Araştırma
Müslümanların kıraat müsabaka ve toplantıları teşkil etmek vb. konularla Kurân’a verdikleri özel önemi inkâr etmek mümkün değildir ama bu sözü geçen iddianın sağlıklı sonucuna ancak Kurân kıraatinin tevkifi olduğu sabit olursa varılabilir. Yani önce şu ispatlanmalıdır: Allah Resulünün (s.a.a) zamanından bugüne değin Müslümanlar, Kurân kıraatlerini, sadece kıraatlerinde vasıtasız veya vasıta ile Resulullah’ın (s.a.a) onay ve güvenlerini kazanmış kârilerden almış olmaları gerekmektedir. Ama kıraatlerin çıkış tarihine, kıraatler ve onlarla ilgili meseleler konusuna ve kârilerin biyografisi hususunda yazılmış kitaplara müracaat edildiğinde kıraat seçiminde yaklaşım şekli ve içtihadın etkili olduğu görülmektedir. Bu yüzden tefsir ve Kurân ilimleri konusunda yazılmış kitaplardaki kıraatlerin tevcihinde itibari ve içtihadi olmak üzere birçok metot görülmektedir. Bu içtihatlar yalnızca çok az ve Müslümanların çoğunluğunun itina etmediği tanınmamış kişiler tarafından gerçekleşmemiştir.247
Ayrıca kıraat farkının bulunduğu her yerde kıraatlerden biri (mevcut kıraat) meşhur ve diğerleri ise şaz ve itina edilmez türden değildir. Osman döneminde Mushafın toplanmasının öncesi ve sonrasında sınırlı da olsa çeşitli meşhur kıraatler olmuş ve onlardan her birisinin Müslümanlar arasında kendine has taraftarları da bulunmuştur.
Örnek olarak; “malik-i yevm’id-din”248 ayetinde şöyle denilmiştir: Asım ve Kesai (yedi kâriden), Halef, Yakub ve birçok sahabe (Ubey, İbn-i Mesud, Meaz, İbn-i Abbas gibi) ve Tabiin (Kutade ve Ameş gibi) “malik-i” şeklinde okumuşlardır. Yedi kârinin diğerleri (Abdullah b. Amir Dimeşki, İbn-i Kesir Mekki, Ebu Amr Basri, Hamza Kufi, Nafi Medeni gibi) ve Zeyd, Ebu Derda, İbn-i Amr, Misver ve sahabe ile tabiinin birçoğu “meliki” şeklinde kıraat etmişlerdir.249 Her iki grupta da kıraat imamı olan kişilerin bulunduğu dikkate alındığında her asırda bu kelime hakkında iki çeşit kıraatin bilindiği ve meşhur olduğu anlaşılmaktadır. Her iki kıraatin de taraftarları hep var ola gelmiştir; şu anda da bunların her ikisi yaygın ve revaçtadır. Büyük taklit mercii olan fakihler her iki kıraati de sahih saymışlardır.250 Bu durumda “malik-i” kelimesi “elif”le yazılmış olan mevcut Kurân’da nasıl Resulullah’tan (s.a.a) gelmiş bir kıraat olarak telakki edilebilir de “meliki” kıraati hatalı sayılır?
Kurân ve kıraat tarihi, sahabe döneminde de kıraatte ihtilaf olduğunu ortaya koymaktadır. Hums ahalisi kendi kıraatlerini Peygamber sahabesi Mikdat’tan aldıklarını söyler ve onların kıraatinin diğerlerinin kıraatinden daha iyi olduğunu düşünürlerdi. Kufe ahalisi kendi kıraatlerinin daha iyi olduğunu ve onu İbn-i Mesud’dan aldıklarını söylerdi. Basra halkı da kendi kıraatlerini daha üstün görür ve onu Ebu Musa Eş’ari’den aldıklarını söylerlerdi. Ayrıca onun mushafına “Lübab’ül-Kulub” ismini vermişlerdi.251 Yezid Nehai’den şöyle nakledilmiştir: Kufe mescidinde Huzeyfe b. Yeman’ın bilgi toplantısında oturmuştum ki biri şöyle seslendi: “Her kim Ebu Musa’nın kıraati ile okuyorsa Kinde kapısı yanındaki zaviyeye gelsin ve her kim İbn-i Mesud’un kıraatine göre okuyorsa onun evine yakın zaviyeye doğru gelsin…”252
İşte bu ihtilaflar, sahabeden bazılarının da önerisiyle Osman’ın mushafları birleştirme çabasına girmesine sebep oldu. Osman zamanında bir kıraatin, insanların Resulullah’tan (s.a.a) olduğunda şüphe duymayacakları kadar meşhur, diğerlerinin ise başkalarına ait şaz kıraatler olduğuna dair elde hiçbir kesin ya da güvenilir delil yoktur. Öyleyse buna dayanılarak şöyle denilemez: Osman’ın Kurân-ı Kerim’i, Allah Resulünden (s.a.a) meşhur olarak kabul edilmiş kıraat esasına göre tedvin edilmiştir. Aksine tarih kaynakları şu gerçeği açıkça ifade etmektedir; Osman’ın mushafını Ubey b. Kab yazdırmıştır.253 Onun tedvini esnasında bazı ayetlerde ihtilaf ediliyordu.254 Herhangi bir anlaşmazlık ve ihtilaf halinde onu Kureyş’in diliyle yazarlardı.255 Bazen de bir şekilde yazılmaya başlanıyor ama sonrasında Ubey b. Kab onu değiştirip, tashih ediyordu.256 Buna rağmen o mushafta yine de imla hataları kalmıştır.257 Ayrıca daha önce zikrettiğimiz etkenlerden dolayı Osman’ın mushafında ihtilafa düşülmüş, yedi veya daha fazla kıraat ortaya çıkmıştır. Bu rivayetler her ne kadar mezkûr hadiselere güven sağlamasa da ancak ortaya çıkardığı ihtimalle iki veya daha fazla meşhur kıraatin bulunduğu yerlerde Kurân’ın mevcut harfleri ve irabının Resulullah’ın (s.a.a) kıraatine mutabık olması konusuna duyulacak güveni engellemekte; fiili Kurân’ın hattı, kelime ve irabındaki tevatürü bu tür yerlerde şüpheli duruma düşürmektedir.
Aynı şekilde Kurân üzerinde uygulanmış nokta ve irapların istisnasız olarak tüm ayetlerde Resulullah’tan (s.a.a) olduğuna güvenilen meşhur kıraat esasına göre gerçekleştiği noktasında da (hele bir de nokta ve irab koyanların hatadan korunmuş, masum insanlar olmadıkları dikkate alınırsa258) kesin bir şahit bulunmamaktadır. “İnsanlar nasıl okuyorsa öyle oku” hadisinin mefhumu Kurân’ı Müslümanlar arasında yaygın olan kıraatle okumak manasından öteye geçmez ve istisnasız olarak tüm ayetlerde Müslümanlar arasındaki yaygın kıraate, hatta Peygamber Efendimizin (s.a.a) kıraati ihtimali olan birkaç meşhur kıraatin olduğu ayetlerin kıraatine delalet etmez. Öte yandan hadisin devamındaki “Kaim kıyam edinceye kadar… Kaim kıyam ettiğinde Allah’ın kitabını haddine göre okuyacak” ifadesi bunun aksine delalet etmektedir. Asım’ın kıraatinin Resulullah’tan (s.a.a) sadır olmuş meşhur kıraate muvafık olduğu sözü ise delilsiz bir iddiadır. Öyleyse iki veya birkaç meşhur kıraatin söz konusu olduğu çok az yerde Allah’ın kesin iradesinin tefsir ve beyanı gerçek kıraatin başka yollarla teşhisine bağlıdır. Her ne kadar mevcut kıraatin itibarına dair zikri geçen karine ve şahitler göz ardı edilmeyecek ölçüde olsa da bu hususta nihai karar başka bir fırsat ve araştırmayı gerektirmektedir.
Dostları ilə paylaş: |