tufanla indirdi. Sonunda büyük bir yenilgiyle evlerinin yolunu tuttular.[16]
Resulullah (s.a.a), Ali (a.s)’ın büyük fedakârlığından dolayı ona şöyle buyurdu:
“Senin bugün yaptığın, eğer bütün ümmetin amelleriyle kıyaslanacak olursa, seninki ağır basar. Çünkü Amr’ın öldürülmesiyle müşrikler top yekûn zelil oldular; Müslümanlar da izzet buldular.”[17]
Ehl-i Sünnet’in ünlü hadisçisi Hâkim Nişaburî, Resulullah’ın sözlerini şu tabirlerle naklediyor:
“Ali b. Ebî Talib’in Hendek günündeki Amr b. Abduvud ile olan mübarezesi, kıyamet gününe kadar bütün ümmetimin amellerinden daha üstündür.”[18]
Bu sözün felsefesi açıktır: O gün İslâm çok kritik bir durumdaydı ve en buhranlı zamanlarını yaşıyordu. Böyle bir durumda eşsiz bir fedakârlıkla İslâm’ı tehlikeden kurtaran ve İslâm’ın kök salıp kıyamete kadar sürmesine vesile olan kişi, Ali (a.s) idi. Dolayısıyla herkesin ibadeti, onun bu fedakârlığının sayesindedir.
Dostları ilə paylaş: |