Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə68/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   100

İRAN TÜRKLERİ



İran’da Azeri Türkleri / Dr. Brenda Shaffer [p.633-639]


Dr. Brenda Shaffer

Harvard Üniversitesi Hazar araştırmaları Programı Başkanı / A.B.D.

İran Devleti’nin siyasi sınırları ve etnik kompozisyonu, tarihi boyunca sıkça değişmiştir. İran, Farisi olmayan halkların toplam nüfusun yaklaşık yarısını oluşturduğu çok uluslu bir devlettir. İranlı Azeriler ve diğer Türk kabilelere ilişkin tahminlerin çoğu, yirminci yüzyılın sonunda bu halkların nüfusunun toplam nüfus içindeki oranının dörtte bir ile üçte bir arasında olduğunu belirtir. İranlı Azerilerin büyük bir kısmı, İran’ın kuzeydoğudaki Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan ve Erdebil vilayetlerinde yaşar. Tahran ise çokuluslu bir başkenttir ve şehir nüfusunun yaklaşık yarısının Azerilerden oluştuğu tahmin edilmektedir. Azerbaycanlılar İran’da Azeri nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgeleri çoğu zaman Güney Azerbaycan, daha önce Rus İmparatorluğu’na ait olup şimdi bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti’ni oluşturan Aras nehrinin kuzeyindeki toprakları “Kuzey Azerbaycan” olarak adlandırırlar. 20. yüzyılda Pehlevi rejimi kurulana kadar İran kimliği münhasıran Farisi değil, daha ziyade etnik kimlikler üstüydü. 11. yüzyıldan başlayarak Pehlevi rejimi kurulana kadar geçen dönemde İran siyasi liderliği çoğunlukla Türki etnik kökene sahipti; Türki ve Farisi unsurlar rejimin elit sınıfını oluşturmuştu ve her ikisi de ülkenin kültürünü etkilemişti. İran tarihinin büyük bir kısmında ülkenin başkentleri bugünkü Kuzey Azerbaycan’da yer almıştı; nüfusunun çoğunluğu Azerilerden oluşan İran’daki en büyük şehir olan Tebriz 1920’lere kadar başkentti ve bu niteliğiyle İran’ın başlıca ticaret merkezi ve Batı’ya açılan kapısıydı. İran’ın Farisi karakteri ve yapısına münhasıran vurgu yapan Pehlevi politikasının başlaması ve bu politikanın İslam Cumhuriyeti döneminde kısmen devam etmesi ile beraber, Azerbaycan kimliği ya da Türki kimlik, İran kimliği ile kısmi bir çatışma içerisine girdi. 19. yüzyılın ortalarından daha önceki dönemde, bu bölgede yaşayan halklar arasında ayrı bir “Azeri” kimliğinin varlığından bahsetmek güçtür; bunun yerine Azeriler ve İran’da yaşayan diğer Türki toplulukları Türk olmayan halklardan ayıran müstakil bir Türk kimliği mevcuttu.

Yirminci yüzyıl boyunca, İran’da merkezi otoritenin önemli ölçüde zayıflaması ile sonuçlanan her bir olayda, ortaya çıkan durumu bir fırsat olarak değerlendiren pek çok etnik azınlık etnik temele dayalı isteklerini dile getirdiler. Bu durum 1918-20 döneminde vilayetlerde meydana gelen ayaklanmalar, İran’ın müttefikler tarafından işgali (1941-45/46) ve İslam Devrimi (1979) dönemlerinde belirgindi. İran’da etnik azınlıkların kültürel hakları ve siyasi faaliyetleri hem Pehlevi monarşisi (1921-1979) ve hem de selefine kıyasla önemli ölçüde daha az olmakla birlikte İslam Cumhuriyeti (1979-) dönemlerinde katı bir biçimde sınırlandırıldı. Bu rejimlerde etnik azınlık mensuplarına Farsça dışındaki dillerde eğitim yapan okullar kurma hakkı verilmedi, basın ve yayıncılık alanlarında ise sınırlı haklar tanındı.

İranlı Azeriler, Azeri Türk topluluklarının en büyüğüdür. Önemli sayıda Azeri, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin yanı sıra Gürcistan, Rusya ve Türkiye’de yaşar. Azerilerin çoğunluğunun Azerbaycan Cumhuriyeti sınırları dışında yaşıyor olması olgusu, Bakü-Tahran siyasi ilişkilerini karmaşıklaştırmakta ve her iki topluluk arasında aidiyet meselelerini etkilemektedir.

Azeriler yüzlerce yıl tek bir imparatorluğun egemenliği altında ve bütünleşmiş kültürel havzalarda yaşadılar. Fakat 1828’de İran-Rus Savaşı’nı bitiren Türkmençay anlaşması uyarınca Azerbaycan ikiye bölündü. Bu anlaşma çoğu zaman edebi ve siyasi eserlerde Azerbaycan halkının bölünmesinin sembolü olarak kullanılır. Kuzey Azerbaycan’da Sovyetler Birliği iktidarı ele geçirene ve İran Azerbaycanı’nda Pehlevi rejimi kurulana kadar kültürel ve ticari bağlar ile

aile bağları bu bölünmeden nispeten az etkilenerek sürdürüldü.

İran’da Azeri etnik azınlığın büyük bir çoğunluğu Azeri kimliğini 20. yüzyılda muhafaza etti. Aynı zamanda bir çok kişi, örneğin İran yönetici sınıfının önemli bir kısmını oluşturanlar, İranlı ve Müslüman olmayı kendilerinin birinci kimliği olarak tanımlar. İran’daki Azerilerin çoğu, hem etnik kimliklerini hem de İran kimliğini sürdürme arasında bir tezat var olduğunu düşünmez. Diğerleri etnik kimliklerini birinci kimlikleri olarak tanımlar; buna rağmen bu kesim içinde yer alan herkes etnik kimliklerinin siyasal ifadesi için fiili bir çaba göstermez. Fakat, özellikle 1990’lı yılların başlarından bu yana, az sayıda eylemci, etnik kimliklerini açığa vurmak için siyasi faaliyetlere katılmaktadır.

20. Yüzyılda İran Azerilerinin
Tarihi

20. yüzyılın başlarında Azerbaycan’a komşu ülkelerde üç önemli devrim yaşandı: 1905 Rus Devrimi, İran’da 1906 Anayasa Devrimi ve 1908 Jön Türk Devrimi. Pek çok Azeri, kendilerinin kolektif kimliğini ve siyasi faaliyetlerini de hızlandıran bu olaylarda önemli rol oynadılar. Bu dönemde, Aras nehri ötesinde Azerilerin yaşadığı bölgelerde olanlara ve bu toplulukların eğilimlerine bakılarak İranlı Azeriler arasındaki entelektüel ve siyasi gelişmeleri belirlemek güçtür. Bu olayların en önemlisi kısa ömürlü Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin (1918-1920) kurulmasıdır. Adı geçen devletin ilk devlet başkanı, siyasi hayatının çoğunu İran’da siyasi eylemci ve yazar olarak geçiren Mehmet Emin Resülzade idi.

Yirminci yüzyılın başında İranlı Azeriler, İran Anayasa hareketine öncülük ettiler ve Azeri aydınların büyük bir kesimi İranlı olarak tanındı. 1908’de Kaçar hanedanından Şah Muhammed Ali Anayasa Devrimi’nin getirdiği hakları geri almak ve İran’da baskıcı yönetimi yeniden tesis etmek girişiminde bulundu. Şah’a ilk karşı çıkan Settar Han (kendisi Azeridir) liderliği altındaki Tebriz halkıydı. Settar Han’ın ordusu, Tebriz Encümeni (Meclisi) adına Tebriz’i ele geçirdi ve İran bayrağı yerine Tebriz Encümeni’nin bayrağını çekti. Settar Han “Azerbaycan milletinin” Muhammed Ali Şah’ın egemenliğini tanımadığını ve Tebriz’in İran’ın geçici başkenti olduğunu ilan etti. Bu isyan Tahran tarafından bastırıldı.

Kaçar hanedanı sona ermeden önce, Kuzey İran’da yer alan Gilan, Horasan ve Azerbaycan’da üç ayaklanma oldu. Kafkasya bölgesinde Azeri eylemciler ve diğer gruplar ayaklanmalarda aktif rol aldılar. Bu ayaklanmalara, kendi oturdukları bölgelerde demokratik reformların gerçekleştirilmesi halinde bunun İran’ın geri kalan kısmının liberalleştirilmesi için bir temel oluşturacağına inanan reform taraftarı kişiler önderlik etti. Üç ayaklanmadan rejimi en fazla tehdit edeni Muhammed Hiyabani liderliğinde İran Azerbaycanı’nda çıkan ayaklanmaydı. Nisan 1920’de Hiyabani İran Azerbaycanı’nda özerk bir Azadistan (Özgürlük Ülkesi) hükümeti kurdu. Hiyabani, Azerbaycan dilinin vilayette kullanılmasına kanunen izin verdi. Pek çok benzeri gibi o da kültürel düzeyde Türk olmak ile Türkiye ile siyasal bağlar kurmak arasında ayrım yaptı; vilayet halkının kendi Türki dillerini kullanmaları hakkını destekledi ve aynı zamanda Azerbaycan’da Osmanlı varlığına ve nüfuzuna karşı mücadele etti. Hiyabani’nin istekleri, sahibi olduğu hem Azeri hem de İran kimliğini yansıtır nitelikteydi. O, Azerbaycan vilayetlerini İran’dan ayırmayı arzulamamakta idi, fakat merkez-çevre ilişkilerinde bir değişiklik yapılması ve Azerilerin dillerini kullanma hakkının korunmasını savundu. Kısa ömürlü özerklik döneminde başlattığı reformların bir parçası olarak Hiyabani İran Azerbaycanı’nda çoğu zaman Kuzey Azerbaycan ya da Türkiye’den gelen öğretmenlerin görev aldığı Azeri dilinde eğitim veren okullar kurmaya çalıştı.

Hiyabani’nin reformları ve kültürel programları, başlattığı isyan Eylül 1920’de Rıza Han’ın -daha sonra Rıza Şah olarak tanınmıştı- kuvvetleri tarafından bastırıldıktan sonra -bu kuvvetler daha sonra Hiyabani’yi idam etmiştir- kesintiye uğratıldı. Rıza Han’ın özerklik hareketlerini bastırmakta gösterdiği başarı, İran Şah’ı olarak iktidara gelişinde önemli bir dayanak noktası oldu.

İran’daki Azeriler ve diğer etnik azınlıklar, (1925 yılında kurulan) Pehlevi rejimi altında aşırı ölçüde kültürel baskı ve ayrıma uğradılar. Rıza Şah, İran Devleti’nin ve milletinin kimliğini Farisi halk ve Farsça ile birleştirmek suretiyle İran milliyetçiliğini teşvik etmek politikasını uyguladı. Rıza Şah’ın kurduğu rejim İran’daki değişik etnik grupları devlet otoritesini kullanarak sindirmeye çalıştı. Bu politika, azınlık dillerinde eğitim veren okulları bu dillerde neşriyat yapan kuruluşları kapatmayı içermekteydi. 1937’de, o tarihe kadar ülke içinde tek bir vilayet olarak yönetilen İran Azerbaycanı’nın çoğu iki ayrı vilayete (ostan) bölündü. İran’da Pehlevi rejiminin kurulması ve 1918’de Kuzey Azerbaycan’ın Rus egemenliği altına girmesi ile birlikte, sınırın her iki tarafından yaşayan Azeriler arasındaki ilişkileri kısıtlayan önemli engeller oluşturuldu. Bu engeller, her iki rejimin bölge üzerindeki hakimiyetinin kuvvetlenmesi sonucunda daha bir önem kazandı.

Pehlevi dönemi boyunca, İran’daki Azeriler arasında değişik kimlik eğilimleri ortaya çıktı. Akımlardan biri

Fars kültürü ve dili ile kaynaşmayı önerdi. Bu grup mensuplarının çoğu çeşitlilik fikrini verimsizlik ile; birlik fikrini ise ilerleme ile özdeşleştirdi. Onlar Fars kültürünü ve dilini faydacı bir tarzda -İran halklarının tamamını birleştiren ve düşündükleri sosyal ve siyasi programların uygulanmasını teşvik eden bir araç olarak- değerlendirme eğiliminde idiler. Bu duruş, 1920’li yıllardan 1940’ların ilk yıllarına kadar olan dönemde Azeri entelektüeller arasında göze çarpmaktaydı. Farisileştirme anlayışının en açık sözlü Azeri savunucusu Ahmed Kasravi idi. O, ister sınıf ve etnik köken isterse din unsuru temelinde İran’ın değişik bölgelerinin özerk bir statü kazanmasına şiddetle karşı çıktı. Kasravi, milleti bir coğrafi birim üzerinde oturanlar şeklinde tanımladı ve bu tür bir birim içerisinde çeşitlilik fikrini reddetti.

Kasravi’nin İran Azerilerinin kökenlerine ilişkin düşünceleri tezatlarla doludur. Örneğin 1922’de al-‘İrfan dergisinde şöyle yazmıştı:

İran halkı içinde Türkçe konuşan ve İran’ın her bölgesine yayılmış olan kesim ana dilini kullanmaya ve onu unutmaya zorlanan ve böylece Türkçe’yi öğrenen Farisiler değildir. İran’da yaygın olan kanaatin aksine, hiç kimse topraklarının Türk fatihler tarafından ele geçirilmesi sonucunda Türkçe konuşmadı.1

O, daha sonraki yazılarında ise, Azerilerin ve İran’daki diğer Türkçe konuşan halkların gerçekte 10. yüzyıldan başlamak üzere Türkçe konuşmak zorunda bırakılan İranlılar olduğunu belirterek Azerilerin etnik kökenleri hakkında karşıt fikri benimsedi. Onun yaptığı araştırma gözlemlerin çoğu, İran Devleti’nin bütünlüğünü tesis etmek için o dönemde benimsediği siyasi gündemden etkilenmiş gibi görünmektedir.

İkinci bir görüş, bir İran devlet kimliği ve Azeri kültürel kimliğini savundu. Bu görüşün amacı İran Devleti içinde Azeri kültürel özerkliğini gerçekleştirmekti. Bu görüşte olanlar İran kimliğinin temelde etniklik-ötesi bir nitelik taşıdığını düşündüler ve bu kimliği Farisi kimlikle özdeşleştirmekten sakındılar.

Üçüncü bir eğilim, sosyalist ve komünist ideolojileri benimseyenlerin savunduğu sınıf kimliğinin oluşturulmasıydı. Ortodoks Marksistler, kendi siyasi amaçlarını gerçekleştirmenin bir aracı olarak Farisileştirme görüşünü savundular. Yine de, diğer komünist gruplar İran içinde Azeri kültürel özerkliğinin savunucusu idiler.

Ekim 1945’te, Fırka-ı Demokrat hareketi, kuzey İran’ı işgal altında tutan Sovyet ordusunun kendilerini Tahran’ın gazabından koruması altında, İran Azerbaycanı’ndan Azerbaycan Milli Hükümeti’nin kurulması ile sonuçlanan neredeyse kansız bir ayaklanmaya öncülük etti.2 Azerbaycan’daki ayaklanma ve 1945-1946’daki kısa ömürlü Milli Hükümet’e ilişkin Batı’da yapılan değerlendirmelerin çoğu, bu devleti yerel bir olgu olmak yerine, bir Sovyet kukla-devleti olarak sunmak eğilimindedir.3 Her ne kadar fırsat ve araçları sağlamak açısından Sovyet desteği açıkça gereklidiyse de, Milli Hükümet’in hedefleri ve isteklerinin çoğu özünde yerel nitelikteydi. Bundan başka, Milli Hükümet’e dışarıda yapılan atıfların zıddına, bu hükümetin liderleri hiç bir zaman Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti (ADC) adını kullanmadılar. Bu isim, Milli Hükümet’in dış etkilerden bağımsız olarak ortaya çıkan özerk isteklerin bir meyvesi olmak yerine, basitçe Sovyetlerin oluşturduğu bir birim olduğu izlenimini uyandırır. Fırka liderleri Milli Hükümet adına yaptıkları ilk açıklamada, Azerilerin ayrı bir millet olduğunu ilan ettiler. Onlar, İran’dan ayrılmayı düşünmediklerini de belirttiler. Söz konusu liderler üç temel isteği dile getirdiler: Azeri dilinin yerel okullarda ve hükümet dairelerinde kullanılması, bölgenin kalkınması ve anayasada taahhüt edildiği şekliyle vilayet meclislerinin oluşturulması. 1945 yılının Kasım ayında Tebriz’deki Milli Meclis’e sunulan ve Aralık ayında onaylanan ilk hükümet programında Azerbaycan’dan açıkça bir millet olarak bahsedilir. Aynı zamanda program, İran’ın bütünlüğünün korunması ilkesine bağlılığı da vurgular. Bu deklarasyon, Fırka liderlerinin ulusal kimliği, İran Devleti’nin siyasal bütünlüğü içinde tanımlanmış Azeriler olarak anladığını gösterir. Program şunları belirtir:

1.Tarih, Azerbaycan halkına farklı milli, dile ait, kültürel ve geleneksel özellikler bahşetmiştir. Bu özellikler, Atlantik Şartı’nda bütün milletlere vaat edildiği gibi Azerbaycan’ın özgürlük ve özerklik hakkını kazanmasını mümkün kılar.

2. Azerbaycan milleti İran’dan ayrılmak ve İran’ın toprak bütünlüğünü bozmak arzusunda değildir, çünkü Azerbaycan ile diğer vilayetler arasındaki mevcut yakın kültür, eğitim ve siyaset alanındaki bağların farkındadır ve modern İran’ın oluşumunda yaptığı büyük fedakarlıklardan onur duyar.

3. Azerbaycan milleti, İran’ın bütünlüğünü bozmadan, kendisinin de diğer yaşayan milletler gibi kendi hükümetini kurmak ve kendi iç ve ulusal işlerini idare etmek hakkına sahip olduğunu açıkça ve resmen ilan eder.

4. Azerbaycan milleti, milli ve anadiline özel bir bağlılık gösterir. Azerbaycan halkına başka dillerin kabul ettirilmesinin, bu halkın tarihi gelişimini engellediğinin farkındadır. Bu nedenle bu Meclis, bakanlarına, Azeri dilinin okullarda ve hükümet dairelerinde en kısa zamanda kullanılmasını emreder.4

Geçici Hükümet döneminde Azeri dili okullarda kullanıldı ve İran’ın ilk vilayet üniversitesi olma özelliğini taşıyan Tebriz Üniversitesi Tebriz’de kuruldu.5 Aras

nehrinin her iki yakasında yaşayan Azerilerin bu dönemde yaptıkları yayınların ortak konusu her iki topluluğun ortak bir mirasa sahip olmaları ve aralarındaki bağları yeniden kurmalarının önemi idi. Sovyet birliklerinin Mayıs ayında İran’dan çekilmesi sonunda Tahran, Tebriz’e karşı saldırıya geçti 12 Aralık 1946’da Azerbaycan yerel hükümeti merkezi hükümet birliklerine teslim oldu.

İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Muhammed Musaddık’ın başbakanlığı zamanında İran’da kimi siyasi kısıtlamaların gevşetilmesi, çoğunlukla Azerilerin oluşturduğu kültürel dernekler çatısı altında sınırlı alanlarda Azeri kültürel faaliyetlerinin yapılmasını mümkün kıldı.6 Savaş sonrası dönemin en meşhur kültürel eseri Muhammed Hüseyin Şehriyar tarafından yazılan Heyder Babaya Selam başlıklı şiirdi.7 1945 yılında Tebriz’de yayınlanan ve konuşma dilinde yazılan bu şiir, İran ve Sovyet Azerbaycanı’nda ve Türk dünyasının pek çok yerinde oldukça popülerdir.

1960’lı yıllarda çok sayıda İranlı Azeri solcu hareketler içinde aktif olarak yer aldılar ve hem Azeri kültürünün ve hem de solcu siyasi fikirlerin gelişmesini teşvik ettiler. Samed Behrengi ve Gulam Huseyin Sa‘di bunlar arsındaydı. Behrengi Azeri dili, edebiyatı ve kültürünün korunması çabasında cesaretli davrandı. O, eserlerinde çoğu zaman Fars kültürünü benimsemeye çalışan ve bu nedenle kendi ana dillerini kullanmayan Azerilerle alay etmektedir. Bu bağlamda en önemli çalışması Agha-ye Cox Bakhtiar8 başlıklı şiiridir.

1970’li yıllarda İran’ın vilayetlerinden Tahran’a büyük bir göç yaşandı. Azerbaycan vilayetlerindeki kırsal yerleşim yerlerinden Tahran ve Tebriz’e göç oranı ülkede kaydedilen en yüksek orandı.9 Tahran’a yerleşen bir çok Azeri Fars kültürünü benimseyebildi ve Pehlevi rejimi döneminde Farisileştirilen Azeriler İran seçkinler sınıfının büyük bir parçasını oluşturdu.

“İslam Devrimi” ve Azeriler

Devrim, her ne kadar 1979’da Şah’ın devrilmesinden sonra adı “İslam Devrimi” olarak kaldıysa da, birleştirici unsurunu İran’da monarşiye karşı muhalefetin oluşturduğu değişik ideolojik yönelimlere ve hedeflere sahip kuvvetlerin geniş bir koalisyonu tarafından yapıldı. Etnik azınlık mensupları Şah’ın devrilmesi ve buna eşlik eden devrim döneminde özellikle belirgin bir rol oynadılar; onlar İran’ın demokratikleşmesinin beraberinde etnik azınlıklar için daha fazla özgürlük getireceğini düşünmekteydiler. Tebriz, Şah rejiminin düşüşünü hazırlayan devrimci faaliyetlerin bir merkezi idi. İslam Cumhuriyeti, ilk yılında müsamahakar bir yayıncılık politikası izledi. Fakat rejimin kuvvetlenmesi sonrasında çok sayıda Farsça olmayan neşriyat faaliyetlerini durdurmak zorunda bırakıldı ve etnik azınlık dillerinde kitap yayınlanması daha zor hale geldi. Şah’ın ülkeyi terk etmesinin hemen sonrasında İran’da, Azerice, Kürtçe ve Ermenice gibi Farsça dışındaki dillerde yayın bolluğu ortaya çıktı.10 Bu durum, etnik temele dayalı isteklerin daha önce var olduğunu ve bir çok Azerinin devrimin kendilerine kültürel özgürlük sağlayacağını varsaydıklarını gösterir.11

İslam Cumhuriyeti’nin ilk öncüleri arasında önemli sayıda Azeri vardı. Bu grup, Ayetullahlardan Musavi-Ardabeli, Hoy, Hamaney ve Halhali’yi ve Humeyni tarafından atanan İslam Cumhuriyeti’nin ilk başbakanı Mehdi Bazargan’ı içermekteydi. Pehlevi döneminin aksine, din adamı seçkinlerden Azeri etnik kökenliler toplum içinde Azeri dilini kullandılar.12 Bu, Pehlevi döneminde Farsça dışındaki dillerin toplum içinde kullanılmasına ilişkin inşa edilen psikolojik duvarların yıkılmasında önemli bir faktördü.

Bu dönemde yayın hayatına başlayan ve hâlâ sürdüren tek Azeri yayın Varlık dergisidir. Derginin editörlüğü görevini Profesör Cavad Heyat yapmaktadır. Varlık, Azerice (Arap alfabesi kullanılmaktadır) ve Farsça makaleler içerir. Haziran 1979’da çıkan derginin ilk sayısında, Varlık dergisinin Encümen-i Azerbaycan (Azerbaycan Konseyi) Kültürel ve Edebi İşlerden Sorumlu Komisyonunun yayın organı olduğu belirtildi. Varlık’ın ilk başyazısı Azerice olarak hedeflerini şöyle açıkladı:

Dünyanın her bir halkı, bu halk tarih boyunca ne kadar uzun bir süre diğer milletler ile sıkı tarihi ve kültürel ilişkiler içinde bulunursa bulunsun, kendi milli kültürünü, kimliğini ve dilini muhafaza etmek konusunda tarihi ve hukuki bir hak sahibidir.

Azerbaycan halkı -İran’da yaşayan diğer halklar ile beraber- ortak bir kaderi paylaşmaktadır ve kendi milli kimlik, karakter ve anadilini… korumasına rağmen ortak bir kültürün oluşumuna katkıda bulunmuştur.13

Bu dönemde Tebriz’de en popüler Azerice yayınlardan biri, sol görüşlü Yoldaş dergisi idi. Hükümet de bu dönemde İslami Birlik adında bir dergi yayınladı. Bu dergi hem Arap hem de Kiril alfabelerinde basılmıştı; belli ki Sovyetler Birliği’nde yaşayan Azerileri etkilemek ümit edilmişti. Bu dönemde İran dilinin statüsü konusuna gösterilen ilgide olduğu gibi Azeri dili üzerine akademik çalışmalar arttı. Devrim sonrası dönemde basılan en önemli sözlüklerden biri Payfun tarafından hazırlanan Ferheng-i Azerbaycan idi.14 Bu Azerice-Farsça sözlük, Sovyet Azerbaycanı’nda basılan metinleri okumak isteyenlere yardım etmek amacıyla, bir Azerice (Arap alfabesiyle)-Azerice (Kiril alfabesi ile) ek bölümü içerir. Bir

çok yazar, Azerice yazarken, çok sayıda sesli harfe sahip bu dilde özellikle gerekli olduğu üzere, Arap harfleri üzerine sesli harfleri belirten işaretler koymaya başladılar.

İran İslam Devrimi döneminde çok sayıda siyasi kuruluş da etnikliği esas alarak örgütlendi. Müslüman Halkın Cumhuriyetçi Partisi (MHCP, bu kuruluş Halk ya da Halk-ı Müslüman olarak bilinmektedir) 25 Şubat 1979’da kuruldu. Bu parti, bütün etnik grup mensuplarını üye olmaya teşvik etmesine rağmen, daha çok Azerbaycan vilayetlerinde oturanlardan ve Tahran’da yaşayan Azeri pazar esnafından (Azeri tüccarlardan) oluşmaktaydı; parti mensuplarının bir çoğu Ayetullah Şeriatmedari’nin bağlıları idiler. MHCP’nin parti programı, birleşik bir İran çerçevesi içinde etnik azınlıklara özerk haklar verilmesini talep etmekteydi. 1979’da yeni rejimin yerleşmesi sonrasında kurulan en önemli kuruluşlardan biri Encümen-i Azerbaycan (Azerbaycan Konseyi) idi. Konsey yayınladığı bildiride “Azerbaycan milli dili ve kültürünün” tanınması ve takip eden ilk öğretim yılında Türkçenin kullanıldığı okullar ve toplu iletişim araçlarının kurulmasının yanında Azerilerin “ana dillerini” mahkemelerde ve diğer hükümet dairelerinde “kullanma” hakkının da tanınmasını talep etti.15 Azerbaycan Konseyi, Tahran ile konfederasyon türü bir ilişki kurulmasını istedi. Konsey, resmen sadece “bölgesel özerklik” istiyor olmasına rağmen, bütün idari, ekonomik ve hatta güvenlik işlerinin Azerbaycan halkı tarafından doğrudan seçilecek yerel temsilciler ve konseyler eliyle yürütülmesi isteğinde bulundu.16

Humeyni 1979 yılının Şubat ayında iktidara geldi; fakat İran’daki başlıca etnik toplulukların tamamı rejimi sorgulayıcı nitelikte istekler dile getirdiler. Azeri eylemciler Humeyni’ye karşı isyan ettiler ve 1979 yılının Aralık ayında, bir aydan daha uzun bir süre Tebriz’i fiilen denetimleri altında tuttular. İran’ın vilayetlerine daha fazla kendi kendini yönetme hakkı tanınması, Azeri isyancıların talepleri arasındaydı.

İran-Irak savaşından kaynaklanan sıkıntılar İran halkının etnik kimlik gibi soyut meselelerle ilgilenme kabiliyetini büyük ölçüde kısıtladı ve yeni rejimin muhalefetin üzerine gidebilmesi açısından yeni bir fırsat oluşturdu. Buna rağmen, savaşın sonuna doğru ve Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin izlediği nispi siyasi rahatlama döneminde, Azeri dilinde bir kaç şiir kitabı ve diğer eserler yayınlandı.

Aralık 1991’de Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yeni devletin sınırları dışında yaşayan Azerilerin etnik kimliğini sorguladı ve bir çok İranlı Azerinin kendilerini Azeri etnik topluluğu ile özdeşleştirmesi için (bu onların kaçınılmaz olarak yeni devletle özdeşleştikleri anlamına gelmez) bir teşvik edici unsur oldu. İran’da Azeri dilini kullanma hakkı, bu dönemde ortaya çıkan siyasi hareketlerin üzerinde durduğu önemli bir konu idi. 1990’lı yılların ilk yarısında İran’da, Azeri edebiyatında büyük bir canlanma gözlendi. Bir çok yazar, Azerice metinlerin okunmasını kolaylaştırmak ve böylece okuyucu sayısını artırmak amacıyla Azericeyi yazmak için kullanılan Arap alfabesinde, sesli harf işaretleri eklemek suretiyle, değişiklikler yaptılar. Bu, onların yazılı Azeri dilinin gelişmesi ve yaygınlaşmasına gösterdikleri ilginin bir örneğiydi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde basılan eserleri okumaya ilgi duyulduğunun göstergesi ise, 1990’lı yılların başlarında İran’da yayınlanan çok sayıda yeni sözlük ve gramer kitabının Kiril alfabesi ile yazılan metinleri Arap alfabesine çevirmede kullanılacak tablolar içermesiydi.17

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin


Bağımsızlığını Kazanmasından
Bu Yana İranlı Azeriler

Azerbaycan Cumhuriyeti, Sovyetlerin çöküşünden sonra, Aralık 1991’de bağımsızlığını kazandı. Bu cumhuriyetin kuruluşu ve ardından doğrudan bağların ve eğitim, kültür ve ticaret alanlarında işbirliğinin yenilenmesi, komşu İran’da yaşayan Azerilerin kendi kimliklerini araştırmaları için bir katalizör görevi gördü.

Bazı Azeriler, İran Devleti’ne gösterdikleri bağlılığın bu olgu ile test edildiğini gösterir bir tarzda kendilerinin İran kimliğine sahip olduğunu ve İran Devleti’ni sadakatle desteklediklerini ilan ettiler. Bunun aksine, bağımsızlığını kazanan Azerilerin ana dillerini okullarda kullanmalarından ve kültürel hayatlarının bütün boyutlarını Azerice ile sürdürmelerinden etkilenen bir kesim ise, söz edilen alanlarda benzeri talepleri İran’da dile getirmeye başladılar. Bu Azerilerin bir çoğu, İran anayasasının taahhüt ettiği fakat uygulamaya geçirilmeyen bu tür kültürel hakları istemenin, İranlılar olarak kendilerinin meşru talepleri arasında yer aldığı şeklinde değerlendirmeler yaptılar; bu nedenle kendilerini ayrılıkçı olarak görmediler. Buna rağmen Tahran, azınlıklara dil konusunda haklar tanınması isteklerini tehdit edici bulma ve çoğu zaman bu istekleri dile getirenleri tehlikeli olarak nitelendirerek onları gayri-meşrulaştırma girişiminde bulunma eğilimindeydi.

Bu dönemde İranlı Azerilerin topluluk kimliğini etkileyen en önemli gelişmelerden biri, 1992’den itibaren Türk televizyon kanallarının yaygın olarak izlenmesiydi.18 Temelde dini nitelikte olmaları nedeniyle, İran te

levizyon yayınları halkın genelinin çok az ilgisini çekmekteydi. Bu nedenle İran’da bir çok kişi uydu anteni kullanarak yabancı televizyonları izlemeyi tercih etti. 1992’de İran’da uydu anteni fiyatlarının önemli ölçüde düşmesi bir çok ailenin bu cihazları edinmesini mümkün kıldı. Bunun önemli sosyal sonuçları olduğu anlaşılmaktadır. Kendi dilleri sayesinde (Türkiye) Türkçesini kolayca anlayabilen Azeriler, pek çok zaman Türk televizyonlarını seyretmeyi tercih ettiler.

Tahran, Ekim 1992’de Doğu Azerbaycan vilayetini ikiye bölmeyi kararlaştırdı;19 böylece Erdebil bölgesinde yeni bir vilayet kuruldu. Vilayet için önerilen isim hakkında yapılan tartışmalar, bir çok Azerinin -hükümet ile bağı olanlar dahil- bu meselede rejimi açıkça eleştirmeye istekli olduklarını ve kendilerini İran ile özdeşleştirenlerin bile İran’daki bu bölgenin isminde Azerbaycan kelimesinin geçmesini kuvvetle desteklediklerini ortaya koydu.

İranlı Azeriler arasında en önemli siyasi gelişmelerden biri, Azerbaycan milletvekillerinden oluşan “Azerbaycan Milletvekilleri Kurulu” adlı bir grubun Meclis’te kurulmasıydı. Bu grup, Azerbaycan vilayetlerine ilişkin meseleler ve Azerbaycan Cumhuriyeti ile ilişkilerin geliştirilmesi üzerinde yoğunlaştı.20

İran’ın güçlü ve cazibe merkezi olacak bir Azerbaycan Cumhuriyeti kurulmasının kendi ülkesinde yaşayan Azerilerin etnik kimliğini güçlendireceği yönündeki kaygısı, İran’ın Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ çatışmasında fiilen (de facto) Ermenistan’ı destekleyen bir politika benimsemesi ile sonuçlandı. Azerbaycan vilayetlerine mensup İran Meclisi milletvekilleri, Tahran’ın Ermenistan ile ilişkilerini asgari düzeye indirmeye sevketmeyi amaçlayan kampanyalar yürüttüler ve Erivan’ı protesto eden mesajlar yayınladılar. Azerbaycan milletvekilleri Meclis’te açıktan Tahran’ın Bakü’ye yardım etmesini istediler.

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını kazanmasından sonra, bu yeni devlette yaşayan Azeriler ile onların İran’daki ırkdaşları arasında doğrudan bağlar ve temasların kapsamında ani bir genişleme oldu. İran’daki Azerbaycan vilayetleri ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasında, Tahran’ı devre dışı bırakan resmi, doğrudan işbirliği ve karşılıklı alış-verişler tesis edildi. Üç Azerbaycan vilayetinin her birinden heyetler Bakü’yü ziyaret etti ve ticaret, eğitim ve bilimsel araştırma dahil bir çok alanda doğrudan, resmi işbirliği başlattılar.21 Azerbaycan Cumhuriyeti ile ikili ilişkiler kurulması bir örnek teşkil etti ve Azerbaycan vilayetlerini yabancı ülkelerle -özellikle de Türki halklarla- bağımsız ilişkilerini yaygınlaştırmaya teşvik etti. Azerbaycan vilayetleri ile Azerbaycan Cumhuriyeti’nin işbirliği yapması ve bunlar arasındaki temaslar, bu vilayetlerin önemini artırdı. 1991 ile 1992 yılları boyunca hem Bakü hem de İran gazetelerinde sık sık kaybolan akrabalarını arayanların ilanları yayınlandı. Sınırın her iki tarafından bir çok akrabanın birbirini araması ve neredeyse 70 yıllık bir ayrılık döneminden sonra birbirlerini bulması olgusu, “her iki tarafta” da akrabalara ilişkin bilgilerin ve öykülerin nesilden nesile aktarıldığını göstermektedir.

1 Kasravi,


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   64   65   66   67   68   69   70   71   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin