Lafza Müteaddit Manaların Yüklenmesi
Kuran tefsiri ile ilgilenenler şunu çok iyi bilirler, Kurân-ı Kerim’in sözcüklerinden ciddi bir kısmının çeşitli manaları var ve bu manalardan birisinin belirlenmesi için hiçbir delil de yoktur. Müfessirlerden bir bölümü bu tür durumlarda lafza var olan tüm manalarını yüklemekte ve onların hepsini Allah’ın muradı olarak bilmektedirler. Mesela Taberi, Tevbe suresi 8. ayet-i kerimenin tefsirinde müfessirlerin “illen” kelimesinin manasının beyanındaki ihtilafları hatırlatıp, bu kelime için onların zikrettikleri “Allah”, “yakınlık”, “yemin” ve “sözleşme” gibi çeşitli manaları dile getirdikten sonra şöyle yazmıştır: “ill, üç manası olan bir isimdir… ve sahih olan, ayetin bu manaların hepsini içermesidir…”
Burada işin aslı şudur: Müşterek-i manevi ile birkaç manası olan bir lafızdan bu manalardan yalnızca birinin belirlenmiş olduğuna dair bir karine bulunmadıkça söz konusu lafız o manaların hepsini kapsar. Ama müşterek-i lafzı ile müteaddit manaları olan bir lafza o manaların hepsini yüklemek zahire aykırı olup, karineye ihtiyacı vardır. O halde eğer hiçbir delil ve karine yoksa söz konusu lafza o manaların hepsi yüklenemez ve onların tümü Allah’ın muradı sayılamaz. Çünkü akıl erbabı arasında müşterek-i lâfzîde sırf karine olmayışı tüm manaların irade edildiğinin bir delili değildir.
Müşterek-i lafzı ile müşterek-i manevi arasındaki bu farkın sırrı şudur: Müşterek-i manevide lafzın hakiki manası çeşitli manaları kapsayan bir mefhumdur. Dolaysıyla karine olmadığında söz konusu lafız o kapsayıcı manada ortaya çıkar. Fakat müşterek-i lâfzîde hakiki mana, tek tek manaların her biridir. Yani lafız bu manaların her biri için ayrı ayrı vazedilmiş olup o manaların hepsi bu lafzın hakiki manası değildir. Çünkü onların toplu hali için vazedilmemiştir. Fakat o manaların tümünün kastedildiğine dair bir karine bulunursa ayetteki sözcüklere mecazi anlamda söz konusu manaların hepsi yüklenebilir; böyle bir kullanımın muhal ve olağan dışı olduğunu iddia etmenin ise hiçbir sağlam delili yoktur.
Bu açıklamadan tefsir rivayetleri hakkında bir nokta açıklığa kavuşmaktadır. O da, birçok rivayette ayet veya içlerinde bulunan sözcüklerin bazı özel fertlere tatbik edilmesidir. Tatbikin de iki tür olduğuna dikkat etmek gerekir:
Bazı ayet ve rivayetlerde kelimenin delalet ve kapsamı müşterek-i manevi şeklinde bir mısdak üzerine tatbik edilmiştir. Yani daha genel anlamı olan bir kelime rivayette belirtilmiş olan bir mısdak üzerine tatbik edilmektedir. Mesela; muteber bir senetle nakledilmiş olan şu rivayete bir bakalım: İmam Cafer-i Sadık (a.s);
اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَاالضَّالِّينَ
Ayet-i kerimesini kıraat ettikten sonra şöyle buyurdu: “Gazaba uğrayanlar, Nasibilerdir ve sapkınlar ise Yahudilerdir.”270 “Gazaba uğrayanlar” ve “sapkınlar” kelimelerinin manasının daha genel olduğu malumdur; bunların müşterek-i manevi şekliyle birçok fertlere ve mısdaklara delalet ettiği, delaletlerinin tüm fertlerini kapsadığı açıktır. Bunları fertlerinden yalnızca birine tahsis etmenin özel bir karineye ihtiyacı vardır. Bu durumda eğer tam bir araştırma sonucu söz konusu tahsis için bir delil bulunmazsa onun tüm fert ve mısdaklara delaleti tespit edilmiş olur. Şuna da dikkat etmek gerekir ki rivayette onun bir mısdaka tatbik edilmiş olması, yalnızca o mısdaka has kılındığının delili olamaz. Çünkü bu fertlerin onun mısdaklarından olduğunu beyan etmek onun diğer fertleri kapsamasıyla çelişmez. Dolayısıyla tahsise neden olmaz; teknik ifadeyle “isbat-i şey, nefy-i ma’ada etmez”. Yani bir şey hakkında yapılan yorum, o yorumun başka şeylerde olmadığı anlamını vermez. (Birine güzel demeniz, başka güzel olmadığı anlamını taşımaz). Bazen bu yüzden başka muteber rivayetlerde de aynı kelimenin başka mısdaklara tatbik edildiği görülebilmektedir. Mesela; nakledilen başka bir muteber rivayette İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Gazaba uğrayanlar Nasibilerdir ve sapkınlar ise (masum) imamı tanımayan şüphecilerdir.”271
Fakat bazı ayetlerde kelimenin manaya tatbiki müşterek-i manevi şeklinde değildir. Yani rivayette Kurâni sözcük için zikredilen fert, o kelimenin örfteki genel anlamı içindeki bir mısdakı değildir. Kelimenin bu mısdak ve örneğe nispeti de aşikâr olmayıp delalet, mecaz veya müşterek-i lâfzî kabilindendir. Kelimenin tatbik edildiği mısdaka ve örfteki manaya oranı da lafzın birden fazla manada kullanılması yönündendir. Örnek olarak; “İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmazlar”272 ayeti hakkında nakledilen rivayete göre İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ali ve Fatıma iki derin denizdir ve birbirine karışmazlar.” “Onlardan inci ve mercan çıkar”273 ayeti hakkında da şöyle buyurmuştur: “İnci ve mercan Hasan ile Hüseyin’dir.”274 Bahr sözcüğünün denize ve Ali (a.s) ile Fatıma’ya (s.a); inci ve mercan sözcüklerinin de kıymetli taş ve Hasan (a.s) ile Hüseyin’e (a.s) delaletinin müşterek-i manevi olmadığı malumdur. Zira Arapçada bu kelime bu manaları kapsayan bir mefhum için vaz’edilmemiştir. Aksine bu kelimelerin o yüce insanlar hakkındaki kullanımı (rivayetin senedi sahih olursa) kinaye tarzında bir mecazdır.
Bu son örnekteki dikkate şayan nokta şudur: Her ne kadar mecazi anlamın irade edilmiş olması hakiki anlamın maksat olmadığını gösterse de, Kurân’ın hem zahir hem de batını olduğunu ifade eden rivayetlerin dikkate alınması275 ve Abdullah b. Sinan’ın sahihinde bir ayet için hem zahiri hem de zahir olmayan mana beyan edilip her iki mananın Kurân’ın zahir ve batınına tatbik edilmesinden276 ayetler için sahih rivayetlerde geçen istiare ve kinaye üslubundaki zahiri olmayan manaları onların batıni manaları olarak anlamak ve ayetlerin zahiri manasından da sarfınazar etmemek mümkündür. Gerçi bunun neticesi lafzın hakiki ve mecazi anlamda kullanılması gibi örfte yaygın olmayan bir tutumdur ama akli açıdan mümkündür. Öte yandan Kurân’ın zahiri ve batını olduğunu ifade eden rivayetlere binaen ayetlere bu anlamları yüklemek dayanaksız değildir.
Buraya kadar söylenenlerden şu konu açıklığa kavuşmaktadır: Mısdakın zikrine değinen birinci bölümdeki tefsir rivayetleri müşterek-i manevi kabilindendir ve rivayetler olmasa bile ayeti o mısdaklara tatbik etmek mümkündür. Dolayısıyla bu tür yerlerde rivayetin senedini açığa çıkarıp sıhhatini keşfetmenin gereği de yoktur. Fakat ikinci bölümdeki rivayetlerde Masumun (a.s) beyanına dayanarak ayetin zahirine aykırı olan batıni bir manayı iddia etmekte olduğumuz için rivayetlerin senet bakımından itibarını keşfetmek zorunludur.
Dostları ilə paylaş: |