GöNÜlden esiNTİler bir hiKÂye biRÇok yorum (6) her şey merkezinde’mi?


Bu dönem, İsm-i Adem olarak arzda halife ca’l edilme



Yüklə 1,83 Mb.
səhifə10/27
tarix15.01.2018
ölçüsü1,83 Mb.
#37947
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   27

Bu dönem, İsm-i Adem olarak arzda halife ca’l edilme döneminin öncesidir. Daha burada Adem ca’l edilmedi. Kişi ilimlerin zahiri anlam içinde irfan olunma halindedir.

Hz. Kur’an’da buyrulduğu gibi Ademin rabbının (Bakara 2/30) (ve vakta ki, senin Rabbin meleklere demişti ki, "Ben ard/yer yüzünde muhakkak bir halife ca’l/kılacağım,") beyanı üzerine tatbikat başlamaktadır.

Bunun için de Mürşidül Kamil (Reisül Mürşidin) yani irşadda reislik noktasının görünmesi lazımdır. Mürşidül Kamilin himmet etmesi, nazarı, sohbet’i gerekir. Böylece “IKRA” rabbi olarak Muhammedi Adem icadiyetine başlayacaktır.

Zahir vücudunu tıyn (turab/toprak – mai/su) üzere icad etmiştir; şimdi de arza halife olarak Adem’i icad edecek, vücud verecektir. Kişi Rabbını Mürşidi Kamil (Reisül Mürşidin) ile tanır. “elestü birabbikim” (ben sizin rabbınız değil miyim?) beyanında “kalu” (derler) ki, “bela şehidna” (bela/evet... şâhidiz)



***

Mürşidi Kamil için İtiraz – İnkar dönemi

Ona Kur'an'daki hakikatleri, Allah'ın ilmini öğreten de Allah sevgilisi, mürşidi Sümbül Efendi'dir.

Bu dönem, zahirin şeriatı içindeki bilmeme halinin red ve inkar irfaniyet dönemidir.

Mürşidi Kamil’in en büyük belirtisi, O’na gelenler önce onunla dalaşırlar. O’nun düşüncesini beğenmezler. Kendi düşüncelerinin putu içinde olduklarından, o hallerini terk etmeleri gerekir. O’nda kırk tane kusur bulurlar. Cismaniyetini, arapça telefuzunu vs. beğenmezler.



Önceleri Sümbül Efendi'yi inkar edenlerden biri de kendisiydi aslında.

Bu dönem, zahir şeriatı içindeki bilmeme halinin red ve inkar irfaniyet dönemidir. O da kendi mertebesi içinde bir irfaniyettir, o da merkezindedir. O hali zannettiği benlik putu içindedir. Şimdi girilmiş olan benliğin gitmesi lazım, “Ente/sensin” talimi, demesi gerekir.

Böylece cisimle kavga etmekten, şeytanı taşlamaktan namaz kılacak vakit bulamıyoruz.

“Sen şöylesin ben böyleyim” iyi de Hakk nerde?....

***

Ama Allahu Teala ona bir rüya ile yanlışta olduğunu malum etti.

Maneviyata bu rüya ile çağrıldı. Bu vesile rüya onda derin düşünceleri beraberinde getirdi. Maneviyatta rüyalar, manevi teraki ve mertebelerin inşa edilmesinin habercileridir.

Maneviyattaki rüyalar mevzunda diyebiliriz ki,

1. - Musa/Museviyette, FİRAVUNUN RÜYASI;

Firavun, bir gece rüyasında “Beyt-i Makdis’ten bir ateşin çıkıp, Kıptilerin evlerini yaktığını,



ancak İsrailoğulları’na bir zarar vermediğini gördü.”

2. - İbrahimiyet Mertebesinde, İBRAHİMİN RÜYASI;

Kur’anda (Saffat suresi 100-109.ayetlerde) geçen



3. - Yusufiyye Mertebesinde YUSUF’UN RÜYASI;

Kur’anda (Yusuf 12/4-5)11 tane yıldız ve güneşin ona secde etmesi rüyası.

Hülasa, Musa’da, İbrahim’de, Yusuf’da rüyalar Rabbi açılacak irşadı müjdeliyor.

***

Mürşidi Kamil’e davet Dönemi

Rüyasında; Sümbül Efendi evinin kapısında dayanmıştı.

Sümbül Efendi” (maneviyat) onun kapısına (kendini muhatab edenin kapısına) dayanmış. Zahirdeki kabullerle inşa ettiği kapıya dayanmış. Manevi irşad zamanı gelmişti.



***

Rüyasından o kapının kırılma sesiyle uyanan

Musa bin Muslihuddin düşünce deryasına dalıp gitti.

Geldiği meretebe gereği zanni kapının arkasına yığılmış zayıf olan şeyler/eşyalar Rahmetin manevi açılmasının vakit geldiğinden, Manevi sultanın manevi nazar ve nefesi karşısında dağılıp giderler. Zahiri kabul edilen put şeriatları, Manevi nefse karşısında hallac pamuğu gibi atılıp darmadağın olacaktır.



Sümbül Efendi Hak noktasında Allahın arzusunu temsilen kapıyı açan olarak gözüküyor.

Kapıya dayandı” demek, kapıya yed/kudret eli destek veriyor. Diyor ki,

- “kapı dediğin de Ben’im” - “Put ettiğin şeriatta Ben’im” - “O putlarda Ben’i göreceksin.”

El vesile” sırrının zuhuru olan Reisül Mürşid makamı, zamanın Manevi gönül sahibi Ademi Muhammedi Sümbül Efendi, Musa bin Muslihuddin’in zahiri, maddi bilim tefekkürüne müdahale ediyor.

Senin zahir anlayışını alıp, yerine ötekini vereceğiz,” diyor.

Nalınlarını çıkar” beyanının Ademiyetteki görünüm… (Ta-Ha 20/12)



(kesin ben ki, Rabbin ena/benim Bu halde ah­la’ na’ley/pabuçlarını çıkar. kesin sen ki, vadi’l mukaddes/mübarek, kutsal bir vadide, Tuvadasın.)

***

Düşündükçe ufku açıldı ve bu rüyanın büyük bir mana ifade ettiğini bildi:

- Biz, meğer ne büyük gaflet içindeymişiz!..

Gece vakti kalkınca tefekkür çok olur. Gece vakti kalkınca teheccüd yapılıyor. “ben ne yaptım” “keşki yapmasaydım” diyerek, daha irfaniyetinde olmasa da Nesf-i levvame zevki üzere sabah ezanı ile evden çıkıp Sümbül Efendi Dergah’ına vardı.

Demek ki özür, tevbe hele Rabbından aldığın kelimeler ile olursa, aynı zahirde olduğu gibi vücudda da “hayyalel felah, hayyalel felah” nidası üzre Ezan-ı Muhammedi okunması gibi olur. Böylece “esmayı ilahiyi” cismani mülk edinme teferruatlarından Allah kulluğuna firar edilip, rucu edilir.

***

Sabahı iple çekti Musa Efendi.

Öyle bir anda olmuyor. Rüyayı gördü ama Sümbül Efendi ve dergahının haberi var mı?



***

Artık duracak zaman değildi. Gökleri inleten ezan sesleriyle birlikte evinden dışarı çıktı.

Ezan sesini duydu mürşidine gidiyor yani gönül irşadına gidiyor. “Melamet don’unu giymiş” yani levmiyet içinde özür, tevbe tatbikatındadır. Bu sefer ki Ezan farklıidır. Manevi irşada izin verildi. Ancak böylece gönül mürşidi bulunur. İstenir de kendini çok sevdiğinden özür dilenmez, tevbe edilmezse Bulunsa da izin verilmez.



***

Rüzgar önündeki yapraklar gibi gitti, bir çırpıda o kıvrım kıvrım yolları bitirdi ve sonunda Sümbül Efendi'nin dergahına vardı.

Sümbül Efendi'nin dergahı….

Efendi, Sümbül Efendi olacak…, Dergah da, Sümbül Efendi’ye ait olacak...

Dergah, Sümbül Efendi’ye inen selamın dergah olarak görünmesidir. Bina olarak görünmesi, onun makamına remizdir. Zülfikar, Hz. Ali’nin elinde zülfikardır. Yoksa çift başlı sıradan bir kılıçtır.

Sümbül Efendi Dergah’ına vardı çünkü Sümbül Efendi hakikatiyle gözüktü. Zahir putları muhtevi evin kapısını kırana teslim olunur. Bu dönem, Zahirin şeriatından, irfan olunma şükrünün eşiğine ulaşma ve hamd zevkinin zuhura çıkma müjdesi dönemidir. Artık hakk (hakikate) gidilecek tarike vasıl olunacaktır.

***

Hiç kimseye görünmeden yavaşça içeri süzüldü

Amaiyet’ten - görünmezlik bilinmezlik vücud dalgalarından başlıyor. Görünmez, bilinmez vücut dalgaları halinde, amaiyyet tenezzülatı zevki üzere Hakikati Muhammed neşesinden “kale” beyanına muhatab olacak şekilde hissement, Ehadiyete (tekliğe) gidecek. Nitekim,



bir direği siper edinerek arkasına geçip oturdu,

Reisül Mürşidin dergahında, yani Allah selamının indiği gönülde, “Amaiyet” tenezzülen, Ehad (Elif - Direk) arkasına adeta tesbih tanesi, anne rahmindeki “vav” misali oturdu.



Ehad (Elif - Direk) arkasına Amaiyet (görünmez bilinmez vücud dalgaları)’inden, hubbiyet (nokta) sı halinde ki, o nokta genişledikçe noktalar haline ve nokta çizgi, çizgi harf, harf hece, vs, devam ediyor.

Ya Adem” hitabı ile arzda halife redd/tardı için ki, Ehad (Elif - Direk) arkasından önüne nokta (sıfılar) halinde (elif–lam) (lamelif) ile başlayan alemler rahmet mahlukatın inşası murad ediliyor. Bu kadar açık ki, insan kendinden geçiyor.



***

başını göğsü üzerine eğip beklemeye koyuldu.

Hz.Mevlana’nın seccade üzerinde durması gibi gönlüne iltica edip, beklemeye koyuldu

Musa kıssasındaki; - Musa’nın ağaç dibinde, gölgedeki (bana değin inzal/indireceğin hayr/hayırdan fakıyr/muhtacım) duası... (Kasas28/24) hali gibi…

İç dünyası diyor ki, “buraya Firavun Şeriatı misali, şeriatın şeriatı ile geldim. Kıldığım namazlar meğer hep zannettiğin ben içinmiş. Mülk edinerek yaptığım iyilikleri, ikramları, sadakaları, zekatları, namazı, vaadedilen ancak yine kendime mülk etmek üzere bir cennet içinmiş. O cenneti de duymuşum ama nasıl olduğunu bilmiyorum. Oradan gelen olmadığı için anlatacak da yok. Ben tam bir sıfır (0) ım. (1) tek-bir nerde?...”

Ana rahmindeki çocuğun (vav) biçinde duruşuna remzen “üskun” emrinin tatbikatı içindedir. Artık mürşidinin dergahında yani rahminde (vav) şeklinde inşa olma haline döndü. Üskun; sakin ol, sekene, iskan dediğimiz tatbikata girdi.

Vaktin gelmesinde havf u reca (korlu ve umut) arasında sukuneten, sabırla, ısrarla, sebatla rızalık ikmali üzere beklemektedir.



***

Sümbül Efendi, gözlerini dervişlerin üzerinde gezdirdikten sonra sordu:

- Ey temiz canlı adamlar, söylediklerimi anlıyor musunuz? Hiç kimsede ses yok. Herkes başını eğmiş susuyordu. Her kelime esrar hazinesi gibi bir şeydi.

Sümbül Efendi, “Ya Adem üskun” tatbikatına geçti. Ölüden diriyi çıkartacak. Hepsini canlı Adem noktasına getirdi. Bu tatbikat Melekut aleminde meleklik irfaniyeti olurken Adem susuyor çünkü isim olarak da ismin manası olarak da bilmiyor. Adem (Musa) iç aleminde tasdikdedir. Burası daha Amaiyyet zevkinde Ehad (Elif - Direk) arkasındadır. Burası konuşmama yeridir. Susuyor ki gönül konuşacak.

Ya” hitabına muhatab oldun. “Kelime” nin, seyrullahta “Beş” (5) hassı hususiyeti itibariyle, “Ademiyette – İbrahimiyette – Museviyette – İseviyette – Muhammediyette”

manalanmaları vardır. Her kelime esrar hazinesidir.

- “Ademiyette”, Rabbından aldığı kelime ile ettiği duada kelime sayısı on iki (12) dir.

- “İbrahimiyette”, kelimelerle (Can – Canan – Malı) ile imtihan edilmesi,

- “Museviyette”, Rabbı ile şecer/ağaç sağından kelimeleşmesi,

- “İseviyette”, Allahın kelimesi (Kelimetullah) (Ruhullah) beyanı,

- “Muhammediyette”, Kelamullah ki, (abd/kul) hakikati üzere (kul/de ki) denen…

Makam olarak, kendinden kendine, kendinin tayyib canlılığını tasdik etmektedir. O söylüyor. O söylediğine göre kendini tasdik ediyor.

Ses çıkmaması bulunduğu makamın Ademiyet mertebesinin inşasının gereğidir. Adem burda sükuttadır.



***

Sümbül Efendi yine ışıklar dolu gözlerini dervişlere dikti:

- Hayır, anlamıyorsunuz! Ama o direğin dibindeki! O var ya,

Amaiyyet zevkinde Ehad (Elif - Direk) arkasında olan Ehad,kulhüvallahü ehad”, İhlas (halisliğin müjdesi)…



***

söylediklerimi tamamen anlıyor, çünkü bugün hep onun için söylüyorum!

Sümbül Efendi, “söylediklerimi tamamen anlıyor” diyerek, Musa Efendi’de fıkhı açmış oldu.

Sümbül Efendi, “bugün hep onun için söylüyorum” diyerek, el yevm tecellisi tatbikatının zamanın Ademi Muhammed kemalatı içinde olduğuna remizdir. İşte manevi sultanın kudreti budur. Ölüden diriyi çıkartır.

Hz. Kur’andaki misalen



- “bugün hep onun için söylüyorum” diyerek, Musa Efendi’ye Tahsis yaptı.

- Adem misali, halkiyetin Adem’i yaptı.



- Yusuf misali, ailenin Yusuf’u yaptı.

- Yunus misali, kavmin Yunus’u yaptı.

Yani her mertebenin gönül noktası halini bir anda tatbikata sokuyor.Mürşidin zevki zatisi, istediği yerden yapar. Burda tercih yapmadı, onu kayırmadı. Çünkü akabinde gelen olaylardan neden ona olduğu ortaya çıkacaktır.

***

Direğin dibindekinin hali perişan

Bu manevi giydirme karşısında, kişideki zahiri takat tükenmiştir.

Amaiyyet zevkinde Ehad (Elif - Direk) arkasında olan Ehad,kulhüvallahü ehad”, İhlas (halisliğin müjdesi)… Yani Fem-i Muhsin Muhammedi ağızdan “kulhüvallahü ehad”, tatbikatı… Ne kadar şey varsa hepsi birden gitti ve Sekeneye düştü. “Ya” hitabını takiben “Adem üskun” hitabı ki, kontrol Rabbında, artık Rabbi vücud inşa olacak.

Bu hitap “Ya Adem” hitabına maruz kalıp, önce “ADAM”, sonra “İNSAN” ve bilahare “EL İNSAN” seyrinin ikmalinde, Şeyhi tarafından makamın tenezzülatı ve cismaniyete manevi vücud inşası olarak giydirilmesidir.

Bir anda giydiriyor. “Sözüm onadır” yani sizde işlediğim gibi bugün de ona işleyeceğim, buyruyor.

***

Onun burada olduğunu güzel Sümbül Efendi nereden biliyordu? Bunca tahsil, bunca medrese hepsi nafileydi burada. Burası vahdet denizinin dalgalarıyla çağlayıp duruyordu.

Bu adam bunu nerden biliyor? … Rabbın nemmamcılığı (laf taşımacılığı, koğuculuk) yoktur. Herşey merkezine geldi. Ademiyet mertebesindeki Melekut alemindeki Meleklerin irfaniyetinde beyan edilmiştir ki, “kale inniy a’lemü ma la ta’lemune” (Bakara 2/30)



(Rabbi) dedi ki, "kesin ben ki, sizin bilemiyeceğiniz şeyleri a’lem/bilirim.")

Gelişinin irfaniyeti içinde kişi kendini direğin arkasına saklanmış görüyor. Teslim olunma Muhammedi irfan olunmada makamsal irşad olunmayadır. Bu yüzden “li Ademe/Adem için” secde diyerek tahsis edilmiştir.

liademe/adem içinsecde ile kesrette vahdet hakikatince irfan olunma seyridir. Ademlik hakikati için yapılacak bu secde. Kişiye olan secde değil manayı Adem için yapılan secdedir.

Adem’den murad (1) ve (0). Var ve yok. Kamil sayı 10. Ehad (tek) olması – Vahdet (vahid/bir) olması ki, bütün alemler (1) in yanındaki (0) dır ki, varlıkları aslı Ehad’dan gelir. Aslında kendi hüviyetleri ancak O’nun hüviyetidir.



***

Mürşidi Kamil’in irşad mucizesinden hissement olma

O andan itibaren Musa bin Muslihuddin, Sümbül Efendi'nin eteğine sıkıca tutundu

ondan aldığı Allah'ın ilmiyle tasavvuf denizine daldı, Allah'ın nice manevi nimetlerinden nasibini aldı.

Eteğe yapışmak, hadim/hademe olmak yani oraya hizmet eri olmaktır. Hizmet etmek, irşad olup, rüşde ermede akla ne geliyorsa, yapabileceki ne hüner varsa ki o hünerden de zaten Rabbın gözükür. Herkes kendi haline, aşkına, kendindeki olan zuhura göre yapar.

Bazıları geriden gelir sonradan açılır bazıları önden koşar yorulur.

Allah’ın saflaşma, irfaniyetteki enfes denilen nefis irfan olunmada nice nimetlerden ve Nefsi Safiyeden nasib alır. Böylece irşad mucizesinden hissement olur.



***

Genç medreselinin gönül toprağına ilahi aşkın zerresi düşmüştü.

Arzusu olup da razı olduğu İrfan olunma hubbiyeti, Nazar-ı İlahi, Sohbet-i İlahi olarak düşer. O düştüğü yerde bir tohum misali, rahman olan toprağın rahminde (bünyesinde) yavaş yavaş, mertebe olarak büyür. Şecereyi hidayet olur ve meyvası ile de tanımlanır.

Hz. Abdülkadir Geylani, Hz. Beyazıd-ı Bistami vs. evliya kiram Allah’ın ilahi namus isimleri arasında anılır. Peygamberimiz şöyle buyurmuştur, “Ali'yi zikretmek ibadettir." Zati Kümmelini evliya için bu böyledir.

***

O bir zerre aşk, dünyalar dolusu cevherden daha iyiydi. Şimdi medreselinin can sazı bir acaip nağme ile inliyordu.

Mürid, himmet talebinde bulunur, Mürşid, “Hizmet evlad” emri ile seyrullah izin verir.

Böylece hubbiyet, muhabbet hedefi üzere aşka dönüşür. Yani Aşık/aşık olan (seven) ile Maşuk (sevilen) arasında AŞK/SEVGİ ismi galip olur. AŞK, Aşık ve maşuk elbisesinin manası, ruhudur.

Mürşid öyle sever ki, sevgisi sevdiğinden kendine ayna olur. Böylece sevgi galip gelir, “ileyhi turceun” (dönüşünüz hu/onun üzredir.) sırrı açılır.

Yanmadan yakılır mı?... Öyle sev ki, o sevgi sana katlanarak dönmeli... Hubbiyetteki “aşk” “kemal-i aşk” a inkılab etmelidir.

Tüm alemlerde, herşeyde kendini görmek, “Mukarrebun” (Fenafillah)

Tüm alemlerden, herşeyde herşeyden kendini görmek “Müferredun” (Bekafillah)

Neticede hubb, kemali aşk ile MUHABBET müşahadesini Allah ca tasdik eder. Artık tasdik Allah’a aittir. “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdehu resuluhu” da şehadeti eden Muhammed ağzından Allah’ın ta kendisidir.

kefa billahi şehiyden(Allah şahit olarak kafidir) (Fetih 48/28) buyruluyor.



(ve şehid/şahid olarak kefa billahi (allah ile kefa/kafidir)

Bu durumda biz şahit olabilir miyiz?... - Olamayız…. neyi biliyoruz ki, neye şahit olacağız?

Kesin ki, Tasdik Allah’a aittir. “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdehu resuluhu” diyerek şehadeti eden, abdullah/Allah kulu Muhammed ağzından Allah’ın ta kendisidir.

***

Bir gün Sümbül Efendi, dervişlerini çetin bir imtihana tabi tuttu. Onlara dedi ki:

- Ey bir avuç topraktan ibaret olan canlar! Alemi siz yaratmış olsaydınız nasıl yaratırdınız?

alemi siz yaratmış olsaydınız” sorusu Pirimiz kanalıyla lutfedilmesi, Mürşid-i Kamil Sümbül efendiden görünen neşenin, Mürşid-i Kamil Pirimizden de benzer irşadı tatbikata koymuştur, zevki içindeyiz. Eğer Pirimiz olmasaydı biz bu irfaniyet noktasında olamazdık. Eğer Muhammed’imiz olmasaydı Allah’ı bilemezdik. Şükrümüzü Allah kulu Muhammedi görünme olan Pirimize yaparak, şükrün ziyadeleşme vaadinden hissement oluruz. Amin. Demek ki, sözün muhatabı biziz……

- “Alemi siz yaratmış olsaydınız” yani “Sen Allah olsaydın

Diğer bir ifadeyle deniyor ki, - “Sen Allah olsaydın bu halkiyeti nasıl yapardın?...”



***

Bu suale ne denir ki? Her derviş kendi gönlünce cevaplar sundu. Ne var ki hiçbiri Sümbül Efendi'nin arzu ettiği cevaba muktedir olamadı.

Sümbül Efendi bu soruyu sordu, kişiler cevap verdi. Cevab verenler, herbiri kendi mertebesinin gereği olarak, o mertebenin şanı gereği cevap vermişlerdi. Fakat onların verdiği cevaplar Sümbül Efendi’yi tatmin etmedi.

Sümbül Efendi bu anda başka bir şey arıyordu. Hakk üzere Hakedeni görmek istiyordu. HAKEDENİ tespit için önce umumi olarak bu soruyu sormuştur, sonra da hususi olarak tatbik etmiş, tahsise geçmiştir.

***

Sıra Musa Efendi'ye geldi

ve yüzünde elmaslar oynaşan Sümbül Efendi tatlı bir tebessümle:

Adeta Ademiyet mertebesinde Ademin Rabbının “li’l melaiketi” (meleklik tahsisi içinde) (melekler için) (Bakara 2/30) (ve vakta ki, senin Rabbin li’l melaike/melekler için demişti ki, "Ben ardı/yer yüzünde muhakkak bir halife ca’l/kılacağım") buyurması beyanında olduğu gibi önce herkese yani Musa Efendi dahil bütün müridana soruyor. Sonra Musa Efendi’ye soruyor. Böylece “li” (için/diye) tahsisini yapıyor.

yüzünde elmaslar oynaşan Elmas içindeki harflerinde Selâm muhtevidir. Mürşidi Kamil’in yüzündeki elmaslarda “Selâm” görmek gerekir. Arkasından “tatlı tebessüm” geliyor. Müjdeyi almamak mümkün değildir. Müjde olan, Elmasın, 72 fasetlik pırlanta haline dönüşmesi gibi Selâmın, müslim haline gelmesi…

***

- Eee, bir de sen söyle bakalım Musa Efendi, sen nasıl bir dünya isterdin? Alemi sen yaratsaydın nasıl yaratırdın?

Pirimiz bu oluşumu lutfederek adeta herbirimize “hadi bir de sen söyle Musa” dedi!....

Tahsis belirlenmiştir. Kim ki takatı seviyesinde kabullendi. “EMANET”in nereye verileceği ortaya çıkmış oldu. (Ahzab 33/72) ayetinde, (Biz emaneti semavati ve’l ard/göklere ve yere ve cibal/dağlara arad/teklif ettik, onlar onu ahmil/yüklenmeden çekindiler ve ondan eşfak/korkuya düştüler ve insan onu hamel/yüklendi. kesin o ki, zalumen cehulen/çok zâlim, çok bilgisiz oldu/idi.) buyrulmuştur.

Zalum ve Cehul mevzusunda, Efendi Babamızın değerli açıklamasından istifade edebiliriz.

***

Musa Efendi başını kaldırmadan cevap verdi:

- Bu mümkün değil! Ama mümkün olsaydı, “her şeyi merkezinde bırakırdım!

Öyle bir soru ki, Musa Efendi altında eziliyor, çünkü emanet veriliyor.

Bunun nasıl bir şey olduğunu şüphesiz ki Rabbı bilir.

Teslimiyet içinde yüründüğünde, buyrulduğu üzere, (İnşirah 94/1-3)



(1. senin için senin sadr/göğsünü biz eşrah (şerh/genişletmedik) mi?... 2. Ve senden vizr (ağır) yükunu) biz vaz edip (alıp, indirip, hafifletmedik ) mi ?.... 3. o zat/şey ki, senin zahr/sırtına enkada (enkaz/ağırlık vermişti, belini çatırdatmıştı) tatbikat zuhura çıkar.

1. Musa Efendinin başını kaldırmadan “Bu mümkün değil!” demesi;

Kelime-i Tevhid edebine göre Lâ ilâhe illâ Allah hakikatince mümkün değildir.

() manasıyla yok/yokluğu tanımlıyor. () “yok” denmesiylede VAR olarak gözükmektedir. Böyle birşeyi vermek mümkün değildir. Yok demekle var olan bir şeye, olmayan şeye ne yapılabilinir ki?....

Birşeyin tanzimi için yokluk içindeki varlığın, elle tutulur, gözle görünür, beş duyu ile algılanabilecek şey olması gerekir. İşte o zaman o var olanın bir vereni ve bir de alanı görünür. Bu yüzden, bu beyan, Allah, Tevhid ve Vahdaniyet hakikatına uymaz.

2. Ama mümkün olsaydı, “her şeyi merkezinde bırakırdım!” demesi;

Sorunun Mürşidinden geldiği için cevap verme edebinde olunması gerekir. Her ikisi de kendi makamında TAKVA tatbikatı içindedir.

Allahlık noktası itibariyle “Lâ ilâhe illâllah” “Bu mümkün değil!”…. Ama Allah’ın mürşid isminin irşad üzere görünmesi olan Mürşid sorunca, irşad için, irfan olunmada gereken cevab, edeben tevhid üzere usulunce verilmesi gerekir.

Risaleti Gavsiye’de “Talib ene” buyruluyor. Burada talib olma bakımından, taleb edenden, sorandan görünen Allah oluyor.

Deniyor ki, Allah kadiri mutlaktır ama (haşa) birşeyi yapamaz; Kelimeyi Tevhid hakikati üzere (haşa) Allahlığını veremez, vermesi mümkün değildir. Ancak burada sanki verirmiş gibi olabilme halini müşahade ediyoruz. Çünkü tatbikat sıradan bir kişiden değil, Mürşid-i Kamil, manevi, rabbani gözüken bir tatbikat içinde olmaktadır. Şu halde biz edeben buna uygun mudur?..., değil midir?... diye bir şey söylememiz mümkün değildir. Demek ki olabiliyor, olabildiğine göre de uygundur.

Allah’ın izni olmadan bir yaprak dahi kımıldatılmaz iken ve ne oluyorsa oluyor, her şey Allah’tan olduğuna göre ve sonunda da Allah’a varacağına göre o şey hakkında uygunsuzdur diyemeyiz.



Yüklə 1,83 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin