( ŞEMSEDDİN YEŞİL : 1905-1968 , Mutasavvıf, vâiz, yazar.
İstanbul’da doğdu. Abdülkādir-i Geylânî soyundan gelen Ümmü Kemalzâde İmamoğulları (Koca İmamoğulları) ailesine mensuptur. Aile şeceresinin dayandığı Ümmü Kemal, II. Murad devrinde Buhara’dan gelip halen türbesinin bulunduğu Bolu-Gerede’de tekke kurmuş bir mutasavvıftır. Halk arasında Yeşil Hoca olarak tanınmıştır. Yirmi yaşında Hatuniye Camii’nde imamlık vazifesine başladı. 1925’te İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı. 1929’da Hatuniye Camii kadro harici bırakılınca Haseki Sultan Camii imamlığına nakledildi. Müslüman Türk kadınının iffetiyle alâkalı bir vaazından dolayı hakkında açılan soruşturmada devrin müftüsüyle tartışıp görevinden istifa etti. İki buçuk yıl sonra vazifeler evkafa devredilince Muhsine Hatun Camii’nde görev aldı. Samatya Etyemez’deki Bâyezîd-i Cedîd Camii’nde 1936-1951 yılları arasında imamlık görevinde bulundu. Kuvvetli bir hitabet gücüne sahip olan Şemseddin Yeşil’in vaazlarına halkın gösterdiği büyük ilgi bazı yöneticilerin dikkatini çekti.. Yazılarında ve vaazlarında genellikle Kur’an tefsiri, din-medeniyet ilişkisi, modern dünyada dinin rolü, İslâm büyükleri, mutasavvıflar, Ehl-i beyt muhabbeti gibi konular üzerinde duruyordu. Muâviye’ye ve Muâviye’yi savunanlara yönelik ağır sözler sarfetmesi üzerine, vâizlik belgesi iptal edildi. 1950’de zaman zaman mevlid ilânları vererek cami kürsülerinde halka hitap etme fırsatı buldu. Yeşil’e göre tasavvuf iki meşrebe ayrılır. Birincisi müessirden esere, ikincisi eserden müessire intikal usulüdür. İlk usulü Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve onun yolundan gidenler, ikinci usulü Gazzâlî ve mutasavvıfların ekserisi takip etmiştir. Kendisi mârifetin tahsilinde İbnü’l-Arabî zevkini diğerinden üstün tutar.
Kırkı aşkın eseri bulunmaktadır. Şemseddin Yeşil 8 Temmuz 1968’de vefat etti, mezarı Zeytinburnu’nda Silivrikapı’dan Seyitnizam’a giden yolun solundaki mezarlıktadır. Her yıl 10 Muharrem’de sevenleri tarafından mevlid okutulmakta ve mezarı ziyaret edilmektedir. Şemseddin Yeşil İslâmî ilimlere vâkıf, Kādiriyye tarikatına müntesip, Hz. Ali ve Ehl-i beyt muhibbi, ashaptan övgüyle bahseden, dinî, millî ve mânevî değerleri her şeyin üstünde tutan bir şahsiyettir. Tasavvufu “İslâm hikmeti” şeklinde tanımlar ve bu hikmetin vahdet-i vücûd üzerine temellendiğini söyler. Şemseddin Yeşil’e göre İslâm hikmeti ve irfanı olan tasavvufun asıl konusu tevhid hakikatidir. Tasavvufla tarikat arasında bir ayırım gözeten Şemseddin Yeşil, her devirde tarikat ehlinin çokça bulunduğunu, kâmil mutasavvıfların ise sınırlı kaldığını ileri sürer. *** Not : Sözkonusu kitapta tasavvufi kavramlar özgün bir bakış açısıyla izah edilmekte olup, ancak yazı dili günümüz Türkçesiyle olmadığından anlaşılması zor olmaktadır. Aşağıda verdiğim kısımlar kendimce anlaşılır şekilde düzenlenmiştir. ) *** Giriş Bölümü (Bk. S:16) Boğaziçi camilerinin birinde, bir va’zı esnasında kendini dinleyen müsteşrik bir papaz konuşma bitince ellerine sarılarak: “Efendim, zȃt-ı ȃlinizden onbeş dakikalık bir görüşme rica ediyorum” diyor ve bu buluşmalarında; kendisinin Arapçayı çok iyi bildiğini, Kur’an-ı Kerimi tetkik ettiğini, bütün islam ȃlemini gezip en meşhur ulema ile görüştüğünü, Kur’an-ı Kerim’de bir konu hakkında kimseden doyurucu cevap alamadığını ifade ettikten sonra “Zȃt-ı ȃlinizi dinlerken içimden bir ses bu sorunumu ancak sizin halledebileceğinizi söyledi” der. O da “buyurun sorun deyince, “Kur’an-ı Kerim’de Cenȃb-ı Hakk bir ayette, “emaneti ehlinin gayrına vermeyiniz” diye emrediyor ve İslam’ın peygamberi de “emaneti ehlinin gayrına verirseniz kıyameti bekleyiniz” buyuruyor. Ve sonra başka bir ayette Cenȃb-ı Hakk; “Allah emanetini bütün mevcudata arz etti, hukukunu yerine getiremeyiz diye onu yüklenmekten çekindiler ve onu insan yüklendi, çünkü o çok zalim ve çok cahil idi” diyor. Allah, Allah olduğu halde nasıl olur da emanetini çok zalim ve çok cahil olana teslim eder?” Şimdi, bu suale o zȃtın verdiği cevabı yine kendi eserinden nakledelim: “Buradaki zulüm, zulm-ü memduhtur(övülecek zulüm), adl’in karşıtı olan zulüm değildir, Cehil de makbul cehildir, ilmin karşıtı olan cehil değildir. O insan ki, nefsinin kuvvetli zalimi oldu, Hak ve hakikatin gayrısının da cahili oldu, emaneti alma hakkına haiz oldu. Demek oluyor ki emanet-i ilahiyye; nefislerinin hayrını ayağının altına alan, Hak ve hakikatten başkasına cahil olan insanda bulunuyor. Onun için emaneti kalb taşır, zira kalb Hakk’ın göründüğü yerdir ve bu kalbin sahibi ise ancak Hz. İnsan’dır.” Bunun üzerine o papaz çok memnun ve tatmin oluyor… (Yz: Umran Salman) * İRADE - TASARRUF ( Bk. S:103) Fakat irade etmek ile bir olguyu meydana getirebilmek(tasarruf) farklı şeylerdir. Ben bir şeyi irade etsem de o şeyin yapılmasını bir engel nedeniyle gerçekleştiremeyebilirim. Yani iradem olsa bile tasarrufa mani bir durum olabilir. Tasarruf o şeyi gerçekleştirme gücü olup, iradeyi tamamlamaya denir. Önce iradeyi inceleyelim: İnsanın değer yargıları acaba doğru mudur ve insan acaba iradeye sahip olabilir mi? Görüntüye bakıp işin iç yüzünü göremeyen kimselerden bir kısmı cüz’i iradeyi inkȃr ederler. Onların ortaya koyduğu deliller bize göre ilmen ve fikren önemli değildir. Bu zȃhir ehlinden bazıları ise insanın kudret ve irade sahibi olduğunu ve tüm fiillerini kendinin gerçekleştirdiğini söylerler. Bu konuda toplum için en doğru inanışı İmam Ali (k.z.) hazretleri açıklamıştır. Buna göre ifrat ve tefrit dışında orta yol ele alınmıştır. “Kul fiilinin hȃlıkıdır” diyenler bizce savunulamaz. Bu “mutezile” görüşünü psikolojik felsefeyle uğraşanlar savunmakta olup, diğer zahir ehli ise “cebir” yolunu haklı görürler. Bu konuda bir sonuca ulaşmak için öncelikle “Zȃt-ı Mutlak”ın irade ve tasarrufunun insan nefsini de kapsayıp kapsamadığı ve insanın çevresindeki mevcut şeylerin insana tesir edip etmediği gibi hususlar tetkik edilmelidir. İnsanın zaman ve zemine bağlı olarak içinde bulunduğu toplum ve çevrenin sayısız tesirlerine muhatap olduğu bir gerçektir. Bu tesirler insan ruhunda az veya çok oranda her an değişimler yaratmakta olduğundan mutezile görüşüne göre insan değişmeyen kendine ait tam bir iradeye sahip olamaz, yani fiilleri tam kendi istediği gibi oluşamaz.(Dış tesirler altındaki fiillerin iradesi o insanın iradesi olamamaktadır.)
Dostları ilə paylaş: |