-6- MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER
Başka dinden oldukları hâlde islâmiyyeti kabûl eden muhtelif ırk, memleket, kavm, renk ve meslekden kırkiki [42] zâta, ba’zı mecmû’a veyâ cem’ıyyetler veyâ kendi arkadaşları tarafından sorulan: (Niçin Müslimân Oldunuz?) (Müslimânlıkda en çok beğendiğiniz husûslar nelerdir?) suâllerine; bunlar gâyet açık ve samîmî olarak cevâb vermişlerdir. Bu zevât, uzun uzadıya düşündükden ve islâm dînini çok dikkat ile inceledikden sonra, müslimân olmağa karar vermişlerdir. Onların, birer vesîka [belge] olan bu cevâblarını, muhtelif kitâb ve mecmû’alardan alarak ve Türkçeye terceme ederek yazıyoruz. Bu cevâblardan alınacak çok ibretler vardır ve bunları okuyanlar, dînimizin ulviyyetini bir kerre dahâ kalblerinde his edeceklerdir.
Bu vesîkalar, yeni müslimân kardeşlerimizin bağlı bulundukları memleketlere göre, alfabe sırası ile sıralanmışdır. Bu memleketler şunlardır:
Almanya, Amerika, Avusturya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İsvec, Japonya, Kanada, Macaristan, Malaya, Polonya, Srilanka, Zengibar.
Şimdi bu vesîkaları birer birer okuyalım:
1. MUHAMMED EMÎN HOBOHN (Alman)
Muhammed Emîn Hobohn, hem bir diplomat, hem de bir misyonerdir. İctimâ’î [sosyal] mes’eleler ile meşgûl olmuş bir ilm ve din adamıdır.
Avrupalılar niçin dinlerini terk ederek müslimân oluyorlar? Bunun birçok sebebleri vardır. Bunların başında (Hak) gelmekdedir. İslâm dîninin esâs kâ’ideleri o kadar mantıkî, o kadar doğru ve dürüstdür ki, dinde hakkı, hakîkati arayan aklı başında, okumuş bir insanın bunları kabûl etmemesi imkânsızdır. Meselâ, islâm dîni, bir tek ma’bûd bulunduğunu bildirir. İnsanların akl-ı selîmine (sağduyusuna) hitâb ederek, onları birçok hurâfelere inandırmağa tenezzül etmez. İslâm dîni, dünyâdaki bütün insanların, hangi ırkdan gelirse gelsin, hepsinin Allahü teâlânın kulu ola-
-169-
rak birbirlerine müsâvî, birbirinin benzeri olduğunu bildirir. Biz almanlar, esâsen Allahü teâlânın bize kuvvet ve kudret veren, rûhumuzu kemâle erdiren büyük bir hâlık [yaratıcı] olduğuna inanırız. Allah mefhûmu bizim içimize emniyyet ve huzûr getirir. Fekat hıristiyan dîni, bu huzûru verememekdedir. Yalnız İslâm dîni Allahü teâlânın büyüklüğünü bize öğretmekde, aynı zemânda öldükden sonra insan rûhunun nereye gideceği hakkında bize rehber olmakdadır. İslâm dîni, yalnız dünyâda değil, âhiretde de bize yol göstermekdedir. Âhiretde râhat etmek için dünyâda ne yapmak lâzım olduğunu, çok açık ve mantıkî bir tarzda öğretmekdedir. Allahü teâlânın, âhiretde, insanlardan dünyâda yapdıkları işler hakkında âdilâne hesâb soracağını bilmek, onları dünyâda doğru ve dürüst hareket etmeğe sevk eder. Bunun için hakîkî müslimânlar, dünyâda iyice düşünmeden ve yapacakları işin hakîkaten hayrlı olduğuna inanmadan hiç bir iş yapmazlar. Böylece, bu büyük din, hiç bir dünyevî polis teşkîlâtının yapamıyacağı bir şeklde, insanları teftîş [kontrol] etmekde ve onların dâimâ doğru yolda kalmalarını te’mîn etmekdedir.
İslâm dîninin Avrupalılar tarafından seçilmesinin başka bir sebebi de, ibâdet şeklidir. Nemâz, insanlara dâimâ zemânında iş yapmağı, oruc ise, irâdesini kuvvetlendirmeği öğretir. Hayâtda başarı için, (Zemânında iş yapmak ve irâdesine hâkim olmak) kadar ehemmiyyetli başka ne vardır? Büyük adamlar ancak bu iki âmil sâyesinde muvaffak olmuşlardır. Şimdi, islâm dîninin en güzel bir noktasına geliyorum: İslâmiyyet insanlara ahlâkî ve insânî husûsları gâyet mantıkî bir tarzda öğretirken, onları hiç bir zemân yapamıyacakları işlere zorlamamışdır. Aksine, onlara iyi ve râhat yaşamak için birçok imkânlar tanımışdır. Allahü teâlâ, insanların râhat ve mes’ûd yaşamasını istemekdedir. Bunun için, insanların günâh işlememesini emr eder. Müslimânlar, kendilerinin dâimâ Allahü teâlânın huzûrunda olduklarına inanır. Günâh işlememeğe çalışırlar. Gerek diğer dinlerde ve gerek Avrupada kurulan nizâmlarda, bu kadar güzel, bu kadar fâideli bir kâ’ide yokdur.
Ben, dünyâda birçok yerlerde ve muhîtlerde, diplomat ve misyoner olarak bulundum. Diğer dinleri, ictimâ’î nizâmları dikkat ile inceledim. İslâmiyyet kadar doğru, islâmiyyet kadar mükemmel, ne bir din, ne de ictimâ’î bir nizâm gördüm. Komünizm, insanlara ilk bakışda doğru bir düşünüş gibi görünmekdedir. Bunun gibi, dünyâ işlerinde en büyük idâre şekli olduğu zan edilen garbdaki demokrasi ve nazilikde de, ba’zı doğru noktalar vardır. Fekat bunların hiç biri tam değildir. Hepsinde birçok noksanlar var-
-170-
dır. Tam ve kusûrsuz olan ancak İslâm dînidir. İnsanları yükseltecek olan âmil, Avrupalıların buluşu olan ictimâ’î düşünceler değil, ancak ve ancak İslâm dînidir. Bunun için, her akl-ı selîm (sağduyu) sâhibi, kâmil bir insan hiç tereddüdsüz islâmiyyeti kabûl eder. Ben de böyle yapdım. Müslimânlık nazariyyât dîni değil, amelî [pratik] bir dindir. İslâmiyyet, insanın rahîm ve gafûr (merhametli ve afv edici) olan ve doğru yolu gösteren Allahü teâlâya, kendini teslîm etmesi demekdir. Bundan dahâ güzel ne olabilir?
2. Dr. HÂMİD MARCUS (Alman)
Dr. Marcus tanınmış bir fikr adamı ve yazar olup, Berlinde Moslemische Revue adlı mecmû’ayı kurmuşdur.
Dahâ çocukken müslimânlığı merak etmiş ve islâmiyyet hakkında ma’lûmât [bilgi] toplamağa başlamışdım. Doğduğum şehrin kütübhânesinde 1164 [m. 1750] senesinde basılmış eski bir Kur’ân-ı kerîm tercemesi buldum. Rivâyete göre, Goethe de, islâm dînini incelerken aynı Kur’ân-ı kerîm tercemesini okumuş ve ondan sonra, bu kitâba karşı olan hayrânlığını izhâr etmişdi. Kur’ân-ı kerîmi okudukca, onun gâyet mantıkî olan ve aynı zemânda insanın rûhuna kadar işliyen câzibeli ifâdesi bana çok te’sîr etdi. İslâmiyyetin koyduğu esâsların ne kadar doğru, ne kadar fâideli olduğunu, islâmiyyet ile şereflenen milletlerin, az zemân içerisinde, tam bir medeniyyete kavuşmasını, açıkca isbât ediyordu.
Kendi memleketimden ayrılıp, Berline geldiğim zemân, orada müslimânlarla dost oldum ve onlarla birlikde İslâm merkezi [misyonu] a’zâlarının vermekde oldukları, çok ilgi çekici ve öğretici konferansları, büyük bir dikkat ile ta’kîb etdim. İslâm merkezinin a’zâları ile dahâ fazla temâs etmeğe ve islâm dînini dahâ yakından incelemeğe başladım. Bir müddet sonra, bu dînin benim aradığım ve düşündüğüm hak din olduğuna temâmiyle inanarak müslimânlığı kabûl etdim.
İslâm dîninde, Allah birdir ve tek hâlıka [yaratıcıya] inanmak, islâmın en kudsî akîdesidir. İslâm dîninde akla sığmaz, inanılması mümkin olmıyan hiç bir akîde yokdur. Allahü teâlâdan başka, hiç bir yaratıcı yokdur. İslâmiyyetde, modern ilmlere uymıyan, onlara zıd hiçbir nokta bulamazsınız. Emr ve telkîn etdiği bütün husûslar, temâmiyle mantıkî ve fâidelidir. İslâmiyyetde, diğer dinlerde olduğu gibi, îmân ile mantık arasında hiç bir ayrılık yokdur. Bu-
-171-
nun için, benim gibi, tabî’î ilmlerle hayât boyu uğraşmış bir kimsenin, bu uğraşmalardan elde etdiği ilmî sonuçlara tam uyan islâm dînini, bunlara hiç uymıyan diğer dinlere tercîh etmesinden dahâ tabî’î ne olabilir?
İkinci bir sebeb olarak, şunu da ilâve edeyim ki, diğer dinler, yalnız ma’neviyyâta hitâb eden birtakım garîb, abes fikrlerle doludur. Bunların hakîkî hayât ile hiç bir ilgisi yokdur. Hâlbuki islâm dîni, insanın hayâtda ne yapması îcâb etdiğini de öğreten, amelî bir dindir. İslâm dîninin emrleri, insana yalnız âhiretde değil, aynı zemânda dünyâda da doğru yolu gösterir, fekat hiç bir zemân onun hürriyyetini sınırlamaz.
Senelerden beri müslimân olarak dînimi incelemeğe devâm ediyorum. Her def’asında onun en mükemmel olduğunu görerek, rûh râhatlığına kavuşuyorum. İslâmiyyet, şahsiyyet ile cem’iyyet hayâtı arasında, ne güzel bir yoldur! İslâmiyyet, bu iki ayrı hayâtı tanzîm etmekdedir. İslâmiyyet, temâmiyle âdil ve ancak insanların iyiliğini isteyen bir dindir. Dünyâda, ne gibi ictimâ’î bir cereyan olursa olsun, bunun bütün iyi tarafları islâm dîninde vardır.
Dostları ilə paylaş: |