Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


AVRUPA’DAKİ TÜRK YERLEŞİMLERİ



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə88/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   100

AVRUPA’DAKİ TÜRK YERLEŞİMLERİ


Batı Avrupa’daki Türk Göçmen Gruplarının Sosyo-Kültürel ve Dilbilimsel Özellikleri / Doç. Dr. Kutlay Yağmur [p.810-817]

Doç. Dr. Kutlay YaĞmur

Tılburg Üniversitesi, Babylon /Hollanda

Giriş


Göçle ilgili tartışmalarda göçün nedenleri arasında ‘zorlayıcı’ ve ‘çekici’ etkenler olarak bir ayrım yapılmıştır (Abadan-Unat, 1976: 1). Bazı insanlar daha iyi koşullarda yaşamak ve daha zengin fırsatlar elde etmek için başka ülkelere göç ederler. Bu durum göç terminolojisinde ‘çekici’ nedenlerle yapılan göç olarak adlandırılmaktadır. Diğer taraftan iç savaş, kuraklık ve doğal felaket gibi nedenler yüzünden bazı insanlar yuvalarını ve ülkelerini terk etmek zorunda kalırlar ki bu da ‘zorlayıcı’ etkenlerden kaynaklanan göç olarak adlandırılmaktadır. Ekonomik zorluktan ve işsizlik yüzünden Batı Avrupa’ya başlayan Türk göçü ‘çekici’ nedenlerden kaynaklanır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çoğunlukla kırsal kesimde yaşayan Türkler; Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa ve diğer Batı Avrupa ülkelerine iş göçünü başlattılar.

Batı Avrupa ve diğer ülkelere giden Türk göçmenlerin derin bir kültür şoku yaşaması çok doğaldı, çünkü bu insanların birçoğu yaşamlarında (askerlik dışında) belki de ilk defa köylerini terk etmekteydiler. Göçmenler yeni bir ülkeye gidince, ilk önce o ülkenin dilini öğrenirler. Böylece daha kolay iş bulurlar. Ancak Türk göçmenler geldiklerinin ertesi günü fabrikalara yerleştirildiler ve çalışmaya başladılar. Yaptıkları işler, hiç dil kullanımı gerektirmeyen işlerdi. Özellikle Almanya’ya gelen Türk işçileri geldikleri ilk 10-15 yıl süresince işçiler için hazırlanan yurtlarda kaldılar. Bu göçmen işçilerin, bulundukları toplumdan tam anlamıyla soyutlanmalarına yol açtı. Günlük yaşamdaki farklılıklar, çalışma koşulları, yiyecek, iklim ve benzeri farklılıkların dışında yeni sosyal çevreye uyum ve bulundukları toplumla bütünleşme, Türk göçmenleri bekleyen en çetin sorunlardı. Türk göçmenler farklı bir kültürel ve dini kökene sahip oldukları için bulundukları toplumla Türk göçmenler arasındaki anlaşmazlıklar veya yanlış anlaşılmalar (dilsel ve kültürel farklılıklar), olduğundan fazla büyütülmüştür.

Ev sahibi toplumlarla Türk göçmenler arasındaki çok büyük kültürel ve dilsel farklılıklara rağmen, Türk göçmenler, Batı Avrupa’da başarılı bir şekilde yerleşmişlerdir. Artık günümüzde Avrupalı Türklerden bahsedilmektedir. İkinci ve üçüncü kuşak Türklerle birlikte başlangıçta konulan hedefler ve istekler de büyük değişikliğe uğramıştır. Bu makalede Türk göçünün tarihi ana hatlarıyla sunulduktan sonra Batı Avrupa’daki Türk toplumunun sosyal, demografik, dilsel ve eğitimsel özellikleri tartışılacaktır.

Avrupa’ya İş Gücü Göçünün


Başlaması

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bazı Batı Avrupa ülkelerinde demografik ve ekonomik nedenlerle büyük ölçüde iş gücü açığı vardı. İş gücü açığını kapatmak için bu ülkeler daha çok, az gelişmiş İtalya, Yugoslavya, Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi Güney Avrupa ülkelerinden işçi almaya başladılar. Üretim oranını artırabilmek ve uluslararası rekabete ayak uydurabilmek için Batı Avrupa ülkeleri iş gücü açığını kapatmak zorundaydı. Ülke dışından işçi getirilmesi, maaşların ve fiyatların düşük tutulmasını sağladı. Bu sayede enflasyon büyük oranda düştü. Özellikle Doğu Almanya sınırının kapatılması daha az işçi ve daha çok iş anlamına gelmekteydi. Güney Avrupa ülkelerinden daha fazla işçi getirmek mümkün olmayınca, Almanya işçi açığını kapatmak için çözüm bulmak zorunda kaldı. Abadan-

Unat’a göre (1976) Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya arasındaki tarihi ilişkilere de dayanarak, Almanya coğrafi olarak yakın bulduğu iş gücü fazlasına sahip Türkiye’den işçi almak istedi. Ayrıca NATO’nun güney kanadının güçlendirilmesi açısından da Türkiye’den işçi almak çok cazip göründü. Sosyo-ekonomik açıdan Türklerin çok disiplinli askerler olarak ün yapmış olmaları, kolay uyum sağlamaları ve itaatkâr olmaları da Türklerin seçilmesinde rol oynamıştır. O dönemde Almanya’da hiçbir grup, Türklerin farklı bir dini, sosyal, kültürel ve dilsel kökenden geliyor olmasına aldırmamıştı.

Türk devleti açısından da çok sayıda işsizin dışarı gönderilmesi sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir rahatlama anlamına gelmekteydi. Özellikle 1960’larda ekonomik kalkınma için yabancı paraya çok acil ihtiyaç vardı. Türk hükümetleri borç para bulmak için çok büyük zorluk çekiyordu. Türkiye iş gücü ihraç eden ülkeler kervanına oldukça geç katılmıştır. Diğer Avrupa ülkelerine göre Türk iş gücü göçü çok planlı yapılmıştır. Türk hükümeti ve Batı Avrupa devletleri arasında ikili anlaşmalarla daha başlangıçta bu işçilerin belirsiz bir süre için işe alındıkları ve bu işçilerle ilgili her şeyin karşılıklı anlaşmalara bağlı olduğu belirtilmiştir. Bu anlaşmalar Almanya ile 1961’de, Avusturya, Belçika ve Hollanda ile 1964; Fransa ile 1965 ve İsveç’le 1967 yıllarında imzalanmıştır.

İşçilerin kalacağı yerler, çalışma saatleri ve işçilerin seçilme şartları hükümetler arasında karşılıklı düzenlenmiştir. Göçün ilk yıllarında daha çok erkek nüfus eşlerini ve çocuklarını geride bıraktılar. 1973’te birçok Avrupa ülkesi ekonomik kriz yüzünden diğer ülkelerden işçi alımını durdurdu. Bu dönemde birçok Türk’ün ülkesine geri döneceği zannedildi. Ancak 1974’te çıkarılan aile birleştirme yasası ile Avrupa’daki Türk göçü yeni bir evreye girmiş oldu. Alman işçi sendikaları Almanya’da çalışan yabancı işçilerin Almanya’ya tam uyumlarının sağlanmasını talep etti. Uygun ve daha düzgün yaşama koşulları sağlandı. İşverenler mesleki kurslar ve dil kursları için katkıda bulunmaya zorunlu kılındı. Ayrımcı maddeler içeren ‘yabancılar yasası’ kısmen değiştirildi. En önemlisi de göçmen işçilerin ailelerini getirmelerine izin verildi. Bu kararlar elbette insani nedenlerden dolayı alınmıştı, ancak göçmen aileleri ve çocukları gelince mevcut problemlerin üçe katlandığı görüldü. Ailelerin yaşayabileceği uygun evler, Türk çocukları için özel eğitim programları, Türk aileleri için iki dilli sağlık hizmetleri vb. gibi birçok yeni hizmet gerekti. Bazı problemler ciddiye alınarak çözümler bulundu; ancak genel tutum ilgisizlikti. Türk göçmenlerin ‘misafir işçi’ oldukları düşüncesiyle hareket eden Batılı devletler bu problemlerin zamanla bu işçilerin ülkelerine dönmesiyle ortadan kalkacağını düşünerek hiçbir ciddi önlem almadılar. Türk işçilerin çoğu kendi kaderleriyle baş başa bırakıldılar. Bu işçiler ancak birbirlerinden yardım alarak ve birbirilerine yol göstererek bulundukları ülkeye yerleştiler. Bu dönemde dil problemi yerleşme ve uyum sürecini bir hayli zorlaştırdı. Çocukların eğitimi de çok ciddi bir sorun olarak kendini gösterdi. Ancak Türk derneklerinin kurulmaya, dini hizmetlerin yerine getirilmeye başlaması ve Türk dilinde eğitim veren okulların açılmasıyla Türk toplumu arasındaki dayanışma daha da güçlendi.

Mevcut durum

Batı Avrupa’da dil ve kültür ile ilgili düzenli veri toplanmadığı için (Extra & Verhoeven, 1993) Türk grubu ile ilgili temsil gücü yüksek bilgi sunmak oldukça zordur. Ancak Almanya federal istatistik bürosu, Hollanda istatistik bürosu ve Türkiye dış işçi hizmetleri dairesinin verilerini kullanıp bu konuyla ilgili literatür değerlendirilerek Batı Avrupa’daki Türk toplumu ile ilgili bilgiler sunulacaktır. İlk bölümde özellikle Almanya, Hollanda ve Fransa’daki Türk toplumu ile ilgili demografik bilgiler verilecektir. İkinci bölümde ikinci ve üçüncü-kuşak Türk çocuklarının eğitimi ve birinci ve ikinci dil kullanımları ile ilgili değerlendirme ve bulgular yer alacaktır. Son bölümde ise evde konuşulan dil anketinin bulgularından yola çıkarak Batı Avrupa’da Türk toplumunun geleceği ile ilgili somut saptamalarda bulunulacaktır.

Demografik Özellikler

Günümüzde Türkçe, Batı Avrupa’da yaşayan 3 milyon’un üzerinde Türk insanının evinde konuşulan bir dildir. Batı Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının sayısı birçok Avrupa ülkesinin nüfusuyla kıyaslanabilecek durumdadır: Danimarka’nın yarı nüfusuna eşit, Lüksemburg’un nüfusunun altı katı, İrlanda’nın nüfusunun üçte ikisi ve Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerin nüfusunun dörtte birine eşittir (Şen, 1996). Almanya ve Hollanda’da Türk grubu en büyük göçmen grubudur. Avrupa Birliği ülkeleri tarafından Türk göçünü engellemek için çok ciddi önlemler alınmış olmasına karşın, aile birleşimi yoluyla Batı Avrupa ülkelerine Türkiye’de artarak devam eden bir göç söz konusudur. Çoğunlukla ikinci kuşağın evlenerek getirdiği bu birinci kuşak nitelikli yeni Türk göçmen grubu toplumda ve evde konuşulan Türkçe açısından ‘taze kan’ işlevi görmektedir. Evlerde Türkçe konuşulmaya devam etmekte ve çocuklar da Türkçe öğrenmektedir. Dil kullanımı bölümünde ayrıntılı tartışılacağı gibi, Türkiye’den gelen damat ve gelinlerin Türkçe’nin ikinci ve üçüncü kuşaklar arasında artarak konuşulmasında çok büyük etkisi vardır. Bir yerde, tahminlerin aksine, birinci kuşak sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Tablo 1’de Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan toplam Türk nüfusu ile ilgi bilgi verilmektedir. Bulundukları ülkenin vatandaşı olmuş bireyler sunulan rakamlara dahil değildir.

Tablo 1: Avrupa Ülkelerindeki Türklerin Dağılımı



Ülke Sayı

Avusturya 142,231

Belçika 88,302

Danimarka 36,835

Finlandiya 2,000

Fransa 274,747

Almanya 2,107,426

İngiltere 61,300

İtalya 8,500

Norveç 10,000

Portekiz 65

İspanya 904

İsveç 35,831

Hollanda 284,902



Toplam 3,053,043

Kaynak: Türkiye İşçi Hizmetleri ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Yukarıdaki rakamlara İsviçre’de yaşayan 79,556 Türk göçmen de eklenmelidir. Bu şekilde Batı Avrupa’da yaşayan toplam Türk sayısı 3,132,599’a ulaşır. Ancak yukarıdaki rakamların resmi sayılar olduğunu belirtmekte fayda vardır. Gayriresmi ve kayıtsız göçmen sayısının da çok yüksek olduğu bilinmektedir. Bu şekilde, Batı Avrupa’daki toplam Türkiyeli göçmen sayısı oldukça yüksektir.

Daha önce belirtildiği gibi Almanya ve Hollanda’da nüfus sayımı geleneği olmadığı için bazı konularda göçmen gruplarla ilgili olarak ayrıntılı bilgi almak mümkün değildir; dolayısıyla, burada sınırlı bilgi sunulabilmektedir. Fransa’da ise göçmen gruplarla ilgili olarak kapsamlı veri tabanları bulunmaktadır. Akıncı ve Yağmur’un (2000) çalışmasından yola çıkarak Fransa’daki Türk grubu ile ilgili olarak demografik bilgiler sunulacaktır.

Fransa’daki Durum

Fransa’daki diğer göçmen gruplarla kıyaslayınca Türklerin Fransa’daki geçmişi çok eski değildir. İkinci Dünya savaşı sonrasında Fransa’da 7,700 Türk yaşamakta idi. Bu rakam 1954’te 5,273’e gerilerken, 1968’de tekrar 7,628’e yükseldi. Fransız ve Türk hükümetleri arasındaki ilk ikili göç anlaşmaları 1965’te imzalandı. Ancak Fransa’ya büyük çaplı Türk göçü 1970’li yıllarda başladı ve 80’li yıllarda devam etti. 1968 ve 1972 yılları arasında Türk göçmen sayısı 50,860 iken 1972 ve 1982 arasında bu rakam 123,540’a çıktı. Bu artış sadece iş gücü göçünden değil aile birleşiminden kaynaklanmaktadır. 1982 nüfus sayımında aile birleşiminin sonuçları oldukça belirgenleşmişti. Özellikle 10 ve 34 yaş arasında kadın ve çocukların sayısında çok ciddi bir artış görüldü. 1990’da Türkler 202,000 rakamına ulaşarak Fransa’daki dördüncü büyük grup statüsüne ulaştılar. Tüm Batı Avrupa’daki genel görünüme uygun olarak Fransa’daki nüfusun yarısı 20 yaşın altındaydı. Dolayısıyla az eğitimli birinci kuşak Türk göçmenlerden farklı olarak ikinci kuşak Türkler Fransız eğitim sisteminde yetişmiş, çok daha iyi eğitimli ve daha iyi işlere sahip bir grup görüntüsü vermektedir. Bu durum, Türk grubunun genel görünümünü tamamen değiştirmektedir. Akıncı’ya göre (1996, 1999) Fransa’da yetişen Türk çocukları iki dillidirler. Anne babayla Türkçe konuşan çocuklar kendi aralarında Fransızca konuşmaktadırlar. Birçok aile artık Fransa’da temelli olarak yerleşmiş bulunmaktadır. Ancak ana vatanla ilişkiler devam etmektedir. Başlangıçta geri dönme hayaliyle gelen Türkle sonuçta temelli olarak Fransa’da kalabilirler. Bugün Fransa’daki Türklerin sayısı 350 bindir. Yaklaşık 15,000 Türk Fransız vatandaşlığına geçmiştir.

Fransa’daki Türk göçmenlerin çoğunluğu işçi olarak çalışmaktadırlar. Echardour ve Marin’e göre (1993), Türklerin %43,7’si üretim endüstrisinde, %28,5’i inşaat sektöründe ve %23,5’i hizmet sektöründe çalışmaktadırlar. Brabant’ın (1992) araştırmasına göre her ne kadar Türklerin çalıştıkları işlerde işçilikten (1982’de %89,9 olan işçi oranı, 1989’da %80’e gerilemiştir) kendi iş yerini açma veya memuriyet gibi başka mesleklere (1982’de %6.6 iken, 1989’da %18.5’e çıkmıştır) doğru bir hareketlenme olsa da Türk iş gücü daha hâlâ el emeği ağırlıklıdır. Bugün Türklerin en yoğun olarak yaşadıkları bölge İle de France’dır (toplam Türk nüfusunun %20’si). İkinci bölge 38,185 nüfusla Rhone Alpes’dir (%17). Alsace ise %15’le üçüncü bölgedir (Villanova, 1997).

Diğer Türk göçü alan ülkelerde (Avustralya, Almanya, Hollanda vb.) olduğu gibi Türk gençler arasında grup içi evlilik oldukça yaygındır. INSEE (1997) adlı kurumun rakamlarına göre kızların %98’i ve erkeklerin %92’si Türkiye’den bir gençle evlenmektedirler; dolayısıyla Türk göçü aile birleşimi yoluyla artarak devam etmektedir. Türkiye’de yetişen ve göç yoluyla Fransa’ya gelen gençler ana dilinin korunmasında çok ciddi bir katkıda bulunmaktadırlar. INSEE’nin (1997) rakamlarına göre Türk babaların %17’si ve annelerin %3’ü çocuklarıyla Fransızca konuşmaktadırlar (bu rakamlar Cezayirli babalar için %69 ve anneler için %52’dir). Fransa’daki Türk göçmenlerin nüfus yapısı (diğer ülkelerde olduğu gibi) oldukça gençtir. 1994 yılında Türk çocukların 50,000’i ilk, 30,000’i orta ve ayrıca 3,000 öğrenci de özel okullara devam etmiştir. Akıncı ve Yağmur (2000) tarafından yürütülen geniş kapsamlı bir ana dili kullanımı ve korunumu çalışması Türk gençlerinin ana dili kullanımı konusunda çok bilinçli ve duyarlı olduğunu göstermiştir. Fransa’daki Türkler ana dillerini, kültürlerinin ve kimliklerinin vaz geçilmez bir parçası olarak görmektedirler.

Hollanda’daki Türk Grubunun Dilbilimsel Özellikleri

Hollanda’nın büyük kentlerinde gerçekleştirilen geniş kapsamlı evde konuşulan dil anketinin sonuçları Türk öğrencilerinin en kalabalık ve dil gücü en yüksek grup olduğunu göstermiştir (Extra, Aarts, Avoird, Broeder & Yağmur, 2001). Bu çalışma 4-17 yaş gruplarındaki 8,686 öğrenciyi içermiştir. Hollanda’da okula başlama yaşı 4’tür ve eğitim 17 yaşına kadar zorunludur. Extra ve arkadaşlarının (2001) araştırmasında 4/5 yaş grubunda 1501 öğrenci, 6/7 yaş grubunda 1492 öğrenci, 8/9 yaş grubunda 1549 öğrenci, 10/11 yaş grubunda 1502 öğrenci, 12/13 yaş grubunda 1083 öğrenci, 14/15 yaş grubunda 888 öğrenci ve 16/17 yaş grubunda ise 485 öğrenci yer almıştır (213 öğrenci ise yaşlarını yazmamıştır). Aşağıdaki tablo öğrencilerin ve anne-babalarının doğum yerlerini göstermektedir. Tablo’ya göre öğrencilerin birçoğu Hollanda’da doğmuşken anne-babaların çoğunluğu Türkiye’de doğmuştur. Öğrencilerden bazılarının ise Belçika, Almanya ve Fas gibi ülkelerde doğmuş olması Batı Avrupa’da farklı ülkelerde yaşayan Türkler arasında evliliğin olduğunu göstermektedir.

Tablo 2: Anne-baba ve öğrencilerin doğum yerleri

Doğum yeri Öğrenciler Anneler Babalar



Sayı % Sayı % Sayı %

Hollanda 6,737 78 584 7 % 473 5 %

Türkiye 1,716 20 % 7,529 87 % 7,802 90 %

Diğer ülkeler 233 2 % 573 6 % 409 5 %

Araştırmaya göre Hollanda’daki 102 göçmen dil grubu arasında Türk grubu, dil becerisi ve dil hakimiyeti açısından en güçlü dil grubu olarak ortaya çıkmaktadır. Tablo 3 ve 4’te Türk öğrenci grubunun dil becerisi, dil kullanımı, dil tercihi ve dil hakimiyeti ile ilgili bulgular sunulmaktadır.

Bu bulgular, Hollanda’daki Türk öğrenci grubunun Türkçe dil kullanımı açısından en güçlü göçmen grubu olduğunu göstermektedir. Herşeyden önce bulgulara göre evde Türkçe konuşulmaktadır. Her ne kadar küçük kardeşlerle Türkçe konuşma oranı anne-baba ile Türkçe konuşma oranına göre düşük olsa da çocukların yaşı büyüdükçe Türkçe konuşma oranı da artmaktadır. Bu bulgu gelecek kuşaklarda da Türkçe kullanımının devam edeceğini göstermektedir. İkinci dil ortamında yetişen çocuklar için Türkçe öğretiminin çok önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Tablo 3’te görüldüğü gibi çocuklar

Türkçe okuma-yazma becerilerini okulda edinmektedirler; dolayısıyla Türkçe eğitimi almak çok önemlidir. Okuma yazma becerisi olmadan ikinci dil ortamında Türkçe’nin sonraki kuşaklar tarafından korunması çok zor; hatta imkânsız olacaktır.

Türkçe Öğretimi

Batı Avrupa’da yaşanılan ülkenin dili ve Türkçe öğrenimi çok karmaşık bir meseledir. Her şeyden önce yıllar boyunca ana dili öğretimi yasaları sürekli olarak değiştirilmiştir. İkinci olarak da ana dili öğretimi konusunda Avrupa Birliği ülkeleri arasında bir uyuşma söz konusu değildir. Belirsizlik ve tutarsızlık ana dili eğitimiyle ilgili politikaları tanımlamaktadır. Barselona’da 1986’da yayımlanan uluslararası dil hakları beyannamesinde tüm dillerin ve kültürlerin eşit olduğu belirtilmiştir (Genel ilkeler, Madde 10, paragraf 1); fakat Avrupa Konseyi’nin 25 Temmuz 1977 tarihli yönergesi, göçmen çocuklarının ana dili öğretimiyle ilgili olarak: “Üye devletler ulusal ve yasal koşulları doğrultusunda ve (göçmenleri) gönderen ülkelerin devletleri ile iş birliği içinde okul programlarıyla eşgüdümlü olarak ana dili eğitimi ve öğretimi için uygun önlemleri alır” şeklinde daha hâlâ yürürlükte olan bir karar almıştır. Çok açık destek vaadine rağmen göçmen grupların ana dili öğretimi konusunda birçok tutarsızlık mevcuttur. Extra ve Gorter’in (2001: 3) açıklaması uygulama ve yasal düzenleme arasındaki büyük çelişkiyi sergilemektedir: “Türkçe ve Arapça Avrupa Birliği ülkelerinde milyonlarca insan tarafından konuşulan ve öğrenilen sözüm ona Avrupalı olmayan dillere iyi iki örnektir. Göçmen dilleri göçmen gruplar tarafından kimliklerinin bir parçası olarak algılanıp aktarılmalarına karşın bölgesel azınlık dillerine nazaran çok daha az korunmakta ve eğitimde de çok az yasal destek görmektedirler. Aslında göçmen dillerinin öğretimi birçok yasa yapıcı tarafından göçmenlerin bulundukları toplumla bütünleşmesinin önünde bir engel olarak görülmektedir. Avrupa düzeyinde göçmen dilleriyle ilgili yasa ve yönergeler yetersiz ve oldukça eskidir.”

Batı Avrupa’daki Türkçe öğretimini değerlendirebilmek için bu dillerin öğretimi ile ilgili yasaları kısaca özetlemek gerekmektedir. Birçok Avrupa ülkesi bu dillerin öğretimi ile ilgili somut kararlar almasına rağmen, göçmen dillerinin öğretimi ile ilgili tartışmalar bir türlü bitmek bilmemektedir. Başlangıçtaki amaç göçmen çocuklarının misafir olarak görülmesi ve ülkelerine döndüklerinde uyum zorluğu çekmemeleri için ana dili eğitimi verilmesiydi. Ancak mevcut durum farklı olduğu için ana dili eğitiminin de artık gereksiz olduğu iddia edilmektedir. ana dili öğrenimi bulunulan ülkenin dilinin öğrenilmesine bir engelmiş gibi görülmektedir. Aslında her iki dilin de öğrenimi çok önemlidir. (Bu konuda hiçbir göçmen farklı bir şey söylememektedir.? Bu kitapta yer alacak? diğer makalede sergilendiği gibi Hollanda’daki Türk toplumu ana dili bilinci oldukça yüksek olan bir gruptur. Türk dilinin öğrenimi genç kuşakların ait oldukları toplumla diyalogları ve benlik gelişimleri açısından çok önemlidir. Her ne kadar son dönemlerde Hollanda hükümeti ilkokullardaki ana dili öğretimini belediyelere kaydırarak, ana dili eğitimini kademeli olarak ortadan kaldırmak istese de bu göründüğü kadar kolay olmayacaktır. Belediyeler ana dili eğitiminin tamamen okul saatleri dışına çıkarılmasına çalışsa da anne-babalar bu konuda direnç göstermektedir. Belediyeler ana dili eğitiminin bazı derneklerce yapılmasını istemekte, bu da çok ciddi kaygıları beraberinde getirmektedir.

Farklı Avrupa ülkelerinde farklı ana dili eğitimi uygulamaları vardır. İngiltere gibi ülkelerde ana dili eğitimi ilgili toplumla yerel yönetim arasında çözülmesi gereken bir konudur. İsveç, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde sorumluluk eğitimle ilgili mercilere aittir.

Almanya (bazı eyaletleri hariç), Fransa, Lüksemburg ve Belçika gibi ülkelerde ana dili eğitimi sorumluluğu göçmenlerin geldiği ülkeye aittir. ana dili eğitimi derslerinin kalitesi genellikle düşük olduğu için her geçen yıl bu derslere talep azalmaktadır. Eğer ana dili derslerinden verimlilik bekleniyorsa bu yanlış uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Açıkça görüldüğü gibi, Batı Avrupa’daki hakim görüş azınlık dillerinin eritilmesi yönündedir. Extra ve Verhoeven’ın (1993: 22-23) belirttiği gibi: “Hollanda’daki yaygın kanı etnik azınlıkların ana dillerini bırakarak sadece Hollandaca konuşmaları yönündedir, ve göçmen çocukları ana dillerini öğrenmek yerine tüm zaman ve enerjilerini Hollandaca öğrenmeye vakfetmelidirler. Bu anlayışta çok dillilik bir zenginlik/kaynak olarak değil, bir problem olarak görülmektedir.” Bu zihniyet Avustralya’da uygulanmakta olan çok kültürlülük politikalarından tamamen farklıdır.

Boeschoten, Dorleijn ve Leezenber (1993: 132) daha güçlü bir şekilde ne Batı Avrupalı toplumların, ne hükümetlerin ne de eğitim politikası geliştirenlerin ana dili eğitimine ve farklı kültürlere sıcak bakmadığını belirtmişlerdir. Birçok bilim adamı ve politikacı ana dili eğitiminin kaldırılması için mücadele başlatmışlardır. Aslına bakılırsa söz konusu ana dili dersleri zaten haftada bir buçuk saatle sınırlı idi ve birçok okulda da ana dili eğitimi hademe odalarında, merdiven altlarında veya okulun kullanılmayan bir köşesinde çok olumsuz koşul

lar altında yürütülmekte idi. Her şeye rağmen Hollanda’daki ana dili eğitimi diğer birçok Batı Avrupa ülkesinden çok daha iyi durumdadır, denebilir. Çünkü Hollanda Eğitim Bakanlığı geçmişte bu alanda öğretim malzemesi geliştirilmesi için çok kaynak ayırmıştır.

Almanya’da Türkçe öğretimi göçmenlerin bir gün geri dönecekleri düşüncesiyle başlatılmıştır. Alman hükümeti, Türk devleti tarafından gönderilen Türkçe öğretmenlerinin Alman okullarında Türkçe öğretmesine izin vermiştir. Ancak Türk göçmenlerin kalıcı olduğunu anlayan Kuzey Ren Vesfalya Federal Hükümeti, Türkiye tarafından gönderilen öğretmenlere bağımlı olmaktansa Türkçe öğretmeni yetiştirmek için Essen Üniversitesinde tam donanımlı bir öğretmen yetiştirme bölümü açmıştır. Bu program ilk ve orta dereceli okullar için Türkçe öğretmeni yetiştirmektedir.

Türkçe’nin Batı Avrupa’daki statüsünün düşük olmasından bahsedilmektedir (bunda Türk göçmenlerin çoğunluğunun kırsal kesimden gelmiş olması ve düşük eğitimli olması, ayrıca bulundukları topluma kolay uyum sağlayamamaları etkendir). Ancak Gogolin’e göre (1998): “Güç ve yasallık açısından Türkçe’nin kolay anlaşılamayan bir gücü ve statüsü söz konusudur. Çocuklar arasında Türkçe’nin çok yüksek bir statüsü vardır. Birçok çocuk tarafından düzenli olarak konuşulduğu için gizli bir güçten söz edilebilir.” Hatta Gogolin Türkçe’nin ana dili Türkçe olmayan çocuklar arasında da çok yüksek bir statüye sahip olduğunu iddia etmektedir. Tüm bunlara ek olarak Alman eğitim sisteminde yarı-yasal da olsa Türkçe’nin bir yeri vardır. En önemlisi de Türkçe Almanya’da yaşayan birçok aile için iletişim dilidir. İki dilli ikinci ve üçüncü kuşakların artması Türkçe’nin statüsünü daha da yükseltecektir. Batı Avrupa’da Türk çocuklarının dil gelişimini inceleyen birçok çalışma (Verhoeven, 1987; Boeschoten, 1990; Driessen, 1997; Pfaff, 1994) Türk çocuklarının 4 ve 8 yaşları arasında ağırlıklı olarak Türkçe’ye hakim olduklarını göstermiştir.

Ayrıca Türk çocuklarının okul başarılarını ölçen çalışmalar da vardır (Verhallen & Schoonen, 1993; Klatter-Folmer, 1996). Bu çalışmalar Türk çocuklarının genelde daha az başarılı olduğunu göstermiştir. Tesser (1993) ve Mulder’e (1996) göre Türk çocukları diğer göçmen çocuklarına göre daha az başarılıdırlar. Verhallen ve Schoonen (1993), Türk çocuklarının okulda daha az başarılı olmalarının temel nedeninin zayıf kavram gelişimi olduğunu iddia etmişlerdir. Araştırmalara göre Türk çocuklarının Hollandacası Hollandalı sınıf arkadaşlarına göre çok daha zayıftır. Çocukların yaşı büyüdükçe aradaki farkın kapanması beklenir, ancak araştırmalara göre aradaki fark kapanacağına artmaktadır (Verhoeven & Vermeer, 1989). Klatter-Folmer’in (1996) çalışmasına göre Türkçe ve Hollandaca becerileri çocukların akademik başarılarıyla eş orantılıdır. Hollanda’daki durum diğer Avrupa ülkelerinde de benzer bir görünüm arz etmektedir. Maalesef birçok Avrupa ülkesindeki durum Hollanda’dan daha olumsuzdur.

Türk çocuklarının ana dillerindeki becerileri göz önünde bulundurulmadan bazı araştırmacılar, Türkçe’nin Hollanda okullarında çok düşük bir statüsü olduğunu iddia etmektedirler (Klatter-Folmer, 1996: 33). Ancak Klatter-Folmer’ın iddiasının tam tersine ülke çapında yapılan bir araştırmada Türkçe’nin Hollanda’nın en güçlü azınlık dili olduğu saptanmıştır (Extra, Aarts, Avoird, Broeder and Yagmur, 2001). 1995’teki verilere göre 42619 Türk çocuğunun yüzde 77’si o yıl ana dili derslerini takip etmiştir.

En büyük Türk grubu Almanya’da yaşamaktadır. Almanya’nın değişik eyaletlerinde 316,309 Türk öğrenci ana dili derslerini takip etmektedir. Şen’e (1996) göre Almanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Danimarka, Avusturya, İsviçre ve İsveç’in ilk ve orta dereceli okullarında yaklaşık 640,000 Türk öğrenci bulunmaktadır. Ayrıca söz konusu ülkelerde 16,000 civarında Türk üniversite öğrencisi vardır.

Türkçenin Gücü

Türk göçmenlerin gittiği Avustralya, USA, Kanada gibi ülkelerle kıyaslandığında Batı Avrupa’daki Türklerin ana dillerini kullanmaları ve muhafaza edebilmeleri için daha fazla kaynak ve olanak bulunmaktadır. Avrupa’daki Türkler her yıl ülkelerini ziyaret edebilirken, Avustralya gibi uzak ülkelerdeki Türkler her 4-6 yılda bir ülkelerine gidebilmektedirler (Yagmur, de Bot, & Korzilius, 1999). Avustralya’daki Türkler, önceleri cenazelerini defnedilmek üzere Türkiye’ye gönderirken şimdilerde bu eğilim değişmiştir. Artık defin işlemi de Avustralya’da yapılmaktadır. Bu durum Türklerin içinde yaşadığı toplumu ve ülkeyi benimsemesi açısından önemli bir göstergedir. Avrupa’daki Türkler ağırlıklı olarak defin işlemini Türkiye’de yapmaktadırlar.

Batı Avrupa’da yaşayan Türkler her türlü basın yayın organına kolayca ulaşabilmektedirler.


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   84   85   86   87   88   89   90   91   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin