472
nacakmış gibi hazırlıklı bulunmak (Ebû Nuaym, VIII, 73-74; Hatîb. VIII, 243). İnsan amel işlerken bu ameline Allah'ın nazarıyla bakmalıdır; böylece ondaki kusurları kendisi de görüp ıslah edebilir (Zehebî. AUâmü'n-nübelâ', XI, 485).
Hâtim'in bazı sözleri erken dönemlerde derlenmiş, daha sonraki tasavvuf klasiklerine kaynak teşkil eden bu derlemelerden bir kısmı günümüze kadar gelmiştir. Şeyhi Şakik-i Belhî'ye sorduğu sekiz meseleyi ve onun cevaplarını ihtiva eden bir metin Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Fâtih, nr. 4492/2, vr. 54b-56d), bazı veciz sözlerini ve hakkında İlginç bilgiler ihtiva eden bir metin de Şam'da Zâhiriyye Kütüphanesi'nde kayıtlı el-Fevâ3id ve'l-ah-bâr ve'1-hikâyât hni'ş-Şâffî ve Hatim el-Eşam ve Ma'rû/ el-Kerhî ve cjrayri-him adlı mecmuada (nr. 9613, vr. 156a-I69b) yer almaktadır (Sezgin, I, 639).
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Ebû Hatim. et-Cerh ve't-ta'dU, 111. 260; Sülemî, Tabakât, s. 91-97; Ebû Nuaym. Hİlye, Vlll, 73-83,92; Hatîb. Târîhu Bağdâd, VIM, 241 -245; Hücvîrî. Keşfü't-mahcûb (Uludağ), s. 214, 421, 437;Kuşeyrî. Risale (Uludağ], s. 90, 91, 96, 99, 215, 225, 248-249, 258, 300, 351; SenYânî. et-Ensâb, !, 181; İbnü'l-Cevzî. Kitâbü'l-Kuşşâş ve'l-müzekkirin (nşr Muhammed b. Lutfîes-Sabbâğ), Beyrut 1988, s. 276;a.mlf., Ştfatü'ş-şafue, IV, 161-163; Attâr. Tezkiretü'L-eoliya (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1985, s. 218. 263, 267, 268-269, 273, 325, 328-337, 382; Yâküt. Mu'cemü'l-bütdan.V, 353; İbnü'l-Esîr. el-Lübâb, !, 71; İbn Hallikân. Vefeyât, İl, 26-29; Ebü'l-Fidâ. el-Muhtaşar, II, 38; Zehebî. el-ıİber, 1, 246, 333; a.mlf., A'lâmü'n-nübelâ', XI, 484-487; İbnü'l-Verdî, Teütnmetû'1-Muh.taşarfi ahbâri'l-beşer (nşr. Ahmed Rif'at el-Bedrâvî), Beyrut 1389/1970,1, 339; Kütübî. Feuâtü'l-Ve-feyât, II, 105-106; Yâfıî. Mİr'âtü't-cenân, II, 118; İbn Kesîr. el-Bidâye, X, 317; Kureşî, et-Ceuâhi-rü'l-mudıyye, II, 25-27; İbnü'l-Mülakkin. Taba-kâtü 't-euiiyâ', s. 12,37, 178-181, 355; İbn Tağ-rîberdî, en-Nücûmü'z-zâhire, II, 290-291; Lâ-miî, Nefehât Tercümesi, s. 116-117; Şa'rânî. et-Tabakât, 1, 76, 80-81; Münâvî. el-Kevâkib, I. 220; İbnü'1-İmâd. Şezerât, II, 87-88; Ziriklî. el-A"tam, II, 151; Sezgin. GAS, I, 639.
\M Mustafa Bilgin
HATİM et-TÂÎ
Ebû Seffâne (Ebû Adî) Hatim
b. Abdillâh b. Sa'd et-Tâî el-Kahtânî
(ö. 578 [?])
Câhİliye döneminin cömertliğiyle ünlü şairi.
Tay kabilesinin reisidir. Babası Abdullah o henüz çocukken ölmüş, kendisini zengin ve cömert bir kadın olan annesi Guneyye (Inebe) bint Afîf yetiştirmiştir.
Hâtim'in cömertliği, aşırı harcamalarını engellemek için kardeşleri tarafından hapsedilecek kadar iyilik sever olan annesinden gelir.
Hatim, çocuk yaşlarından itibaren cömertliği ve misafirperverliğiyle tanınarak "Cevâd" (Ecved) lakabıyla anılmıştır. Bir şiirinde, bu husustaki aşırılığı yüzünden yanında kaldığı dedesi Sa'd'ın kızarak kendisini terkettiğini bildirmektedir (Dî-uân jnşr. Müfîd M. Kumeyha], naşirin girişi, s. 67). Hatim menkıbelerde İslâmiyet'ten önceki mert ve cömert Arap tipinin ideal örneğini oluşturur. Bu menkıbelerden birine göre henüz çocukken bir gün develeri gütmeye gönderilen Hatim, ikramda bulunacağı birini ararken bazı süvariler yanına gelerek misafir için yemeği olup olmadığını sorarlar; o da, "Develeri gördüğünüz halde hâlâ misafir için yemek mi soruyorsunuz?" der ve onlara üç deve ikram eder. Bu süvariler, Hîre Hükümdarı Nu'mân b. Münzir'e gitmekte olan zamanın ileri gelen şairlerinden Abîd b. Ebras, Bişr b. Ebû Hâzim ve Nâbiga ez-Zübyânî olup söyledikleri şiirlerle Hâ-tim'i methederler. Bunun üzerine Hatim develerin tamamını aralarında bölüştürür; üç şairin her birine doksan dokuz deve düşer.
Câhiliye devrinde yaşayan üç ünlü cömertten biri olan Hâtim'in (diğer ikisi Kâ'b b. Mâme ve Herim b. Sinan) bu özelliği darbımesel haline gelmiştir. Bugün dahi birinin cömertliği övülürken "Hâ-tim'den daha cömert" (ecved min Hatim) denilmektedir. Hatta ölümünden sonra, hayatını geçirdiği Hâil vadisinin Tünega yöresinde bulunan Uvârız dağındaki mezarını ziyarete giden yolcuları ağırladığı yolunda efsaneler anlatılır.
Özellikle kendi divanında yer alan şiirlerde, ayrıca Zübeyr b. Bekkâr'ın el-Ah-bârü'l-Muvaffakıyyât'ı, İbn Kuteybe'-nin eş-Şicr ve'ş-şu'arâ'sı ve Ebü'l-Ferec el-İsfahânî'nin el-Eğanî'si gibi çeşitli eserlerde Hâtim'in hayatına ve menkı-bevî şahsiyetine dair bilgiler bulunmaktadır. Bu kaynaklarda Tay kabilesiyle diğer kabileler arasındaki mücadelelere, Hâtim'in Hîre ve Gassânî hükümdarları Amr b. Hind, Nu'mân b. Münzir, Haris b. Amr ile, ayrıca Kâ'b b. Mâme, Evs b. Harise, Nâbiga ez-Zübyânî, Bişr b. Ebû Hâzim. Abîd b. Ebras, Zeyd el-Hayl gibi bazı tanınmış kişi ve şairlerle olan ilişkilerine dair kayıt ve rivayetlere yer verilmiştir. Bu kaynaklardan onun cömertlik, hoşgörü, tevazu, sadakat, iffet ve vefakârlık gibi erdemlerle temayüz etmiş bir insan olduğu, şarap içmeyi ve sefahati haram
saydığı. Tay kabilesi arasında yaygın olmasına rağmen Hıristiyanlığı kabul etmediği ve atalarının dinine sadık kaldığı öğrenilmektedir. Hâtim'in kızı Seffâne, Hz. Aİi kumandasında Tay kabilesi üzerine gönderilen bir seriyye tarafından esir alınarak Medine'ye getirildiğinde Resûl-i Ekrem'e Hatim et-Tâî'nin kızı olduğunu söyleyip onun hatırı için serbest bırakılmasını istirham etmiş, Hz. Peygamber de ondan babasının vasıflarını saymasını istemiş, Seffâne'nin bunları anlatması üzerine, "Senin baban İslâm'ın telkin ettiği faziletlerle süslü bir adamdı" diyerek onun serbest bırakılması için emir vermiştir. Hz. Ali'nin Tay kabilesi topraklarına yaklaşması üzerine Suriye taraflarına kaçan Hâtim'in oğlu Adî ise daha sonra dönüp İslâmiyet'i kabul etmiş, Cemel ve Sıf-fîn vak'alannda bulunarak Hz. Ali'nin sancağını taşımıştır. Hâtim'in Abdullah adındaki oğlu ise İslâm'dan önce Ölmüştür.
Hatim et-Tâî, çoğu bencillikten kaçınmaya çağıran ve cömertliği Öven şiirlerinde gaybı bilen, çürümüş kemiklere can veren Allah'a inancını dile getirmiş (Dt-uân |nşr. Müfîd M. Kumeyhal, naşirin girişi, s. 76), cömertliği yalnız O'nun rızâsını kazanmak için yaptığını belirtmiş {a.g.e., s. 23, 34), cömertlikte aşın gitmesine karşı çıkan eşleri Nevâr bint Sürmüle ile Mâviyye bint Afzer'e, "Mal gider nam kalır" demiştir (a.g.e., s. 42, 65). Yine şiirlerinde, konuklara karşı güler yüzlü davranmanın maddî ikramdan daha değerli olduğundan, misafir gelmesi için geceleri çölde ateş yaktığından ve komşularının namusuna saygı gösterdiğinden söz etmektedir (a.g.e., s. 23, 24, 50, 54, 68).
Divan bugünkü şekliyle Hâtim'e aidiyeti şüpheli bazı şiirler ihtiva etmektedir. Şairin 200 varak tutarında bir divanından söz edilmesi (£/2(İng.|. m, 274) dikkate alındığında eserin aslının bugün elde bulunandan daha hacimli olduğu söylenebilir. Divanın mevcut şekli, Ebû Salih Yahya b. Müdrik et-Tâî tarafından İbnü'l-Kel-brden yapılan rivayete dayanılarak tertip edilmiş olup hayli eksiktir. Ondan çok sonra Merzübânî Hâtim'in şiirlerini toplayarak tertip etmiş (yaklaşık 200 varak), fakat bu çalışma zamanımıza ulaşmamıştır. Hâtim'in divanı birçok defa neşredilmiştir (Rızkullah Hassûn, London 1872; Mecmu* müştemit 'alâ hamse deuâvin içinde, Bulak 1293, s. 107-121; Feyzel-Ha-san (taş baskısı!. Lahore 1878; L. Şeyho, es-Şu'arâ'ü'n-Naşrâniyye içinde, Beyrut 1890, I, 98-134; Fr. Schulthess, Leipzig 1897; Beyrut 1383/1963; İbrahim el-Cü-
zeynî, Beyrut 1968; Fevzî el-Atvî, Beyrut 1969; Âdil Süleyman Cemâl, Kahire 1975; Kerem el-Bustânî, Beyrut 1953. 1982; M. Muhammed, Cidde 1988; Müfîd M. Ku-meyha. Beyrut 1986, Cidde 1987). Bu neşirlerin en iyisi, Hâtim'in hayatı ve şiirleri üzerine kapsamlı bir incelemeyi de ihtiva eden Âdil Süleyman Cemâl neşridir.
Hâtim'in şiirleri ve hayatı hakkında müstakil eserler kaleme alınmış olup başlıcaları şunlardır: Hüsâm el-Behnesâ-
vî, et-Kaoâcidû't-tahlİliyye fi Dîvâni Hâ-Ümet-im(Kahire 1413/1992); Kâmil Mu-hammed Muhammed üveyda, Hatim et-Tâ'î, ŞâHrü'I-kerem ve'İ-cûd(Bey-rut 1414/1994); Ali Hüseyin el-Atûm. Hatim et-Tâ^î dirâse li-hayâtihî (yüksek lisans tezi, Kahire 1974, Câmiatü'i-Kâhire külliyyetü'1-âdâb).
Yalnız Arap edebiyatında değil İran ve Türk edebiyatlarında da cömertlik timsali olarak tanınan Hatim et-Tâî'nin İran'da çok sevilen hayat hikâyesi [Kışşa-i hâ-tim-i Jâ'î, Tahran 1346) D. Forbes tarafından İngilizce'ye çevrilmiştir (London 1830). Hâtim'in hayatını ve eserlerini anlatan Hüseyin Vâiz-i Kâşifinin Kısas u Âşâr-t Hâtim-i Tâ*î {Risâle-i Hâtimiyye) adlı çalışması (nşr. Schefer, Paris 1883; nşr. M. R.Celâlî, Tahran 1320). Dûstân-ı Hâtim-i Tâî (İstanbul 1256, 1272) veya Hâtem-i Tâî Hikâyesi adıyla Türkçe'ye de çevrilmiş ve birçok defa basılmıştır (Özeğe, 1, 253; II, 517) Bunun Kuzey Türk-çesi'ndeki bir versiyonu İ876'da Kazan'-da yayımlanmış; hikâye bunlardan başka Hint, Urdu (Ârâiş-i Mahfil), Felemenk ve Malay dillerine de çevrilmiştir. Hatim et-Tâî'nin efsanevî cömertliği etrafında teşekkül eden menkıbe ve hikâyeler bugün Anadolu'da dayaşamaktadır(bunun için bk. "Gaziantep'te Derlenen Bir Halk Masalı: Hatemti", der. Nuray Akdoğan. Gaziantep Kültürü, V/49 [Ocak 1963), s. 11-13; Tuncer Gülensoy, "Erzurum Ağzı İle 'Hâtemi Ta'i' Masalı", TDe., VIII [Ankara 19791, s. 403-457; a.mlf., "Hâtemi Tâî (Tey) Masalı", Erciyes, İV/37, 38, 39, 40, 42, 43, 44 [Kayseri, Mayıs-Ekim 1981); Bilge Seyidoğlu, "Hatem-i Tey Hikâyesi", Türklük Araştırmaları Dergisi, III 119871, s. 131-187; Ahmet Edip Uysal. Yaşayan Türk Halk Hikâyelerinden Seçmeler, Ankara 1989, s. 25-75; Saim Sakaoğlu. "Ha-tem-İ Tâî Hikâyesi", Türk Halk Kültüründen Derlemeler|Ankara 1992), s. 141-163).
BİBLİYOGRAFYA :
Hatim et-Tâî. Dluân, Beyrut 1383/1963; a. e. (nşr. Fevzî el-Atvî). Beyrut 1969; a.e. (nşr. Âdil Süleyman Cemâl), Kahire 1411/1990; a.e (nşr.
HATİM et-TÂÎ
Müfîd M. Kumeyha). Beyrut 1406/1986; a.e. (nşr. Dâru Sâdır), Beyrut 1401/1981 (neşre-denlerin girişleri); İbn Habîb, el-Muhabber, s. 126, 145, 241, 261, 302; Câhiz. Kitâbü't-Haye-uân, II, 107-108; Zübeyr b. Bekkâr. Ahbârü't-muuaffakıyyât (nşr. Sâmî Mekkî el-Anî). Bağ-dad 1972, s. 403-461, ayrıca bk. İndeks; İbn Ku-teybe. eş-Şı'r ve'ş-Şıfarâ' fnşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1401/1981, s. 106-109; a.mlf.. 'Uyûnü'l-ahbâr, 1, 336; 11, 23-24; Müberred. el-Kâmil (nşr M. Ahmed ed-Dâlî). Beyrut 1406/ 1986, 1, 301-302; a.mlf., el-Fâztt üe't-mefzûl (nşr. Abdülazîz el-Meymenî). Kahire 1375/ 1956, s. 40-42; Beyhaki, el-Mehıâsin ve'l-mesâ-oî, Beyrut 1390/1970, s. 188-190; İbn Abdü-rabbih, el-'İkdü'l-fertd, i 255, 287-291; II, 286-287; Zeccâd, el-Emâtî, Beyrut 1403/1983, s. 67-69; Mes'ûdî. Mürûcii'z-zeheb (Meynard). İM, 327-331; Ebü'I-Ferec el-İsfahânî, el-Eğânî, XV[], 363-397; Ebû Ali el-Kâlî, el-Emâlt (nşr. M. Abdülcevâd el-Asmaî), Kahire 1344/1926, I, 214; a.mlf., Kitâbü Zeyli'l-Emâlî ue'n-neüâdir. Kahire 1344/1926, s. 21-23, 27, 109, 152-155, 187; Ebû Ali et-Tenûhî, et-Müstecâd mirt fi'lâ-ü'l-ecuâd (nşr M. Kürd Ali), Dımaşk 1365/ 1946, s. 70-74, 203; Meydânı. Mecmacul-em-şâl (Ebül-Fazl), I, 326-327; II; 104; III, 134; İbnü'ş-Şecerî. Muhtârât, Kahire 1306, s. 12-16; İbn Asâkir, Tehztbü Târihi Dımaşk (nşr, Abdiil-kadır Bedrân). Beyrut 1979, III, 421-429; Şerî-şî, Şerhu Makâmâü'l-Harîrî el-Başrt, Kahire 1399/1979, IV, 163-165; İbnü'l-Esîr. el-Kâmil, I, 606-607, 626; II, 285-286; Kazvînî. Aşâril'i-bi-lâd, Beyrut, ts. (Dâru Sâdır), s. 76-77; Sa'dî-i Şî-râzî. Bustan: Çiçek Bahçesi (trc Hakkı Eroğ-lu), Niğde 1945, s. 145-146; İbn Kesir, el-Bidâ-ye, II, 212-217; Abdülkadir el-Bağdâdî. Hizâ-netü't-edeb (Bulak). I, 491-495; II, 162-166; Âlûsî. Bulüğu'l-ereb fi ma'rifeti ahoâli't-'-Arab (nşr. M. Behçet el-Eserî). Kahire 1342, 1, 72-81; Bağdatlı Mehmed Fehmi. Târîh-i Edebiy-yât-ı Arabiyye, İstanbul 1332, s. 321-345, 450-452; Serkîs, Mu'cem, I, 730; Brockelmann. GAL, 1,26-27; Suppl., I, 55; Sezgin. GAS, II, 208-209; R. A. Nicholson, A Literary History of the Arabs, Cambridge 1969, s. 85-87; M. Ahmed Câdelmevlâv.dğr., Kışaşü'l-'Arab, Kahire 1391/ 1971, 1, 165-184; II, 81-83; IV, 380-381; Özeğe. Katalog, I, 253; II, 517; Abdülvehhâb es-Sâbûnî, Şu'arâ3 ue deuâvin, Beyrut 1978, s. 24-25; Ömer Ferruh, Tarilju'i-edeb, I, 186-189; Ali Himmet Berki - Osman Keskioğlu, Hazreti Muhammed, Ankara 1981, s. 384-386; Mahmud Esad, İslâm Tarihi, s. 214-215; Hanbâbâ, R/ı-rist, II, 2550-2551; III, 3914-3915; 0. Rescher. Abriss der arabischen Litteraturgeschichte, Osnabrück 1983,1, 64-69; W. S. Walker. "Struc-tural Complexity of the Turkish Folktale", ///. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri: Halk Edebiyatı, Ankara 1986, II, 407-410; J. Barth, "Zur. Kritik und Erklârung des Divvans Hatim Tejjs", ZDMG, LJI (1898), s. 34-74; R. Geyer. "Zu den Gedichten des Hatim al-TâT, WZKM, XII (1898), s. 308-318; G. Thouvenin. "La leğende arabe d'Hatim Ta'i dans le Deca-meron", Romania, LIX (1933), s. 247-269; K. A. Fariq, "Pre-Islamic Arabİc Poetry and Poets II", Studies in İslam, V/l, New Delhi 1968, s. 26-28; C. van Arendonk, "Hatim Tâ'î". İA, V/l, s. 371-372; a.mlf., '■Hatim al-TaV, E/2(İng.), III, 274-275; Saim Sakaoğlu - Semra Kapsal [Danga!]. "Hatem-İ Tâî", TDEA, IV, 154-155.
ffil Süleyman Tülücü 473
HATİME
F HATİME ~"
(leJbÜf)
İnsan hayatının iman açısından İyi veya kötü bir şekilde
sona ermesi anlamında bir tâbir.
l_ J
Sözlükte "tamamlamak, bitirmek, sona erdirmek" anlamına gelen hatm (hitâm) masdarından türemiş bir isim olup "son, sonuç, nihayet" demektir. İslâmî gelenekle yetişen toplumlarda hatime hayatın nasıl sonuçlanacağı, son nefeste imanın korunup korunamayacağı şeklinde anlaşılmaktadır. Dünyadan imanla göç etmeye hüsn-i hatime, imandan yoksun olarak gitmeye de sû-i hatime denilmiştir. Arapça literatürde birincisi hâtime-tü'l-hayr, hüsnü'l-hâtime, ikincisi sûü'l-hâtime biçiminde yer almaktadır (krş. Gazzâlî, IV, 173; Makrîzî, vr. 35 la).
Kur'ân-ı Kerim'de hatime kelimesi geçmemekle birlikte hatimenin ifade ettiği kavram Kur'an'ın muhtevasına uygun düşmektedir. Zira Kur'an'ın önerdiği kurtuluş (fevz) hem dünya hem de âhiret mutluluğunu amaçlamaktadır. Bunu sağlamanın temel ilkesi de iman ve sâlih ameldir. Dünya hayatını bu ilkeye uygun olarak yaşayan bir mükellefin ebedî âlemde de mutlu olacağım, imanı ve amel-İ sâlihi konu edinen birçok âyet haber vermektedir. Ancak İnsan iyiliğe özendiren yetenek, imkân ve vasıtaların yanında kötülüğe sevkeden bazı faktörlerin etkilerine mâruzdur. Bu sebeple yaşantısının ileriki yıllarında olumsuz faktörlerin tesiriyle manevî hayatı açısından kötü bir mecraya sürüklenebilir. Kur'ân-ı Kerîm'de, önceleri ilâhî gerçeklere vâkıf bir mümin iken daha sonra nefsânî arzularına ve şeytana uymak suretiyle kötüler arasına karışıp cezalandırılan kişilerden bahsedildiği gibi (bk. el-A'râf 7/175-176; el-Kasas 28/76-82; ayrıca bk. BELAM b. BÂ-ÛRÂ; kârûn}, peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen hak dini benimsedikten sonra bundan ayrılan toplumların varlığı da haber verilir (meselâ bk. el-Bakara 2/213; Yûnus 10/19-, Fâtır 35/42). Ayrıca Hz. Yûsuf'un ve Hz. Musa'ya iman eden sihirbazların Allah'tan mümin olarak ölmelerini talep ettikleri ifade edilmekte (el-A'râf 7/126; Yûsuf 12/101), müminlere de iyilerle beraber ölmeyi Allah'tan istemeleri öğütlenmektedir (Âl-i İmrân 3/193). Her namazda okunan Fatiha sûresinin 6. âyeti müfessir Taberî"nin tercihine göre (Câmi'u'l-beyân, I. 55-57), "Bize doğru yolda sebat ver. ömrümüzün geri kalan
474
kısmında da bizi o yoldan ayırma" şeklinde anlaşılmalıdır. Hz. Peygamber'in Fâti-ha'sız namaz olamayacağını belirtirken {Müsned, 11. 24i, 278; İbn Mâce, "İkâme", 11; Tirmizî, "Mevâkitü'ş-şalât", 116) amaçlarından biri de her rek'atta okunan bu sûrenin, dünya ve âhiret mutluluğuna erdirecek hak yoldan ayrılmama şuurunu sürekli tazelemesini sağlamaktır. Ayrıca Âl-i İmrân sûresinde (3/8) yer alan, "Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltip haktan çevirme" mealindeki âyet de bu konuyla ilgilidir. Nitekim Taberî, âyetin tefsiri münasebetiyle Resûl-i Ekrem'in şu duayı sık sık tekrar ettiğini kaydetmektedir: "Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim gönlümü dinin üzere sabit kıl" (Câmiıu't-be-yân, III, 125-126; krş. Müsned, IV 182,418; İbn Mâce, "Du'â"1, 2; Tirmizî, "Kader", 7).
Hz. Peygamber'in namazlardan sonra okuduğu rivayet edilen dualardan biri şöyledir: "Allahım! Senden niyazım şudur ki ömrümün en hayırlısı son demleri, amelimin en hayırlısı bitimi, günlerimin en hayırlısı da sana kavuştuğum gün olsun" (Nevevî, s. 69; Heysemî, X, 110). İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, "Rabbİm! Bütün işlerde akıbetimizi hayırlı kıl, bizi dünya mahcubiyetinden ve âhiret azabından koru" şeklindeki bir duayı Resûlul-lah'a nisbet etmiş ve bunun hâtimetü'l-hayr ile ilgili olarak nakledilen dua olduğunu söylemiştir (Keşfü'/-ha/â',!, 180). Benzer dua ve niyazların ashaptan itibaren birçok müslüman tarafından yapıldığı şüphesizdir (bazı Örnekleri için bk. Makrîzî, vr. 354a"b).
Başta Kur'ân-ı Kerim olmak üzere bütün İslâmî kaynaklarda, dünya ve âhiret mutluluğu anlamındaki kurtuluş samimi imana ve elden geldikçe iyi davranışa bağlanmaktadır. Ancak insanın başlangıçta iyi yolda bulunurken daha sonra kötülüğe yönelmesi ve bu haliyle ebediyet âlemine intikal etmesi mümkündür. Bunun için kişinin ümitle korku arasında olması, yani Allah'ın engin rahmetine gönül bağlamakla beraber kendini güvencede görüp fazilet kazanma ve kemalini arttırma yolunda zaaf göstermemesi gerekir. Kötü sonuçtan korkma bu mânada anlaşılmalıdır. Bu sebeple, irşad faaliyetlerinde sakındırma (inzâr) yöntemini kullanmayı tercih eden kişilerin müminin son nefesindeki durumunu fazlasıyla tehlikeli göstermeleri naslar çerçevesindeki İslâmî telakki, Allah'ın adalet ve lutufla muamele edişi prensibiyle bağdaşmadığı gibi insan psikolojisine de ters düşmek-
tedir. Kurtuluş dindarlığa, dindarlık da samimi inanç ve dürüstlüğe bağlı olduğuna göre kurtuluş için önemli olan kişinin hayatı boyunca mümin ve dürüst kalmasıdır. Son nefeste, ömür boyu izlenen yolun dışında lehte veya aleyhte beklenmedik gelişmelerin olması ve meselâ söylendiği üzere şeytanın hile ve kurnazlığıyla imanın elden gitmesi düşünülemez. Dindarlık bir hayat tarzıdır ve insanlar yaşadıkları hayata göre son nefeslerini verirler (ayrıca bk. İSTİSNA; MUVÂFÂT).
BİBLİYOGRAFYA :
Lisânü'l-'Arab, "htm" md.; Tâcü'l-'arûs, "htm" md.; Müsned, I. 120, 223, 257; []. 241, 278; IV, 182, 418; İbn Mâce. "İkâme", 11, "Du'â1", 2; Tirmizî. "Mevâkitü'ş-şalât", 116, "Kader", 7; Taberî. Câmi'u'l-beyân,], 55-57; III, 125-126; Gazzâlî. İhyâ\ IV, 7-9, 173-180; Fahreddin er-Râzî. Mefâtîhu'l-ğayb, IX, 146; XVIII, 216-222; Nevevî. el-Ezkâr, Kahire 1375/ Î956, s. 69; İbn Kesir. Tefsirü'l-Kur'ân, IV, 337; Heysemî, Mecma'u'z-zeüâ*id, X, 110;Makrîzî. Huşûtü'l-in'âm ue'l-meyr bi-sû'âli hâtimeti't-hayr, ISuruosmaniye Ktp., nr. 4937, vr. 348b-354b; Ali el-Kârî, ei-Mukaddİmetü's-sâtime /! haofı'l-hâtime (nşr Hasan Selmân), Amman 1409/1989, tür.yer.; Adûnî, Keşfü'l-hafâ', I, 180;Âlûsî, Rûhu'l-me'ânî, IV, 165; XIII, 63; Ah-med Rızâ. Mu.fcemü'l-metni'l-luğa, Beyrut 1377/1958,11,226-227.
İRİ Muhammed Aruçi HÂTİMETÜ'l-EŞ'ÂR "*
Fatîn Efendi'nİn
(ö. 1866)
Sâlİm tezkiresine zeyil olarak
kaleme aldığı şuarâ tezkiresi
(bk. FATÎN EFENDİ).
HATİMI
Ebû Alî Muhammed
b. Hasen (Hüseyn) b. Muzaffer
el-Bağdâdî el-Hâtimî
(ö. 388/998)
Dil âlimi, edebiyat tenkitçisi
ve kâtip.
310 (922) yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Hâtimî nisbesinin dedesi Hâtim'-den geldiği (İbn Hallikân, IV, 367), babasının da şair olduğu kaydedilmektedir. Gulâmu Sa'leb olarak tanınan Ebû Ömer ez-Zâhid'in talebesi olmuş, İbn Düreyd'e yetişerek derslerine katılmış (Yâküt, XVIII, 154), on dokuz yaşında iken Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle'nin himayesine girmiş ve bu sayede Ebû Ali el-Fârisî, İbn
Hâleveyh ve Mütenebbî gibi edip ve âlimler arasında Önemli bir yer edinmiştir. İçlerinde Kâdî Ebû Ali et-Tenûhî gibi tanınmış simaların da bulunduğu birçok kimse onun talebesi olmuştur. Ancak Hâti-mînin idarî ve edebî alanda daha önemli ve nüfuzlu bir yere gelmesi, 339 (950) yılında Büveyhî Emîri Muizzüddevle'ye kâtip olmasından ve ardından Mutî'-Lil-lâh'ın veziri Ebû Muhammed el-Mühelle-bî ile tanışıp dostluk kurmasından sonra gerçekleşmiş, edebiyat ve diğer ilimler alanındaki geniş bilgisi sayesinde Seyfüd-devle'den sonra Bağdat'ta birçok emîre kâtiplik yapmıştır. Mütenebbî Bağdat'a geldiğinde (352/963) onunla karşılaşarak şiir ve edebiyat konularında kendisiyle münazara yapmış, bu münazaralardan sonra yazdığı risalelerle edebiyat dünyasındaki şöhretinin zirvesine ulaşmıştır. Hâtimî 26 Rebîülâhir 388 (27 Nisan 998) tarihinde Bağdat'ta vefat etti.
Hâtimî geçimsiz, kıskanç, hırslı, kendini beğenmiş, münakaşadan ve başkalarını eleştirmekten hoşlanan bir insan olduğu için yakın çevresi ve meslektaşları tarafından pek sevilmezdi. Buna rağmen ilmî ve edebî gücü sayesinde kendisini kabul ettirmiş, devlet adamları ve meslektaşları arasında önemli bir yer edinmişti. Kötü huyları yüzünden Ebû Abdullah Hüseyin b. Ahmed İbnü'l-Haccâc ve diğer bazı kişiler tarafından hicvedilmiş-tir. Dönemindeki fikir hareketlerinden faydalanmakla kalmamış, bu hareketlere kendisi de önemli katkılarda bulunmuştur. Başta şiir tenkidi olmak üzere edebî tenkidin temellerini atmış, belagat ve tenkit terimlerine yenilerini eklemiş ve eski terimlerden bazılarını açıklayarak bunların yerleşmesinde önemli bir görev ifa etmiştir. Zekî Mübarek. Hâti-mî"nin şiir tenkidindeki yerine işaret ettikten sonra onun tenkide dair görüşlerinin çağımız tenkitçilerinin seviyesinde olduğunu ifade etmiştir {en-Neşrü't-fenni s 113). Hâtimî, daha sonraki asırlarda edebiyat tenkitçilerinin büyük bir kısmı için örnek ve kaynak olmuştur; bu etkisi günümüzde de gözlenmektedir (Ne-bîl Reşâd Nevfel, s. 171-173). Ancak V. (XI.) yüzyıldan sonra en önemli görüşlerini ihtiva eden eserlerinin çoğunun kaybolması ve Aristo mantığına dayalı kuralcı belagatın Ön plana çıkarak zevkiseli-me dayalı edebî tenkit çalışmalarının ikinci derecede kalması sebebiyle Hâtimîye ilginin azaldığı görülür.
Kaynaklarda aynı zamanda şair olarak da nitelendirilen Hâtimî'den Seyfüddev-
le. Halife Kâdİr-Billâh, Vezir Şemsülmeâ-lî ve diğer bazı devlet büyükleri için yazdığı birkaç kaside ile Nâbiga ez-Zübyânî*-nin şiirlerinden yaptığı tazminleri içeren bir hamâse ve bir gece tasviri günümüze ulaşmıştır (şiirleri için bk. Ebû Ali b. Mu-hassin et-Tenûhî, III, 14, 26; Seâlibî, 111, 120-124; Yâküt, XVIII, 157-159). Bu parçaların Hâtimî'nin babasına veya kendisinin bir oğluna ait olabileceğini ileri sürenler varsa da (El2 | İng. |, SuppL, s. 361) bizzat öğrencisi Kâdî Ebû Ali b. Muhas-sin et-Tenûhî tarafından Hâtimrden nakledilmiş şiirlerinin bulunması [Neşvârü'l-muhâdara, 111, 14, 26) bu ihtimale imkân vermemekte, buna karşılık Hâtimî'nin az sayıda şiir yazan şairlerden (mukıllûn) olduğu yolundaki hüküm daha isabetli görünmektedir.
Hâtimî'nin edebî tenkide dair fikirlerini edebiyat anlayışı, belagat ve kısımları ile serika*ya dair görüşleri olmak üzere üç bölümde toplamak mümkündür. Sır-rü 'ş-şmâ'a adlı eserinde ortaya koyduğu, bir edibin sahip olması gereken temel kültür hakkındaki düşünceleri de bunlara ilâve edilebilir.
Eserleri. Hâtimî edebî sanatlara, şiire ve özellikle edebî tenkide dair birçok kitap yazmıştır. Bazıları günümüze kadar gelen, bazıları da sadece kaynaklarda zikredilen başlıca eserleri şunlardır: 1. er-Risâletü'l-mûdıha (muuaddıha fi zikri serikâti Ebi't-Tayyib el-Mütenebbî ue sâ-/afış/Vıh). Hâtimî'nin, Mütenebbî ile yaptığı sert münazaraları sonunda Abbasî Veziri Ebü'l-Ferec Muhammed b. Abbas için yazdığı ilk risâlesidir. Kendisine şöhret kazandıran en önemli eserlerinden biri olup aynı zamanda Mütenebbî'ye ait şiirlerin tenkidi konusunda telif edilmiş doyurucu ilk risaledir. Zamanla Müteneb-bî'nin şiirleri hakkında ve edebî tenkit alanında yapılan çalışmaların esası ve kaynağı haline gelen er-Risâletü'l-mû-dıha, Muhammed Yûsuf Necm tarafından çeşitli İndeks ve notlar ilâvesiyle neşredilmiştir (Beyrut 1385/1965). Eser bazı kaynaklarda el-Hâtimiyye ve Cebhe-tü'1-edeb adlarıyla anılmaktaysa da bunlardan birincisi, Hâtimî'nin diğer bir eseri olan er-Risâlâtü 'I-Hâtimiyye ile karıştırılmasından ileri gelmiş, ikincisi de mukaddimede yer alan "cebhetü'1-edeb" tabirinden doğmuştur. Esasen mukaddimenin sonunda Hâtimî eserine eî-Mû-diha adını verdiğini açıkça ifade etmektedir. Bu risalenin yazılmasının en önemli sebebi, Mütenebbî ile arası açılan Büveyhî Veziri Mühellebî'nin Bağdat'taki
Dostları ilə paylaş: |