Allah râzı olsun,
Selâm ve Hürmetle ellerinizden öperim...
------------------------
***
(37) Ba… Ak…
Ve aleyküm selâm Terzi Babam,
Bismillâhirrahmânirrahîm.
89-6 Bir Hikâye Bir Çok Yorum Merkez Efendi Hazretleri – Osmanlı Hikâyeleri üzerine istişare ve tefekkür çalışması.
Musa bin Muslihuddin’in hayatı anlatılırken “ulemâ sınıfına dahil olduktan sonra” ifadesi var. Demek ki ilim yönünden belirli bir seviyeye gelmek kâfi olmuyor daha başka bir şey lâzım. Bunun içinde Allah ilmini öğreten Allah sevgilisini bulmak (Muhammedi Gönlü) bulmaktan başka yolu yokmuş. Hz. Musa’nın resûl olarak aradığı Allah’ın ledûnundan olan bir Zât gerekiyormuş Musa bin Muslihiddin’e. Ufkunun açılması ve mânâ deryasına dalması için.
Beyazıt-î Bestamî’nin “ Allahı aramakla bulamazsın. Ama bulanlar da ancak arayanlardır” hikmetli sözü aklıma geldi. Yapacağımız tatbikatlarda sadece Allah rızasını düşünerek teslimiyetle hareket etmemiz gerekiyor. Karşılık beklemeden hiçbir şekilde hiçbir şey düşünmeden nasib olduğu şekilde rızalık içinde ve nasib olan tam bir teslimiyetle. Netice ne oluru akla getirmeden. Sadece Allah yolunda olmamız anlatılıyor.
Aynen Hz. Musa’nın Medyen Suyu’na vardığında hiçbir şey düşünemediği her şeyden vazgeçmiş halde Hz. Şuayb’in kızlarına yardım etmesi gibi. Çünkü hidâyet yolunda gelinecek hâli Allah bilir. Rabbanî yetiştirmesi onundur.
Musa bin Muslihuddin batınî yetişmesi için rüyayla yönlendirildiği Sümbül Efendi ile mülâki oluyor. Sorularına cevab bulacağı aradığı pınarı, kana kana içeceği menbâı buluyor. Mürşid mürid birbirlerinin göz aydınlığı oluyorlar. Rabbin nasib etmesi olan muhabbet mülâkiliği ile (“ve elkaytu aleyke muhabbeten minnî ve lî tusnea alâ aynî”- Tâ Hâ/39). Sümbül Efendi olarak yapılan ilk İlâhî Sohbet Musa bin Muslihuddin’i başka âlemlere götürmüştü. Kulundan talib olan Allah “ene talîb”, kulunu yetiştirecek…
Musa bin Muslihuddin’in ilk anladığı şimdiye kadar yaptığı tahsilin, öğrendiği bilgilerin bir tek sohbetle- ilâhi kelâmla tuzla buz olması idi. Fakat gösterdiği çaba, dirayet ve arayıştı onu bu kapıya getiren. Artık “Rabbanî muhabbet mülâkiliği” ile sarılmıştı. Seven ve sevilenle sevgi ismi kemâl bulmuş, medresede bir başka eğitim başlamış devam ediyordu…
Sümbül Efendi dervişlerini çetin bir imtihana tabi tuttu. Demek ki çetin olan cihad seyr-î sulûk içindi.
Ve şu soruyu sordu Sünmbül Efendi ( Terzi Baba’mız sordu) :
- Ey, Bir avuç topraktan ibaret olan canlar! Âlemi siz yaratmış olsaydınız nasıl yaratırdınız? Acaba evlâdları olan bizler nasıl cevab verecektik? “Her şeyi merkezinde bırakırdım “ cevabına hangi tefekkürle katılıyorduk?
Soruda ki, Ey! Bir avuç topraktan ibaret olan canlar ifadesi ile bir ihtar yapılıyor. Topraktan hâlk edilerek
(“ vallahu halakakum min turâbin” –Fâtır/ 11),
ahsen-i takvim olarak mahlûk edilen
(“Lekad halaknel insane fî ahseni takvîm”- Tîn/4 )
ve Allah’ın ruhundan ruh üflediği
(“ve nefahtû fîhi min rûhi” –Hicr/29) canlar.
Bu hitap ile azâmeti ilâhi vurgulanıyor. Ey canlar düşünüp kendinize gelin! İhtarı ile soru idrakı arttırmak için soruluyor.
Musa Efendi bu azâmeti ilâhi karşısında başını kaldıramıyor. Soru mürşidinden geliyor, cevab bekleniyor. Âlemlerde her şey her nokta bir hikmetle yaratılmıştır. Tersi düşünülemeyeceği için tam teslimiyette hâtta teslimiyetin görünme yeri olduğu bilincinde olduğu için önce “mümkün değil” cevabını veriyor.
Mürşidinin sorusuna da Hakk sorusu olduğu ve sebebsiz sorulmayacağı için (“Mâ haleknas semâvâti vel arda vemâ beynehumâ illâ bilhakkî”- Ahkâf/3) bu sorunun da merkezinde olduğunu düşünerek, mürşid- mürid beraberliğinde, Hakk’tan geldiği gibi bırakırdım her şeyi merkezinde bırakırdım cevabını veriyor.
Ne tarafa baksak, nasıl bir nizam içinde olduğunu görürüz. İlim olarak her öğrenilen her yeni şey, her yeni buluş -daha doğru olarak fark ediş- sadece Allah’ın isimlerinin nasıl açıldığını anlatıyor. Sadece hayret ve haşyetimizi arttırıyor (“Summerciıl basara kerreteyni yenkalib ileykel basaru hâsien ve hüve hasîr” – Mülk/4). Her ne tarafa dönersek Allah vechi oradadır (“Fe eynemâ tüvellû fesemme vechullah”- Bakara/15)
Allah meleklere “Arzda halife ca’l edeceğim” dediğinde (“Ve iz kâle rabbüke lil melâiketi inni cailun fil ardı halîfen”-Bakara/30) melekler hemen itiraz ettiler.
Allah, Ben sizin bilmediğinizi bilirim (“İnnî a’lemû mala ta’lemun”- Bakara/30) diyerek sınırlarını belirlemişti. Allah üzerine bilici yoktur.
Şeyiyyet, fiiller, esmalar, sıfatlar hep Zât’ın tenezzülâtı – tecellileri olduğu için güzel-çirkin, iyi-kötü, yararlı- yararsız ayırımı ile hüküm verilemez. Allah üzerine bilici yoktur!
O halde senin Allah’ın izniyle kullandığın esmaları nasıl onun arzusu dışında benlik ile sahiplenme ile nasıl kullanabilirsin.
İrfaniyet açıldıkça da senden bu ilimleri tatbik edenin Allah olduğunu ve nihayet
“Lâ ilâhe illâ ALLAH hüve MUHAMMED RESULLULAH” ile başka bir şey kalmaz.
Dostları ilə paylaş: |