Devrimci olmak iddiası taşıyan, birlik kongresi belgelerinde (1994) ve onu izleyen ikinci kongresinde (Ağustos 1997) “reformistleri de içeren bir ‘genel sol birlik’ önerisini” kesin bir dille reddeden, bunu reformizmi güçlendiren ve burjuvaziye yarayan bir tutum ve politika olarak mahkum eden bir hareketin (ki bunun üzerinde ayrıca duracağız), yıllar sonra kalkıp reformistlerle aynı blok içinde yer almayı bu denli olağan bir durum sayması, başlı başına önemli bir olaydır ve nereden nereye gelindiği konusunda dolaysız bir fikir vermektedir. Düşününüz ki 3 Kasım sürecinde sözkonusu olan, (2. Kongre belgelerinin ifadesiyle) devrimcilerin yanısıra “reformistleri de içeren” bir “genel sol birlik” bile değildir. Sözkonusu olan, tümüyle reformistlerden oluşan, bütün bir ruhu, amacı ve hedefleri bakımından parlamentarizme endeksli bir ilkesiz liberal birliktir. Ve birileri, işte böyle bir birlik içinde yer almak için yanıp tutuşabiliyorlar. Blokun bayağı parlamentarizmi kendini seçimler sürecinde tüm açıklığı ile ortaya vurduktan sonra bile kalkıp hala, bizi neden dışında bıraktınız, böylesi bir “kuvvet bölünmesi”ne neden yolaçtınız, bunun izahını nasıl yapacaksınız diye sitemkâr sızlanmalarda bulunabiliyorlar.