Bilecik Gölpazarı Belediyesi Logo Yarışması
KATILIM ŞARTNAMESİ
KONU
Gölpazarı Belediyesi için yeni bir logo tasarlamak.
AMAÇ
Gölpazarı ilçesi doğal güzellikleri ve tarihi geçmişi ile önemli bir değişim süreci içindedir. Bölge tarım bölgesidir. İlçede bulunan Tarihi Taş Han en önemli simgelerinden biridir. Bölgede kiraz günümüzde en fazla yetiştirilen ürünlerden biridir. Yeni logo, çağdaş ve Gölpazarı’nın gelecek tarımsal vizyonuna uygun, geçmiş tarihsel değerlerini de içeren bir tasarım ile yenilenmesi amaçlanmaktadır. İlçeyi ve bölge insanını daha iyi anlayabilmemiz için Belediye Başkanımız Sayın Vedat Kazıcı’nın kaleme aldığı metni okumanızı tavsiye ediyoruz.
KATILIM KOŞULLARI
1. Yarışma; Gölpazarı Belediyesi bünyesinde çalışmayan, seçici kurul ve seçici kurulun birinci derecedeki yakınları dışında, Grafik Tasarım eğitimi gören Lisans / Yüksek Lisans / Doktora / Sanatta Yeterlik öğrencilerine, ulusal ve uluslararası tüm profesyonel tasarımcılar ve tüm halkımıza açıktır.
2. Her katılımcı en fazla üç adet eserle yarışmaya katılabilir.
TEKNİK KOŞULLAR
1. Eserler, Gölpazarı Belediyesi’ni temsil eder nitelikte yaratıcı ve yalın bir forma sahip olmalıdır.
2. Logo tasarımında renk ve form yönünden bir kısıtlama yoktur.
3. Logo tasarımında ‘Gölpazarı Belediyesi’ ibaresi de yer almalıdır.
4. Çalışmalar ayrıca FreeHand, Illustrator, Corel Draw, vb. gibi vektörel çizim tabanlı tasarım programlarından birinde hazırlanmış şekilde 300 dpi CMYK renk formatında, JPEG ve PDF olarak teslim edilecektir.
5. Eserin dosya adı altı rakamdan (rumuz) oluşmalıdır (Örneğin, 349721.jpg). Birden fazla eser gönderenler aynı rumuzu kullanmalıdır (Örneğin. 349721_1.jpg, 349721_2.jpg, 349721_3.jpg).
Eser ya da eserler (en fazla üç farklı tasarım) ile birlikte Katılım Formu da eksiksiz doldurulduktan ve katılımcı tarafından imzalandıktan sonra bilgisayara aktarılmalı ve kişisel elektronik posta adresi üzerinden gönderilmelidir. Katılım Formu’nun dosya adında yine katılımcının aynı rumuzu yer almalıdır. Sadece altı rakamdan oluşan rumuzun başlangıcına KT (Büyük harf) harfleri eklenmelidir (Örneğin. KT349721.jpg).
6. Seçilecek logo; kurumsal kimlik çalışmalarının bir parçası olarak, Gölpazarı Belediyesi’ni temsil edecek her türlü basılı materyal ve dijital ortamda kullanılacağı için büyültülüp küçültüldüğünde görsel etkisini yitirmeyecek bir biçime sahip olmalıdır.
7. Yarışmaya sunulacak eserler, özgün bir yapıda olmalıdır. Farklı kurum ya da kuruluşların logolarını çağrıştırmaması gerekmektedir. Türk Patent Enstitüsü’nce daha once korunmaya alınmamış ve tescil başvurusu yapılmamış olmalıdır. Seçici Kurul tarafından kopya olduğu anlaşılan logolar değerlendirilmeye alınmayacaktır. Amblem tasarımının kopya olduğunun anlaşılması halinde ödül verilmeyecek, verilmiş ise ödül sahibi ödülü derhal iade edecektir. Oluşacak her türlü sorunun hukuki yaptırımı ve süreçlerin maddi yaptırımı yarışmacıya ait olup, doğabilecek sorunlardan Gölpazarı Belediyesi sorumlu tutulamaz.
8. Yarışma, eserlerin Gölpazarı Belediyesi’nin ihtiyacını karşılamaması halinde Seçici Kurul eserlere ödül verip vermeme hakkını saklı tutar. Seçici Kurul’un kararı neticesinde yarışma tekrarlanabilir ya da her aşamasında iptal edilebilir.
9. Seçici Kurul seçilecek logo üzerinde değişiklik isteme hakkına sahiptir. Bunun için ödül tutarı dışında bir ödeme yapılmaz. Ödüle hak kazanan eser için antetli kağıt, zarf, kartvizit üzerindeki uygulamaları yarışma sonuçları açıklandıktan en geç 10 gün içerisinde Gölpazarı Belediyesi’ne sunulmalıdır. Katılımcı şartnamedeki bu maddeyi kabul etmiş sayılır.
10. Gölpazarı Belediyesi, katılımcıların eserleri ile ilgili izinler ve telif haklarıyla ilgili herhangi bir sorumluluk kabul etmez.
11. Ödül kazanan tasarımı Gölpazarı Belediyesi kullanma ve değiştirme hakkına sahiptir.
12. Yarışma sonunda birinci seçilen eser şehir logosu olarak belirlenecek ve dereceye giren diğer eserler ile birlikte herhangi bir süre sınırlanması olmaksızın etkinlikle ilgili olarak oluşturulacak her türlü basılı ve görsel materyal üzerinde kullanılacak, gerektiğinde sergilenecek veya ileride bir katalog olarak basılabilecektir. Katılımcılara eserlerin basılı veya görsel materyaller üzerinde kullanılması, sergilenmesi veya albüm oluşturulması için ayrıca telif ödenmeyecektir.
13. Yarışmacılar, gönderecekleri tasarımlar için belirtilen ödül dışında, herhangi bir ödül veya ücret kesinlikle talep edemez, yaptıkları başvurunun ardından yarışmadan çekilemezler. Yarışmaya katılanlar, yarışma şartlarını ve seçici kurul kararlarının tamamını kabul etmiş sayılırlar.
ESERLERİN TESLİM ŞEKLİ
1. Eser ya da eserler (en fazla üç farklı tasarım) Katılım Formu ile birlikte kişisel elektronik posta adresinden en geç 30 Ağustos 2015 tarihi Saat 18:00’e kadar yarisma@koyunuyasat.com adresine gönderilmelidir.
2. Belirtilen gün ve saatten sonra gönderilen tasarımlar yarışmaya dahil edilmeyecektir.
Yarışmacılar, elektronik posta ile gönderdikleri yarışmadan çekilemezler. Yarışmaya katılanlar, yarışma şartlarını ve Seçici Kurul kararlarının tamamını kabul etmiş sayılırlar.
3. Belirtilen adrese aynı tasarımla ilgili birden fazla elektronik posta gönderimi yapılmamalıdır.
TELİF HAKLARI
Katılımcı, dereceye giren eserinin Gölpazarı Belediyesi tarafından kullanılmasına süresiz olarak tam kullanım hakkını verdiğini peşinen kabul ettiğini ve buna bağlı olarak gerek Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, gerekse diğer ilgili mevzuat gereğince yarışmaya gönderdiği eserinin çoğaltma, işlenme, yayma, temsil, umuma iletim, faydalanma vb. umuma arz ile ilgili bilumum haklar için, Gölpazarı Belediyesi’ne tam lisans verdiğini kabul eder.
Bu şekilde kullanılan eserler için, eser sahibi sonradan verdiği lisansı kesinlikle geri almayacağını ve eserin yukarıdaki şekilde kullanılmasını men etmeyeceğini veya bu lisans için kendisine verilen ödülden başka herhangi Gölpazarı Belediyesi eserler için katılımcının yukarıda verdiği lisans karşılığında telif hakkı bedeli ödemeyecektir.
Yarışmada seçilen tasarımın tüm hakları Gölpazarı Belediyesi’ne devredilmiş sayılır. Tasarım sahibi, kullanılacak olan logoda hiçbir şekilde isim ve hak talebinde bulunamaz.
YARIŞMA TAKVİMİ
Son Teslim Tarihi : 30 Ağustos 2015
Seçici Kurul Oylaması : 1 - 2 Eylül 2015
Sonuçların Açıklanması: 9 Eylül 2015
Ödül Töreni : 12 Eylül 2015
Sonuçlar, Gölpazarı Belediyesi www.golpazari.bel.tr web sitesinden ve Köyünü Yaşat Platformundan yayınlanacaktır.
Ödüller, Gölpazarı Taş Han’da 12 Eylül 2015 tarihinde düzenlenecek törenle ödül sahiplerine verilecektir.
ÖDÜL
Birincilik I Gopro Hero 4 + Plaket / Belge
İkincilik I Plaket / Belge
Üçüncülük I Plaket / Belge
JÜRİ
Vedat Kazıcı, Gölpazarı Belediye Başkanı
Celalettin Taşkaya, Gölpazarı Kaymakamı
Sema Ergönül, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi Dekanı
Canan Suner, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım Bölümü
Mustafa Özgünler, MSGSÜ, Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı
Ümit Arpacıoğlu, MSGSÜ, Yapı Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Yardımcısı
Tolga Şansal, TM2 Project
LOGO YARIŞMASI KATILIMCI FORMU
RUMUZ
|
|
ADI-SOYADI
|
|
T.C. KİMLİK NUMARASI
|
|
DOĞUM YERİ-TARİHİ
|
|
E-POSTA ADRESİ
|
|
TELEFON/FAKS
|
|
YAZIŞMA ADRESİ
|
|
ÖZGEÇMİŞ:
|
|
Yarışma şartnamesini okudum ve kabul ettim.
Tasarım kendime ait olup, eser daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış, ödül kazanmamış ve telif hakları satılmamıştır.
|
…./…./2014 İMZA
|
|
|
GÖLPAZARI’NDA ZAMAN
Vedat Kazıcı (Gölpazarı Belediye Başkanı)
İnsan ve bitki hücreleri arasında çok temel bir farklılık vardır. İnsan doğar, büyür, sonra büyümesi durur, büyüme tekrar küçülmeye döner. Oysa ağaç toprakla buluşur, büyür, büyür, büyür ta ki yıkılacağı vakte kadar. Yani bitki canlı kaldığı sürece büyümeye devam eder. Oysa insanın yaşamı döngüseldir ve bu yüzden zamanı da öyle algılar.
Tarihi sürekli bir doğuş, yükşeliş, duraklama ve çöküş hikayesi olarak kabule merakımız da buradan gelir. Öte yandan tarih sanatının biraz derinliklerine inip belge ve kalıntılarla tanışan herkes bu döngünün bu kadar keskin sınırları olmadığını bilir. Bazen yükselişin orta yerinde bir çöküş, bir çöküşün orta yerinde de yükseliş mümkündür. Birçok zafer aslında mutlak mağlubiyetin kapısını açtığı gibi, nice yenilgi de asıl zaferi müjdeler. Bu yüzden insan bazen durup geçmişe bakarken, yüzyıllarca durmaksızın büyüyen çınarların dinginliğini düşünmelidir.
O zaman biz de tekrar düşünelim: Gölpazarı’nın çarşısına atılan ilk adımda karşımıza çıkan yüzyıllık çınarların dinginliği bize neler anlatır?
Yolun iki başına, bizler, babalarımız, annelerimiz, dedelerimiz ve ninelerimizden çok çok önce dikilmiş bu devler, bir yandan yolun sınırlarını belirler, diğer yandan göğe uzanırken birbirlerine sarılırlar. Böylece, durduğunuz yerden bir iki adım geriye gidip biraz uzaktan bakarsanız, yıllar öncesinden açılmış bir kapı görürsünüz. Yolun iki başında, yüzyıllara meydan okuyan kalın gövdeler ve her sene yenilenen yeşil dallardan çatılmış bir tavan. Bu kapının altından her geçişinizde, size zamanın sadece bizim küçük evrenimizle sınırlı olmadığını, ömürlerimizin ötesini sonsuz bir dinginlikte anlatırlar. Bizim de zaman kütüğümüze işlenen yaşlarla bir parçası olduğumuz çınarın gövdesi ve ondan durmaksızın yeşillenen dallar,gençler, çocuklar…İşte bu bölüm, size çınarlarının dilinden Gölpazarı’nın dününü, bugününü ve mevsimlerini anlatacak.
Gölpazarı’nda Geçmiş Zaman
Bu kitap bir tarih kitabı değil, bu yüzden geçmiş zamandan kasıt Gölpazarı’nda zaman mekan ve anlam dahilinde. Elbette Gölpazarı çok eski bir yerleşim yeri. Çevresindeki höyükler bunun bir kanıtı. Milattan önce iki binlere dayanan yerleşimin arkeolojik buluntuları bunu doğruluyor. İlk çağlardan anadolu medeniyetleri devrine geldiğimizde de yine Gölpazarı’nın orta şekerli kararına şahidiz. Frigler, Persler, Bithinya Krallığı, Büyük İskender, Roma, şimdi Bizans dediğimiz Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlı ve bugün… İşte bir nefeste ağızdan çıkıveren deveran üç bin küsur yıl yol aşıp da bize varıyor. Zengin mermer yatakları sayesinde görünen o ki, genelde zenginlik göstergesi olan mermer mezarlar orta halli Romalı vatandaşlara da nasip olmuş. Gölpazarı’nda her yerden geç Roma mezar taşı çıkmasının hikmeti de orada. Definecilerin kral mezarı sanıp çevresini didik didik ettikleri mermer taşların çoğu,hayatında iki öküzden fazlasına sahip olmamış geç dönem Roma vatandaşlarına ait. Yani defineciler heveslenmesin! Dediğimiz üzre, mezarların sahibi orta halli Romalılar… Sizin evinizde mezarınızda ne kadar hazine gömülüyse onlarınkinde de o kadar… Bir metre kumaşın bile bir insan canından daha değerli olduğu bir dönemden bugüne küp küp altın kalacağını düşünmek elbet çocukça bir macera düşkünlüğü…
Roma’dan Bizans’tan Osmanlı’ya geçtiğimizde karşımıza Köse Mihal çıkıyor. Harmankaya tekfuru Köse Mihal arazisiyle birlikte Osman Bey’in safına geçince, Gölpazarı daha ilk hükümdarından itibaren Osmanlı’ya dahil oluyor. Bu yüzden de Osmanlı’ya ait en eski eserlerden biri olan Taşhan ve kuruluş dönemine ait yok denecek kadar az olan belgeler arasında çok önemli bir yer taşıyan Mihal Bey ithaflı Taşhan kitabesi de Gölpazarı’nda. Çarşı Camisi ve Zincirlikuyu da yine Mihal Bey vakfı…
Osmanlı Bürokrasisi yerine oturup da tapular vergi kayıtları arşivlenmeye başladığı vakitten itibaren, biz de Gölpazarı’nın izini sürebiliyoruz bu belgelerde. Sonrasında sarayın tavuk ihtiyacı, balkanlardaki yoksulluğa karşı önlem olarak gönderilecek damızlık horoz (kokoroz)’ların Gölpazarı ve çevresinden temini, vergi merkeze zamanında geldi, yok gelmediyse neden gelmedi ve benzeri bir sürü eğlenceli belge… Modern zamanlara yaklaşıp da Avrupa’yla sadece hasım değil de içli dışlı olunan vakitlerde belgelerin sayısı da artıyor. Özellikle Tanzimat sonrası belgeler tam bir harman yeri. Ödenmeyen senetli borçlardan devletin mesul oluşu, artan bankacılık ve tefecilikle birlikte Gölpazarı’ndan merkeze giden dilekçeleri katlıyor da katlıyor. 1850’lerden Cumhuriyet’e kadar olan sürede birinden borç alıp da ödemeyen herkesin kayıtları arşivlerde mevcut.
1800’lerden 1900’lü yıllara gelindiğindeyse tanıdık bir hikaye çıkıyor karşımıza: Kaza mı, Nahiye mi? Hangi sancağa bağlı olacak Gölpazarı? Her yere yakın olmak güzel ama tam ortada kalınca da talibi de rakibi de çok oluyor. Gölpazarı kaza,Nahiye olsun mu, bu sene para yok seneye yaparız. İzmit’e bağlı, Lefke’ye mi bağlansın mı, bağlansın…Dilekçeler sonucu Lefke’den alınıp tekrar İzmit’e… Merkezde nüfus hep az ama bağlı köy çok.
Yani Gölpazarı’nda geçmiş zaman, bugünün Gölpazarı’na hem çok benziyor hem de apayrı bir dünya…
Gölpazarı’nda bugün
İnsanoğlu için işleyen iki saat vardır. İlkinin terazisi ayla güneş arasında konmuştur. Gün geceye, ay yıla bir biri ardına akarken kolumuza taktığımız saat bu zamanı ölçmeye yarar. İnsana misal gerektiğinden bu saate ihtiyaç vardır. İnsan uyanması gerektiğini güneşin uyanışından, evine girme vakti geldiğini yine güneşin konağına çekilmesinden örnek alır da anlar. Bu saat herkes için aynıdır, hesabı da şaşmaz. Kimsenin hatrı için durmaz, akar gider. Bu sebeple her işimiz bu saate bağlıdır.
Lakin bir saat daha vardır ki, o her insan için farklı kurulmuştur. “Zaman aslında içimizdedir” deyişi buradan gelir. Çünkü her insan sınırlarını güneşin ve ayın çizdiği zaman içerisinde yüzüyor olsa da, içinde deveran ettirdiği alem bundan farklıdır. Zamanı da farklı olur. On yaşındaki bir çocukla otuz yaşındaki bir yetişkin için zaman farklıdır, onu tecrübe ediş de farklı olur. Büyüdükçe zamanın hızlandığını, daha çabuk geçtiğini hissetmemiz bundandır.
Zamanı hissediş bir insandan diğerine bile fark ederken, elbette bir yaşam yeri bu durumdan bağımsız değildir. Gölpazarı’nın geçmişi ne zaman biter, bugünü nerede başlar sorularının cevapları değişebilir. Oysa önemli olan tek bir cevap, tek bir zaman değil resmin bütünüdür.
Bazen insan kendini ve kendi zamanını küçük görür, bazen de haddinden fazla önemli ve biricik. İşte bu noktada geçmişin ve geleceğin ortasında duran bugüne bakmak ve kaygıları onunla dengelemek önemlidir. Bugün Gölpazarı’nda anlamsızca devam eden köy mü oluyoruz tartışmasından örnek verilebilir. Bir önceki bölümde örneğini verdiğimiz üzre, Gölpazarı kaç kez kaza kaç kez nahiye olmuş, neredeyse bin yıldır var olan bir ortada kalma durumu, ortada kalmışlık hissi… Gölpazarı, tarihi belgelerin bize gösterdiği üzere, bin yıldır küçük bir kasaba ve etrafında onu saran ve besleyen onlarca köyden ibaret. Türkiye’nin son elli yıldır tecrübe ettiği üzere büyük şehirleri çevreleyen sanayileşme sonucu, anadoludaki her kasabanın olduğu gibi Gölpazarı’nın da büyük şehirlerde önemli bir diyasporası-hemşeri topluluğu mevcut. Fakat gördüğümüz ve kendimizden bildiğimiz üzere İstanbul’da, Bursa’da, Eskişehir’de çalışıyor olmak Gölpazarlı olmaktan, Gölpazarı’nı sevmekten hiçbir şey eksiltmiyor. Üstelik emekli olup Gölpazarı’na dönüş yapanlar, edindikleri tecrübelerle Gölpazarı’nı daha da güzel daha da yaşanılır bir hale getirmeye katkıda bulunuyorlar.
Evet Gölpazarı hep ortada bir yerde. Belki de o yüzden tam orta yerinde “orta mahalle” duruyor. Öte yandan ortada kalmanın iyi yanı nedir diye sormaz mı insan? Madem bu kadar arada kalmış, neden herkes çekip gitmemiş-gitmiyor diye? Çünkü arada kalmanın çok büyük bir nimeti var ki, arada olan her yana yakın olan demektir. İstediğine istediğin vakit gidersin ama döndüğünde seni bekleyen huzurlu evin yanı başında durur. O yüzden Gölpazarı’nı sevenler olduğu müddetçe Gölpazarı ne köy olur ne haritadan silinir. Aksini düşünmek Gölpazarı’nı seven bunca insana haksızlık etmek demektir.
Çok gezenin gördüğü üzre önemli olan küçük-büyük, kasaba-metropol olmak değil yaşadığın yerde huzurlu olabilmek. Kendimizden itibaren çevremize baktığımızda “eğer neyse ki ağzımızın tadı var” denilebiliyorsa en büyük nimet bu. Gölpazarı’nın bugününde bu huzur artıyor.
“Mutlu insanların yaşadığı bir şehir nasıl anlaşılır” diye sormuş biri bir vakit. Diğeri “Hava güzel olduğunda dışarıda kaç kişi var diye bakarım” demiş. “Çünkü bir insan ancak kafası rahat, çevresine güveni tamsa evinden, korunağından çıkar. Ancak huzurlu bir kentte parklar bahçeler dolar, insanlar görüşür tanışır selamlaşır. Yoksa şehrin kaldırımları altın gümüşle döşense, dilencisi bile sırça köşkte oturuyor olsa, huzur olmadıktan sonra kimse sokağa çıkmaz”
Bu yüzden Gölpazarı’nda “bugün” bir çok büyük ve zengin şehri kıskandıracak kadar güneşli ve güzel… Görene ve anlayana…
Gölpazarı’nda Mevsimler
Mevsim kelimesi, Arapça vasama kökünden gelir. Vasama işaretlemek, mühürlemek, ayırmak anlamına gelir. Vasama kelimesinin bugün kullandığımız mevsim anlamına bürünmesi de, yılın belli bir bölümünün hac, panayır gibi belli olaylar için ayrılmış-işaretlenmiş olduğunu belirtmek üzere olmuştur. Yılın sadece belli bölümlerinde yağan yağmurları belirtmek için kullanılan “mason yağmuru” terimi de yine aynı köktendir ve mevsim yağmurları anlamına gelir.
Gölpazarı’nda mevsimler bir önceki bölümde anlatılan zamanlardan, içimizdeki zaman tanımına daha çok uyar. Elbette herkes ilkokulda mevsimler tablosundan öğrendiklerini unutmamıştır ama mevsimin değiştiğini anlamak için illa takvime bakmamız gerekmez.
Kirazlar olup, Hıdırellez hayırlarında pilavlar kaynamaya başladıysa bahar yaza dönüyor demektir. Akşam üstleri kapı önlerine minderler atılıp mahalle arası sohbetler başladıysa artık yaz gelmiştir. Akşam yürüyüşleri, parkta çekirdek, çocukların mahalle arası maçları, su başlarında piknikler hava iyice kızana kadar devam eder. Sabahın ilk ışıklarıyla sokaklardan traktörler çapa yapmaya tarlalara insan taşıyorsa mevsimin yaz ortasını bulduğu anlaşılır. Gün ortası sıcağında sokaklar boş ama akşamüstünün geldiğini haber veren ilk ferahlatıcı rüzgarda herkes sokaklarda.
Üzüm pazara çıkmış, rüzgarlar iyice serin esmeye başlamışsa Panayırın tez vakte kurulacağını biliriz. Panayırın kurulması sonbaharın habercisidir. Salçalar kaynatıldı, tarhanalar karıldıysa kıştan korkacak bir şey yok. Havalar güzel gider kasıma kadar, yağmur yağar bolca rüzgar ters eser o başka.
Kasımda havanın soğuk gittiği de olur ılık gittiği de. Lakin kasımın yarısı geçildiğinde artık kışın geldiği bilinir. Aralıkta kar gecikmez, kayadan düze kızak kaymak serbest. Gecenin uzununda mısır patlamaya, kara kabaktan börek, ak kabaktan tatlılar sofraya daha sık gelmeye başladıysa yılbaşı yakındır. Şubat zaten kısa ay, Nevruz ateşine varıldı mı, Hıdırelleze ne kaldı? Beş Mayıs akşamı gül fidanlarının dibine dilek dilendiyse, bahar gelir. Bahar geldiyse yine, bak yıl geçmiş, vakit devir etmiştir artık…
GÖLPAZARI’NDA MEKAN
İlkokuldaki hayat bilgisi kitabımı hatırlarım. Evleri dörde ayırırdı: Ahşap, kerpiç, yığma ve betonarme. Hepsini teker teker anlatır, bir tek betonarme evi överdi. Çarşı ekmeğinin ve betonarme evin makbul olduğu bir dönemden, herkesin köy ekmeğini ve ahşap-kerpiç evleri özlediği bir zamana geldik.
Gölpazarı’nda mekan, toprağının mizacındadır. Ektiğine mutlak verim alırsın ama kiminin lezzeti diğerininden fazla olur. İşlediğin işin sanatını, kararını bilenle rastgele iş işleyenin farkı gibi…
Bir iki saatlik bir yürüyüşle her sokağından geçip gidilecek kadar küçük bir yer nasıl üst üste binmiş onlarca neslin hikayelerini sırtında taşır, biraz buna kulak verip, biraz bunu dinleyeceğiz bu bölümde. Hamza’dan Orta Mahalle’ye, Çarşının çınarlarından, Arap Deresinin bağlarına kadar, her geçtiğimiz sokaktan bir hikayeyi cebimize koyarak. Bazen bir fotoğraf, bazen sadece bir kelime, bazen bir soru. Neden Gölpazarı’nın her evine bir üzüm asması sarılmıştır mesela? Dibek taşının bembeyaz mermerinin üzerinde neden eski yazılar bulunur…
Bu bölümde evleri, sokakları ve evlere sarılan üzüm asmalarını anlattıktan sonra evlerden ovaya, tarlalara, dağlara doğru yol alacağız. Gölpazarı’nın orta yerinde duran Orta Mahalle’den Hamza’ya, Çay Mahallesi’ne, İstiklal’e, İsmetpaşa’ya, Yeniköy’e…oradan Arapderesi, Kapılıkaya, Şahin tepesi, Sakarya…
Gölpazarı’nda Evler
Yer evi ekseri iki katlı, ahşap direklerin arası kerpiçle örülmüş, dışı samanlı toprakla sıvanmış, kireçle badanalı olur. Gölpazarı’nın kerpici sarı çamurdan dökülür. Yeniköyü geçtikten sonra, dikenli boğaza varmadan dağ eteklerinden sarı toprak çıkar. Sarı toprak ıslatılıp samanla karılır, iki üç gün bekler. Sarı toprak samandan özlenince kerpiç için kalıba dökülür. Evin temel direkleri ardıç ağacından olur ve koca mıhlarla çakılır. Arası kerpiçle döşenir. Çatı kavak ağacından çatılır, üstü kiremit döşenir. Kavak ağacı dayanıklı bir ağaçtır, bir tek su yemezse. O vakit şişer, süngerden fena olur. Kerpiçler döşendikten sonra yine sarı çamur samanla karılır, evin içi dışı sıvanır, üstü kireçle badanalanır. Yalnız her yerde sarı toprak bulunmaz. Kimi köyün toprağı kırmızıdır. O vakit evlerin sıvası da kırmızı olur. Dikenli boğazın öte tarafında ova üzerinde Sakarya nehrine yakın Karaağaç köyünün evleri hep böyle kırmızı topraktandır.
Ahşap ev tamamen kütükten çakılır, üzeri ince çıtalarla örüldükten sonra yine kerpiçle sıvanır. Bu yüzden bir ev ahşap mı kerpiç mi öyle hemen anlaşılmaz. Ev ahşap da olsa kerpiç de olsa evin ya önünde ya arkasında mutlak darabalı bir bahçesi olur. Darabalardan ilk kapı açılır, ön bahçeye girilir. Sonra ikinci kapı, ev kapısı açılınca genişçe bir avlu, avlunun etrafında yer odası, mutfak, bahçeye yakın apteshane. Kimi evin apteshanesi bahçede olur, kimi evin tulumbası avlunun orta yerindedir. Yer odasının karşısından tahta merdivenler yükselir, hayata, yani genişçe bir salona ulaşır. Evin tabanı hep ahşaptan çakmadır. Hayat mutlak genişçedir çünkü hem misafir, hem ipekböceği hayatta ağırlanır. Hayatın yanında yatak odası, yüklük, kimi vakit de kiler bulunur.
İlkokul hayat bilgisi kitapları, betonarme bina ahşap ve kerpiçten evladır der, sayar: dayanıklılık, yalıtım, temizlik... Öte yandan bugün baktığımızda, betonun rasgele ve malzemeden çalınarak kullanımı yüzünden çok büyük sıkıntılar çekildi, çekilmeye devam ediyor. Oysa eskilerin ilminde kişi benzediğini yer, kuşanır barınır. Kerpiç ev insana benzer. Özü topraktır. İnsanın iskeleti gibi, birbirine mıhlarla çakılan ahşap direkleri eğilir, evrir ama yıkılmaz. Toprak da öyledir, her şeyden önce nefes alır. Kırılıp büyük ve sert parçalara ayrılan betonun aksine ufalanır, özüne döner.
Bugün Gölpazarı'nda evlerin büyük çoğunluğu son otuz yılda inşa edilmiş betonarme binalar olsa da, her evde mutlaka ahşap ya da kerpiç bir binada yaşamı hatırlayan birileri mutlaka vardır...
Gölpazarı’nda Sokaklar
Gölpazarı taşları anam akşam üstü serinler
Haydi de akşam üstü serinler...
Gölpazarı'nın elbette onlarca sokağı caddesi vardır,onların isimleri de çeşit çeşittir. Fakat Gölpazarlılar için yol tarifi kolaydır: Çarşı, kaya, Hamza, Arapdere, Sandıkaltı, Yeniköy...
İlçe İstanbul tarafından girişte mezarlıkla başlar, Taraklı tarafından çıkışta yine mezarlıkla biter. Bu düz çizginin tam ortasında Orta mahalle durur, kayasında İsmet Paşa. Gölpazarı'nın çarşısını Orta mahalleyle İstiklal mahallesi paylaşır. Orta mahalleden Vezirhan tarafına gidişte İstiklal mahallesi, yeniköy diye bilinen Reşadiye mahallesine bağlanır. İstiklal mahallesinin kayası İsmetpaşa, reşadiyenin kayası Arapderedir. Orta Mahalle'den taraklı yönüne gidişte Orta Mahalle Bahçelievler Mahallesine bağlanır. Orta Mahallenin kayası İsmetpaşa, Bahçelievler Mahallesinin kayası Hamza boğazıdır.
Gölpazarı'nda bir insan ne kadar kaybolursa kaybolsun, yürüme hızıyla çarşıya yirmi dakika dönemeyecek kadar kaybolamaz. Bunun tek sebebi Gölpazarı'nın küçük oluşu değildir. Çarşı her şeyin, tüm sokakların, tüm hayatın tam ortasında olduğu için, insan iki sokak uzaklaşsa, üçüncü sokağın ucu mutlak çarşıya bağlanır.
Öyle bir yürüyeyim dediğinde çarşı horhora, horhor çınarlara, çınarlar zamanın ve mekanın özünde gökyüzüne...
Gölpazarı'nda Doğa
Gölpazarı'nda toprağa gömülen tohumların arasında bir tek insanoğlunun hasadı ne vakte olacak bilinmez. Gayrısı hep baharda baş verir.
Gölpazarı'nda doğanın da, tarihi gibi öyle her bakana ilk bakışta kendini gösterme huyu yoktur. Biraz halini bilmek, ona göre bakmak gerek. Gölpazarı'nda, beğenmeyen oğluna almasın/kızını vermesin diye bir laf vardır. Biraz da o güvenle, Gölpazarı kendisine bakma zahmetini göstermeyene güzelliğini gösterip beğendirmeye çalışmaz. İnsan öyle umursamadan bakarsa, "ne olacak işte, dağlar tepeler dereler" görür. Oysa yakına gelince iş değişir...
Hiç umulmadık yerde hiç umulmadık bir çiçek baş vermiştir. Sıradan bir yolda ilerlerken yanıbaşınızda, bir japon filminden kaçmışa benzeyen bembeyaz çicekleriyle metrelerce devam eden kiraz bahçeleri kendini gösterir. Ya da insan, çiçeklerini sözleşmiş gibi aynı rüzgara döken şeftali ağaçlarının yanından geçerken, dönümlerce bahçeye serilen pembe halıya yakından bakmak ister.
"Bilmem hangi ilaç firması, zambak çiçeğinin özünü kullanırmış, bizim bahçeye eksek ya..."
Toprağa güven tam olunca, diksem olur mu olmaz mı, burada yetişir mi yetişmez mi soruları yok. Hiç akla gelmiyor çünkü cevabı belli.
Getirilen tohum toprağa ekilir, en başta söylenen kural işler...Bahar geldiğinde o yıl her yer bembeyaz zambaklar içinde. Çünkü firma özünü alıp çiçeği bırakıyor...
Bu hikayeler artar azalmaz...Arapderesi'nin bağları, Sakarya başındaki bahçeler, düzde ayrı dağ köylerinde ayrı meyve bahçeleri ve bilincinde olsun olmasın, toprağını kökü diye seven köyler...
Gölpazarını ev yapanlar
Hıdırellez
Hıdırellez, Hıdır yani Hızır ve İlyas’ın buluşma günüdür. Yıl boyunca Hızır karada, İlyas denizde dara düşenlerin imdadına yetişirler. Ne vakit ki beş mayıs gecesine gelinir, Hızır’la İlyas bir gül fidanının gölgesinde buluşur bir yıl boyunca yaptıklarını birbirlerine anlatır, hasbihal ederler. Altı mayıs bu anlamda yeni bir yıl demektir. Dara düşenlerin gül fidanının dibine dileklerini adayıp bağlamaları bu yüzdendir. Hızır geçerse görsün, halimi bilsin de darlığıma yetişip genişletsin diye.
Malum Hıdırellez baharın da büsbütün gelişini haber verir. Hıdır’ın geçtiği yerleri yeşillendiği rivayet olunur, zaten adı da yeşil demektir. Hıdır kelimesi köken olarak bu kıssaya binaen Arapça’daki yeşilden(Ahdar) gelir.Arapçadaki dad harfi, z sesine çarptırılan bir d şeklinde telaffuz edildiğinden, bu harfi içeren kelimeler Arapçadan Türkçeye geçerken “d” sesini kaybeder, sadece z ile telaffuz edilir. Yani Hıd`ır olur Hızır.
Sözlü tarih görüşmelerinden edindiğimiz bilgilere göre, otuz kırk yıl öncesine kadar Hıdırellez belli gelenekleri olan başlı başına bir bayram gibi kutlanmaktaydı.
Buna göre akşamdan küplerin içine dilek salınır, taze soğanın yapraği ikiye ayrılır birine sefa diğerine cefa denir sabahına heyecanla bakılır sefa mı uzadı, cefa mı diye… O gecenin sabahına sabah ezanında kalkılır. O sabahın çiği çok önemlidir. Bu yüzden bu çiğin en çok olduğu yerlere, Kayaya ya da Hamza boğazı gibi çayırlara çıkılır. Her türlü şifaya kaynak olduğuna inanılan çiğ ile şifalanmak için genç yaşlı, erkek kadın çayırlıklarda yuvarlanır. Yaşlılar sarmaşığa benzeyen bir bitkiyi özellikle arayıp bulur, kemer gibi bellerine dolarlar ki yıl boyunca belleri ağrımasın. Seher vaktinde yine çıkılan kaya ya da çayırlıklarda Kur’an okunur. O gün Hızır ve İlyas’a denk gelmek istenirmişçesine hiç eve girilmez. Güneş doğup da hava ısınmaya başlayınca eğlence başlar, gırnata darbuka keman…
Bugün bu adetlerin çoğu terk edildi, unutulmak üzere. Öte yandan Hıdırellez’in bir diğer adeti, hayır pilavı hâlâ devam ediyor. Gölpazarı Türkiye’nin en çok köye sahip ilçelerinden biri olduğu için, mayıs başında başlayan hayır pilavları haziran ayına kadar uzuyor…
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/4933/unutulmaya-yuz-tutmus-bir-gelenek-hidirellez
Panayır
Pananayır Rumca bir kelime. Tüm, tamamı, bütün anlamına gelen πᾶς ve toplanılan yer, pazar yeri anlamına gelen ἀγορά kelimelerinin bir arada kullanımından geliyor. Dolayısıyla herkesin toplandığı ve tüm pazarların bir arada olduğu büyük bir pazar anlamında. Panayır eski ahitte de geçen çok eski bir kelime ve bir anlamda bir yerleşim yerine şehir özelliğini katan en önemli sembollerden biri. Bir yerleşim yerinin çevresinde kurulan onlarca çarşı olmalı ki, bu çarşılar senede bir araya getirilip bir panayır kurulabilsin.
Panayır Gölpazarı’nda en gencinden en yaşlısına herkes kendini bildi bileli kuruluyor. Tarihi de belli: 1-4 Eylül. Elbette her şeyin her yerde bulunabildiği günümüzde pratik değeri eskisine göre daha az. Öte yandan bir araya gelmek için hala çok güzel bir sebep. Belki çarşısı Kadıköy’ün her hafta kurulan Salı pazarından küçüktür. Kurulan salıncaklar, gondol, kasnakçılar belki en küçük lunaparkın yanında bile mütevazi kalır ne gam!
Mühim olan o değil, mühim olan başka. Nereden geliyor olursan ol, yaşam koşulların, eğitimin, zevklerin ne olursa olsun, panayırdan alışveriş etmek, küçükleri takası çıkmış salıncaklara bindirip o heyecana ortak etmek sanki gizli bir görevdir. Bu yüzden bir ritüel gibi her yıl sürdürülür. Paris’te bile yaşıyor olsan, yıllık izin o araya denk getirilip illa ki panayırdan bir sofra bezi, bir havlu ya da leğen satın alınır. Maksat alışveriş değil, köküne, toprağına tutunup sarılmak. Tıpkı yüzlerce kilo domatesten salça yapıp yarısını sevdiklerine dağıtmak, kilolarca tarhana sermek ya da bidon bidon turşu kurup dağıta dağıta kendine bırakmamak gibi.
Gölpazarı’nı bize sevdiren bir çok şey var belki ama en önemlisi Gölpazarı’nın köklerimizi sardığımız toprağımız olduğu gerçeği. İnsan her yerde hayatta kalabilir. Eski devirlerde bir insan köle düşüp gemilerle hiç tanımadığı iklimlere götürülüp satıldığında dahi hayatta kalabiliyordu. Bugün seyahat çok daha kolay. İnsan bir anda hiç beklemediği bir sebepten kendini bambaşka bir ülkede bambaşka bir ortamda bulabilir. Yaşamına da devam eder, etmeli de. Fakat bir yere, bir toprağa tutunup da o toprağın halinden anlamak, o toprağın da senin halinden anlaması bambaşka bir şey. Hani kitabın en başında anlatılan rivayette olduğu gibi… İnsan, yaratılırken toprağının alındığı yere gömülürmüş emanetin yerine iadesi için. Yani, insan gömüldüğü yerin toprağından yaratılmış. Belki de bu rivayet köklerimizi saldığımız bu toprak parçasını neden bu kadar çok sevdiğimizi, ayrılanlar için de ondan ayrılmanın ne kadar ağır geldiğini açıklar…
Dostları ilə paylaş: |