Fıkıh Usulü



Yüklə 1,57 Mb.
səhifə24/44
tarix20.11.2017
ölçüsü1,57 Mb.
#32404
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   44

EF'ÂL-İ MÜKELLEFİN


 

Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiiller.

Ef'âl "fiil", mükellefin de "mükellef" kelimesinin çoğuludur. "Teklif" mastarından türetilmiş olan bu kelime "yükümlülük sahibi kişi" anlamındadır. 446

‘Mükellef’, teklifi yüklenen, yani İslâmí emir ve yasakların muhatabı olan, bunlardan sorumlu olan akıllı ve ergenlik yaşına ulaşmış insanlardır.

‘Ef’al’ ise, filler, yapılan işler, eylemler demektir.

Buna göre ‘ef’al-i mükellefín’, yükümlülerin yaptıkları işlerin, eylemlerin şer’í, diní yönden hükümleri demektir.447

Şer'i ıstılahta: "İslâmî emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse" demektir.

Bu terkip "yükümlülerin fiilleri" diye Türkçeleştirilebilirse de fıkıh ıstılahında "yükümlülerin fiillerinin şer'î hükümleri" anlamında kullanılmıştır. 448

Dinin emir ve yasaklarından sorumlu bir kimsenin işlediği amellerin, yaptığı fiillerin Şeriat yönünden değerleri anlamındadır.

Aklı başında ve ergenlik çağına ulaşmış bütün insanlar Allah’ı Rabb, O’nun peygamberlerle gönderdiği vahy’i din olarak seçmekten; sonra da bu vahiyle bildirilen emir ve yasaklara uymaktan sorumludurlar. Bu bağlamda İslâm, yükümlü konumunda olan insanların işlerini, eylemlerini değerlendiriyor. Her birine, onların iyi ve kötü olma durumuna göre bir şer’í hüküm koyuyor. Kimisini emrediyor, kimisini yasaklıyor, kimisinde de mükellefi serbest bırakıyor. 449

Ef'âl-i mükellefin sekiz tanedir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsid. Bu taksim Hanefi hukukçularına göredir. 450

1. Farz:

Sübûtu ve ifâde ettiği anlamı (delâleti) kesin olan delillerle Allah veya Rasûlünün emrettiği fiiller "farz" adını alır. Farzlar, te'vile (başka anlama) gelme ihtimali bulunmayan âyet veya mütevâtir hadislerle sâbit olur. Namaz, oruç, hac, ibâdetleri gibi. Bunlarla ilgili hem kesin âyetler vardır, hem de Hz. Peygamber (s.a.s.)'in tevâtüre varan yollarla nakledilmiş hadisleri mevcuttur. Farzın hükmü işleyene sevap, terkedene ceza olması; inkâr edenin veya küçümseyenin dinden çıkmasıdır. Bu da farzı ayrı ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır: 451



a) Farz-ı Ayn:

Her yükümlü müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Bir kısmının işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Abdest, beş vakit namaz, ramazan orucu, mükellef olana hacc ve zekât ile İslâm toprakları saldırıya uğradığında cihada çıkmak gibi. 452



b) Farz-ı Kifâye:

Yükümlü müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen şeylerdir. Bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur. Cihad etmek. Kur'ân-ı Kerîm dinlemek, Kur'ân-ı Kerîm ezberlemek, selâm almak, cenaze namazı kılmak gibi. Farz-ı kifâyenin sevabı yalnız onu işleyenlere âit olur. Bu farzı hiçbir kimse yerine getirmezse bütün toplum günahkâr olur. Bir ibâdetin rükünleri ve şartları kabilinden olan farzlardan birinin terkedilmesi ibâdetin sıhhatine engel olur. Terk kasten olsun yanlışlıkla olsun hüküm değişmez. Kasten terk halinde ayrıca günâha girme vardır. Namaz kılarken rükû veya secde etmeyi terketmek gibi. 453



2. Vâcib:

Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul edilen emirlerdir. Bunları işleyene sevap, özürsüz terk edene ceza gerekir. İtikadı açıdan, inanma bakımından farzın hükmü gibi değildir. Yani vâcibi inkâr eden dinden çıkmaz. Bir ibâdetin vâciblerinden birisini kasden terketmek tahrimen mekruhtur, Sehven (yanlışlıkla) terketme hâlinde ise sehiv secdesi gerekir. Vâcibin de kifâye olânı vardır. Şâban ve Ramazan ayı sonlarında hilâli gözetlemek vacibtir. Fakat herkese vâcib değildir. Diğer vâcib amellere örnek: Kurban kesmek, vitir ve bayram namazı kılmak, yakın hısımlardan ihtiyaç içinde olanlara yardım etmek gibi. Vâcib; sübûlu kat'ı ve delâleti zannı olan delille sabit olur. Bu delil te'vile uğramış âyet veya hadis şeklinde olabilir. Mesela: Kur'ân-ı Kerim'de:



"Namaz kıl, kurban kes" (el-Kevser, 108/2) buyurulur. Burada, bayram namazı kılma ve kurban kesme emrinin muhâtabı Hz. Peygamberdir. Yani bunlar Hz. Peygamber için farz hükmünde olur. Ancak emrin, diğer müslümanları kapsayıp kapsamadığı kesin değildir. Ancak bu emirlerin diğer müslümanların kapsadığı daha kuvvetli görüştür. Böylece sünnetten daha kuvvetli, fakat âyetteki delâletin kesin olmaması yüzünden farz derecesine ulaşmayan bir emir çeşidi ortaya çıkmış olur ki buna vâcib denir.454

3. Sünnet:

İyi ahlâk, iyi huy. Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri, işleri ve takrirleri. Misvak kullanmak, cemâatle namaz kılmak gibi. Sünnet, müekked ve gayr-i müekked olma küzere iki kısma ayrılır. 455



a) Müekked Sünnet:

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in devamlı işleyip nâdiren terk ettikleri farz ve vâcib olmayan amelleridir. Terkedilmesinde "itâb" vardır. Sabah, öğlen ve akşam namazlarındaki sünnetler ve çocukların sünnet ettirilmesi gibi. 456



b) Gayr-i Müekked Sünnet:

Hz. Peygamber'in çok defa edâ edip, bazan terkettikleri sünnet. Namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı müekked sünnetlere müstehab ve mendûb isimleri de verilir.

Usûl bilginleri sünneti ikiye ayırmışlardır. 457

a) Sünnet-i Hudâ:

Bunlar ibâdetlerle ilgili dinin tamamlayıcı olan sünnetleridir. Terkeden kınanır. Ezan okumak, kamet getirmek ve cemaatle namaz kılmak gibi. 458



b) Sünnet-i Zevâid:

İbâdetlerle ilgili olmayan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in sünnetlerine denir. Bunları terkeden kınanmaz. Namazın rükünlerini uzatmak ve Hz. Peygamber'in yemesi, içmesi, oturması, kalkması gibi fiillerinin taklit edilmesi. Âyet-i kerimede şöyle buyurulur: "Allah'ın Rasûlünde sizin için güzel bir örnek vardır" (el-Ahzâb, 33/21).

Sünnet mutlak olarak kullanıldığında Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetini de kapsar. Ayrıca farz ve vâcibde olduğu gibi sünnetin kifâyî çeşidi de bulunur. Ramazan'ın son on gününde itikaf yapmak ve terâvih namazını cemaatle kılmak gibi. Farz namazlarda cemâat sünnet-i ayn'dır. Yani bir kısım müslümanların cemâatle namaz kılması, diğerlerinden sünnet yükümlülüğünü kaldırmaz.

Sünnet hükmü, farz ve vâcibden az sevap kazandırır. Kasden terk halinde ceza değil, kınama gerekir. 459



4. Müstehab:

Buna mendub da denir. Hz. Peygamber'in bazan işleyip, bazan terk buyurdukları, selef-i sâlihinin sevip işlediği ve rağbet ettikleri işlerdir. Bazı nâfile namaz ve oruçlar gibi. Müstehabın hükmü; işlenmesinde sevap olup, terkinde kınama bulunmamasıdır. Müstehab genellikle gayr-i müekked sünnet ile eş anlamlıdır. 460



5. Mübah:

Yükümlünün yapıp yapmamakta muhayyer bulunduğu işlerdir. Bunun hükmü işlenmesinde veya terk edilmesinde sevap veya kınamanın bulunmamasıdır. Eşyada asıl olan mubahlıktır. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "O Allah arzda olan şeylerin hepsini sizin için yaratmıştır" (el-Bakara, 2/19). Bazan şartlar değişince, hükümler de değişir. Meselâ, haram olan şeylerden yemek içmek mübahtır. Ancak ölmemek için ihtiyaç miktarınca haram olan şeylerden de yiyip içmek farz olur. Eğer yenilen mal, başkasına aitse, yiyen bunu tazmin eder. Bu şekilde yiyip kendisini ölümden kurtarmakla sevap bile kazanır. Yemenin namazı ayakta kılacak ve oruç tutmaya kolaylık olacak ölçüde tutulması mendub ve müstehabdır. Şişmanlık için yemek mekruh, misafire ikram dışında doyduktan sonra yemeğe devam etmek haram sayılmıştır. Ancak cihad gibi bir hizmet için güçlenmek üzere fazla yemekte bir sakınca görülmemiştir. Mübah ve meşrû' eş anlamlıdır. 461



6. Haram:

Yasaklanmış olan ve terk edilmesi istenen şeylere gayr-ı meşrû denir. Bunlardan sübût ve delâlet bakımından kesin delille sâbit olanlara "haram"; yalnız sübût veya delâletten birisi ile yasaklanmış bulunanlara ise "mekruh" denir. Harama, mahrem veya mahzur adı da verilir .

Haramın hükmü; terkine sevap, islenmesine ceza gerekmesi ve helâl ve mübah sayanın dinden çıkmasıdır. İçki içmek, kumar oynamak, anaya-babaya âsi olmak gibi. 462

7. Mekruh:

Subûtu kat'i delâleti zannı veya subûtu zannı, delâleti kat'ı delille sâbit olan şeyler mekruh adını alır. Mekruhun hükmü amel bakımından haramın hükmü gibidir. Terkine sevap, işlenmesine ceza korkusu vardır. Mekruhun helâl olduğuna inanan kimse dinden çıkmaz. Midye istiridye, ıstakoz ve benzeri balık cinsinden olmayan deniz hayvanlarını yemek, cuma saatinde alış-veriş etmek, abdest ve gusülde suyu israf etmek.

Mekruhun harama yakın olanına "tahrimen mekruh"; helâle yakın olanına ise "tenzîhen mekruh" denir. Birincisi vâcib karşıtı olarak kullanılır. Ebû Hanife ve İmam Ebû Yûsuf'a göre tahrimen mekruh, haram değilse de, ona yakındır. İmam Muhammed'e göre ise gayr-i meşrû, haram demektir. Ancak haramlığına kesin delil bulunmadığı için "Mekruh" tâbirini kullanmıştır. Mutlak sünnet kelimesi "müekked sünnet" anlamında kullanıldığı gibi, mekruh ifadesi de prensip olarak "tahrîmen mekruh" anlamında kullanılır. Ebû Hanife, mücerred mekruh kelimesiyle "tahrîmen mekruhu" kasdettiğini Ebû Yûsuf'un sorusu üzerine açıkça ifade etmiştir.463

Tahrîmen mekruh ifadesi de tenzihen mekruh ifadesi yerine kullanılır. Meselâ; Başka su varken kedi artığı olan suyu içmek ve kullanmak tenzîhen mekruhtur. Abdestte suyu israf etmek mekruh olduğu gibi, çok az kullanarak guslü mesh derecesine getirmek de mekruhtur. 464



8. Müfsîd:

Başlanan bir ameli bozan ve ibtal eden kimsedir. Müfsidin yani başlanan bir ameli bozanın hükmü, bunu özürsüz olarak kasden yapmışsa cezanın gerekmesi, sehven yapmışsa cezanın gerekmemesidir. Başlanan bir orucu veya namazı bozmak gibi.

Sonuç olarak akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olan her mü'minin günlük hayatta yapmış olduğu fiiller yukarda açıkladığımız sekiz maddeden birisine girer. Meselâ; meşru yoldan kazanç elde etmek helâl; rüşvet almak haram, ihtiyaç halinde karz-ı hasen almak mübah (câiz); muhtâca ödünç para vermek mendub; borcunu ödemek farz; sıkıntıda olan borçluya genişlik zamanına kadar süre vermek vâcibdir. Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn; başkalarına fayda verecek derecede ilim öğrenmek farz-ı kifâye; şer'î ilimlerde ihtisas sahibi olmak mendub; övünmek için öğrenmek mekruhtur. Satım akdinin gerektirmediği ve taraflardan yalnız birisinin yararına olân bir şârt müfsid ve böyle bir akid fâsittir. Her insan gücü dâhilindeki fiilleri yapmakla mükelleftir. Gücünün dışındaki işlerle sorumlu tutulmaz. (Fakir olana zekât ve hacca gitmenin emredilmesi gibi). 465

Ehliyet:

"Teklif-i mâ lâ yutak" yani yapılması mümkün olmayan zor işlerden sorumlu tutmak. Zira "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler" (el-Bakara, 2/286).

İnsana görev teklif edilebilmesi için, sorumluluğu yüklenmeye ehliyetli olması lâzımdır. Ehliyet kişinin lehine ve aleyhine olan şer'î teklifleri yerine getirmeye salâhiyetli bulunmasıdır.

Ehliyet, "vücûb ehliyeti" ve "edâ ehliyeti" olmak üzere iki kısımdır: 466



a) Vücûb Ehliyeti:

Mükellefin, insanın kendi lehine ve aleyhine âit meşrû hakların gerekliliğine salâhiyet sahibi bulunması (vâris olma hakkını lüzûmuna salâhiyetli bulunması gibi). 467



b) Edâ Ehliyeti:

İnsanın kendisinden şer'ân mûteber olacak şekilde fiillerin meydana gelmesine salâhiyet sahibi olması. Bu da, kâmil ehliyet (akıllı ve buluğa ermiş bir insanın sahib olduğu ehliyet; kendisinin nikâh akdini kabulü, alış-veriş, icâre gibi fiilleri meydana getirmeye tam salâhiyetli olması gibi) ve kasır ehliyet (mümeyyiz bir çocuğun veya matuh (bunamış) bir kimsenin yaptığı işlerin bir kısmının sahih ve mûteber, bir kısmının ise mûteber olmaması gibi) olmak üzere iki kısımda mütâlaa edilir.468

Allah ve Rasûlünün müslüman fertleri sorumlu tuttuğu fiiller önem sırasına göre itikat, ibâdât, muâmelât ve ukûbat'tır. Bunlar da ayrıca delillerinin sağlamlığı, lâfızlarının delâletinin katiliğine göre kendi içlerinde sıralanır. İslâmi bir toplumun imanı ve tâğutî olanı tefrik edebilmesi için yükümlülüklerini Allahu Teâlâ'nın rızasına uygun olarak bilmesi gerekmektedir. 469

Hükümlerin Çeşitleri:


İslâm hukukuna (fıkha) göre hükümler ‘teklifí hükümler’ ve ‘vaz’í hükümler’ olmak üzere ikiye ayrılırlar. 470



1-Teklifí Hükümler:


Mükellefin yaptığı fillere, Şari’nin (şeriat koyucunun) yapılmasını veya yapılmamasını istemesine, ya da yapıp yapmada serbest bırakmış olmasına bağlanan şer’i özelliktir. 471



2- Vaz’í Hükümler:


Şari’nin isteğine göre bir şeyin başka bir şey için sebep, şart ve engel teşkil etmesidir. Mesela, abdest almak namazın şartıdır. Ölüm olayı, miras taksiminin sebebidir gibi. 472



Teklifí Hükümlerin Kısımları:


Şari’nin, bir fiilin yapılıp yapılmaması konusunda üç tavrı olabilir: 473



1- Yapılmasını isteme,

2- Yapılmamasını isteme,

3- Yapılıp yapılmamasında serbest bırakma. Yapılmasını isteme veya yapılmamasını isteme, ya bağlayıcı bir şekilde, ya da bağlayıcı olmayan bir şekilde olabilir.

Böylece ortaya beş çeşit teklifí hüküm (ef’al-i mükellefín) çıkmaktadır: 474



1- İcab:


Bir fiilin yapılması kesin ve bağlayıcı bir şekilde istenmiş ise, bu ‘icab’tır. Böyle bir isteğe ‘vücub-gereklilik’; yapılması istenen fiilin hükmüne de ‘vacip’ denilir.

Hanefilere göre böyle bir teklif ‘farz’ adını alır. Vacip ise, Şari’nin bağlayıcı bir tarzda yapılmasını istediği, ancak zanní (kesin olmayan) bir delile dayanan emirdir. 475


2- Nedb (Mendup):


Şari’nin yapılmasını istediği, ama bağlayıcı olmayan fiillerdir. Bu emir yine ‘nedb’ olarak isimlendirilir. Yapılması istenen fiil ise ‘mendup’tur.

Mendup üç kısma ayrılır:

a- İslâmí görevleri tamamlayıcı nitelikte olanlar ile Peygamberimizin devamlı yaptığı, pek az terkettiği fiiller. Bunlara ‘sünnet-i müekkede-kuvvetli sünnet’ adı verilir.

b- Peygamberimizin bazen yaptığı, bezen de terkettiği fiiller. Bunlara da ‘sünnet-i gayri müekkede-kuvvetli olmayan sünnet’, veya müstehab denilir.

c- Peygamberimizin bir insan olarak yaptığı, diní bir yönü ve bağlayıcılığı olmayan olmayan günlük davranışları ve filleridir. 476


3- Tahrim:


Şari, bir fiilen yapılmamasını kesin ve bağlayıcı bir şekilde istemişse, bu ‘tahrim’dir. Bu isteğe bağlanan sonuca ‘hurmet-yasaklama’, yapılmaması istenen fiile de ‘muharrem veya haram’ denilir. 477



4- Kerâhet:


Şari, bir fiilen yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir şekilde istemişse, bu ‘kerahat’tır. Bu isteğe bağlanan sonuca yine ‘kerâhat’, yapılmaması istenen fiile de ‘mekruh’ denilmektedir. 478



5- İbahe:


Yapılıp yapılmaması yükümlünün kendi isteğine bırakılmışsa, buna ‘ibahe’ denir. Bu serbest bırakmaya bağlanan sonuç yine ‘ibahe’ olarak ifade edilir. Mükellefin seçimine bırakılan fiile de ‘mübah’ denilir.

Hanefiler, farzı vacipten ayrı olarak değerlendirdikleri gibi, mendub’u da ‘sünnet’ ve ‘müstehab’ diye ikiye ayırırlar. Onlara göre ef’al-i mükellefín yedi tanedir.

Bazı Hanefi hukukçuları da ibadetleri bozup geçersiz hale getiren sebeplere ‘müfsid’ adı verip, onu da yükümlünün fiillerine eklemişlerdir. Böylece ef’al-i mükellefín sekize çıkmaktadır. 479




Yüklə 1,57 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   44




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin