4- “وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ ۖ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ
/ Kullarım sana, beni sorduğunda, muhakkak ben yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm…”727
Bu ayette “قَرِيبٌ” ve “أُجِيبُ” kelimeleri “إِنِّ” edatının mamulü olduğu için edebi yönden “إِنِّ” edatından önce zikredilmiş olan “إِذَا” edatının amili olamazlar. Bu yüzden “إِنِّ” edatından önce “إِذَا” edatına amil olacak uygun bir fiilin takdirde tutulması kaçınılmaz bir zorunluluktur.728 Binaenaleyh (iktiza delaletinde bilinen yönteme göre729) şunu söylemek mümkündür: Bu ayette iktiza delaleti “onlara de ki” veya “onlara haber ver” gibi bir cümlenin “fe” harfi ile “إِنِّي قَرِيبٌ” arasında bulunmasını gerektirmektedir. Zira ayetin edebi ve lügavi sıhhati böyle bir mananın takdirde bulunmasına bağlıdır. Neticede Peygamberi (s.a.a) muhatap alan bu ayetin iktiza delaletine bağlı olarak manası şöyle olur: “Kullarım sana, beni sorduğunda, onlara de ki: Muhakkak ben yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm.”
Bu konunun sonunda şu iki noktayı hatırlatmak zaruridir:
1- İşaret delaleti her ne kadar muteber olsa da her yerde var olacağı iddia edilemez. Bu delaletin nerede olduğu konusunda kâfi derecede dikkat etmek gereklidir.
2- Yeterli ölçüde araştırma yaptıktan sonra karşısında muteber ve sarih bir delil olmadığı belli olduğunda işaret delaletine itimat edilebilir.730
Yedinci Kaide:
Ayetler İçin
Bâtıni Manalar Zikretmekten Kaçınmak
Kurân-ı Kerim, insanlarla kendi dillerinde konuşan bir hidayet kitabı olmakla beraber insanın saadetinde etkili olacak tüm maarif ve bilgiyi beyan etmiştir. Beşerin saadeti için zaruri olan maarif ve koşulların tümünün Kurân’daki sınırlı sayıdaki lafızların kalıbında açıklanması imkânsız olduğundan dolayı bu bilgilerin önemli bir bölümü batıni manalar kalıbında beyan edilmiştir. Bu batıni manalar ise konuşma örfünde âkil insanların kabul ettiği kaidelere göre herkes için erişilebilir olmadığından bunlara ulaşmanın tek yolu Peygamber (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) beyanlarından faydalanmaktır. Bu manalar, her ne kadar Yüce Allah’ın maksadı ve ayetlerle tenasübü olsa da, Kurân ibarelerinin zahirinden onları istinbat etmek mümkün değildir. İşte bu yüzden bu tür manalara “batıni manalar” ismini vermişlerdir. Elbette bazen ayetlerin (önceki bölümde beyan edilmiş olan) iltizamî manaları ve işaret delaletlerine de batıni manalar ismi ıtlak edilmektedir fakat yukarıdaki başlıkta bu grup manalar kastedilmemiştir.
Kurân için batın ve batıni manaların varlığı, sübut açısından mümkün ve ispat yönünden ise Ehl-i Sünnet ve Şia kanalından gelmiş mütevatir rivayetlerin delalet ettiği bir konudur.731 Hatta bu tür manaların bulunduğu konusunda bazı Kurân ayetlerine istidlal etmek de mümkündür.732 Bu yüzden tüm müfessirler, Kurân ilimleri ve diğer İslami ilimlerde görüş sahibi uzmanlar bunu kabul etmiş ve üzerinde görüş birliğine varmışlardır.733 Burada dikkate alınması gereken önemli nokta şudur: Müfessir, beşeri görüş ve kişisel beğenilere dayanarak ayetler için batıni manalar beyan etmemelidir. Çünkü daha önce kitabın mukaddimesinde de tefsir ve tevilin farkına dair yapılan açıklamadan hatırlanacağı üzere tefsirin alanı ve müfessirin işi, Kurân’ın zahiri manalarını, âkil adamların konuşma örfünde yerleşik olan edebi kaide ve kurallara dayanarak, yani kelimelerin anlaşılır manalara delaleti yolundan faydalanarak anlamaktır. İpham ve belirsizlik bulunan yerlerde müfessir ipham sebeplerini tespit edip ona uygun bir yoldan bunu bertaraf etmelidir. Mesela bazen belirsizliğin sebebi, kelimelerin manalarının bilinmemesi veya cümleler arasındaki terkip şeklinin müşahhas olmamasıdır. Müfessir, kelimelerin manası üzerinde araştırma yaparak ve cümlelerin terkip şeklinin belirginleşmesine dikkat ederek iphamı bertaraf edebilir. Bazen kelimelerin lâfzen müşterek manalar taşıması ve cümleyi belirgin kılacak karinelerin bilinmeyişi ipham sebebi olmaktadır. Bu durumda müfessir, tayin edici karinelere ulaşarak ipham ve kuşkuyu ortadan kaldırır. Bazen de kelamın tahsis veya takyit edici ya da manayı çevirici (sarife) munfasıl bir karineye sahip olma ihtimali, zahiri mananın irade edilmiş olmasına güven duyulmasını engellemektedir ve müfessir böyle bir durumda tahsis edici, takyit edici ve munfasıl karine hususunda araştırma yapmalı, böylece kelamdan kastedilen manaya itminan duyulmasını sağlamalıdır. Ama zikri geçen ikinci kısımdaki mana ve bilgiler (ki ayetlerin onlara delaleti, lafızların manalara âkil adamlar örfündeki delaletinin çok ötesinde bir şeydir ve onları anlamanın sırrı bilge insanlar nezdindeki edebi ve örfi kurallarla algılanmaktan tamamen hariçtir) müfessir için onların sırrını bilenlere müracaat etmekten başka yol bırakmaz. Ayet ve rivayetlerden de anlaşıldığı üzere Kurân’ın batıni ilmi ve tevilini ancak Allah Resulü (s.a.a) ve Masum İmamlar bilmektedir ve bu, onlara özgü bir özelliktir.734 Bu ayet ve rivayetlerden anlaşıldığına göre bu sırları onlardan başka hiç kimse bilmemektedir. Dolayısıyla başkalarının, onların beyanlarını referans almadan Kurân’ın batıni manaları olarak açıkladıkları şeylere itimat edilmez. Zira Yüce Allah’ın onu irade etmiş olacağına dair hiçbir ölçü ve kaide bulunmamaktadır. Dolayısıyla ölçüsüz ve muteber bir delil bulunmaksızın bunu kati olarak Allah’a isnat etmek iftira sayılır. Böyle bir manaya itimat etmekse Kurân’ın şiddetle kınayıp, sakındırdığı bir konu olan zanna itimat etmek anlamına gelir.735
Bu iddiaya rivayet ve Kurân ayeti ile istidlal edilebilir. Çünkü hem Şii kitaplarında İmam Muhammed Bakır’dan (a.s) muteber bir senetle nakledilmiş736 hem de Ehl-i Sünnet kitaplarında İbn-i Abbas’tan nakledilmiş rivayete göre737 Kurân’ın batını onun tevili olarak tanımlanmıştır. Kurân-ı Kerim’de de şöyle geçmiştir: “…Onun tevilini ancak Allah ve ilimde derinleşmiş olanlar bilir…”
“Rusuh”, “sebat” anlamına gelir738 ve “ilimde rasih”, ilminde sebatı olan, görüşünde sarsıntı ve değişkenlik yaşamayan kimsedir. Bu da ancak o kişinin ilminin gerçekle daima mutabık olmasına ve gerçeği olduğu gibi anlamasına bağlıdır. Her ne kadar âlimlerden bazıları ilimlerinin bazı bölümlerinde böyle bir sebata sahip olabilirler ama bu ayette geçen “el-ilm/ilim” kelimesinin başındaki elif ve lam harfinin cins anlamına geldiği739 dikkate alındığında “ilimde derinleşmiş olanlardan” maksadın tüm ilim türlerinde onların sebat sahibi oldukları anlaşılır. Yani onların ilminin gerçeğe mutabık oluşu ve onların malum bir gerçeğe olduğu gibi ulaşmalarının sonucu geniş kapsamlı ilimlerinde hiçbir sarsıntı ve görüş değişikliği meydana gelmez. Başka bir ifadeyle onlar mutlak anlamda ilimde derinleşmiş kimselerdir. İlimleri vasıtasız veya vasıtayla vahiy kaynağından beslenen Peygamber (s.a.a) ve Masum İmamlardan başkası bu manada ilimde derinleşmiş kimselerden değildir. Dolayısıyla ayette geçen “ilimde derinleşmiş olanlar” ifadesi Peygamber (s.a.a) ve Masum İmamlara (a.s) münhasırdır. Nitekim rivayetlerde de ayet bu şekilde tefsir ve tevil edilmiştir.740 Binaenaleyh bu ayet, Kurân’ın batnını onun tevili olarak tanımlayan rivayetlerle birlikte Kurân’ın batıni manalarını bilmenin ancak Peygamber (s.a.a) ve o Hazret’in vasilerine özgü bir husus olduğuna; başkaları tarafından açıklanan batıni manaların itibarı olmadığına ve onlarla ayetlerin tefsir edilemeyeceğine delalet etmektedir.
Bu yüzden müfessirlerden bir bölümünün; mesela Meybudi’nin Keşf’ul-Esrar’da, Nişaburi’nin Geraib’ul-Kurân’da, Alusi’nin Ruh’ul-Meani’de Kurân ayetleri için rumuz, işaretler, sırlar ve tevil başlığı altında zikrettiği manalar lafızların akli delalet çerçevesinde manalara delaletinden hariç olması ve lafızlar için zikredilmiş delalet kısımlarının hiçbiriyle intibak etmemesi durumunda bunları Yüce Allah’ın kelamının medlulü olarak getirmek doğru olmadığı gibi onları Kurân’ın işaretleri olarak kabul etmek de hatadır. Ayetlerin sırları, işaretleri, rumuzu ve teviline dair sadece sahih ve güvenilir bir kanal yoluyla Peygamberden (s.a.a) ve onun değerli vasilerinden alınmış olan kısım kabul edilir ve itibar görür. Elbette gelecekte hakkında Kurân ve rivayetten belki de bir şahit bulunabilecek muhtemel manalardan biri unvanıyla başkalarının zikretmiş oldukları işaretler bu alanda ortaya konulabilir ama bu noktayı açıkça ifade etmek gerekir. Şimdi ismi geçen müfessirlerin zikrettikleri işaretlerden birer örneği araştırmacıların hakemliğine sunuyoruz:
Meybudi, “Allah’ın mescidlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harabolmasına çalışandan daha zalim kim vardır?”741 ayetinin altında şöyle demiştir:
“Ayet işaret yoluyla şöyle demektedir: İbadet vatanını şehvetle harap edenden daha zalim kimdir? Marifet vatanını bağımlılıkla harap edenden daha zalim kimdir? Müşahede vatanını ağyarı mülahazayla harap edenden daha zalim kimdir? İbadetin vatanı, zahitlerin nefsidir. Marifetin vatanı, ariflerin gönlüdür ve müşahede vatanı, dostların sırrıdır.”742
“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin olsun ki”743 ayetinde de şöyle getirmiştir:
“…İşaret erbabının dilinde ve tarikat yiğitlerinin algısında buradaki gündüz ve geceden maksat, keşf ve hicaptır; keşf ve hicap ise lütuf ve kahrın alametidir.”744
Nişaburi Bakara suresinin 67-73. ayetlerinin tevilinde şöyle yazmıştır:
“İneğin boğazlanması, hayvani nefsin kesilmesine işarettir; çünkü onun kesilmesinde ruhani kalbin hayatı vardır ve o, büyük cihattır… “o nedir… O inektir” sadakat kılıcıyla kesilebilecek nefstir. “ne yaşlıdır” Bedeni gücü zaafa uğradığından seyr ü süluk yolundaki görevlerini yapmaktan aciz, kocamış bir yaşta olmamalıdır. Nitekim şöyle denilmiştir: Sofu kırkından sonra soğur. “Ne de körpe olmalıdır” gençlik sarhoşluğunun aldatacağı toy bir yaşta olmamalıdır. “bu ikisi arasında bir yaşta olsun” Zira şöyle buyurmuştur: “Nihayet o, güçlü çağına erip kırk yaşına vardığında…” “Sarı inek” riyazet ehlinin yüzlerindeki sarılıktır. “rengi parlaktır” ifadesi ziynet olan bir sarılıktır, utanç olan bir sarılık değildir; çünkü bu, salih kimselerin simasının rengidir. “Boyunduruk altına alınmayan ve yer sürmeyen”; tamah zilletini yüklenmemiş, hırs aletiyle dünya ziynetleri ve şehvetlerinin peşine düşerek dünya arzusunu sürmeyen; halkın yanında yüzünün, yaratıcının yanında ise haysiyetinin suyunu dökerek dünya tarlasını sulamayan, böylece hakkın ve halkın nezdinde itibarı gitmemiş, diğer renklerin afetlerinden korunmuş ve üzerinde yalnızca Allah’ı isteme alametinden başka rengi bulunmayan biri olsun. İş tabiata kalsaydı ve Allah’ın lütfüyle vermiş olduğu güzel başarı olmasaydı “az kalsın bunu yapmayacaklardı.” “Hani siz bir adam öldürmüştünüz”; yani kalbi öldürmüştünüz. “Sonra da birbirinizle çekişmiştiniz”; yani bunun Şeytandan mı, dünyadan mı, yoksa nefs-i emmareden mi olduğu konusunda ihtilafa düşmüştünüz. “Haydi, şimdi ona (maktûle) (ineğin) bir parçasıyla vurun”; kesilmiş olan nefs ineğinin dilini doğruluk bıçağıyla maktul kalbe sürekli bir zikirle vurun. Böylece o ölü kalp Yüce Allah’ın izniyle dirilmiş olur.”745
Alusi, söz konusu ayetlerin altında “Min Bab’il İşare” başlığıyla buna benzer bir açıklamada bulunmuştur.746
Sözün özü şudur: Bu müfessirler hangi ölçü ve kaideye dayanarak ayetlerin bu işaret ve sırları ihtiva ettiğini ileri sürmektedirler? Hangi güvenilir yola dayanarak Yüce Allah’ın ayetlerden bu manaları kastettiğini savunuyorlar ve hangi muteber delile binaen bu manaları Allah’a isnat ediyorlar? Zira âkil adamlar arasında yaygın olan edebi ve örfi konuşma kurallarına göre lafızların bu mana ve işaretlere delalet ettiğini söylemek mümkün değildir. Âkil adamların konuşma örfüne göre de ayetlerin delaletine ilişkin ve onlardan manalar çıkarma hususunda Yüce Allah’tan ve Peygamberden herhangi bir beyan gelmesi dışında bir yol da yoktur. Eğer mükaşefe ve aydınlanma yoluyla bu hakikatlere ulaşılmış olduğu söylenirse mükaşefelerin kabul edildiği varsayımı üzerine bu tür aydınlanmalar yalnızca sahibi için muteber olur ve diğerlerinin ondan istifade etmesinin bir anlamı yoktur; zira hata ihtimali olmakla birlikte diğerleri açısından muteber değildir. Elbette eğer bunu Peygamber (s.a.a) veya Masum İmamlar (a.s) haber verirse onların sözüne güvenilir ve kabul edilir. Çünkü onlar vasıtasız veya vasıtayla vahiy kaynağına bağlıdırlar; boş ve asılsız söz söylemekten uzaktırlar. Eğer onların dışında birisi de sahih bir kanal yoluyla onların sözüne istinat ederek bir işaret zikrederse bu kabul görür ve referans olarak alınabilir. Fakat bunun haricinde bu tür işaretleri zikretmek doğru değildir ve onları kabul etmek yanlıştır.
Elbette şu noktayı hatırlatmakta da yarar var: Bazen ayetlerdeki bazı iltizamî manalar ve işaret delaletleri, ayetlerin onlara olan delaletinin gizliliğinden dolayı “batıni manalar veya butun” ismiyle anılmaktadır. Aynı şekilde bazı rivayetlerde, haklarında Kurân nazil olan kimselere “zahr’ul-Kurân/Kurân’ın zahiri” denilmekte ve onlar gibi bir gidişat sergileyenlere de “batn’ul-Kurân/Kurân’ın batını” denilmiştir.747 Yani sebep ve hususiyet vahdetinden dolayı ayetlerin şamil olduğu mısdakları, sırf ayetlerin onlara iptidai intibakındaki gizliliği sebebiyle Kurân’ın batını olarak adlandırmışlardır. Fakat şunu dikkate almak gerekir; bu tür batıni manalar lafızların manalara olan akli delaleti çerçevesinde olup, edebi kaideler ve âkil insanlar arasında bilinen konuşma örfündeki kurallara uygun şekilde cereyan ettiğinden beyan ve tefsir edilebilir. Bu, müfessirin çalışma alanına girer ve müfessir bunu beyan etmelidir. Bazı müfessirler de hadislerde geçen Kurân’ın batıni manalarını, “Kurân’ın Tefsir Edilme Kabiliyeti Olan Çehreleri” olarak tanımlamışlardır.748 Onlar ya bu tür batıni manaları dikkate almalı veya Kurân’daki bazı gizli çehrelerin tefsirini Masum İmamlara (a.s) özgü bilmelidirler.749 Çünkü eğer maksatları mutlak anlamda Kurân’ın batıni manaları olursa ve Kurân’ın tüm batıni manalarının Masumlar (a.s) dışındakiler tarafından tefsir edilebileceği söylenirse, bunun yanlış olduğu yapılan açıklamalardan ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü Bölüm
Tefsir Kaynakları
Tefsir Kaynaklarını
Dakik Şekilde Tanımanın Zarureti
Menba, (suyun kaynaması anlamına gelen) “neb” kelimesinden türetilmiştir. Suyun fışkırarak çıktığı yer anlamına gelir.750 Suyun menbaları, onun topraktan çıktığı yerdir. Her şeyin çıkış ve kaynağına onun menbaı denilir.751 Tefsir menbaları, müfessire ayet veya ayetlerin mefhumu ile içerik açısından mütenasip olan bilgi ve bulguları sağlayan, söz konusu ayetlerin manalarını ve sözcüklerin anlamını aydınlatan argümanlardır. Dolayısıyla müfessirin, ayetlerin manasına dair (bir şekilde onun aydınlanmasında etkili olan) bilgileri elde ettiği her şey tefsir kaynağı sayılmaktadır. Örneğin; “Kurân, tefsir kaynağıdır.” denildiğinde onun ayetleri arasında ele alınmış ayetlerin içeriği ile ilgili ve onların manasını aydınlanmasında müfessire yardımcı olacak diğer ayetler olduğu anlaşılır.
Kurân ilimleri kitaplarında “tefsir mehazları”752 ve “tefsir mastarları”753 unvanıyla da zikredilmiş olan tefsir menbaları bahsi, tefsir yöntembilimini tanımadaki önemli konulardan birisidir. Tefsir kaynaklarını dikkate almanın uzun bir mazisi vardır ve esasında bu, Kurân’ın inişi ile birlikte gündeme gelmiş bir konudur. Fakat bu kaynakların müstakil bir şekilde tedvin edilip, her birisinin sınırının belirlenmesi ve kendi yerinde ayrı bir bahis olarak incelenmesi Kurân’ın indirildiği asırdan sonraki zamanlarda gerçekleşmiştir. Bu alanda nispeten faydalı çalışmalar yapılmış olmasına rağmen yine de daha ciddi ve derin bir çabaya ihtiyaç vardır.
Tefsir kaynaklarının, tefsir kaideleriyle sıkı bir irtibatı vardır. Tefsir kaideleri, tefsir menbalarının sınırını belirler. Tefsir kaidelerinde Kurân’a, rivayete, lügate vb. şeylere müracaat etmenin gerekliliği ispat edilirken, burada bunlara nasıl ulaşılacağı, ne şekilde istifade edileceği, itibarının ölçüsü ve her birinin öneminden söz edilir. Öte yandan tefsir kaynaklarının, müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimlerle de yakın ilgisi vardır. Zira bu ilimler müfessirin kaynakları dakik bir şekilde tanımasına yardımcı olmaktadır. Mesela rical, diraye ve usul ilmi konusunda müfessirin bilgisi yoksa yanlışlıkla senedi veya delaletinin zaafından dolayı gerekli şartlardan yoksun olan bir rivayeti referans alıp, ona göre ayetten anlaşılan yanlış bir manayı ayetin tefsiri zannedebilir. Burada müfessirin rivayetler kaynağından yanlış istifade etmiş olması onun, bir müfessirin ihtiyacı olan ilimleri bilmemesinin sonucudur. Öte yandan tefsir kaynaklarının müşahhas olması, müfessirin ihtiyaç duyacağı ilimlerin belirlenmesinde de etkili olacaktır. Mesela; eğer muteber rivayetler tefsir kaynaklarından biri sayılıyorsa, rivayetlerin itibar veya mefhumunu anlamada etkili olan rical ve diraye ilmi gibi ilimler, müfessirin ihtiyacı olan ilimlerin alanına girmiş demektir. Her halükarda tefsir kaynaklarını ve onların işlevsel ölçüsünü dakik şekilde tanımanın Kurân-ı Kerim tefsirinde önemli bir rolü vardır. Bu tanıyışla tefsir kaideleri ve müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimleri tanımak arasında da sağlam bir irtibat vardır.
Her konu hakkında sahih ve eksiksiz bilgi, o konu hakkında muhtelif yollardan elde edilen bilginin ölçüsüne bağlıdır. Bu alanda ne kadar zengin ve güvenilir kaynaklara ulaşırsak elde edeceğimiz bilgi de o ölçüde dakik olacaktır. Buna göre Arapça olup çeşitli bilgi ve hükümleri ihtiva eden Kurân-ı Kerim ayetlerindeki maksat ve mefhumları anlamanın birtakım kaynaklara ihtiyacı vardır. Bunları tercih ve müracaatta yapılacak bir ihmal ayetlerden eksik ve doğru olmayan bir algı oluşmasına yol açacaktır. Nice muteber olan ve Kurân’ın maksatlarının anlaşılmasında önemli rolü bulunacak ulaşılması kolay kaynaklar vardır ki onun kaynak oluşu bilinmediğinden veya ona müracaat edilemediği için metruk kalmış, bunun sonucu olarak da birçok Kurâni noktalardan gaflet edilip, yanlış anlaşılmıştır. Örneğin; eğer Kurân-ı Kerim’i tefsir kaynaklarından biri olarak görürsek, Kurân bilgilerinden birçok kapı müfessirin üzerine açılmış olacak ve ayetlerle ilgili (diğer kaynaklardan elde edilemeyecek) birçok sorunun cevabı ortaya çıkacaktır. Eğer Ehl-i Beyt (a.s) rivayetlerini de tefsir kaynaklarından biri olarak görüp, onlara müracaat edersek ayetler hakkında birçok konuya ulaşmış oluruz ve bu en azından müfessirin ayetlerin çeşitli alanlardaki maksatlarına dair zihninin açılmasını sağlayacaktır. Kurân kaynaklarını aşağıda adı geçen altı başlıkta toplayabiliriz:
1- Kurân,
2- Masumların rivayetleri,
3- Lügat kaynakları,
4- Tarih kaynakları,
5- Akıl,
6- Tecrübî sonuçları.
Kuran Tefsir Kaynakları
Dostları ilə paylaş: |