GöNÜlden esiNTİler: (6) peygamber (6) hz. Muhammed rasûLÜllah



Yüklə 1,36 Mb.
səhifə143/155
tarix07.01.2022
ölçüsü1,36 Mb.
#78591
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   155
Kûr’ân-ı Kerîm.

Bismillâhirrahmânirrahîm:

Kur’ân Hakkındadır.

Manzûmenin Tercümesi:

"Kur'ân, salt zâttan ibârettir. O zâtın ahadiyyeti haktır, farzdır. Ahadiyyet, Kur’ân'ın şehâdet yeridir. Hüviyyeti açısından anlaşılması son derece zordur. Kur’ân'dan taleb ettiğini okursun. O ise, o Kur’ân'ın açığa çıkardığı hakîkattir. Kur’ân'ı zevkiyle sırf senâdan ibâret olan latîfliği ile okumak Kur’ân'ın süsüdür. Fakat zât bakış açısından Kur'ân için, ne bütünsellik

251


ne de cüz’iyyet vardır. Kur’ân’ın zâtındaki lezzeti, ma'nevî zevk yönündendir; maddî bir gıdayı yemek gibi değildir. O lezzeti idrâk edebilmek, Kur’ân'dır. İşte en büyük tâzelik o lezzetten ibârettir."

-------------------



Bilinsin ki, Kur'ân bütün sıfatların kendisinde mahvolduğu zâttan ibâret olarak, ahadiyyet ismi verilen tecellî yerinden ibâret olmuş olur. Cenâb-ı Hak, bu ma'nâca olan Kur’ân'ı, peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz üzerine indirdiği için Hz. Muhammed'in var edilmişlerde şehâdet yeri "ahadiyyet" oldu. Kur’ân'ı indirmenin ma'nâsı, "azâmetin ulvî yüksekliklerinde yüce olan ahadiyyet hakîkâti bütün kemâlâtıyla Muhammedî sûrette/cesedde açığa çıktı" demektir.

Ahadiyyet hakîkâtinde iniş, çıkış muhâl olduğu halde, bahsedilen hakîkât ulvî zirvesinde Muhammed (s.a.v.) üzerine inmiştir. Bundan dolayı Hz. Muhammed'in cesedi, bütün ilâhî hakîkatler ile tahakkuk ederek, Vâhid isminin tecellî yeri olmuştur. Hz. Muhammed cesedi ile ilâhî hakîkatlerin tecellî yeri olduğu gibi, hüviyyeti ile de ahadiyyetin tecellî yeri olup, zâtı ile de ilâhî zâtın aynıdır.

İşte bu inceliğe dayalı olarak, Hz. Muhammed (s.a.v) "Kur'ân, benim üzerime bir cümle olarak indirildi" buyurmuştur. Bu hadîs ile Hz. Peygamber, kendisinin yukarıda belirtilmiş olan tahakkukunun, cismânî, küllî, zâtî tahakkuk olduğunu bildirmektedir.

İşte, "Kur’ân-ı Kerîm" ta'bîriyle bu bir cümleye mazhar olmaya işâret edilmiştir. Bu ihsân, İlâhî tam keremdir. Çünkü Cenâb-ı Hak, kendisinde hiç bir şey bırakmayıp, kemâlâtın hepsini zâtî ilâhî kerem olarak, Hz. Muhammed üzerine feyzlendirmiştir.

Kur’ân-ı Hakîm” ise, yine ilâhî hakîkatlerin inişi demek ise de, bunda ilâhî hikmetin gereğine göre, derece derece inme sûretiyle kulun zâtında ilâhî hakîkatler ile tahakkuka kulun urûc etmesi şarttır. Çünkü zâtta tahakkuk

252

için, ilâhî hikmetin gereği budur yâ'nî derece derece inme sûretiyle oluşması şarttır. Başka bir şekilde o feyze ulaşmaya imkân yoktur. Çünkü insanın halk edilişinin başlangıcındaki cesedine ilâhî hakîkatlerin hepsinin bir defada tahakkuku mümkün değildir. Şu kadar var ki, fıtrâtında ulûhiyyet neş'esi üzerine halk edilen kimse, ilâhî oluşumun gereğine göre, derece derece inme sûretiyle hakîkatler kendisine açılarak yükselmeye başlar. Bu hakîkâte Cenâb-ı Hak Kur’ân'da; “ve nezzelnâhu tenzîlâ” ya’nî "Biz onu tenzîli bir indirişle indirdik” (İsrâ, 17/106) âyetiyle işâret etmiştir.

Bu derece derece yükselme hükmü, asla kesilmeyerek, kul terakkide, Cenâb-ı Hak da tecellîde devâm üzere olur. Çünkü sonsuz olan şeyi bir defada seçip ayırıp belirginleştirmek mümkün değildir. Ve ma’lûmdur ki, Cenâb-ı Hak nefsinde sonsuzdur. (A.K.C. İn.Kâ-veya-M.A. Fü.Hi.)

-------------------

Kûr’ân-ı Kerîm’in gerçekten anlaşılması için onunla eş değerde bir varlığın olması lazımdır ki ona gerçek değerini verebilsin. Eğer Efendimiz (s.a.v)’in kemâlatı yeryüzüne inmemiş olsaydı Kûr’ân-ı Kerîm daha henüz o devirde nâzil olmazdı çünkü onu idrâk edip anlayacak gönül, akıl yani mahal olmadan Kûr’ân-ı Kerîm nâzil olmazdı.

Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâti zuhuru mânâ olarak Kûr’ân-ı Kerîm ile madde olarak Hazreti Rasûlullah (s.a.v) ile geldi. Yeryüzünde Berat gecesi başlayan bu birleşme Kadir gecesinde devam etti ve teferruatlarıyla birlikte oluşması için 23 sene devam etti.

Diğer ümmetlerin peygamberlerine de kitâp geldi fakat onlar ancak, ef’âl, esmâ ve sıfât mertebesinden birleşebildiler.

Kûr’ân-ı Kerîm üzerinde onu hakkı ile anlayıp anlatma yönünden hiç birimizin konuşacak ne tâkâdı ne de gücü vardır. Şu kadar ki beşer, Cenab-ı Hakk (c.c)’ın var etmiş olduğu en üstün zekâya ve kişiliğe sahip varlık olduğundan bu hakîkâtleri en çok anlayabilendir.

253

Kûr’ân-ı Kerîm Allah (c.c)’ın kendi kemâlatını anlattığı son kitâbıdır, Kûr’ân-ı Kerîm’in seyri tamamlandıktan sonra dünyâda bizim neslimizin kıyameti kopacaktır.



Kûr’ân yâni kıraat okumak mânâsınadır. Kûr’ân-ı Kerîm olması, okunarak bildirilen ikram mânâsınadır.

Kûr’ân Hakk’ı anlatır orada Hakk okunur, halk okunmaz, gerçek Kûr’ân’da halka yer yoktur. Kûr’ân zât olduğundan zâtta halka yer olmaz. Olan halk beşeri anlamda olan bir halk değil, Cenab-ı Hakk (c.c)’ın oradaki hâlikıyyeti üzere olan bir halktır. Kûr’ân-ı Kerîm’in bu şekilde Hakk olan yönünü idrâk ettiğimiz an, bütün âlem Kûr’ân’nını okuyoruz demektir.

Cenab-ı Hakk (c.c)’ın “âfakî ve enfüsî âyetlerimizi size göstereceğiz” (41/53) demesi sûretiyle bu âlemdeki varlıkların hepsinin âyet olduğunu biliyoruz. Bu nedenle hem nefsimizde hem dışarıda olan ne varsa hepsinin Kûr’ân’dan ibaret olduğunu anlıyoruz. O halde dikkat edelim bizler Kûr’ân okuyorken Hakk’ı okuyoruz demektir.

Kûr’ân-ı Kerîm de, kendi ilminin gerçek yönüyle bilinmesi yönünden bizden hakkını ister.

Çok uzun seneler Kûr’ân-ı Kerîm’in mahlûk mu, hâlik mi? olduğu konusunda tartışmalar yapılmıştır. Kûr’ân-ı Kerîm; kağıdı, mürekkebi, cildi gibi yönlerden mahlûktur. İçinde yazılı olanların mâ’nâsı ve rûhu itibarıyla ise Hâlik’tir. Allah’ın zâtındaki ilm-i ilâhîyye’den ilk çıkan Kûr’ân’dır. Daha sonra suhuflar ondan alınarak nâzil olmaya başlamıştır.

Kûr’ân-ı Kerîm en son gelmesi ise kendi kemâlatıyla birlikte zuhura çıkmasının ifâdesidir. Kûr’ân-ı Kerîm’den önce gelen kitâplar ona öncülük yaptılar ona bilgi olarak mahal hazırladılar.

Muhyiddîn-i Arabi hazretleri, Fususul Hikem’de bununla ilgili olarak şöyle demiştir:

Cebrâil, Allah’ın kelimesini Meryem’e naklettiği gibi Hazreti Rasûlullah (s.a.v) Allah’ın kelâmını ümmetine nak

letti.” 254

Bu nakil insan-ı kâmil’in doğmasına neden oldu.

Bu yüzden de Kûr’ân-ı Kerîm Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın insanlığa lütfettiklerinin en üstünüdür çünkü kişiye kendisini tanıtmaktadır.

Mekke-i Mükerreme deniliyor, ikram şehri, yani Mekke, Cenâb-ı Hakk (c.c)’ın zâtî ikramının şehridir. Cenab-ı Hakk (c.c) insanlığa ilk önce orada Kâbe-i Şerif’i ikram etti. Sonra Âdem (a.s)’ı, daha sonra İbrâhim (a.s)’ı, İsmâil (a.s) ve diğer peygamberleri sonra da Hazreti Rasûlullah (s.a.v)’ı ve Hazreti Rasûlullah (s.a.v)’a da elimizde olan Kûr’ân-ı Kerîm’i ikram etti. İşte orası ikram şehridir. “Kûr’ân-ı Kerîm ilim ikramı, Hz.Rasûlullah (s.a.v)’da bu ikramları ortaya getiren ev sahibidir” diyebiliriz.

İnsân ve Kur’an bir bâtında doğan ikiz kardeşlerdir” Öyle olmasalardı dünyâda buluşamazlardı. Hakk’ın zâtında ayrıldıktan sonra ayrı ayrı yollardan yeryüzüne inerek yeryüzünde buluşmaları bu iki kardeşin şanına yakışır bir şekilde olmuştur.

Kûr’ân-ı Kerîm’in çeşitli isimleri şöyledir:



Kelâmullah, Mucizü’l beyan yani âciz bırakan beyan,

Kelâm-ı Kadîm,

Furkan, yani farklı farklı ilimleri anlatan,

Kitâbul Mübîn, yani açık kitâp,

İmâmul Mübîn, yâni önde olan açık kitâp,

Kur’ân’ul Hakîm, yani hakkıyla hükmeden Kûr’ân,

Mev’iza, yâni vaaz, nasihat,

Basair, yani görüşler,

Burhan yani deliller,

Zikir, Hüda, Hitâp, Kitâp, Mushâf, Nûr, Necm, Azîz, gibi 55 kadar isimle anılmaktadır.

-------------------

255


Yüklə 1,36 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   139   140   141   142   143   144   145   146   ...   155




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin