İhtiyaç Tarzı
Belagat âlimleri, kelamın fesahat ve belagatini tanımayı, belagat ilimlerinin en önemli ve kapsamlı hedefi saymışlardır. Bu iki ilim (fesahat ve belagat) hem kelam kalıbının akıcı ve güzel görünmesini hem de kelam terkibinin açık ve maksadı ulaştırıcı olmasını sağlar. Hatta bunların sayesinde manayı çok dakik bir şekilde anlatırken dinleyici üzerinde de azami etkiyi bırakarak konuyu onun zihnine yerleştirmek mümkündür.
Bu amaçla konuşmacı manaları beyan ederken kullandığı lafızlar ve terkiplerin akıcı ve güzel olmasına ek olarak muhatapların durumunun muktezasına mutabık bir tabir kullanmaya da dikkat etmelidir. Belagat ilimleri içinden meani ilmi bu görevi üstlenmiş; konuşmacı ve dinleyiciye “meani-yi saneviye/ikinci manalar” diye ifade edilen manaları anlatma veya anlama konusunda yardımcı olmaktadır.
Bir bakıma meani ilminin konusu da olan “ikinci manalar”1049 kavramından maksat, konuşmacının asıl konuyu anlatırken muhataplarının durumuna göre açıklama gereği duyduğu bazı noktalardır ve bu yüzden sözünde vurgu, önceleme, hasr, icaz, kasr, mecaz vb… hususiyetlerden faydalanır ve bu şekilde maksadını onlara tam olarak anlatır.
Buna ilave olarak konuşmacı manaların beyanında maksadını en belagatli şekilde, hiçbir sıkıntı ve düğüm olmaksızın dinleyiciye ulaştıracak terkiplerden istifade etmelidir. Bu maksatla beyan ilmi; teşbih, istiare, mecaz ve kinaye gibi çeşitli teknikleri ve anlatım üsluplarıyla, konuşmacıya bu yolla maksadını en etkili biçimde diğerlerine aktarmayı öğretir. Bilindiği üzere bu tekniklerden birini kullanarak bir manayı beyan etmek, aynı manayı direkt olarak beyan etmekten daha etkilidir.1050
Buraya kadar anlatılanlar dikkate alındığında Kurân-ı Kerim’in fesahat ve belagat konusunda en üst merhalede bulunması, tefsirin belagat ilimlerine şiddetli ölçüde manevi ihtiyacı olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Kurân-ı Kerim, kendi gerçeklerini açıklarken Arap kavminin beyan üslubunu seçmiştir. Mana, nükte ve inceliklerinin bir kısmını ulaştırmada bilinen üslup ve terkiplerden faydalanmış ama belagat üslubunda cahiliye Arabının edebi tekniklerine benzemekle birlikte Kurân’ın kendine özgü fesahat ve belagatı öyle bir düzeydedir ki vahyin indiği asırda onun surelerine benzer bir sure getirmek mümkün olmamış ve bu acziyet şu anda da mevcuttur.
Kurân’ı okumak ve onun belagat nükteleri üzerinde durmak şunu göstermektedir; Kurân ayetleri, muhataplarının durumunun muktezasına mutabık olmakla birlikte bu ayetler vurgu, takdim, teşbih, istiare, kinaye vb. birçok nükte ve özelliklerle doludur.
Şu çok açıktır ki onlarda gizli olan manaları bulmak için atılacak ilk adım, bunlara ulaştıracak kaide ve tekniklerle aşina olmaktır. Müfessirlerin, tefsire girmeden önce bu ilimler konusunda yeterlilik kazanmanın gereğini vurgulamaları bu hedefin temini içindir ve buna daha önce işaret edildi. Bu teknik konusunda bir hayli donanımlı olan Zamehşeri (467-528 Hicri), Keşşaf tefsirinde birçok noktaya değinmiştir. O, bu hususta şöyle demiştir:
“Fakih, fetva verme ilminde ve ahkâmın beyanında kendi emsallerine üst olsa da… mütekellim, kelam ilminde herkese galip gelse de, birçok hikâye ve haberleri hıfzetmiş olsa da… hatip ve dilbilimci her ne kadar bu dallarda kemal haddine ulaşmış olsalar da bunlardan hiçbirisi, Kurân ve onun tefsirine, onun hakikat okyanusuna meani ve beyan ilmini öğrenmeden dalmamalıdır. Kurân’a özel olan bu iki ilim konusunda müfessir kemal haddinde malumat sahibi olmalıdır.”1051
Dostları ilə paylaş: |