Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni


Konuşmacının Özelliklerinin Sözün Mefhumundaki Etkisinin Ölçüsü



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə12/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   41

Konuşmacının Özelliklerinin Sözün
Mefhumundaki Etkisinin Ölçüsü

Sözün mefhumunda konuşmacının özellikleri hakkında geçen açıklamalardan şu sonuç elde edilmektedir: Konuşmacının özelliklerinden ancak sözün muhatapları için açık olan ve rahatça anlayacakları ölçütler karine ve delil olabilir. Çünkü akıl erbabı yanında kabul görmüş konuşma kurallarına göre konuşmacı, muhataplar için bilinmeyen konuları kendi sözü için karine kılamaz. Çünkü onun sözü böyle bir karine ile maksadını yansıtmaz ve muhataplar onun anlatmak istediği maksada ulaşamazlar.494

Bu durumda insanların geneli için bilinmesi imkânsız olan Yüce Allah’ın bazı sıfat ve özellikleri Kuran-ı Kerim muhatapları için de malum ve aşikâr değildir. Dolayısıyla da bu tür özellikler ayetlerin karineleri sayılmaz. Yalnızca Allah Teâlâ’nın fıtrat ve akıl veya Kuran-ı Kerim’in açık beyanatı ve sağlam rivayetlerle Kuran’ın muhatapları için aşikâr olan özellikler ayetlerin karineleri olup, onların açıklanması ve mefhumunda etkili olabilir.

Şu noktayı da hatırlatmakta yarar var; konuşmacının özellikleri her söze karine ve dayanak sayılmaz ve onun mefhumunu belirlemede de etkili olmaz. Birçok söz vardır ki onu söyleyenin nitelikleri ne olursa olsun, akıl erbabı nezdindeki konuşma kuralları ve örfün algısına göre konuşmacının özellikleri o sözün ifade ve mefhumunda değişikliğe yol açmaz. Örneğin; Güneşin doğduğu sırada konuşmacı, “Bakın, güneş doğdu” derse buradaki konuşmacı kim olursa olsun ve hangi nitelikleri taşırsa taşısın bu cümleden tek bir şey anlaşılır: “Güneşin sözü geçen anda doğması.”

Dolayısıyla konuşmacının özelliklerinin karine oluşu yalnızca örfi manada, edebiyat ve konuşma kuralları konseptinde farklı konuşmacıların dilinden döküldüğü zaman değişmesinin söz konusu olduğu sözler için geçerlidir.

Yanlış Bir Tespit

Günümüz yazarlarından birisinin; herkesin dilini anlamanın, onun iç dünyası ve etkisi altında kaldığı dünya görüşüne bağlı olduğu; konuşmacının sözünü anlamada onun deruni dünyası ve dünya görüşünün etkili olduğu konusunda bir sözü vardır.

Başka bir ifadeyle bu sözün içeriğinde konuşmacının özellik ve niteliklerinin karine oluşu vardır. Bu görüş kısmen doğru olsa da içeriğinde hatalı bir konu göze çarpmakta ve ona dayalı olarak yanlış sonuçlar elde edilmektedir. Şimdi bu görüşü inceliyoruz:

Sözü geçen yazar şöyle yazmıştır:

Birisinin hayat tarzı ve dünyasını tanımadığınız müddetçe onun dilini de doğru anlayamazsınız. Herkesin dili, onun dünyasından bir parçadır ve onunla tam bir uyum içerisindedir. Birisini tanımanın şartı, ötekisini bulmaktır. Bu söz, öncelikle bir ibarenin birkaç dünyada, birkaç mana ifade etmesini gerektirir. Bu tıpkı bir mukaddimenin birkaç farklı mukaddimenin yanına geldiğinde birkaç netice vermesi gibidir. Bir sözü iyi anlamanın diğer şartı ise konuşmacının dünyasını iyi bilmektir. Dünyalar birbirine yaklaşmadıkça; anlayışlar ve diller de birbiriyle aşina olamaz. Bunun gerektirdiği üçüncü şeyse şudur: ortaya çıkan ve zuhur eden görecelidir ve zihnin özel bilgilerle ünsiyeti özel bir zuhur ve çıkışın oluşumunda kesin etki gösterir. Birisinin dilinden onun dünyası anlaşılamaz. Ama aksine onun dünyası diline can ve kuvvet verir. Gerçi konuşmacı kendi sohbetinde tecelli etmekte ve ortaya çıkmaktadır ama konuşmacıyı iyi tanıyan kimse bu tecelli ve tezahürü daha iyi anlar… Konuşmacı ve teorisyenin dünyası ve dünya görüşünü iyi bilmekle ona ait metin ve görüşleri daha iyi anlamak mümkün olur. Bu konu hem dini, hem de dini olmayan derinlik ve öğretilerde de geçerlidir. Dini öğretilerde Allah ve Resulünü (s.a.a) tanımak Yüce Allah’ın sözünü anlamanın en büyük şartıdır. Bu manada dini kabul etmek Allah’ın varlığını kabul etmeye bağlı değildir ki dini anlamak da yaratıcının zat ve sıfatlarını tanımaya bağlı olsun.”495

Gerçi herkesin dilini anlamak onun dünyasını tanımaya; yani onun hariçteki dünya hakkındaki algı ve düşüncelerini bilmeye bağlıdır. Konuşmacının dünyası ve dünya görüşünün onun sözündeki etkisi inkâr edilemez. Fakat bu konunun oluşturduğu üçüncü gerekçeye göre zuhurun göreceli oluşu doğru değildir. Çünkü daha önce de ifade edildiği gibi her sözün zahiri anlamını elde etmek için birtakım kurallara uymak gerekir ve onlardan birisi de sözün karinelerini dikkate almaktır. Bu karinelerden birisi, konuşmacının özellikleridir; başka bir değişle konuşmacının dünyası ve dünya görüşüdür. Konuşmacının nitelikleri ve dünya görüşünü de kapsayan sözü geçen kurallara uyulması ve sözün karinelerinin tümünün dikkate alınması ile sözden ortaya çıkan mana ve bu zuhurun konuşmacının maksadı olması herkes için eşit düzeyde anlaşılmaktadır. Buradaki zahiri mananın göreceli olmasının bir anlamı yoktur. Elbette bir ibare, beraberindeki karinelerin farkı hasebiyle farklı şekilde ortaya çıkıp, zuhur edebilir. Bu yüzden farklı konuşmacıların ağzından dökülen bir cümle farklı zahiri anlamlar verir. Aynı zamanda eğer bir söz tüm karinelerle birlikte değerlendirilirse bir manada zuhur ederken karinelerden bazıları göz ardı edilirse başka bir manada ortaya çıkar. Fakat bir sözün tüm karineleri dikkate alındığında ortaya çıkan zahiri manası birden fazla değildir.

Mezkûr yazarın bir diğer sözü de şudur: “Zihnin özel bilgilerle ünsiyeti özel bir anlamın oluşumunda kesin etki gösterir.” Bu söz de tartışılır. Çünkü eğer özel bilgilerden kastettiği şey sözün karineleriyse bu söz doğrudur. Fakat bu zuhurun göreceli olmasına yol açmaz. Yok, eğer özel bilgilerden söze ait karineleri kastetmiyorsa söylediği söz yanlıştır. Zira konuşmacının kendi sözü için karine kılmadığı bir bilgiyi onun sözünü anlamada nasıl etkin kılabiliriz ki? Yine eğer “daha iyi anlamak” ibaresinden maksadı zuhurun göreceli olacağı konusuna bağlıysa söylediklerimizin ışığında bu da yanlıştır.

Bu sözdeki diğer bir sorun da onu genel ve külli saymaktır. Konuşmacının özelliklerinin onun sözünün anlaşılmasında mutlak bir tesiri yoktur. Çünkü konuşmacının ancak sözü irad ettiğinde veya sözün anlamı muhataplar tarafından anlaşıldığı zaman bilinen özellikleri karine olabilir ve onun maksadını anlamada istifade edilebilir.



Muhatabın Özellikleri

Örfün konuşma dilinde karine kabul edilen ve kelimelerin delaletini etkileyen konulardan birisi de hitap edenin vakıf olduğu muhatabının nitelikleridir. Çünkü muhatabının özelliklerini bilen bir konuşmacı, söylediği sözde o özelliklerle farklı manaları kastetmez. Dolayısıyla eğer onun sözü muhatabın özellikleri dikkate alınmaksızın birtakım manalarda ağızdan çıkarsa ve bu manalar muhatabın nitelikleriyle örtüşmezse bu durumda söz konusu zuhur ortadan kalkar ve kelimeler muhatabın özelliklerine uygun bir manada belirir veya en azından önceki zuhurun söz sahibinin maksadı olmadığı anlaşılır.496

Mesela muhatabının asla suç işlemeyeceğini bildiği halde ona “Niye böyle yaptın?” veya “Eğer bunu yaparsan seni cezalandıracağım!” diyen bir konuşmacının bu iki cümle ile muhatabını kınamak ve tehdit etmek maksadı taşımadığını, onun asıl maksadının bu suçu işleyen veya işlemeye yeltenen kimseyi kınamak ve tehdit etmek olduğunu anlarız. Bu, “Kızım sana diyorum, gelinim sen anla!” kabilinden bir sözdür. Arapçada da bu deyime benzer şu ifade kullanılır: “Seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu!”497

Kurân-ı Kerim akil insanlar arasında kabul görmüş konuşma kuralları esasına riayet ederek konuştuğu için bu yüce kitapta muhatabın özellikleri de söz için bir karine sayılmıştır. Dolayısıyla ayetlerin zahiri manasını anlama ve tefsir etmede bu özellikler dikkate alınmalıdır. Nitekim Hz. Peygamberin (s.a.a) muhatap alınarak serzeniş tonuyla tehdit edildiği ayetlerden bu karinenin etkisi çok net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Zira o Hazretin (s.a.a) masum olduğu ve Allah katındaki yüce makamı dikkate alındığında onun tehdidi gerektirecek kötü bir davranış sergilemeyeceği açıktır. O halde bu ayetlerdeki hitap “Kızım sana diyorum, gelinim sen anla” veya “Seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu!” kabilindendir. Yani buradaki serzeniş ve tehdit başkalarına yöneliktir. Hitabın zahiren Allah Resulüne (s.a.a) yönelik olması ise sözün daha etkili olması veya başka sebeplerden dolayıdır. Bu kuralın söz konusu ayetlere tatbiki akil insanlar arasında yaygın konuşma kurallarına uymakla birlikte bu hususta müteaddit rivayetler de nakledilmiştir.

Usul-i Kâfi’de İmam Cafer-i Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğu güvenilir bir senetle rivayet edilir:

“Kurân, “Seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu!” tarzında nazil olmuştur.”498

Başka bir rivayette o Hazretten (a.s) şöyle nakledilir:

“Yüce Allah Peygamberi muhatap alarak serzenişte bulunduğu yerlerde o Hazretten başkasını kastetmiştir.”499

Peygamberlerin masumiyeti hakkında rivayet edilmiş uzun bir hadiste şöyle gelmiştir:

Me’mun (İmam Rıza’ya (a.s) hitaben şöyle) dedi:



- Ey Ebul Hasan! Yüce Allah’ın “Allah seni affetsin, neden onlara izin verdin?”500 sözünü bana izah et. İmam Rıza (a.s) buyurdu:

- Bu, “Seni kastediyorum ama sen duy ey komşusu!” kabilinden nazil olmuş ayetlerdendir. Yüce Allah Peygamberine hitap ederek onun ümmetini kastetmiştir.501 Yüce Allah’ın “Eğer şirk koşarsan amelin hiç olur ve muhakkak hüsrana uğrayanlardan olursun.”502 sözü ve “Eğer sana sebat vermemiş olsaydık, neredeyse sen onlara birazcık meyledecektin.”503 sözü de bunun gibidir.”504

Kurân-ı Kerim’de bu tür ayetler bir hayli fazladır. Konunun daha çok uzamaması için bu hususta en açık örnek sayılabilecek bir ayet daha zikredeceğiz. Diğer ayetlerin adresini ise dipnotta belirtmekle yetineceğiz.505

Eğer sana indirdiğimizden şüphede isen o halde senden önce kitabı okuyanlara sor. Doğrusu sana Rabbinden gerçeğin ta kendisi gelmiştir. O halde şüpheye düşenlerden olma! Allah’ın ayetlerini yalanlayanlardan olma ki hüsrana uğrayanlardan olursun!”506

Sana indirdiğimiz” ibaresi dikkate alındığında bu ayetlerin muhatabının İslam Peygamberi (s.a.a) olduğu açıktır. Öte yandan o Hazretin (s.a.a) masumiyeti ve Kurân’ın Allah katından indirildiğine dair kesin bilgisi, kendisine indirilmiş şey konusunda şüpheye düşmesi ihtimalini bile kesinlikle ortadan kaldırmaktadır; nerde kaldı ki o, Allah’ın ayetlerini yalanlasın!

Bu karine ile ayette geçen hitaptan başkalarının kastedildiği hususunda en ufak bir şüphe kalmamaktadır. Ayet, o Hazretin (s.a.a) peygamberliğinden şüphe duyan ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan İslam karşıtlarına işaret etmektedir. Hitabın o Hazrete (s.a.a) yönelik olmasının sırrı ise belki de bu tarz beyanı dinleyici insafa yakın görür ve bunun tesir ihtimali daha fazla olur babındandır. Bu izah bazı rivayetlerin içerisinde de geçmiştir.507

O bir şeyin olmasını irade ettiğinde ona “ol” der, o da oluverir.”508 ve benzer ayetlerde509 şöyle denilmiştir: “Olmayan şey muhatap olamaz” karinesiyle anlaşılmaktadır ki Yüce Allah âlemdeki varlıkları yarattığında “ol” sözcüğünü kullanmaz. “Ona ol der, o da oluverir” cümlesi varlıkların yaratılışının Yüce Allah için çok kolay olduğunu ifade eden bir misalden ibarettir. Yani Yüce Allah bir şeyi yaratmayı dilediğinde O’nun iradesi yeterlidir510 veya bu bir kinayedir.511

Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yer küreye: “isteyerek veya istemeyerek (buyruğuma) gelin” dedi. Her ikisi de: “isteyerek geldik” dediler.512 Ayetinin tefsirinde şöyle denilmiştir: Ayetin manası Allah ile gökler ve yer arasında gerçek bir konuşma geçtiği değildir. Buradaki maksat gökler ve yer kürenin yüce Allah’ın istediği şekilde olmasıdır. Bu hususta onlardan herhangi bir itiraz veya diğerlerinden bir engelleme, bir meşakkat veya durağanlık ve durgunluk söz konusu değildir. Bu bir nevi temsili mecazdır.513 “Ona ve yerküreye “isteyerek veya istemeyerek (buyruğuma) gelin” dedi. Her ikisi de: “İsteyerek geldik” dediler. cümlesinin yerküre ve göğün özellikleri göz ardı edildiğinde gerçek bir konuşma anlamında zuhur edip, ortaya çıktığı açıktır. Müfessirlerden bir grup yukarıdaki izahı yerküre ve göğün cansız olduğu halde muhatap alınmasından dolayı zikretmişlerdir. Yapılan açıklamalar ışığında sözün muhatabının özelliklerinin Kuran ayetlerinin delaletinde karine sayılmasının hem akıl erbabı arasında yaygın konuşma kurallarıyla mutabık olduğu anlaşılmakta hem de bu konunun rivayetlerde açıkça beyan edildiği görülmektedir. Ayrıca bu, müfessirlerden bir kısmının da görüşüne uygundur. Dolayısıyla bu karinenin tefsir ve Kurân ayetlerindeki gerçek mefhuma ulaşmadaki tesiri inkâr edilemez.

Sözün Konusunun Özellikleri

Her sözün konusu (hakkında sözü edilen kişi veya şeyler) bir takım özellikler taşır. Bu özelliklerin konuşmacı veya dinleyici tarafından “bilinmesi imkânsız veya bilinmemiş özellikler” ve “bilinebilir veya bilinmiş özellikler” olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Konuşmacı veya dinleyici tarafından bilinmesi imkânsız veya bilinmemiş özellikler, konuşmacının özelliklerinin sözdeki tesirinin ölçüsü konusunda yapılan açıklamada olduğu gibi onun sözünü anlamakta etkin kılınamaz. Çünkü konuşmacı bu özellikleri dikkate almamıştır veya dinleyici konuşmacının sözünü anladığında bu özelliklerden haberdar olmamış ve olamamıştır. Konuşmacı, bu özellikleri kendi sözü için bir karine kılmadığı malumdur. Fakat az bir dikkatle konuşmacı ve dinleyicinin algıladığı, onlar açısından bilinen özellikler söz için muttasıl karinelerden biridir. Konuşmacı bu özelliklerin dinleyici açısından bilindiğini dikkate alarak kendi maksadının beyanında buna itimat eder. Dinleyici de bu özelliklerin konuşmacı açısından açık olduğunu dikkate alarak ve onun da bunları dikkate aldığından yola çıkarak, bunu konuşmacının sözünün mana ve tefsirine dayanıp karine kılar.

Konunun bu özelliklerinin konuşmacı, muhatap ve dinleyiciler için belli ve açık olması veya konuşma anında muhatap ve dinleyicilere malum olmadığı halde pratikte az bir dikkatle aşikâr olması konuşma esnasında mantık sahipleri tarafından uygulanan bir yöntemdir. Zira konuşmacının sözünün yanında onun maksadını anlatma salahiyeti taşıyan her şey konuşma dilinde akil insanlar nezdinde karine olma niteliğini taşır ve akıl erbabı konuşmalarında ondan karine olarak faydalanırlar. Mesela eğer konuşmacı ve dinleyici tarafından “a” şahsiyetinin Kurân ilimleri konusunda uzman olduğu ancak felsefe ve kelam konusunda fazla birikimi olmadığı biliniyorsa ve konuşmacı “a” şahsiyetinin uzmanlığından faydalanmak gerektiğinin zaruretini ifade ederek: “O kanaat sahibidir, uzmandır, onun görüş ve tecrübelerinden faydalanmak gerekir.” diyorsa böyle bir durumda yukarıdaki cümle her ne kadar kayıtsız ve mutlak olsa da dinleyicinin bu söze istinaden felsefe ve kelam konusunda “a” şahsiyetine müracaat etmesi ve konuşmacının sözünden maksadının “a” şahsiyetinin her alanda uzman olduğudur sonucunu alması doğru olmaz. Bu örnekte “a” şahsının uzmanlık alanı dinleyici ve konuşmacı tarafından bilindiği için artık konuşmacının, “O, Kurân ilimleri dalında ihtisas ve görüş sahibidir.” demesine gerek kalmamıştır. Burada dinleyicinin de cümleye konu olan kişinin mutlak olarak her alanda veya Kurân ilimleri dışında bir konuda da uzman olduğu anlamını çıkarması doğru değildir. Çünkü mevzunun konuşmacı ve dinleyici tarafından bilinen özellikleri, onun (a şahsının) Kurân ilimleri konusunda uzman olduğunun kastedildiğine bir karinedir.

Öyleyse Kurân ayetlerinin mevzusuna ait Kurân muhatapları tarafından bilinen özellikler ve ayrıcalıklar514 Yüce Allah’ın maksadını elde etme yolunda birer karine olarak dikkate alınmalıdır. Şunu da söylemek mümkündür: Kurân ayetlerinin sahibi (konuşmacısı), sözünün özelliklerinden hiçbiri kendisine gizli kalmayan Yüce Allah’tır. Bu sözlerin direkt muhatabı ise Allah’ın inayet ve lütfü ile tüm ayetlerin konularındaki özelliklerden haberdar olan Yüce İslam Peygamberidir (s.a.a). Kurân-ı Kerim’de ayetlerin konusuna ait tüm gerçek ve somut özellikler sözün karinelerindendir ve her ayeti anlamak için onun konusuna ait tüm özellikleri bilmek gerekir ve ancak bunları dikkate alarak Kurân’ın anlamına ve Yüce Allah’ın maksadına ulaşılabilir.

Binaenaleyh eğer ayetlerin konusu (geçmiş peygamberler, önceki dinler, geçmişte yaşamış kavimler veya şahıslar ve önceki dönemlerde vuku bulmuş olaylar gibi) tarihi konular olursa bu konulara ait tarihi ayrıntıları bilmek ve ilgili ayetlerin mefhumunu bunların ışığında anlamak gerekir. Eğer ayetlerin konusu (rüzgâr ve yağmur, gök ve yer, ay ve yıldızlar, cenin vb. gibi) doğal fenomenler olursa bu konularla ilgili özellikleri dikkate alarak ayetleri tefsir etmek gerekir. Eğer ayetlerin konusu (Yecüc ve Mecüc’ün seddi ve Zül-Karneyn’in gittiği yerler gibi) coğrafi konular ise bu ayetlerin tefsirinde ilgili coğrafi konumlar ve özelliklerden faydalanmak gerekir. Eğer ayetlerin konusu (Şeytan, cin, melekler ve ölümden sonraki âlem gibi) metafiziki ve görünmeyen şeylerse bu tür ayetlerin tefsirinde gaybı bilenlerden, yani Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve Ehl-i Beytinden (a.s) nakledilen rivayetlerde bu konuların özelliğine dair yapılan açıklamalar dikkate alınmalı, bunların ışığında ayetlerin gerçek maksadı anlaşılmalıdır. Diğer konuları ihtiva eden ayetlerde de aynı minvalde o konularla ilgili özellikler uygun yollardan öğrenilmeli ve ilgili ayetlerin tefsirinde dikkate alınmalıdır.

Bu açıklamalara dayalı olarak Kurân konularının çeşitliliği ve geniş kapsamı da göz önünde bulundurulduğunda ayetlerin gerçek maksatlarının anlaşılmasında bu karineyi dikkate almanın önemli rolü olduğu ortaya çıkmaktadır. Böylece müfessirin pozitif bilimler hususunda, tarih ve coğrafya hakkında bilgi sahibi olmasının, Peygamber (s.a.a) ve hidayet önderlerinden (a.s) nakledilmiş rivayetlerden faydalanmasının Kurâni konuları anlamadaki lüzumu (veya en azından faydası) da anlaşılmış olmaktadır. Müfessirin ihtiyaç duyduğu ilimler bölümünde bu konuda daha fazla açıklamada bulunacağız.



Sözün Makamı

Makam” lügatte kıyam edilen yer ve mekân, rütbe ve konum anlamına gelmektedir.515 Burada sözün makamından maksat, konuşmacının gerçekleştirmek istediği genel ve külli hedefidir. Mesela bir konuşmacı bir şahsı methetmek için bir söz söylediğinde, methiye makamında konuşmuştur denilir. Eğer birisini tahkir edip, yermek isteyerek konuşursa, tahkir ve yergi makamında söz söylemiştir denilir. Bir konuyu ispata çalışmak ve delil ikame etmek için konuşursa istidlal makamındadır denilir. Eğer rakibini ikna etmek ve bir konuyu ona ispatlamak için onun da kabul ettiği konuları ileri sürüyorsa cedel ve münazara makamındadır denilir.

Örfi söyleşilerde sözün makamı kelimelerin delaletinde etkili olmakta ve sözün manasını belirlemektedir. Yani eğer bir konuşma birisini övme makamında dilden dökülmüşse kelime ve cümlelerin manaları övgüye uygun anlamda belirginlik kazanır. Eğer birisini yermek makamında ağızdan çıkmışsa sözcük ve onların oluşturduğu terkipler hiciv ve yergi anlamına uygun manada zuhur eder. Bu esasa göre ayetlerin tefsirinde sözün makamı dikkate alınarak kelimeler ve cümlelerin anlamı elde edilmelidir. Zira defalarca ifade ettiğimiz gibi Kurân-ı Kerim ayetlerinin zahiri manası, örfi konuşmalarda yaygın olan yönteme mutabık şekilde elde edilmelidir. Bu yüzden müfessirler bazı yerlerde ayetleri tefsir etmek için sözün makamından faydalanmışlar ve getirdikleri manada ona istinat etmişlerdir. Örnek olarak Alusi, “Birbirlerine neyi soruyorlar”516 ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “…soruyorlar” sözcüğündeki zamir Mekke halkına dönmektedir. Gerçi öncesinde Mekke halkından söz edilmemiştir. Çünkü onların hissedilen hazır bulunuşları buna gerek bırakmamıştır. Buna ilave olarak onlardan direkt söz edilmemiş olmasının, aslında onları tahkir etmek ve küçümsemek anlamında bir nükte taşıdığını söylemişlerdir. Zira Hekim olan Kurân-ı Kerim’in makamı onlar hakkında söz etmekten yücedir. Bunun tersi düşünülemez; çünkü makam buna engeldir.”517 Her ne kadar bazı yerlerde zikredilmeme durumu, ta’zim ve yüceltme manasına gelse de, burada sözün makamı (ki ahireti inkâr edenleri tehdit etmek ve onları bu inkârdan vazgeçirmektir) bu tevehhüm ve kuruntuya bir engeldir. Makam karinesi, onların zikredilmemesini tahkir ve küçümsemede belirgin kılmıştır.

Allame Tabatabai kendi tefsirinde “Kitab’un Merkum”518 ayetinin açıklamasında “merkum” kelimesinin manasının beyanında önce Rağıb İsfehani’den “Rakm” kelimesinin kalın çizgi anlamına geldiğini, bazıları da onun bir yazıya nokta koymak anlamına geldiğini; Yüce Allah’ın “Kitab’un merkum” sözünde her iki şeklin de geçerli olabileceğini naklettikten sonra şöyle yazmıştır: “İkinci mana makam519 ile münasiptir. O halde bu kelime onlar için mukadder kılınmış şeyin aşikâr olduğuna ve hiçbir belirsizliğin bulunmadığına işarettir. Yani mukadder kılınmış bu kaza asla değişmez.”520

Binaenaleyh sözün makamının karine oluşu akıl erbabı arasında değişmeksizin süregelen konuşma kurallarına uygun bir yöntem olmakla birlikte Sünni ve Şia müfessirlerinin de istinat ettikleri bir konudur.

Sözün Tonu

Ton kelimesinin birçok manası vardır. Onlardan bazıları ise aşağıdaki gibidir:

1) Avaz, nağme, parça okurken avaz çekme, muhtelif ezgilerde durgun ve hızlı ritim tutmak.

2) Kelimenin telaffuz veya irabında hata yapmak, Kurân veya ezan okurken kısa okunması gereken yeri uzatmak ve uzun okunması gereken yeri kısa tutmak.

3) Sözün ahengi, sözden çıkan mefhum ve anlam, sözün üslup ve tarzı ve…521 Burada sözün ton ve lehninden maksat telaffuz edilen cümledeki söyleniş keyfiyeti, sözcüklerin niteliği ve yazılı sözlerde aralarındaki terkip şeklindeki özelliktir.522

Belirtilen anlamda sözün lehni, örfün konuşmalarında üzerinde durulan söz karinelerinden birisi olup, sözün zahiri anlamının vuku bulmasında ve konuşmacının maksadının tayininde etkilidir. Bu yüzden konuşmacılar kendi maksatlarını ifadede ondan destek aldıkları ve kelimelerin yanında onu kendi maksatlarına delil kıldıkları gibi muhatap ve dinleyiciler de sözün zahirini ve konuşmacının maksadını anlamada onu dikkate alırlar. Örneğin; “Zeyd fâkihtir” cümlesi, bir haber cümlesi olabileceği gibi soru cümlesi de olabilir. Birçok yerde konuşmacı, telaffuz şekli ve söyleyiş tarzı ile cümlesinin haber veya soru cümlesi olduğunu dinleyiciye hissettirir.

Birbirlerine neyi soruyorlar? O büyük haberden mi? Ki onlar ondan ayrılığa düşmektedirler. Hayır, yakında bilecekler. Hayır, hayır, yakında bilecekler!”523

ayetlerinin tefsirinde bazı müfessirler şöyle demişlerdir: “Tehdit tonu, soru soranların ahireti inkâr eden müşrikler olduğuna dair bir karinedir. Burada sual edenler müminler olmadığı gibi müşrikler ve kâfirlerin geneli de değildir.

Burada sözün lehninden maksadın yukarıda geçen ayetlerdeki ifade biçimi ve söylem tarzı olmadığı açıktır. Çünkü bu sözlerin Cebrail (a.s) veya Yüce Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla gerçekleşmiş telaffuz şekli ve söylem tarzı bize malum değildir. Dolayısıyla buradaki maksat sözcüklerin hususiyeti ve onların terkip niteliğidir. Yani “bilecekler” anlamına gelen “يَعْلَمُونَsözcüğünün başındaki “كَلَّاve “سَharflerinin tekrarlanmış olması, buradaki tonun tehdit lehni olduğunu göstermektedir.524

Buraya kadar yazılanlardan da anlaşıldığı üzere sözün lehni iki kısma ayrılır:

1) “Sözlü lehn” denilen telaffuz edilmiş sözün tonu.

2) “Yazılı lehn” denilen yazılmış sözdeki ton. Örfün teamülündeki konuşmalarda her iki kısım da sözün karinesi olabilmektedir.

Şunu da hatırlatmakta fayda var ki; “yazılı lehn”, siyaka oldukça yakın bir karinedir. Hatta o, kelimelerin siyakından onlar hakkında ton ismiyle kullanılmış olan bir bölümüdür denilebilir. Her halükarda bunun örfün geleneğinde karine olduğu hususunda en ufak bir şüphe yoktur.

Kurân ayetlerinde ise onun zahiri ifadelerinin akil insanlar arasında yerleşik olan konuşma kurallarına mutabık olması hasebiyle ayetleri anlamada lehnin karine oluşu, izaha gerek bıraktırmayacak ölçüde açıktır. Bu yüzden ayetlerin tefsirinde gerek “yazılı” gerekse “sözlü” ton muhakkak dikkate alınmalıdır. Ayetlerdeki “yazılı ton” kelimelerin özelliğinden, onların terkip ve siyakından elde edilmektedir. Onlardaki sözlü ton ise sağlam tarihi bilgilerde, masumlardan gelmiş muteber rivayetlerde ve diğer kesin belgeler arasında aramak gerekir. Zaten müfessirler de az-çok ayetlerin hitap tonuna istinat etmişlerdir. Bunlardan birisini az önce zikretmiş ve bir diğer örneğini de dipnotta değineceğiz.525



Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin