-333-
ne çarpdıkça papas suya batar. Boğazına kadar gelince, bir dahâ çarpar. Batar ve boğulur. Sonra, böyle düşünene dönerek, (O, sihr yaparak, su üstünde gidiyordu. Böylece, sizin îmânınızı bozmak istiyordu. Na’lınları çarpınca sihri bozularak batdı. Müslimânlar sihr yapmaz. Allahü teâlâdan kerâmet istemekden de hayâ ederler) buyurdu. Kerâmeti ile, papasın sihrini bozdu.
İstanbulda, Kağıthânede (Ev yap) sabun fabrikası olan Rıfat beyin pederi Abdülvehhâb efendi, 1963 de vefât etdi. Vefâtından birkaç sene evvel dedi ki: Erzurumda medrese tahsîlini bitirmişdim. Dahâ okumak istedim. Aradığım büyük âlimin Bitlisde Abdülcelîl efendi olduğunu söylediler. Bitlise gitdim. Kendisini aradım. Vana gitdi. Yine gelir, bekle dediler. Sabr edemedim. Vana gitdim. Sordum. Müks âlimi, seyyid Fehîm Vana geldi. Şa’bâniyye câmi’inde, onun yanındadır dediler. Oraya gitdim. Hem de (Büyük âlim Abdülcelîl efendi, kürsiye çıkmış. Herkes onu dinleyip istifâde etmekdedir) diye düşünüyordum. Câmi’e girdim. Herkes başını eğmiş, edeble oturuyordu. Karşıda nûr gibi, tatlı bakışlı bir zât vardı. Herkes buna karşı saygı ile dönmüşdü. (Abdülcelîl efendi, her hâlde karşıdaki heybetli, te’sîrli zâtdır) diyordum. Fekat, soracak kimseyokdu. Herkes, boynunu bükmüş önüne bakıyordu. Ânsızın, önüme bir genç geldi. (Ne arıyorsunuz?) dedi. (Abdülcelîl efendi hazretlerini arıyorum) dedim. (İşte budur) diyerek, en geri sırada boynunu bükmüş edeble oturan birini gösterdi. (İstersen sen de otur!) dedi. (Karşıda oturan kimdir) dedim. (Seyyid Fehîm hazretleridir) dedi. Nice zemân sonra, bu gencin, seyyid Abdülhakîm efendi olduğunu anladım. Biraz sonra ezân okundu. Sünnetler kılındı. Seyyid Fehîm imâm oldu. Safları düzeltdik. İmâmla birlikde tekbîr getirirken, bütün cemâ’at, elektrik çarpan kimse gibi titremeğe başladık. Şimdi altmış sene oluyor. İmâmın o tekbîr sesi hâtırıma geldikçe, titriyorum. Kalbimde, o gün olduğu gibi, bir hâl oluyor.
Seyyid Fehîmin kerâmetleri, derecesinin yüksekliği anlatılmakla bitmez. Kerâmetlerinin en büyüğü, Abdülhakîm efendi gibi bir ârif-i Kâmil ve veliyyi mükemmil yetişdirmesidir. Eserdeki kemâl, müessirin kemâlini gösterir.
Seyyid Fehîm Efendi, silsile-i aliyyenin otuzdördüncüsüdür. Tâhâ-i Hakkârînin sohbetinde kemâle geldi. Vefât edince, kardeşi seyyid Muhammed Sâlihi ziyâret ederdi. Muhammed Sâlih 1281 [m. 1865] de vefât etdi. Fazla bilgi almak için (Abdülhakîm Efendi) ve (Tâhâ-i Hakkârî) ismlerini okuyunuz! Babası molla Abdülhamîd efendidir. Dedesi Seyyid Abdürrahmân, seyyid Abdülhakîm Efendinin dedesinin dedesidir. Seyyid Fehîm Efendinin kar-
-334-
deşi Molla Safiyyüddînin torunu Abdülhamîd efendi [m. 1967] de vefât etdi.
Seyyîd Fehîm efendinin dokuz oğlu ile dört kızı vardı:
1- Reşîd efendinin, Muhammed Bâkır isminde bir oğlu ile Âişe hânım adında kızı vardı. Bu Âişe hânım seyyid Abdülhakîm efendinin ikinci zevcesi idi.
2- Muhammed Emîn efendi, kardeşlerinin en üstünü idi. Âlim, fâdıl ve edîb idi. Hicâz dönüşü Tûr-i Sînâda vefât etdi. Fâtıma isminde bir kızı vardır.
3- Muhammed Ma’sûm efendi. Ârif ve kâmil idi. Abdülhakîm Efendinin halîfesidir. Arvâsda vefât etdi. Sekiz oğlundan Abdülhakîm efendi, [m. 1957] de meb’ûs oldu. Meclise girmeden İstanbulda vefât etdi. Edirnekapı kabristânındadır. İkinci oğlu, Tâhâ efendi, Çatakda iken 1400 haccında Mekkede vefât etdi. Oğulları, Ercümend, Atâullah, Ubeydullah ve Ender efendilerdir. Üç de kızı vardır. Üçüncü oğlu, Muhammed Emîn Garbî efendi, İbrâhîm Arvâs beğin dâmâdıdır. Bunun iki mubârek oğlu Murâd ve Hamîd efendilerdir. Dördüncü oğlu Bâkır efendi h. 1399 da Konyada vefât etdi. Dört çocuğu vardır. Beşinci oğlu Selîm efendi, h. 1392 de Arvâsda vefât etdi. Bunun oğlu Zeynel’âbidîn efendi, İstanbulda muallim idi. Altıncı oğlu Salâhuddîn efendi, Mer’aşda [m. 1939] da vefât etdi. Oğlu Yahyâ ve kızları Sabâhat ve Müzeyyendir. Yedinci oğlu İbrâhîm efendidir. Sekizinci oğlu Bedreddîn efendinin oğulları Habîb, Muhib ve İrfan efendilerdir.
4- Muhammed Sıddîk efendi. Van müftîsi iken Ermeniler şehîd etdi. Van, Gürpınar, Aşağı-kaymazdadır. Oğlu Fehmî efendi ile torunu Ma’şûk efendi (Gürpınâr) kazâsında imâmdırlar.
5- Seyyid Hasen efendi, 1388 [m. 1968] de, Medînede vefât et-di. Üç oğlundan Necmüddîn efendi 1959 da, Muhammed Reşîd efendi 1945 de, Sıddîk efendi 1982 de vefât etdi. Birincinin üç, ikincinin Sa’îd efendi, üçüncünün dört oğlu vardır. Muhammed Reşîd efendi Hicret hanımın zevcidir.
6- Molla Hüseyn efendi, sâbık Van müftîsi olan fazîletli Kâsım efendinin ve Şemseddîn ve İhsân efendilerin babasıdır.
7- Mazhar efendidir. Oğlu Mazhar ve bunun oğlu Abdülehad ve bunun oğulları Muhammed Nûrî Behcet, Servet, Fâtih ve Necdet efendilerdir.
8- Muhammed Sâlih efendi. 1950 de Medînede vefât etdi. Oğlu Râcî efendidir.
-335-
9- Nizâmeddîn efendi. Bir zevcesinden olan iki çocuğu, Sadreddîn efendi ile Hicret hânımdır. Sadreddîn efendi, Diyâr-ı Bekrde h. 1393 de vefât etmiş, Vanda defn edilmişdir. Dört çocuğu vardır. İkinci zevcesinden dört çocuğu olmuşdur. Bunlardan Vehbî efendi emekli teknik zirâ’at me’mûrudur. Nesîbe hânım emekli mâliyyemüfettişlerinden Hayâti Çiftlik beğin zevcesidir. Âsiye hanımın zevci Abdürrahman Ekincidir. Sâriye hânım Vandadır. Hicret hânımın oğlu Sa’îd efendi ile dört dâmâdından birincisi, fazîletli Kâsım efendidir. İkincisi, seyyid Abdülhakîm Efendi hazretlerinin yeğeni Rukiye hânımın oğlu Aydın beğdir. Üçüncü dâmâdı eczâcı Fâtih Yılmaz beğ Fâtihde (Kumrulu eczâhânesi)nin sâhibidir.
Dördüncü dâmâdı Habîb efendidir. Seyyîd Fehîm efendinin iki dâmâdı Hüseyn ve Emîn pâşalardır. Üçüncü kızı Esmâ hanımın üç oğlu Şevki, Fârûk ve Nâbî efendilerdir.
Seyyid Fehîm Efendi “kuddise sirruh” insân-ı kâmil idi. Talebesinin en üstünü, veliy-yi kâmil seyyid Abdülhakîm Efendidir. 1300 yılı 17 Cemâzil âhır [m. 1883 Nisan]da yazdıkları mektûbda buyuruyor ki:
Sevdiğim, kıymetli seyyid İbrâhîm ve seyyid Tâhâ! Allahü teâlâ, ikinize de selâmet versin! Size çok düâ etdikden sonra, bildiğiniz gibi, kardeşiniz seyyid molla Abdülhakîm geçen sonbehârda buraya gelmişdi. Ders okumağa başlamışdı. Bu fakîr de, onun dersini gâyet dikkat ile, tahkîk ederek anlatdım. O da, gerek dersde, gerek kendi çalışmalarında, öylece dikkat ve tahkîk eyledi. İlmden başka birşeye bakmasına vakt bırakmadım. Şimdi, zemânımızdaki üsûle göre kitâbları bitirdi. Bu fakîr, âlet ilmlerini ve fıkh ve hadîs bilgilerini okutmak için, üstâdlarımdan nasıl me’zûn oldu isem, onu da ben, öylece me’zûn eyledim. Sizler, artık ona kardeş gözü ile bakmayınız. İlmin şerefini gözetmek için, ona karşı çok tevâzu’ gösteriniz! Bunları, sizin iyiliğiniz ve yükselmeniz için yazıyorum. Bundan başka, ilme karşı tevâzu’ göstermek, Allahü teâlâya tevâzu’ etmek demekdir. Bu kısa yazımdan, çok şeyler anlayınız! Esseyyid Fehîm “rahime-hullahü teâlâ”.
İkinci mektûbda buyuruyor ki: Sevgili oğlum, gözümün nûru seyyid molla Abdülhakîm! Size, sonsuz düâlarımı bildirdikden sonra arz edeyim ki, uzun zemândan beri sizden haber almadığım için, gönlüm çok üzülüyor. Allahü teâlâ her gizli şeyleri bilir. O şâhiddir ki, kalbim hemen her zemân seninledir diyebilirim. Beni bu üzüntüden kurtarmak için, görünür görünmez hâllerinizi sık sık bildirmelisiniz! Böylece sevgi bağları oynatılmış olur. Eğer o, gö-
-336-
zümün nûru, buradaki fakîrlerden soracak olursa, Allahü teâlâya hamd ve şükrler olsun! Bedenimizin ve etrâfımızın râhatı ve selâmeti günden güne artmakdadır. Hak teâlâ, biz fakîrlerin ve bütün kardeşlerimizin kalblerine selâmet ihsân buyursun! Âmîn. Abdülhamîde ve Hasene ve seyyid İbrâhîme bu fakîrin düâlarını bildiriniz! Tâhâ efendiye ve Mazher efendiye düâ ederim. Her kime uygun görürseniz, bu fakîrin düâlarını bildirmek için, vekîlimsiniz. Bundan başka, Nehride olanların, doğru iğri hepsinin hâllerini ya-zınız. Ayrıca, Nastûrîlerin taşkınlık yapdıklarını, dörtyüz müslimân öldürdüklerini işitdik. Bunların neler yapdıklarını ve ne için yapdıklarını da bildirmenizi istiyorum. Vesselâm, 3 Ocak 1301. Düâcınız, günâhkâr Seyyid Fehîm.
Seyyid Abdülhakîm efendinin birâderi seyyid Tâhâ efendiye yazdığı bir mektûb şudur:
Mubârek bostanın tâze fidânı Tâhâ efendi! Güzel yazılmış olan mektûbunuz geldi. O sevgili oğlumun ve yakınlarının selâmetde olduğunu bildirdikden sonra, hakîkî matlûbun şevkını, arzûsunu da duyurmakda olduğundan çok hoşumuza gitdi. Mısra’:
Bu âb-ı hayâtı bırakmak, bana yakışmaz.
Allahü teâlâ bu susuzluğunu her ân artdırsın! (Râbıtada, Rehberin sûretinin, tâm kendisi olması lâzım mıdır?) diyorsunuz.
Sevgili yavrum, tâm kendisi olması lâzım değildir. Râbıtadan maksad, sûrete teveccühdür. Sûreti düşünmekdir. Ondan yardım beklemekdir. Belli olan sûreti teşhîs etmek, tanımak lâzım değildir. Hakîkatde, rûhun belli bir sûreti yokdur. Hayâl edilen, düşünülen bir sûretde, şeklde görünebilir. Rûh, te’alluk etmiş, bağlanmış olduğu cesede, bedene alışmış olduğu için, çok kerre, o cesed şeklinde ve muhtelif hâllerde görünür. Hangi sûretde ve hangi hâlde görünürse görünsün, eğer güzel, tatlı, sevinçli görünür ve muhabbeti ve huzûru artdırırsa, rahmânî olduğu anlaşılır. Elinden gel-diği kadar o sûrete arzûnu ve sevgini artdırmağa çalış! Onda, kendini yok et! Sûret, eğer çirkin ise, korkunç ve korkutucu ise, bu şeytânî bir görünüşdür. Ona bakma! Def’ olsun, gitsin. Zikr ederken, hâtıra gelen başka şeylerden kurtulmak için ne yapmalı diyorsunuz. Azîzim, öyle düşünceler, iki şey ile, bi-iznillahi teâlâ yok olur, giderler. Râbıtada görünen sûrete tâm teveccüh etmekle yâhud zikre çok ikbâl etmekle, hevesle yapmakla ve bütün kuvvetlerini ve duygularını yürek tarafında toplamakla gider. 18 Ekim 1308. 158, 288, 289, 290, 393, 394, 395, 411.
-337-
103 - FENÂRÎ: Molla Şemseddîn Muhammed bin Hamza, Osmânlı devletinin en büyük âlimlerindendir. İlk şeyhülislâmdır. 751 de tevellüd, 834 [m. 1431] de vefât etdi. Bursada, Maksemdedir. Mısrda Kemâleddînden okudu. Matematik ve astronomi de öğrendi. Yıldırım Bâyezîd ve çelebi sultân Muhammed zemânlarında Bursada binlerle âlim yetişdirdi. 822 de hacdan dönerken Mısr sultânı melik Müeyyid, Mısrda kalarak ders vermesini ricâ et-di. Bir müddet kaldı. Sonra, çelebi sultân Muhammed da’vet edince, Bursaya geldi. Sultân ikinci Murâd hân kendisini ilk olarak şeyhülislâm yapdı. Bu vazîfeyi adâlet ve hak üzere altı sene yapdı. Vefâtında, çok para ve onbinden çok kitâb bırakdı. Tefsîr, fıkh ve mantık üzerinde çeşidli eserleri ve fetvâları vardır. 90, 345, 359.
104 - FERÎDEDDÎN-İ ATTÂR: Muhammed bin İbrâhîmdir. Âlim ve tesavvufda kâmil idi. 513 de Nişâpûrda tevellüd, 627 [m. 1230] de Cengiz askeri tarafından şehîd edildi. Nişâpûrdadır. Babası attâr idi. Ya’nî parfüm satardı. Tesavvuf büyüklerine gider, sohbetlerinden istifâde ederdi. Zühd, takvâ ve ibâdetle uğraşırdı. Şi’rleri çok tatlı, nasîhatleri çok te’sîrlidir. Yüzbin beyti vardır. Celâleddîn-i rûmî, kendisini medh etmekdedir. Kitâbları çokdur. Bunlardan fârisî (Tezkiret-ül-evliyâ) meşhûrdur “rahime-hullahü teâlâ”. 83, 134, 399.
105 - FIDDA: Fâtımat-üz-Zehrânın “radıyallahü anhâ” câriyesi idi. Kendisine candan hizmet ederdi. 29.
106 - FÎRÛZ ŞÂH: Delhîde hükûmet süren sultânlardandır. Sultân Gıyâseddînin kardeşi Recebin oğludur. 752 de tahta çıkdı. Memleketi adâlet ve dirâyetle idâre etdi. Birçok şehrler, kal’a ve su kanalları yapdı. 790 [m. 1388] da seksen yaşında vefât etdi. Kitâb da yazmışdır. 144.
107 - FUDAYL BİN İYÂD: Evliyânın büyüklerindendir. Zühd ve takvâsı ve va’zları ve irşâdı meşhûrdur. 187 [m. 803] de Mekkede vefât etdi. Hârûn Reşîdle çok sohbet etmişdi. Bişr-i Hâfînin ve Sırrî-yi Sekatînin Rehberidir. Semerkandda tevellüd etdi. Bâverdde büyüdü. Kûfede yerleşdi. 31.
108 - GAZÂLÎ: İmâm-ı Muhammed bin Muhammed Gazâlî, Huccetül-islâm adı ile meşhûrdur. İslâm âlimlerinin büyüklerindendir. Müctehid idi. İctihâdı, Şâfi’î mezhebine yakın olduğundan, Şâfi’î mezhebinde sanılır. 450 [m. 1058] de Tûs [ya’nî Meşhed] şehrinin Gazâl kasabasında tevellüd, 505 [m. 1111] de yine orada vefât etdi. Vezîr Nizâmülmülk huzûrundaki, âlimler meclisindeki
-338-
konuşmalarında, hepsini hayretde bırakmışdı. 484 de Bağdâdda Nizâmiye üniversitesine profesör oldu. Hacdan sonra Şâmda profesör yapıldı. Mısrda da ders okutdu. Mükemmel rumca öğrendi. Yunan felesoflarının kitâblarına cevâblar yazdı. (El-münkızü aniddalâl) kitâbında, kendi hâl tercemesini ve fikrlerini uzun yazmakdadır. O kadar çok kitâb yazdı ki, sahîfelerini ömrüne bölmüşler. Gününe onsekiz sahîfe düşmüşdür. Arabî beş cild (İhyâ-ül-ulûm) kitâbı ve bunun muhtasarı fârisî (Kimyâ-yı Se’âdet) kitâbı yeniden basılmışdır. (Tam İlmihâl-Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında, kendisi dahâ geniş bildirilmişdir. 53, 66, 73, 75, 77, 106, 212, 214, 326, 388, 401.
109 - GELENBEVÎ: Adı İsmâ’îl bin Mustafâdır. Osmânlı âlimlerindendir. Yenişehr kâdîsi idi. 1205 [m. 1791] de vefât etdi. Geometri ve trigonometri üzerinde kıymetli kitâbları vardır. Çeşidli kitâblar yazdı. Fâtihde, bir mektebe (Gelenbevî) adı verilmişdir “rahime-hullahü teâlâ”. 90.
110 - HACCAC BİN YÛSÜF: Tâifde Benî Sakîf kabîlesinden olup 41 yılında doğdu. Halîfe Abdülmelik, bunu kumandan yapdı. İlk vazîfesi, Mekke-i mükerremede Abdüllah bin Zübeyr ile harb etmek oldu. Bunu şehîd etdi. 75 de Hicâz ve Irak vâlîsi oldu. Hindistâna kadar hâkim oldu. Çok müslimânı şehîd etdi. Hâricîlerle cihâd ederek, bunları kahr etdi. Böylece, Ehl-i sünnete büyük hizmeti oldu. 86 da Velîd halîfe olunca, hükmü bir kat dahâ artdı. 95 [m. 714] de vâlî iken öldü. Çok zekî ve siyâseti kuvvetli idi. Keremi, ihsânı da, zulmü gibi, pek fazla idi. Afvı da çok olurdu. Hindistân taraflarında birçok yerler feth etdi. Kur’ân-ı kerîme hareke koyup doğru okunmasını sağlıyan budur. 27, 304, 305, 402.
111 - HADÎCET-ÜL-KÜBRÂ: Kureyşin asîlzâde, kibâr âilesindendir. Resûlullahın ilk zevcesidir. Babası Hüveylid, anası Fâtımadır. Kırk yaşında ve dul iken Resûlullahla evlendi. Resûlullah o zemân yirmibeş yaşında idi. Bundan dört kızı ve iki oğlu oldu. Dul iken, ticâret yapardı. Çok zengindi. Me’mûrları, kâtibleri ve köleleri vardı. Cebrâîl “aleyhisselâm” Resûlullaha ilk göründüğü zemân korkmuşdu. Bu hâli Hadîceye söyledi. İlk önce, Hadîce îmân etdi. Kâfirler heykele tapar, Resûlullaha inanmaz, alay ederlerdi. Çok eziyyet ederlerdi. Hadîce, Resûlullaha tesellî ve gayret verirdi. Bütün malını, mülkünü onun uğruna fedâ etdi. Resûlullaha yirmibeş sene sadâkatle hizmet etdi. Bir kerre incitmedi. Hicretden üç sene önce, Ebû Tâlibin ölümünden üç gün sonra, altmışbeş yaşında, Mekke-i mükerremede vefât etdi. Resûlullah, vefâtına kadar, her zemân kendisini medh buyururdu. Hattâ, birgün, evde
-339-
medh ederken, Âişe vâldemiz dayanamayıp (Cenâb-ı Hak size ondan dahâ iyisini verdi) dedi. (Hayır! Ondan iyisi verilmedi. Herkes bana yalancı dediği günlerde, o bana inandı. Herkes bana eziyyet verirken, o bana yâr oldu. Üzüntülerimi giderdi) buyurdu. Hazret-i Hadîce ile kerîmesi Fâtıma-tüz-zehrâ, dünyâdaki bütün kadınların en üstünü oldukları hadîs-i şerîfde bildirilen dört kadından ikisidir. Üçüncüsü, Fir’avnın zevcesi hazret-i Âsiye, dördüncüsü, hazret-i Meryemdir “radıyallahü teâlâ anhünne”. 14, 69, 70, 134, 171, 188, 242, 289, 310, 323, 331, 376, 383, 408.
112 - HAFSA: Resûlullahın zevcesi ve hazret-i Ömerin kızıdır. Birinci zevci, Bedr gazâsında bulunan Huneys idi. Huneys ile birlikde Medîneye hicret etmişdi. Genç yaşında dul kaldı. Babası, hazret-i Ebû Bekre ve sonra Osmâna teklîf etdi. O sırada, Resûlullahın kızı yeni vefât etmişdi. Her ikisi özr dilemişdi. Hazret-i Ömer üzüldü. Resûlullah, bunu anlıyarak, (Yâ Ömer! Kızını, Osmândan dahâ iyisi alacak ve Osmân, Hafsadan iyisini zevce edinecekdir) buyurdu. Hicretin üçünden sonra Hafsa vâldemizi nikâh etmekleşereflendirdi. Kerîmesi Ümm-i Gülsümü de hazret-i Osmâna verdi. Bir müddet sonra, Hafsayı boşadı. Sonra, Cebrâîl aleyhisselâmın işâreti ile tekrâr nikâh buyurdu. Çok oruc tutar, çok nemâz kılardı. Altmış hadîs-i şerîf bildirmişdir. Hicretin 41. ci yılı vefât eyledi “radıyallahü teâlâ anhâ”. 12, 69, 196, 242.
113 - HÂLİD BİN VELÎD: İslâmın büyük düşmânlarından Velîd bin Mugayrenin oğludur. Ebû Cehl ile kardeş çocuklarıdır. Sahâbe-i kirâmın büyüklerinden, islâm gâzîlerinin kahramanlarından idi. Annesi Lubâbe, Resûlullahın baldızı idi. Uhud gazâsında, düşmân birliklerinden birinin kumandanı idi. Kırka yakın Sahâbenin şehîd olmasına sebeb olmuşdu. Hudeybiyede de düşmân tarafında idi. Altıncı yıl sonlarında Amr ibni Âs ile birlikde Medîneye gelip müslimân oldu. Mekke fethinde, islâm ordusunda birlik kumandanı idi. Mûte gazâsında Ca’fer Tayyâr şehîd olunca, kumandayı ele alıp, üçbin kişi ile, Herakliüsün yüzbin kişilik ordusuna gâlib geldi. Resûlullahdan (Seyfullah) adını alarak şereflendi. Hazret-i Ebû Bekr ve Ömer zemânlarında da çeşidli zaferler kazandı. 21 yılında Humsda vefât etdi. Fekat Yâkût-i Hamevîye göre, Medînede medfûndur. 56, 64, 113, 114, 116, 117, 177, 180, 201, 250, 251, 259, 302, 312, 323, 341, 354, 362.
114 - HÂLİD BİN ZEYD: Ebû Eyyûb ensârî, Eshâb-ı kirâmdandır. Eyyûb sultân denilmekle meşhûrdur. Resûlullah, Medîneye hicret edince, deve bunun kapısında çökdü. Mescid yapılıncaya kadar, yedi ay bu evde müsâfir kaldı. Medîne ehâlîsi haz-
-340-
ret-i Hâlidin evine gelip Resûl-i ekremi ziyâret etdi. Bu arada, yehûdî âlimlerinden (Abdüllah bin Selâm) da gelip, dikkatle Resûlullaha bakdı. (Bu yüz, yalancı yüzü değildir) diyerek, hemen müslimân oldu. Hazret-i Hâlid, Bedr, Uhud, Hendek ve başka gazâlarda bulundu. Yüzelli hadîs-i şerîf haber vermişdir. İhtiyâr olduğu hâlde hazret-i Mu’âviye zemânında, Süfyân bin Avf-ı Ezdî kumandasındaki ordu ile İstanbulu almağa geldi. Yezîd de bu orduda idi. 50 senesinde sur dışında otuzbin mücâhid ile, şehîd oldular. Hâcı Bayrâm-ı Velînin yetişdirdiği Evliyâdan Ak Şemseddîn tarafından kabri keşf edilip, Fâtih Sultân Muhammed hân, türbe yapdırdı. Osmânlı pâdişâhları, bu türbeye saygı gösterirdi. Hükümdarlar bu türbe önünde kılınç kuşanırlardı “radıyallahü teâlâ anh”. İstanbul şehri, Yezîd ve Süleymân bin Abdülmelik zemânlarında da muhâsara edilmişdir. 13, 19, 63, 113, 121, 288, 311, 361.
115 - HÂLİD-İ BA⁄DÂDÎ: Ziyâeddîn Mevlânâ Hâlid-i Osmânînin babası Ahmed bin Hüseyn, Bağdâdın Zûr kazâsındandır. Osmân bin Affân “radıyallahü anh” soyundandır. Mevlânâ Hâlid, fıkh, hadîs, tefsîr, tesavvuf, kelâm, sarf, nahv, bedî, meânî, beyân, belâgat, vad’, bahs, âdâb, arûz, lügat, mantık, fizik, matematik, geometri, astronomi ve benzeri ilmlerde zemânının bir dânesi idi. Firuzâbâdînin koca kâmus lügatini ezberlemişdi. Zemânındaki Bağdâd âlimlerinin ve tesavvufcularının, belki, asrındaki bütün âlimlerin üstünde idi. Kur’ân-ı kerîmin esrârına vâkıf idi. Bütün ömrü zühd ve vera’ ile geçmişdi. Gören, işiten her âlim, yüksekliğini, üstünlüğünü söylerdi. Her ilmden, her kitâbdan sorulan her süâle, düşünmeden, hemen doğru, aslına uygun cevâb verirdi. Herkesi hayretde bırakırdı. Adı her tarafa yayıldı. Süleymâniyye mütesarrıfı Abdürrahmân pâşa, bir medresede ders vermesini, her ihtiyâcını bol vereceğini çok diledi ise de, kabûl etmedi. Bu işi beceremem dedi. 1203 yılında üstâdı seyyid Abdülkerîm Berzencî tâ’undan vefât edince, onun talebesi boş kalmasın diye, bunlara ders verdi. Her tarafdan âlimler dersine üşüşdü. Her müşkili çözer, her derde devâ olurdu. Kendisi hiç kimseye ehemmiyyet vermeyip, gece gündüz ibâdet ederdi. Cezbe hâlinde olup, hep ağlardı. Çok düşünceli idi. 1220 de hacca gitdi. Yolda Şâm âlimlerinden çok saygı gördü. Verdiği cevâblarla, âlimleri şaşkına çevirdi. Alçak gönüllü olduğundan, orada allâme Muhammed Küzberîden hadîs rivâyeti icâzeti aldı. Mustafâ Kürdîden hadîs ve Kâdirî icâzeti al-dı. Yollarda söylediği fârisî beytler, çok nâzik rûhunun terennümleridir. Dîvânını gören hayrân olur. Medînede Yemenli bir âlimden nasîhat istedikde, (Mekkede dîne uymıyan bir iş görünce, he-men red etme!) der. Mekkede, bir Cum’a günü, Kâbe-i şerîfeye
-341-
karşı (Delâil-i şerîf) okuyordu. Câhil kılıklı, siyâh sakallı birinin Kâ’beye arka çevirip kendine bakdığını gördü. (Utanmadan, Kâ’beye arkasını çevirmiş) diye düşünürken, (Mü’mine hurmet, Kâ’beye hurmetden dahâ öncedir. Bunun için yüzümü sana çevirdim. Niçin beni kötülüyorsun, Medînedeki zâtın nasîhatını unutdun mu?) dedi. Bunun büyük Velîlerden olduğunu anladı. Afv diledi. Beni irşâd et diye yalvardı. (Sen burada olgunlaşamazsın) dedi, eli ile Hindistânı gösterdi. (Senin işin orada temâm olur) dedi ve gitdi. Hacdan, memleketine gelip ders vermeğe başladı. Fekat, gece gündüz Hindistânı düşünüyordu. Birgün, Hindistânın kutbu Abdüllah-i Dehlevînin talebesinden biri geldi. İkisi biryere kapandı. Derse gelmez oldu. Talebe, Hindliye kızmağa başladı. 1224 [m. 1809] senesinde, ikisi Hind yolculuğuna çıkdılar. Herkes, talebe, âlimler ağlayıp, yalvarıp yoldan çevirmek için çok uğraşdı. Fâide vermedi. Tahrânda şî’î âlimi İsmâ’îl Kâşîyi, talebesi arasındaki konuşmalarda rezîl etdi. Vaktîle şî’î tefsîrlerinde, (Bedr esîrlerini sal-dığın için, Allahü teâlâ seni afv etdi âyeti, Ebû Bekri azarlamakdadır) diye, okumuşdu. Kâşîye (Peygamberler günâh işler mi?) dedi. Kâşî, (Hayır, işlemezler) dedi. (Allahü teâlâ seni afv etdi âyeti, Peygamberlerin günâh işlediğini gösteriyor) buyurdu. Kâşî, (Bu âyet, Peygambere karşı değildir. Ebû Bekri azarlamakdadır) dedi. (O hâlde, Allahü teâlâ Ebû Bekri afv etdim buyuruyor da, siz niçin afv etmiyorsunuz?) dedi. Kâşî cevâb veremeyip mahcûb oldu. Sonra, Bistam, Harkan, Semnân ve Nişâpûrdan geçdi. Uğradığı yerlerdeki Evliyâyı, şî’rleri ile medh eyledi. Tûs şehrinde imâm-ı Alî Rızânın türbesini ziyâretinde çok güzel kasîde okuyarak medh eyledi. Câm ve Hıratdan geçdi. Her şehrden ayrılırken, âlimler, ehâli âşık olup sâatlerce yola uğurluyorlardı. Kandihâr, Kâbil, Pişâver âlimlerinin süâllerine verdiği cevâblarla, hepsini hayrân bırakdı. Lâhora ve tâm bir senede yürüyerek Dehlîye geldi. Orada vâris-i ulûm-i rabbânî, câmi’î kemâl-i sûrî ve ma’nevî seyyid Abdüllah-i Dehlevî [1158-1240] hazretlerinin kalbine yerleşdirdiği zikre devâm ve dokuz ay çalışıp, huzûr ve müşâhede makâmına erişdi. Vilâyet-i kübrâ hâsıl oldu. Müceddidiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye ve Kübreviyye ve Çeştiyyede kemâle geldi. Abdüllah-i Dehlevînin mubârek kalbindeki bütün esrâra mazhar oldu. 1226 da kendi vatanı olan Süleymâniyyeye geldi. Oradan, Bağdâddaki Abdülkâdir-i Geylânî hânesine yerleşdiler. Sa’îd pâşa bin Süleymân pâşa, Bağdâd vâlîsi idi.
Mevlânâ Hâlid, Mâ-türîdî i’tikâdında ve Şâfi’î mezhebinde idi. Çok âlim, çok Velî yetişdirdi. Sayısız kerâmetleri görüldü. Bunlardan çoğu türkçe (Şems-üş-şümûs) ve (Mecd-i tâlid) kitâblarında
-342-
yazılıdır. Meselâ, sultân Mahmûdun serây nâzırlarından Hâlet efendi, mevlevî idi. Mevlânâ Hâlidin şöhret ve i’tibârını çekemiyerek kendisini halîfeye çekişdirdi ve (Onbinlerle adamı vardır. Devlet ve saltanat için tehlükelidir. Ortadan kaldırılması lâzımdır) dedi. Sultân Mahmûd da (Din adamlarından devlete zarar gelmez) diyerek sözüne kıymet vermedi. Mevlânâ Hâlid hazretleri bunu işitince, halîfeye hayr ve selâmetle düâ eyledi ve (Hâlet efendinin işi, pîri Celâleddîn-i rûmî hazretlerine havâle olundu. Onu huzûruna çekip, cezâsını verecekdir) buyurdu. Az zemân sonra sultân Mahmûd hân, Mora ısyânına sebeb olduğu için, onu Konyaya sürdü. Orada i’dâm olundu.
Mevlânâ Hâlid 1192 de Zûr kazâsında tevellüd ve 1242 [m. 1826] de Şâmda tâ’ûndan vefât etdi “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz”. (Câliyet-ül-ekdâr) salevât kitâbı her hafta okunur. Çok fâidelidir. Nahvde, kelâmda, fıkhda, tesavvufda kıymetli kitâbları vardır. Fârisî olan (İ’tikâdnâme) adındaki âmentü şerhinin ve râbıta risâlesinin tercemeleri basılmışdır. (İ’tikâdnâme)nin türkçe, fransızca, almanca ve ingilizce tercemeleri, Hakîkat Kitâbevi tarafından basdırılmışdır. 88, 154, 392, 411.
116 - HAMZA BİN ABDÜL-MUTTALİB: Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” amcasıdır. Hem de süt kardeşidir. Annesi Hâle, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” annesi olan hazret-i Âminenin amcasının kızı idi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kırkaltı yaşında iken, birgün Safâ tepesinde oturuyordu. Ebû Cehl, yanından geçerken, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” küfr etdi. Mubârek ağzını açmadı. Birşey demedi. Fekat, bir hizmetçi kız, bunu işitdi. Hamza “radıyallahü anh”, o gün avdan geliyordu. Âdeti üzere, tavâf yapmak için, Harem-i şerîfe uğradı. Hizmetçi kız, ya-nına gelip, (Ebû Cehl, kardeşin oğluna, şöyle şöyle söyledi) dedi. Hamza dahâ müslimân olmamışdı. Fekat, kardeşinin oğluna küfr edildiğini işitince, akrabâlık damarları hareket etdi. Silâhları üstünde olarak, Kureyş kâfirlerinin yanına geldi. (Kardeşim oğluna kötü söz söyliyen, kalbini inciten, sen misin?) diyerek, boynundaki ok atan yay ile, Ebû Cehlin başını yardı. Orada bulunan kâfirler, Hamzaya saldıracak oldular. Büyük çarpışma çıkacakdı. Fe-kat, Ebû Cehl (Dokunmayınız! Hamza haklıdır. Onun kardeşi oğluna, bilerek, kötü şeyler söyledim) dedi. Böylece, Hamzayı başından savdı. (Aman, ona ilişmeyiniz! Bize kızar da, müslimân olur. Bununla, Muhammed kuvvetlenir) dedi. Hamza müslimân olmasın diye, kafasının yarılmasına râzı oldu. Çünki, Hamza, hâtırı sa-
Dostları ilə paylaş: |