Bir vakitte Musa kavm/kavmine kale/dedi ki: (Bakara 2/68)
Kavmine demesi, kendi başına bir hareket değildir.
Çünkü (kelime) nin kale/kul tatbikatı yapılmaktadır.
Musa’nın ağzından işi gören Musa’nın rabbı olan Allah’tır.
Nitekim devamında,
innallahe yemürüküm entezbehu bekarat
bir bekara/sığır zeheb/boğazlamanızı Allah kesin size emrediyor (Bakara 2/68)
Burada açıkça görülüyor ki, “innallahe yemürüküm” (kesin Allah size emrediyor)
Bu ancak Muhammediyet irfaniyeti ile anlaşılabilinecek bir şeydir.
Çünkü Musaniyet Makamında Rabb ismini söylememiş,
kendini ancak tecelli olarak göstermiştir. Çünkü o makamın takatı ve takvası budur.
Bu emir ile Tarikatın şeriatı başlıyor.
Bakara/İneğin kurban edilmesi gerekiyor.
Bundan sonraki kısımlarını inşaallah yazının ileriki açılmalarında
daha geniş bir şekilde temas edebiliriz.
***
İBRAHİMİYETTE
Hz. Kur’anı Kerim’de beyan edildiği üzere
BAKARA (2)/124
ve izibtela ibrahiyme rabbühü bikelimatin
feetemmehünne
kale inniy ca’ılüke li’n nasi imamen
kale ve min zürriyyetiy
kale la yenalü ‘ahdiy’z zalimiyne
ve vaktaki İbrahim'i rabbü/Rabbisi bir takım kelimeler ile bela/imtihan etmişti.
O da bunları tamamen temme/yerine getirmiştir.
(Cenab-ı Hak) kale/dedi ki: Ben seni nas/insanlara İmam ca’l/kılacağım.
O da kale/dedi ki: Zürriyetimden de
(Cenab-ı Hak da) kale/buyurdu ki benim ahdime zalimler nail olamaz
***
MUSEVİYETTE
(Kelimeler) kellem haline inkilap edip,
kellem tatbikatı da irsaliyet gereksinmesini ortaya koymuştur.
Yani Resullullah
Museviyette risaleti taşıyan, sohbet-i hak olan hususiyetini açığa çıkarmıştır.
Böylece Musa vasıtası ile Musanın kavmine hitabı vardır.
Bu da halife-i hakkın kemal bulması safhalarındandır.
Musayı hakikati ile kabul Rabb-i kabuldür.
Hz. Kur’anı Kerim’de beyan edildiği üzere
NİSA (4)/164
ve rüsülen kad kasasnahüm ‘aleyke min kablü
ve rüsülen lem naksüshüm ‘aleyke
ve kellemallahü musa tekliymen
Ve kabl/evvelce kasas/kıssalarını sana bildirdiğimiz rüsül/Peygamberleri
ve kasas/kıssalarını sana bildirmediğimiz (Peygamberleri gönderdik)
Ve Musa ile tekliymen (hitaben, gerçekte, doğrudan, konuşmayla)
kellemallahü/Allah konuşmuştur.
ADEMİYETTE : BAKARA (2)/37
fetalakka ademü min rabbihi kelimatin
Bu halde Adem kendi Rabbi’nden kelima/kelimeler telakka (mülaki/kabul etti, aldı)
İBRAHİMİYETTE : BAKARA (2)/124
ve izibtela ibrahiyme rabbühü bikelimatin
ve vaktaki İbrahim'i rabbü/Rabbisi bir takım kelimeler ile bela/imtihan etmişti
MUSEVİYETTE : NİSA (4)/164
ve kellemallahü musa tekliymen
Ve Musa ile tekliymen (hitaben, gerçekte, doğrudan, konuşmayla)
kellemallahü/Allah konuşmuştur.
Adem, kelimelere mülaki oluyor
İbrahim, kelimeler ile bela (mübtela/ibtila) imtihan oluyor
Musa, teklimen kellem/kelime ediyor.
Adem’deki risalet, Musa’da resulullah olarak ortaya çıkıyor.
***
Özetle,
ADEMİYET makamında, Adem, kendi vücudundaki mülk alemine
kavmi olarak doğrudan hitab etmemiştir.
Ademin Rabbı olarak görünmüş, Adem açıkça ortada görünmemiştir.
ADEMİYET makamında, (Adem) – (Havva) – (Melekler) - (İblis)
ayrı birer vücut olarak 4 teşkilat gibi görünmüşlerdir.
MUSEVİYET makamında ise,
(Adem) – (Havva) – (Melekler) - (İblis/Şeytan)
tek bir vücutta, Cem Makamı olarak görünüp
kavmi olarak farka, kesrete dönüşmüştür.
Böylece hakikate giden Tarik (Tarikat) olarak teşkilatlanmaya başlamıştır.
***
ADEMİYETTE :
ve la takreba hazihi’ş şecerete
ve hazihi’ş şecer/şu ağaca akreb/kurbiyet sağlamayınız (Bakara 2/35)
MUSEVİYETTE :
ve iz kale musa likavmihi innallahe yemürüküm entezbehu bekarat
Bir vakitte Musa kavm/kavmine kale/dedi ki:
Allah bir bekara/sığır zeheb/boğazlamanızı size muhakkak emrediyor (Bakara 2/67)
Bu ikisi de kendi makamlarının şeriatlarıdır.
Uyulması kaçınılmazdır. Ancak öylece irfan olunmada yol alınabilinir.
Adem’de, “şecer/ağaca kurbiyet sağlama”
Musa’da, “bakara kurban et”
Emr-i İlahinin vucudiyet şeriatı itibariyle aynı olup,
makamsal mazhariyetler yönünden farklıdır
***
Bulunduğu makamın şeriatı gereği
ve bu makamda nefsin hevasını ortaya koyarak,
mazhariyeti itibarıyla
önce YAŞ, sonra RENK ve sonra HUSUSİYETLERİN belirtilmesinde
ve ilaveten
inne’l bekare teşabehe ‘aleyna
Şüphe yok ki o bekare/sığır bize teşabeh/karışık geldi. (Bakara 2/70)
kafalarının karışmasında ancak hidayetlenmeyi mümkün kılar.
ve inna inşaallahü lemuhtedune
Ve kesin şaallahü/Allah dilerse biz elbette mühtedun/hidayete ermişleriz (Bakara 2/70)
Bu hidayetlenme de Allah şae/dilerse ile mümkündür.
Yani kişinin kendi başına yapabileceği bir şey olmadığı
Musa’nın soruşturan, şüphede görünen kavmi ağzından beyan edilmiştir.
***
MUSEVİYET makamında TARİKAT şartlarından görünüyor
Burada heva benliği üzere nefis mertebeleri (Emmare, Levvame, Mülhime)
içiçe irfan olunma zevkindedirler.
Nefsin Vahide’nin mertebeler olarak içiçe görünmesinde
Nefsin Emmare (abartılmış emir) yönü taklidi olarak, Kelimeyi tevhidi zikrederken, hakikatinin irfaniyetinde tam kemalde olmadığından, ne kadar gayret edilse,
vehmi olarak beşeri vucuda varlık atfedildiğinden,
beşeri hali ile İlahi vucudu idrakı mümkün değildir.
Mürşidinin kontrolunda ve izninde
haiz olduğu maddi anlayış halinden hicret etmek üzere Kurb’an tatbike konulur.
Böylece Kurb’an; (kurbiyeti/mukarrebunluğu an/zikret)
Makam-ı Kurbiyete, İlahi muradolan Mukarrebunluk zikir irfaniyetine inkılabeder.
***
- YAŞ tanımı ile, beşer (4 anasır üzere),
nefahtü min ruhiy tatbikatı ile (ki Nefahtü Muhammediyete müjdedir)
mecz edilmiş İNSAN (ADEM) bu tatbikata müsaittir.
- RENK tanımı ile, razılık (HAYY) zevk olunur
- HUSUSİYETLERİN belirtilmesi ile,
Maddiyatı aslının mana olduğu hakikatine teslimat ile yaşamak,
Zuhur eden hertürlü fiilin Allahtan olup,
iradenin mahluktan görünmesi bakımından “nefsindendir” hakikati üzere yürümek,
Kesretin alayişine kapılmadan, kesrette vahdeti, halkıyette hakkı,
(El hamdu lillahi) (hamd Allah içindir, Allaha mahsustur) zevk olunur.
***
Ancak hatırlamalıyız ki,
her nefsi mertebe kendi içinde yedi nefis mertebesinin terakkisinden hissementtir.
***
Böylece
ENBİYA (21)/87
fenada fiy’z zulümati en la ilahe illa ente sübhaneke
inniy küntü mine’z zalimiyne
Bu halde zulumat/karanlıklar içinde
1. la ilahe illa ente (ilâh yoktur illa ENTE/Sen)
2. sübhaneke (sübhansın)
3. inniy/kesin ben ki, ben zaliminiyn/zalimlerden kün/oldum.
diye nida/seslendi (niyazda bulundu, yalvardı)
Kelimey-i Tevhid (Allah’tan başka ilah yok) ile zulumat içinde olduğu idrak edildi.
Böylece İlahiliğinden beşeriyetine tenezzülen
la ilahe illa ente (Sen’den başka ilah yok) irfaniyet talimine (Allah) zikir ile başlanır.
Ancak burada da vehmi olarak nefsi vucuda (heva benliğe) varlık atfedilmektedir.
Arkasından sübhaneke (SÜBHANSIN) beyanı ile
yiyen, içen ve zürriyet halinde olan, gözle görünen, elle tutulan, hissedilen,
halifeyi Hakk sırrının karargahı olarak, hakiki benlik üzre
irfan olunma muhabbeti açılmaya başlar.
sübhaneke (SÜBHANSIN) idrakı (ben yokum Allah var veya sen varsın) demekten
çok daha ileri mertebedir. Burada rızalık (Sarı) barizdir
Nefsin levvame (kınayan) mertebesi böylece zevk edilir.
Böylece beşeri benlik ve nefsi benlik irfaniyeti ile (yani arzunun, rızalığın razılığı)
***
Nefsin mülhime (ilham alan) mertebesi yani letafetten hissement olunur.
Buranın kemalatı ile de hakikata müjde (tebşir) işaretidir.
***
Hz. Kur’anı Kerimde, Vacibü’l Vücud Hazretlerinin,
irfan olunma muhabbetinin şehadeti için Halifeyi Hak olan Adem’de
Ademiyet üzere (Vucudiyet) Şeriat/şartlarını tanzimi
Bu şekilde beyan edilmekte ve devam etmektedir.
Fikir edinme bakımından bu kadarlık bilgi ile yetinelim.
ADEMİYETTE olan bu teşkilat,
Fiil-i olarak İBRAHİMİYET te (Tevhid-i Ef’al)
Esma-i olarak MUSEVİYET te (Tevhid-i Esma)
Sıfat-i olarak İSEVİYET te (Tevhid-i Sıfat)
Zat-i olarak MUHAMEDİYET te (Tevhid-i Zat)
(Şeriat – Tarikat – Hakikat – Marifet) üzere etap etap biiznillah zuhura gelmiştir.
ADEMİYETTE
sahne, kişiler, isimler, sıfatlar, fiiler çokluğu içindedirler.
Şeriat-ı Muhammedin ŞERİAT müessesesi inşa edilmiştir.
İBRAHİMİYETTE
şeriatın tatbikat ile hakikatine varmasında (Tevhid-i Ef’al) vasıl olur.
MUSEVİYETTE
şeriatın tatbikat ile çokluk, bilinmeyen, görünmeyen, ismini vermeyen
rabbi ile münasebette olup, ancak O’nun emri ile ve işaret ettiğine, ettiği üzre tabi olup,
tatbikat ile (Tevhid-i Esma) vasıl olur.
İsimlerin fiilen tatbikat görüp, amellerin iktisab edinilmesi ile rüşde ermek,
ancak Mürşid-i Kamil vesilesi ile olur.
Bu tatbikat ile de Şeriat-ı Muhammedin TARİKAT müessesesi inşa edilmiştir.
İşte Bakara 67 – 74 ayetler bu tatbikatı, Museviyet (Tenzih) mertebesi itibariyle
Şeriatı, tarikat üzerinden olup, tarikatın şeriatını ve hakikatını remz etmektedir.
***
Ademin nübüveti, “Ademe secde et” tatbikatını ortaya koymuştur.
Musa’nın nübüveti, ineğin boğazlanması, kurb’an edilmesi emri ile
nefis mertebelerinin irfaniyetini devreye sokmuştur.
***
Yolumuza devam edelim.
BAKARA (2)/67
ve iz kale musa likavmihi
innallahe yemürüküm entezbehu bekarat
kalu e-tettehızüna hüzüven
kale e’uzü billahi en ekune mine’l cahiliyne
ve vakta ki Musa kavmine demişti ki
Kesin Allah, size bekara/sığır zeheb/boğazlamanızı emr ediyor.
Onlar da "sen bizimle hüzüv (eğleniyor/alay) mı ittihaz/ediniyorsun?" dediler.
(Musa) da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a e’uzü/sığınırım." dedi.
Bakare, “bakar” ın müennesi (dişi) veya müfredi (erkeği) dir.
“Bakar” manda cinsine de şamil olmak üzere sığır cinsinin genel ismidir.
Buna göre, "bakare" erkek veya dişi sığır,
yani bir inek veya bir öküz, bir düve veya bir tosun veya bir manda olabilir,
erkeğine bâkır, bakîr, beykur, bâkur dahi denilir,
“bakr” yarmak demek olduğundan
bu hayvan dahi toprağı sürüp yarmak için kullanıldığından bu bu isim verilmiştir.
***
innallahe yemürüküm entezbehu bekarat
Kesin Allah, size bekara/sığır zeheb/boğazlamanızı emr ediyor. (Bakara 2/67)
Behimi (Behime) (Dört ayaklı hayvan) nefsin sığırını kesmenizi emrediyor.
Nefsin tesiratı kesildikçe, ruhani kalb hayat bulur.
En büyük cihad budur.
Efendimiz (s.a.s), “küçük cihad’dan, büyük cihad’a rucu ettik” buyurmuşptur.
Mücahid, nefsiyle cihad/mücahade edendir.
“Mutu kable ente mutu” (Ölmeden önce nefs hevasını öldürün)
***
kalu e-tettehızüna hüzüven
Onlar da "sen bizimle
hüzüv (eğleniyor/alay) mı ittihaz/ediniyorsun?" dediler. (Bakara 2/67)
Allah son derece ciddidir. Dünya hayatının
- le’ıb (oyun, alay, dolap çevirme) ve
- lehv (oyalanma, eğlence/vakit geçirme) olduğunu beyan ederken,
“dininizi hüzüv (istihza/eğlence) ve le’ıb (oyun, alay, dolap çevirme)
ittihaz/edinmeyin” buyurur.
Nitekim Hz. Kur’anı Kerim’de
inneme’l hayatü’d dünya le’ıbün ve lehvün
hayatü’d dünya/dünya hayatı, ancak le’ıb (oyun, alay, dolap çevirme)
ve lehv (oyalanma, eğlence/vakit geçirme) dir (Muhammed 47/36)
elleziynettehazü diynehüm lehven ve le’ıben
o zatlar ki dinlerini le’ıb (oyun, alay, dolap çevirme)
ve lehv (oyalanma, eğlence/vakit geçirme) ittihaz/edindiler (Araf 7/51)
ya eyyühelleziyne amenu
la tettehızülleziynettehazu diyneküm hüzüven ve le’ıben
minelleziyne utu’l kitabe min kabliküm ve’l küfffare evliyae
Ey imân etmiş olanlar!.
sizden kabl/önce kendilerine utü’l kitab/kitap verilmiş olanlardan
dininizi hüzüv (istihza/eğlence) ve le’ıb (oyun, alay, dolap çevirme) ittihaz/edinenleri
küfffar/kafirleri veli/dostlar ittihaz/edinmeyiniz (Maide 5/57)
ve ma halakne’s semae ve’l arda ve ma beynehüma la’ıbiyne
Ve semae ve’l ard/göğü ve yeri ve beynehüma/onların aralarındaki şeyleri,
la’ıbiyn (dolap çeviren, oyuncular, alay edenler) halak/halketmedik
(Enbiya 21/16 – Duhan 44/38)
MÜMİNUN (23)/115
efehasibtüm ennema haleknaküm ‘abesen
ve enneküm ileyna la türce’une
Ya siz hasib (hesab/sandınız, zannetiniz mi ki,
biz sizi ancak abes/boşuna (abes yere) halak/halkettik
ve kesin siz bize değin ürce’/döndürülmeyeceksiniz !?....
(Biz sizi abes yere halketmedik ve bize rucu ettirileceksiniz) (Müminun 23/115)
Alay yüksek himmet sahibi insanların gayesi değildir.
İstihza ve alay:
Dinde alay etme ve dalga geçmek makbul değildir.
Kendisine saygı gösterilecek olanla da istihza etmemek gerekir.
Mizah istihza’dan gelir. İkisi başka şeylerdir.
Hz. Ali,
“İnsanı asık suratlı olmaktan çıkaran şaka ve latife’de beis yoktur” der
Yani şaka ile alay ve istihzayı birbirinden ayırmak gerekir.
***
kale e’uzü billahi en ekune mine’l cahiliyne
(Musa) da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a e’uzü/sığınırım." dedi. (Bakara 2/67)
Nefs hevasının cıhadını kolay bir iş olduğunu sananlardan
- Heva ve heveslerine tabi olan her kişinin ona hazır olduğunu,
- Yine dünya abidlerinin (dünyaya tapanların) ona hazır olduğunu
sanan cahillerden olmaktan Allaha istiaze ederim.
Buradaki Allahın emri, aynen Ademiyette Adem’e secde emri gibi
bu mertebe mazhariyetinin gereği Sırrı Adem tatbikatı ve şeriatıdır.
***
1. (BAKARE)’a Kutsallık atfedilmesi
Acaba neden “sen bizimle alay mı ediyorsun?” demişlerdi?
Allah'ın "bakare" kesmeyi emretmesini akılları almadı.
Buna bir sebep bulamadılar, bir ilişki kuramadılar, bunu acayip buldular
Musa kavmi, o zamana kadar "bakare" yı
mukaddes bir hayvan görüyor ve öyle kabul ediyorlardı.
Bundan dolayı bakaranın kurb’an edilmesini, edilebilmesini tasavvur bile edemiyorlar, bunu akılları almıyordu.
Böyle olması ise bu emrin onlara henüz Mısır'da iken
ve Hz. Musa'nın peygamberliğinin ilk zamanlarında verilmiş olmasına işaret eder.
O tarihte Firavun kavmi putperest Mısırlılar Apis öküzüne taparlar
ve boğa onların en yüksek mabudlarını temsil ederdi.
İsrailoğulları da bu inancın tesiratı altında olduklarından
"bakare" sığırı kurb’an etmek,
Firavun kavminin taptığı tanrıları boğazlamak demek olacağı için,
İsrailoğulları açısından Mısır'da iken, bir ihtilal anlamı taşıyan böyle müthiş bir emir,
elbette kolayca yerine getirilebilecek bir emir ve tasavvuru mümkün bir iş değildi.
Mısır'dan çıktıktan sonra bile yine bu buzağı meselesinin
dinden sapma ve dalalete alet edilmesinden anlaşılıyor ki,
Musa kavmi henüz sığır kesilmesini içine sindiremeyecek
bundan memnun olmayacak, bunun Allah tarafından bir hayır vesilesi olduğunu
kolaylıkla anlayamayacak bir durumda bulunuyordu.
Şu halde bu zihniyeti ıslah etmeye yönelik
ve netice itibariyle ölünün yeniden dirilmesine bir misal vererek
fitneyi def edecek olan bu sığır kurb’an edilmesi emrini duydukları zaman
Hz. Musa'ya karşı, "Böyle şey mi olur, sen bizimle eğleniyor musun?" diye
durumu tuhaf karşıladılar, ona inanamadılar.
Hz. Musa da bunlara
"Ben, böyle insanlarla alay eden cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi. Kendisinin yalnızca ilahî emirleri tebliğ ettiğini
ve bu tebliğin cahilane bir tebliğ olmadığını anlatmak istedi
İNEK HAKKINDA
birkaç şey söylersek;
Hz. Kur’anda beyan edilen,
A’RAF (7)/31
Dostları ilə paylaş: |