Eserin özgün adı: روش تفسیر قران Reveş-i Tefsir-i Kur’an Yayın Yönetmeni



Yüklə 3,24 Mb.
səhifə11/41
tarix30.11.2017
ölçüsü3,24 Mb.
#33403
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   41

1- “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Fil ashabına Rabbin ne yaptı, neler etti, görmedin mi? Düzenlerini boşa çıkarmadı mı? Ve onlara, çeşitli yerlerden bölük bölük, birbiri ardınca kuşlar göndermedi mi? Onları, balçıktan taşlarla taşladılar. Onlar da içi boş ekin saplarına, kırılıp ezilmiş samanlara döndüler.”458

Daha önce de işaret edildiği gibi Ebrehe’nin hikâyesi ve onun Kâbe’yi yıkmak için bir orduyu harekete geçirmesi bu surenin iniş sebebi değil, şa’n-ı nüzulüdür. Bu surenin manasının aşikâr olmasında Ebrehe’nin öyküsünden haberdar olmanın tesiri izaha gerek bıraktırmayacak ölçüde açıktır.



2- “Bilirsiniz elbet, içinizde cumartesi gününe hürmet etmeyip emirden çıkanlara aşağılık maymun olun demiştik. O zaman bunu görenlerle sonradan gelenlere ibret, sakınanlara da bir öğüt olmak üzere onları maymun şekline sokmuştuk.”459

Bu iki ayet, deniz kenarında yaşayan ve imtihan için cumartesi günü avlanmaları yasaklanan İsrailoğullarından bir grubun durumuna işaret etmektedir. Onlar hile yoluyla cumartesi günü de balıkları avlıyorlardı. Bu isyanlarından dolayı insansı aşağılık maymunlara dönüştürüldüler. Bu tarihi macera göz ardı edildiğinde ayetlerin mefhum ve maksadının belirsiz ve meçhul kalacağı açıktır.



3- “Gene bir zaman Musa, kavmine demişti ki: Şüphe yok ki Allah, size bir inek boğazlamanızı emrediyor. Kavmi, bizimle alay mı ediyorsun demişti…”460

Bu ayet ve sonrasında gelen yedi ayet, Hz. Musa (a.s) zamanında İsrailoğulları arasında vuku bulmuş bir olay hakkındadır. Bu olayda bir kişi gizli şekilde öldürülmüş ve katili de bulunamamıştır. Allah’ın emri ile özel bir ineği boğazlayıp, onun bir bölümünü maktule sürüyorlar. Bunun üzerine maktul dirilip kendisini öldüreni açıklıyor. Bu tarihi macerayı bilmenin etkisi, söz konusu ayetleri anlamakta başka bir izaha gerek bırakmayacak ölçüde etkilidir.



4- “An o zamanı da, hani İbrahim, Rabbim demişti, ölüyü nasıl diriltirsin? Allah, inanmıyor musun? Demişti de İbrahim, evet, inanıyorum ama kalbim tam yatışsın, iyice anlayayım demişti. Allah da demişti ki: Öyleyse kuşlardan dördünü tut da onları kendine çevir, sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt, sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”461

Bu ayet Hz. İbrahim’in (a.s) isteği üzerine ölülerin diriltilmesi konusundadır. Gerçi siyaktan yani cümle akışından ayetin maksadını bir ölçüde anlamak mümkündür. Ama eğer birisi Hz. İbrahim’in (a.s) dört kuş hakkında yaptıklarını ayrıca bilmezse ve ayetin mefhumunu anlamada onu dikkate almazsa özellikle “onları kendine çevir, sonra (kesip) her dağın başına onlardan birer parça dağıt” cümlesi ve maksadı ona iyice aşikâr olmayacaktır. Dolayısıyla sadece şa’n-ı nüzulün yani ayet hakkında nazil olan kıssanın bilinip, dikkate alınması durumunda ayetin maksat ve mefhumu aşikâr olacaktır.462 Nitekim bir rivayette İmam Cafer-i Sadık (a.s) Hz. İbrahim’in (a.s) kuşlar hakkında yaptığı işi açıklayarak bu ayeti beyan etmiştir.463



Sonuç

Zikredilen örneklerden bazı ayetlerin mefhum ve maksatlarının aşikâr olmasının Kur’an-ı Kerim’in inişinden yıllar önce vuku bulmuş bu tarihi olayların özelliklerini bilmeye bağlı olduğu oldukça rahat bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu açıdan sözü geçen olaylar ve onların özellikleri, ayetlerin karineleri olduğundan Kuran-ı Kerim tefsirinde bunları dikkate almak gerekir. Şu noktaya da dikkat etmek gerekir; zikri geçen olayların neredeyse tamamına yakını ve onların özellikleri Kuran’ın indiği zamanda yaşayan insanlar için zaman yakınlığı veya tarihi açıdan çok sık nakledilmesi hasebiyle malum ve aşikâr olmuştur. Bu bilinç göz önünde bulundurulduğunda o olaylardan söz eden ayetlerde kullanılmış kelimeler yüce Allah’ın maksadını anlatmada yeterli olmuştur. Bu yüzden Allah Teâlâ o olaylar hakkındaki konuları ayetlerde bulunan kelimelerle, inanların söz konusu olaylar ve onlara ait özellikleri bilmeleri karinesi ile ifade etmiştir. Sonuç itibariyle vahyin indiği dönemlerde yaşayan insanların sözü geçen olaylar hakkındaki bilgileri ayetlerin yüce Allah’ın maksadına delaletinde muttasıl ve yapışık karine görevini ifa etmiştir.



c) Vahyin Nüzul Dönemindeki Kültür

Nüzul zamanı kültürüyle anlatılmak istenen, Kuran ayetlerinin indiği zamanda insanlar arasında yaygın ve onların yaşadığı topraklara hâkim olan davranışlar, gelenekler, inançlar, bilimler; siyasal, sosyal ve kültürel durumlardır. Nüzul zamanının kültürü ayetlerin iniş atmosferini teşkil eden unsurlardan birisidir ve ayetlerin içeriği, sınırları ve çeşitli yönlerini anlamada bunun rolü inkâr edilemez hatta muttasıl karinelerden birisi sayılır. Nüzul zamanı kültürünün karine oluşu ve tefsirlerde bunun dikkate alınması mantıklı insanların yöntemine mutabıktır. Şa’n-ı nüzul ve sebeb-i nüzulde yapılan açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda bu konuyu ayrıca açıklamaya da gerek yoktur. Bu yüzden nüzul zamanı kültürünü bilmenin ayetlerin tefsirindeki tesiri hakkında birkaç örnek sunmakla yetiniyoruz:



1- “Haram ayı geciktirme ancak kâfirliği arttırmaktadır ki kâfir olanlar, bu suretle doğru yoldan çıkarılmadadır. Onlar Allah’ın haram ettiği ayların sayısını denk getirsinler ve Allah’ın haram ettiğini helal etsinler diye haram ayı bir yıl helal sayarlar, bir yıl haram sayarlar.”464

Nakledildiğine göre cahiliye dönemi Arapları, Kuran-ı Kerim’in indiği ve öncesindeki zamanda Hz. İbrahim’in (a.s) dinine uyarak haram ayların saygınlığını gözetirler, kendilerini onlara hürmet etme zorunda görürlerdi. Bazen peşi sıra üç ay (Zilkade, Zilhicce ve Muharrem) savaşmamak onlara zor geliyordu. Bu sebeple haram ayları erteliyorlardı. Yani Sefer ayını Muharrem ayının yerine haram kılıp, kan akıtmaya başlıyorlardı. Bununla da Muharrem ayının saygınlığını korumuş olduklarını düşünüyorlardı. Bu ayet onların bu yanlış tasavvurunun ne denli hatalı olduğunu beyan etmek için nazil olmuştur.465 Gerçi siyak dikkate alındığında ayetin maksadına belli bir ölçüde yaklaşılmaktadır. Fakat Araplar arasında yaygın olan bu davranış ve ayetin bunun hata olduğunu beyan etmek için indiği dikkate alınmazsa ayet iyice açıklık kazanmaz. Dolayısıyla ayetin manasının aşikâr olması nüzul zamanı kültürünü bilmeye bağlıdır.466



2- “Hani bir emniyet vermek için sizi hafif bir uykuya daldırmıştı ve sizi arıtmak, sizden Şeytan’ın pisliğini gidermek, yüreklerinizi sağlamlaştırmak ve ayaklarınızı pekiştirip, metanetinizi arttırmak için de gökten bir yağmur yağdırmıştı.”467

Bu ayette kelime ve cümlelerin anlamı aşikâr olmakla birlikte ayetin iniş zamanına hâkim düşünce ortamı da bilinmezse ayetin maksadı iyice anlaşılmış olmaz. Hal böyle olunca da burada birkaç soru ortaya çıkacaktır; Bu hafif uyku onları nerede buluvermişti? Onlar için ilahi lütuflardan biri sayılan ve kendilerine güven veren bu hafif uyku onları nerede tutuverdi? Şeytan’ın pisliğinden maksat nedir ve ancak yağmur suyuyla giderilmiştir? Yağmur suyu ile ayakların sebat bulması ne anlama gelmektedir?

İşte bu ancak ayetin Bedir savaşında indiği ve o günkü şartların bilinmesi durumunda bu sorular cevabını bulmakta ve ayet artık çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Bu savaşta müşrikler Müslümanlardan önce davranıp, Bedir kuyusuna vardılar. Müslümanlarsa susuz ve kaygan bir zeminde konuşlandılar. Orada temizlenmek ve susuzluğu gidermek için şiddetle suya ihtiyaç duymaktaydılar. Şeytan da onlara şöyle vesvese vermekteydi: Düşmanınız suyu ele geçirmiş ve sizler cünüp halde namaz kılıyorsunuz, ayaklarınız kuma saplanmış durumda!468 Bu koşullar dikkate alındığında ayet çok güzel şekilde açıklık kazanmaktadır. Böylece hafif uykunun ve yağmur suyunun nimet olmasının ne anlama geldiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Müslümanların yağmur suyu ile temizlenmeleri ve Şeytan’ın pisliğinden arınmaları, ayaklarının da yağmur vesilesiyle pekişmiş olan zemine sağlam basıp, sebat bulması çok net bir şekilde anlaşılmaktadır. Zira yağmur suyu vasıtası ile kaygan olan kumlar sertleşmişti. Dolayısıyla buradaki sebatı mecazi anlama gelen istikamet ve direnme gücü şeklinde mana etmek için bir gerekçe de olmaz. En azından gerçek olan bu mana mecazi anlama tercih edilir.

3- “Sana yeni ayları (hilalleri) sorarlar. De ki: Onlar, insanlara vakitlerini bildirir, hac zamanı da onlarla bilinir. Sonra iyilik, evlere arkalarından girmek değildir. Ancak iyilik takvalı olanın yöntemidir. Evlere kapılarından girin.”469

Burada kelime ve cümlelerin mefhumu bir hayli açıktır. Fakat ayetin nüzul zamanında cahiliye Arabı arasında Hac konusunda yaygın olan adap ve gelenekler bilinmeden önce “İyilik evlere arkalarından girmek değildir” cümlesi oldukça yüzeysel ve basit bir konu olarak anlaşılıp, bunun bir din metninde zikredilmesine ihtiyaç olmadığı düşünülebilir. Ayrıca şu soruyu da akla getirir: Evlere arkalarından değil de kapılarından girmenin ne gibi bir önemi var ki bu, ayette iyilik sayılmış ve takva ile aynı kefeye konulmuştur?! Ayetin nüzul zamanı ve öncesinde cahiliye Araplarından bir kısmının ihram halinde eve normal kapıdan girmemeyi ve evin damından açtıkları bir delikten içeri girmeyi iyilik saydığı gerçeği dikkate alındığında bu konunun ayette gündeme getirilmesi aşikâr olmaktadır.470 Böylece ayetin maksadında soru işareti ve belirsizlik kalmaktadır. Dolayısıyla ayetin bu cümlesi ile başlangıcı arasındaki irtibat Araplar arsında bu gelenek dikkate alındığında açıklığa kavuşmaktadır. Elbette şunu ifade etmek gerekir ki bazıları bu ayeti sebeb-i nüzulün ayetlerdeki belirsizliği giderdiği ayetlerden biri olarak saymışladır.471



d) Nüzul Zamanı ve Mekânı

Bazı yerlerde ayetlerin iniş zamanı ve mekânından haberdar olmak, müfessire sahih tefsiri yanlışından ayırt etme ve ayetlerdeki gerçek maksadı anlamada yardımcı olmaktadır. Bu yüzden bunu da kelamın karinelerinden biri olarak saymak mümkündür. Öyleyse bunu ayetleri tefsir ederken dikkate almak gerekir. Örnek olarak:

Ey Resul! Rabbinden sana indirilmiş olanı tebliğ et. Eğer yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur...”472

Sana indirilmiş olan” ifadesindeki maksat konusunda çeşitli görüşler zikredilmiştir. Putlar hakkında kötü konuşmak, müşriklerin dinini kötülemek ve müşriklerle cihat etmek bu görüşlerden bazılarıdır.473 Fakat sahih ve muteber bir yoldan bu ayetin Hicri Onuncu yılda Allah Resulünün (s.a.a) Veda Haccı dönüşünde Gadir-i Hum adlı bölgede nazil olduğunu474 elde ettiğimizde sözü geçen görüşlerin yanlış olduğu açığa çıkmakta ve ayetin Hz. Ali’nin (a.s) velayetini ispat ettiği anlaşılmaktadır. Zira Mekke’nin fethi ve putların kırılmasının ardından Peygamberin (s.a.a) yaşamının son yılında müşriklerin dinini, putlarını kötüleme ve onlarla savaşmanın anlamı kalmamıştır ki ayet bu konuları duyurmayı emretmiş olsun.

Acaba görmezler mi ki biz yeryüzünü her taraftan eksiltiyoruz…”475

Ayetinde müfessirlerden bazıları “yeryüzünün eksiltilmesinden” maksadın Müslümanların müşriklere galip gelmesi, onların topraklarını fethetmeleri ve böylece müşriklerin ellerinde bulunan topraklarının azalması olduğunu düşünmektedirler.476 Fakat bazı Kurân âlimleri, ayetin iniş yeri karinesine dayanarak söz konusu görüşü eleştirmişler, şöyle demişlerdir: Bu tefsir, Enbiya suresinin Mekki oluşu ve bu ayetin de istisna edilmeyişi ile örtüşmemektedir.477

Buraya kadar anlatılanlar ayetlerin iniş atmosferinin akıl erbabının dayandığı metotlar açısından karine oluşu ile ilgiliydi. Fakat ayetlerin anlaşılmasında iniş fezasının tesiri hususunu ifade eden rivayetler de vardır. Burada bu gerçeğe temas eden iki rivayet getiriyoruz:

Esbağ b. Nebate’den nakledilen uzun bir hadiste Hz. Ali’den (a.s) şöyle rivayet edilmiştir:

Allah’a andolsun ki kimin hakkında, hangi günde ve hangi yerde indiğini bilmediğim hiçbir harf nazil olmamıştır.”478

Yine Süleyman b. Ameş babası aracılığı ile Hz. Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Kimin hakkında, nerede ve kime nazil olduğunu bilmediğim tek bir ayet inmemiştir.”479

Bu rivayetlerde Emir’ül Müminin (a.s) Kurân-ı Kerim ve onun manaları hakkında eksiksiz bir ilme sahip olduğunu açıklamakta ve bununla birlikte ayetlerin iniş zamanı ve mekânının, onların kimler hakkında indiğinin bilinmesinin Kurân ayetlerinin mana ve maksatlarını anlamada etkili olduğuna da atıfta bulunmaktadır.



İki Noktanın Hatırlatılması

a) Her ne kadar önceki sayfalarda ayetlerin iniş atmosferinin bir karine olduğu ispatlanmış olsa da şöyle bir gerçek daha vardır. Tefsir kitaplarında ayetlerin altında sebeb-i nüzul veya şa’n-ı nüzul başlığı altında zikredilmiş olan veyahut “Esbab-ı Nüzul” kitaplarında toplanmış olan sözlerin tümüne itimat edilemez. Dolayısıyla ayetlerin mefhumunu anlamada onların tümünden istifade edilmez. Çünkü onların birçoğu sağlam ve muteber senetten yoksun hatta bazılarının uydurulmuş olduğundan en ufak bir şüphe yoktur. Her ayet için özellikle zikredilmiş olan sebeb-i nüzul ve şa’n-ı nüzul şudur; metin, delalet ve muarızı olmaması yönünden dikkatle incelenmeli, ancak doğru oldukları ispatlandıktan sonra ayetlerin tefsirinde onlardan faydalanılmalıdır. Elbette bunların doğruluğunun ispatı, yalnızca rivayetlerin senedindeki ricalin sağlam kişiler olmasını ortaya çıkarmaz; tarihi tevatür ve kesin karinelerle birlikte oluşu; mesela ayetlerin mefhumu ile tenasübü gibi diğer yollara da başvurmak gerekir.

Esbab-ı nüzul ismiyle zikredilmiş olan konuların hepsinin güvenilir olmadığı ve gerçekliğinin araştırılması gerektiği hususu diğerlerinin de az çok dikkate alındığı açık bir meseledir.480 Fakat dikkat edilmesi gereken ancak göz ardı edilmiş olan asıl mesele şudur: Eğer bir ayet veya birkaç ayet için sebeb-i nüzul, şa’n-ı nüzul ya da iniş atmosferini oluşturan unsurlardan biri nakledilirse ancak bunların gerçek dışı olduğunun kesinleşmesi veya muteber bir delille aşikâr olması durumunda dikkate alınmamalıdır. Ama eğer bunların sahih olması ihtimali varsa ayetlerin mefhumunu onları göz ardı ederek anlayıp, Allah’a isnat etmek doğru olmaz. Çünkü sahih olma ihtimalini verdiğimiz ölçüde ayetlerin gerçek mefhumu olma ihtimali söz konusudur. Yani ayetler sözü geçmiş atmosferde inmiş olabilirler. Sonuçta da bu atmosferin göz ardı edilmesiyle anlaşılacak mananın ayetlerin gerçek manası ve yüce Allah’ın muradı olması kesin değildir. Dolayısıyla bu tür durumlarda, müfessir ayetlerin muhtemel iniş koşullarını dikkate alarak tefsir yapabileceği gibi onları dikkate almadan da yapabilir. Ancak bu tefsirlerden her birisini Yüce Allah’a isnat etmekten kaçınmalı ve iki mana arasındaki ortak anlamı ayetin kesin mefhumu olarak ifade etmelidir.481

Binaenaleyh tefsir ve Kuran ilimleri kitaplarında sebeb-i nüzul, şa’n-ı nüzul, nüzul zamanı, nüzul yeri ve kültürü başlıkları altında anlatılan konuları üç gruba ayırmak mümkündür:

1- Doğruluğu ve itibarı kesin veya muteber bir delille ispatlanmış olan hususlar

2- Yanlışlığı ve muteber olmayışı kesin olan hususlar

3- Doğruluğu ve yanlışlığına dair herhangi bir delil olmayan hususlar

Ayetlerin tefsiri yapılırken birinci gruptaki konular mutlaka dikkate alınmalı ve ikinci gruptakiler de göz ardı edilmelidir. Üçüncü grup konusundaki çözüm yolu ise daha önce zikredilmişti.

b) Bilinen kesin bir konu vardır ve o da şudur: Sebeb-i nüzul ve şa’n-ı nüzul, ayetlerin lafzındaki umumu tahsis etmediği gibi ıtlağı da takyit etmez. Çünkü ayetin inişine sebep teşkil eden veya ona şa’n-ı nüzul olan bir olayın özelliği ayetlerde kullanılmış olan sözcük ve ibarelerin umumiyeti ile çelişmediği için ondan vazgeçilemez. Ayetin şa’n-ı nüzul veya iniş sebebi genel bir hükmün bir mısdakı olması veya ondan bir hadise olması, bu hükmün iniş sebebinin ise genel olmasında nasıl bir sakınca olabilir? Başka bir ifadeyle ayetin umumiyeti külli bir büyük önerme, bir kübradır ve küçük önermenin yani suğralarından birinin vuku bulması onun inişine sebep teşkil etmiştir.

Sözü geçen nokta tefsirciler ve Kuran ilimleri uzmanlarının tümüne yakınının üzerinde ittifak ettiği bir konu olduğundan bunun üzerinde fazla durmaya gerek yoktur.482 Ama dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ve o da şudur: Bazı ayetlerde mevcut olan bir takım karineler açık ve net olarak umumi bir lafızdan hususi bir mananın ifade edildiğini ispatlamaktadır. Bir başka değişle ayette sözü edilen konu somut bir vakadır ve umumi lafız ayetin nazil olduğu zamandaki özel bir mısdaka işaret etme unvanı taşımaktadır. Bu tür yerlerde sebeb-i nüzulün tahsis edici olmaması kuralı işlemediğinden ona dayanarak ayeti özel manasının dışına taşıyıp genelleştirmek doğru olmaz. Bu tür yerlerde aslında umumi bir mefhum yoktur ve hal böyle olunca da bu kurala dayanarak sebeb-i nüzulün onu tahsis etmediğinden söz ederek tüm fertleri kuşatacak şekilde genelleştirelim. Örnek olarak aşağıdaki iki misale dikkat edelim:



1- “İnsanlar onlara: İnsanlar size karşı (ordu) topladı onlardan korkun” dediklerinde bu onların imanını arttırdı ve şöyle dediler: “Allah bize yeter! O ne güzel vekildir.”483

Ayetin zahirinden de çok net bir şekilde anlaşıldığı gibi ayette geçen insanlar tüm insanları kapsamamaktadır. Bu ayet için zikredilmiş olan iniş sebeplerine müracaat ettiğimizde anlaşılan şey “insanlar” ifadesinden Neim b. Mesud’un veya Ebu Süfyan’ın tavsiyesi üzere Medine’ye gelip, Müslümanlara Ebu Süfyan’ın bir ordu hazırladığını haber vererek onları korkutan Abdu Kays kabilesinden bir kafilenin olduğudur.484 Dolayısıyla ayetin mefhumunun somut bir vaka olması hasebiyle onu tahsis edici değil diye diğer alanlara yaymak doğru değildir.



2- “Şüphesiz sizin veliniz Allah’tır, Resulüdür ve iman edip namazı ikame edenler, rükû halinde zekât verenlerdir.”485

Müfessirler ve İlahiyatçılar var olan karinelere özellikle bu ayetin altında gelmiş muteber rivayetlere dayanarak şu sonuca varmışlardır: “İman edenler” cümlesi somut bir vaka olarak hariçte vuku bulmuş muayyen bir olaya işaret etmekte ve özel bir ferdi göstermektedir. Sözü edilen nokta dikkate alındığında ve bu ayettin Hz. Ali’nin (a.s) rükû halinde iken yüzüğünü bir fakire vermesinin ardından indiği486 göz önünde bulundurulduğunda “iman edip namazı ikame edenler ve rükû halinde zekât verenler” ifadesinin çoğul kipinde umumi anlam ifade etmekle birlikte ondan yalnızca Hz. Ali’nin (a.s) kastedildiği ispatlanmaktadır. Sonuç olarak da “sebeb-i nüzul” tahsis edici değildir kuralı burada geçerli olmaz ve ona dayanarak ayeti o Hazretten (a.s) başkalarını da kapsayacak şekilde mana etmek doğru olmaz.



Sözü Söyleyenin Özellikleri

Örfün güncel konuşmalarında muttasıl karine sayılan ve akıl erbabının konuşmalarında kendileri için kaynak saydıkları hususlardan birisi de sözü söyleyen kişinin özellikleridir. Yani konuşmacı, kendisinin hususiyet ve özelliklerini bilen muhataplara hitaben yaptığı konuşmada dinleyiciler, onun sahip olduğu özellikleri dikkate alarak onun ağzından dökülen kelime ve ibarelerden maksadını tespit ederler. Konuşmacı, maksadını ifade etmede kendi özelliklerini dikkate alarak kullandığı kelime ve ibarelerle yetinir. Örneğin; Eğer görme yeteneğini yitirmiş bir konuşmacı muhatabına “Sizi çok mutlu görüyorum” derse onun kör olma durumu dikkate alındığında burada kullandığı “görüyorum” ifadesiyle zahiri gözle görmediği, aksine başka yollarla muhatabının mutluluğunu algıladığı anlaşılır. Fakat konuşmacı görebilme yetisine sahipse “görüyorum” sözcüğünden zahiri gözle gördüğünü kastettiği anlaşılır. Yani bu karineye (konuşmacının özellikleri) dayanarak şairlerin, büyük şahsiyetlerin ve ariflerin ifadelerinde geçen “bade”, “mey” vb. sözcükler lügatteki gerçek anlamlarını kaybederek uygun değişmeceli anlamlar taşırlar.487 Kuran-ı Kerim kendi zahiri manasını ifade ederken insanların diliyle, örfte yaygın olan konuşma yöntemi ve akıl erbabı nezdinde kabul görmüş konuşma ilkeleriyle sohbet etmiştir. Kuran-ı Kerim’in tefsiri ve ayetlerin zahiri mefhumlarının maksadını anlamak da Yüce Allah’ın sıfatlarını dikkate alarak gerçekleşmelidir. Kelime ve cümleleri, onları her şeyden haberdar olan, her türlü hatalı konuşma ve aldatmadan münezzeh olan Yüce Allah’ın söylediği dikkate alınarak anlamak gerekir. Bu kaidelerin ayetlerin tefsiri ve zahirini anlamada birçok kullanım alanları vardır. Onlardan birisine örnek verilecek olursa Al-i İmran suresinin 97. ayet-i kerimesi buna uygundur. Ayette geçen “Her kim oraya girecek olursa güvende olur” cümlesini söyleyenin Allah Teâlâ olduğu göz ardı edildiğinde zahiren şu mana ortaya çıkar: Bu beyan, bir konudan haber veren bir cümledir ve o da şudur: Her kim Kâbe’ye girecek olursa her kötülükten güven ve âmânda olur. Görünüşte buna aykırı bir durumun gözlemlenmesi bu zahiri anlamdan vazgeçmek için kâfi değildir. Çünkü gerçeğe aykırı haber bolca bulunmaktadır. Ancak bu sözü söyleyenin Yüce Allah olduğu dikkate alındığında O’ndan gerçeğe aykırı bir sözün sadır olması düşünülemez. Bu yüzden söz konusu zahiri mana ortadan kalkmış veya en azından bu zahiri anlamın kastedilmediğine dair yakin hâsıl olmuştur. Veyahut da haber inşa makamındadır. Yani her kim oraya girerse dini konulara göre güvende olmalıdır.488 Veya özel bir takyit ile güvende olmak maksattır.489

Sözü söyleyenin özelliklerinin karine oluşu rivayetler tarafından da desteklenmiştir. Rivayete göre İmam Cafer-i Sadık (a.s) Ebu Hanife’ye şöyle buyurdu:

- Sen kimsin?

- Ebu Hanife.

- Irak halkının müftüsü sen misin?

- Evet.

- Onlara ne ile fetva veriyorsun?



- Allah’ın kitabıyla.

- Acaba sen Allah’ın kitabını; onun nasih ve mensuhunu, muhkem ve müteşabihini biliyor musun?

- Evet. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdu:

- Yüce Allah’ın Oralarda gidip gelmeyi kolay bir hale getirmiştik; demiştik ki: Geceleri, gündüzleri emniyet içinde gezin, dolaşın oralarda490 sözü hakkında bana söyle (o zaman) orası (dolaşılan yerler) neresidir? Ebu Hanife şöyle dedi:

- Mekke ve Medine arasıdır. İmam Cafer-i Sadık (a.s) yanında oturanlara dönüp şöyle buyurdu:

- Allah şahittir size yemin ediyorum; acaba Mekke ile Medine arasında yolculuk ettiğinizde canlarınıza kıyılıp, mallarınızın çalınmasından güvende olmadığınız bir gerçek değil midir? Dediler ki:

- Allah’a andolsun ki evet öyledir! Bunun üzerine İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

- Yazıklar olsun sana ey Ebu Hanife! Hiç şüphesiz Allah, gerçeğin dışında bir söz söylemez! Bana söyle o zaman Yüce Allah’ın Her kim oraya girecek olursa güvende olur491 sözünde bahsi geçen yer neresidir?

- Beytullah’ul Haram’dır. Hazret (a.s) etrafında oturanlara dönerek şöyle buyurdu:

- Allah şahittir size yemin ediyorum; acaba Abdullah b. Zübeyr ve Said b. Cübeyr oraya girdikleri halde öldürülmekten kurtulamadılar, öyle değil mi? Dediler ki:

- Evet, Allah’a yemin olsun ki öyle oldu. İmam Sadık (a.s) buyurdu:

- Yazıklar olsun sana ey Ebu Hanife! Allah, gerçek dışında bir şey söylemez! Bunun üzerine Ebu Hanife dedi ki:

- Ben Allah’ın kitabını bilmiyorum, ben sadece kıyas sahibiyim.492

Dikkat edilirse İmam Cafer-i Sadık (a.s) bu rivayete göre Ebu Hanife’nin yaptığı tefsiri batıl kılmak için Yüce Allah’ın gerçek dışı bir şey söylemeyeceği özelliğine istinat etmiştir.

Binaenaleyh Yüce Allah’ın sıfatlarının karine oluşu ve ayetlerin tefsirinde onlardan faydalanmak rivayetler tarafından da desteklenmiştir.493


Yüklə 3,24 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   41




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin