Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir. (Ey Muhammed!) Seni insanlara bir peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak Allah yeter.
Burada da şerr kendimize, yani nefse bağlanmıştır, Allah’ a değil. Hakikatte şer diye bir şey yoktur. Evliyaullahtan bazılarının Amentü duasını okurken ilgili bölümü ‘‘hayrihi ve hayrihi’’ şeklinde okumalarının sebebi bu olmalıdır.
“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusülihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l kaderi hayrihî ve şerrihî mine'llâhi teâlâ; ve'l-ba'sü ba'de'l-mevti hakkun eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh”
“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna imân ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.”
Yine Amentü duasında îmânın altı şartı sıralanırken Allah’ a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine imân birer kez söylenirken, kadere, hayır ve şerrin Allah’ tan geldiğine imân ile; âhiret ve öldükten sonra dirilmeye imân konusu iki kez tekrar edilmiş. Bu da bize kader ve ahiret konusunun imândaki yeri ve önemini açıkça vurgulamaktadır. Kadere imân ederken bizlerden çıkan eksi fiilleri ‘‘bu kaderimden ve bu olumsuz fiillleri benden Allah çıkarıyor’’ diyerek Hakk’a yüklemek; iblis’in ‘‘beni sen azdırdın’’ demesine benzer. Bizden açığa çıkan fiiller bir ismin zuhuru olmakla birlikte madem ki, bize verilmiş bir vücût vardır ve bu fiiller bu vücûttan açığa çıkmaktadır o halde sorumlusu da bizleriz. Hz. Âdem de kendinde Hakk’ tan başka bir varlığın olmadığını bildiği halde sessiz kalmış, yaptığı suçu kendi üzerine alarak ‘‘biz nefislerimize zulmettik.’’ demişti. Herbirerlerimiz de edep ederek bunu böyle yaşamalıyız. Bizden çıkan güzel fiiller için Allah’a şükretmeli, olumsuzluklar için de tövbe edip, bir daha yaşanmamasının duası ve çabası içinde olmalı, yüce Allah‘ tan bizleri güzel tecellilerle süslemesini dilemeliyiz. Başımıza gelen olumsuzluklarda da bir hikmetin olduğunu ve merhametlilerin en merhametlisi olan Allah’ ımızın bize taşıyamayacağımız yükü yüklemeyeceğini bilmeliyiz. (Heze min fadli Rabbi)
Kadere, hayır ve şerrin Allah’ tan geldiğine imânla kişi tam bir teslimiyetle herşeyini, fiillerini Allah’ a verir. Ancak bu durumda sorumluluktan kaçmaması için karşısına cüz-i irâde çıkar. Cüz-i irâde ‘‘sana verilmiş bir vücut var, fiillerinin sorumlusu sensin’’ der. Bu defa yaptığı iyilik, ibadet vs. şeyleri nefsine yükleyip kibirlenmemesi için, karşısına kadere imân çıkar. Kadere imân, ‘‘Allah sana şahdamarından daha yakın, bu dünyaya irâdenle mi geldin ki şimdi irâdeden bahsediyorsun, haddini bil, yapan ve irâde eden Allah ‘tır’’ der. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de kadere imân etmemizi, bunun yanında çok çalışmamızı öğütlemiştir bizlere ki;
Hz. Ali (R.a) anlatıyor: "Biz bir cenaze vesilesiyle Baki'u'l-Ğarkad'da idik. Derken yanımıza Resûlüllah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve oturdu. Biz de etrafında (halka yapıp) oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere birşeyler çizmeye başladı. Sonra
Dostları ilə paylaş: |