بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلّهِ اَلْحَمْدُ
HAYATIMIZDA CAMAAT VE CAMİNİN ÖNEMİ
“Câmi” Arapçada toplanma, bir araya gelme anlamındaki “cem” kökünden türemiş bir sözcüktür. “Toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri” demektir. “Mescid” sözcüğü ise Arapçadaki “secd” kökünden türemiştir ve “secdeye varılan yer, ibadet yeri” anlamındadır.
Yüce dinimiz İslâm’da ise “cami” müslümanların ibadet etmek için toplandıkları mabetlerdir. Önceleri Cuma namazı kılınan yerlere “cami”, sadece vakit namazlarının kılındığı yerlere ise mescit denilmiştir. Zaman içinde şehirlerin büyümesinden dolayı, tek bir merkezde Cuma namazının kılınması imkânsız hale geldiğinden, mescit ve cami ayrımı mimarî büyüklüğe göre yapılmaya başlanmış, küçük ve minaresiz ibadethanelere mescit, büyük ve minareli olanlara ise cami denilmiştir.1
İslâm’ın görünür yüzü
Mabetler bir dinin en önemli yapılarıdır. Bir yerde mabet varsa orada bir inançtan, o inancın yaşanıldığından ve yayılmasına hizmet edildiğinden, ayrıca o yapıyı yaşatan gönüllülerin varlığından bahsedilebilir. İşte bu noktada camiler de İslâm dininin en belirgin özelliği, şiarı ve adeta İslâm’ın görünen resmidir. Yakın zamanlara kadar camiler İslâm şehirlerinin kalbi olagelmiştir. Cami bir beldenin İslâm beldesi olduğunun ilk ve en görünür işaretidir, İslâmî kimliğidir.
Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde “cami” kelimesi yerine “mescit” ifadesi kullanılmıştır. Camilerin Allah Tealâ’ya ibadet için inşa edilmiş yapılar olduğu düşünüldüğünde, yeryüzündeki ilk cami Mekke’deki “Mescid-i Haram” ikincisi de Kudüs’deki “Mescid-i Aksa”dır. Efendimiz (s.a.v) cami yapımına büyük önem vermiştir. Öyle ki büyük tehlikelerle dolu hicret esnasında, peşlerindeki müşriklerin “Medine’ye varmıştır!” diyerek geri döndüklerini haber alır almaz, daha Medine’ye varmadan Kuba’da ilk mescidin yapımını başlatmıştır. Efendimiz (s.a.v) kendisinden evvel yola çıkmış ashabıyla buluşmak ve kendinden sonra yola çıkacak Hz. Ali (r.a)’ı beklemek için Kuba isimli küçük bir köyde birkaç gün konaklamıştır. Burada mescit yapımında ilk taşı bizzat kendisi koymuştur.
Bu haliyle Kuba mescidi, İslâm’ın yükseliş devri arefesinde ve ilk mescit olarak yapıldığından bütün müslümanlar için önemli hatıralar taşır. 2
Cami yapımında çalışan peygamber
Efendimiz (s.a.v), mescit inşasına verdiği büyük önemin bir tezahürü olarak Medine’ye vardığında ilk işi mescidin yerini belirlemek olmuştur. Kendi evinin yerini, hatta misafir olacağı evi bile ancak mescidin yerini belirleyip arazisini satın aldıktan sonra belirlemiştir. Kuba’da olduğu gibi Medine’de de mescidin inşasında ashabıyla beraber bizzat çalışmıştır. Bu durumu Ebu Hüreyre (r.a) şöyle anlatıyor:
Mescid-i Nebevi yapılırken Rasulullah (s.a.v) de ashabıyla beraber çalışıyordu. Bir gün O’nu bir kerpici yanlamasına, karnı üzerine koymuş götürürken gördüm. Ağır geldiğini düşünerek:
- Ya Rasulallah, onu bana ver, ben taşıyayım, dedim.
- Ebu Hüreyre, başkasını al. Gerçek rahatlık ahiret rahatlığıdır, buyurdu.3
Efendimiz (s.a.v)’in Medine’deki bu mescidi İslâm medeniyetinin başlangıç noktası olarak kabul edilir.
Efendimiz (s.a.v)’in mescit inşası ve imarı hususundaki tutumu önce Ashab-ı Kiram’a ardından Tabiîn ve mürşid-i kâmilllere örnek teşkil etmiştir. Onlar da yerleştikleri yerlerde önce cami inşa etmişlerdir. Camilerin Mescid-i Nebevî’ye benzer şekilde inşa edilmesine özen göstermişlerdir. Bu anlamda Mescid-i Nebevî, yeryüzüne yayılacak olan mescitler için bir model oluşturmuştur. 4
Asr-ı Saadet’te Mescid
Asr-ı Saadet’te hayat Mescid-i Nebevî çevresinde şekillenmişti. Müminlerin dertleri burada konuluşuyor, devletin işleri burada karara bağlanıyordu. Allah Rasulü (s.a.v) müminlere mescidin minberinden sesleniyordu. O’nun yolu üzere olmaya büyük özen gösteren Dört Halife de öyle yapmıştı. Böylece müminlere doğrudan ulaşma imkânı buluyorlar ve aracısız kendilerini ifade buyuruyorlar, insanlara nasihat ediyorlardı. İlk dönemden itibaren müminler mescide, camiye gelmeye özen gösterdikçe daha çok bir ve beraber oluyorlardı. Omuz omuza namaz kılarak kardeşlik bağları daha bir sağlamlaşıyordu. Yine bir mümin sıkıntıya düşse, haberdar olup yardımına koşuyorlardı.
Namaz ve cemaat Allah Rasulü (s.a.v)’in müminleri bir araya getirme yöntemiydi. Böylece ibadetlerini ifa etmek için bir araya gelen müminler dünya birlikteliğini de sağlıyorlardı. Fahr-i Kâinat Efendimiz cemaate herkesin katılmasını istiyor ve devamlılığı tavsiye buyuruyordu.
Amr b. Ümmü Mektûm anlatıyor:
- Ya Rasulallah, dedim, ben körüm. Evim de mescitten uzak, elimden tutup beni mescide getiren biri varsa da, o da yumuşak davranmıyor. Namazlarımı evimde kılmam için bana izin verir misin? Allah Rasulü s.a.v. sordu:
- Çağrıyı (ezanı) duyuyor musun?”
- Evet.
- Öyleyse sana ruhsat veremem! buyurdu.5
Namaz sadece ferdî boyutu olan bir ibadet değildir. Bu yüzden cemaatle kılınması gereklidir. Mecburiyet dolayısıyla kimi durumlarda tek başımıza kılabiliriz. Fakat elverdiğince cemaate devam etmemiz gerekir. Cemaat kulluk şuuru kazanmamızı sağlar, birlik olmamızı kolaylaştırır. Nasıl ki namaz fert olarak mümin için dirlikse, cemaatle namaz kılmak da toplum için dirlik ve birlik sebebidir.6
Bir cami inşa etmek
Kur’an-ı Kerim’de mescitleri imar edenler şöyle övülmüştür: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.”7
Efendimiz (s.a.v) ise bu hususta şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için bir ev inşa ederse (mescit yaparsa) Allah da cennette onun için bir ev yapar.”8
Gerek Efendimiz (s.a.v)’in uygulamaları gerekse Kur’an ve hadislerdeki teşvikler müslümanları bu hususta yarış içerisine sokmuştur. Hülafa-i Raşidin döneminde Hz. Ömer (r.a) Mescid-i Aksa’yı, Hz. Osman (r.a) Mescid-i Nebevî’yi büyütmüşlerdir. Aynı şekilde yeni kurulan Basra, Kûfe, Fustat gibi şehirlerde önce camilerin yerleri belirlenmiştir. Fetihlerle birlikte ya eski mabetler camilere dönüştürülmüş ya da yeni camiler inşa edilmiştir.
Ecdadımız Osmanlı’da ise bu hizmet yarışı adeta zirveye ulaşmış, padişahlar başta olmak üzere padişah valideleri, hanımları, kızları, paşalar, vezirler ve zengin müminler İslâm beldelerini birbirinden güzel camilerle mamur hale getirmişlerdir. 9
Cemaatle Namazın Hükmü
Aklı olan, bulûğ çağına eren, hür olan ve zorluk çekmeksizin cemaatle namaz kılmaya gücü yeten Müslüman erkeklerin toplanıp cemaatle:
- Cuma namazı kılmaları farz,
- Bayram namazı kılmaları vacip,
- Beş vakit namazın farzlarını kılmaları müekked sünnettir.
Cemaatle namaz kılmak; Müslümanlar arasında yardımlaşmaya, kaynaşmaya, birlik ve beraberlik içinde yaşamaya vesile olur. Allah Tealâ’nın rızasına ve sevgisine sebeptir. Tek başına kılınan namazlardan yirmi yedi derece daha üstündür.
Ancak, cemaatle namaz ve mescide gitme bakımından kadınlar erkeklerden farklı hükümlere tabi tutulmuştur. Müteahhirun (sonraki) Hanefi fakihlerine göre, zamanın bozulması ve fasıklığın açığa çıkması sebebiyle kadınların cuma, bayram ve vaaz için bile olsa velev ki yaşlı bile olsalar, cemaatle namaza katılmak için mescidlere gitmeleri mekruhtur. Kadınların evlerinde namaz kılmaları uygundur.
Erkekler için ise cemaate gitmemeyi mübah kılan mazeretlerin başlıcaları şunlardır:
1. Yağmur, çamur, şiddetli sıcak veya soğuk, çok karanlık veya fırtınanın olması.
2. Kör, topal veya felçli olmak.
3. Cana veya mala herhangi bir zararın gelme korkusunun bulunması.
4. Hasta olmak veya hastaya bakmakla görevli olmak.
5. Çok yaşlı olmak.
6. Fıkıh ilmini öğrenmek veya öğretmekle meşgul olmak. (ancak bu durumda olan cemaati devamlı olarak terk edemez)10
Beş vakit namazın cemâatle kılınması, erkekler için sünnet-i müekkededir. Hatta sabah namazının sünnetinden de kuvvetlidir ki, vacib derecesindedir. Cemaatle namaz, İslâm’ın çok önem verdiği vazifelerdendir. Terkinde ise, ağır kerahet ve sorumluluk vardır. Cemaatle farz namazlar kılınır. Teravih dışında nafile ve sünnetlerin cemaatle kılınması, Hanefîlere göre mekruhtur. (Şafiîlerde mekruh değildir). Cuma ve bayram namazlarının ise cemaatle kılınması şarttır.11
Namazın evde cemaatle kılınması, caizdir. Camiye gidemeyen bir erkek kendi evinde ev halkı ile cemaat olabilir. Bu, cemaat sevabını hâsıl eder. İki kişi ile cemaat olur. Ancak, erkeğin bir özrü yokken, sürekli evinde cemaat olması ve camiden uzak kalması tahrimen mekruhtur.12
Cemaatle Namaz Kılmanın Kazancı
İslâm dini birlik ve beraberliğe çok önem verir. Namazların cemaatle kılınması, kuvvetli sünnetlerdendir. Peygamberimiz (s.a.v) hayatı boyunca cemaate çok önem vermiş ve namazlarını çoğunlukla cemaatle kılmıştır. Vefatına sebep olan hastalığında dahi azıcık kendine gelse hemen cemaate koştuğunu biliyoruz.
Namazların cemaatle kılınması, insanlar arasında pek çok güzelliğe vesile olur.
Cemaate devem eden kişiler birbirlerini yakından tanıma fırsatı bulur ve güzel arkadaşlıklar kurarlar. Birbirlerinin durumlarından haberdar olur, sorunlarını çözmede birbirlerine yardımcı olmaya çalışırlar.
Cemaate devam eden kişiler, birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunurlar. Böylece bilgileri artar; hatalarını daha kolay düzeltme imkânı bulurlar.
Cemaatle namaz, müminlerin arasında sevgiye, yardımlaşmaya ve dayanışmaya katkıda bulunur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz (s.a.v), bu konunun üzerinde titizlikle durmuş, çok güzel müjdeler vererek müslümanların cemaate devam etmelerini teşvik etmiştir.
Allah Teâlâ cemaat bereketiyle, ibadetlerdeki eksikliklerimizi tamamlar ve hatalarımızı affeder.
Namazı camide kılmanın sevabı daha çoktur. Çünkü camiye giderken attığımız her adım ve camide bulunduğumuz her saniye için ayrıca sevap kazanırız.
Bir mazeret sebebiyle camiye gitmeyip, evinde ailesiyle veya iş yerinde arkadaşlarıyla cemaat yapan kimse, camideki cemaatin sevabını kazanamaz. Fakat namazı cemaatle kıldığı için cemaat sevabını kazanır.
Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Kişinin cemaatle namaz kılması, evinde ve dükkânında kıldığı namazın sevabından yirmi beş kat daha fazladır. Kişi en güzel şekilde abdest alır, sonra sadece namaz kılmak niyetiyle camiye giderse attığı her adımdan dolayı onun makamı bir derece yükselir ve bir günahı da affedilir. Kul, namaz kıldıktan sonra abdestli olarak orada oturduğu müddetçe, melekler onun için Allah'tan şöyle bağışlama ve rahmet dileğinde bulunur: Ey Allahım! Bu kişiye rahmet et, bu kişiyi bağışla! O kişi namazı beklediği sürece namaz kılıyor gibidir.”13, 14
Cemaatle Namaz Kılmanın Fazileti
Saîd b. el-Müseyyeb (rh.a) şöyle demiştir: “Beş vakit namazı cemaatle kılan kimse, karaları ve denizleri ibadetle doldurmuştur.”15
Ebu’d-Derda (r.a), yemin ettiği pek duyulmadığı halde şöyle demiştir: “Allah’a yeminle söylerim ki, şu üç amel Allah’ın en çok sevdiği işlerdendir. Sadaka vermek, cemaatle namaz kılmak üzere mescide gitmek ve insanlar arasını ıslah etmeye çalışmak.”16
Enes b. Mâlik'ten (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah(s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Her kim kırk gün süreyle cemaate devam eder ve ilk tekbire yetişirse: Allah o kimseye iki kurtuluş (beraat) yazar: Biri ateşten, diğeri münafıklıktan kurtuluş."17, 18
İbn Abbas ve Ebû Hüreyre'den (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Her kim beş vakit namazı cemaatle kılarsa, sırat köprüsünü ilk zümre ile birlikte şimşeğin çakması gibi geçer. Kıyamet günü de yüzü ayın on dördüncü günü gibi parlayarak gelir.19, 20
Peygamber Efendimiz (s.a.v) vefat etmeden son zamanlarında bazı aralar kendine gelip konuşmaya güç yetirdiğinde, 'Namaz! Namaz! Cemaatle birlikte namaz kıldığınız müddetçe birbirinizden kopmazsınız'21 buyuruyordu.22
Ebû Hüreyre'den(r.a) rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a) buyurmuştur ki: "Münafıklara en ağır gelen namaz yatsı ve sabah namazlarıdır. Şayet onlar bu iki namazda olan sevabı bilselerdi, sürünerek de olsa bu namazlara gelirlerdi."23
Büreyde Eslemî'nin (r.a) rivayetine göre Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuştur ki: "Gece karanlığında (yatsı ve sabah namazı vakitlerinde) mescide gidenleri, kıyamet günü kendilerine verilecek olan tam bir nurla müjdele!"24, 25
Ebu Hüreyre'nin (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) buyurmuştur ki: "Eğer insanlar ezan okumanın ve ilk safta namaz kılmanın ne denli sevap olduğunu bilselerdi, mutlaka kendi aralarında kura çekerlerdi. Eğer namaza erken gelmedeki sevabı bilselerdi birbirleriyle yarışırlardı. Şayet yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılmanın sevabını bilselerdi sürünerek de olsa bu iki namaz için (mescide) gelirlerdi."26, 27
Ebu Hureyre (r.a) rivayet eder: “Rasülullah(s.a.v), bazı kimselerin namazda bulunmadıklarını fark etti. Bunun üzerine buyurdu ki: İstedim ki yerime birini insanlara namaz kıldırması için tayin edeyim. Sonra çıkıp namaza gelmeyenleri arayıp bulayım ve evlerini başlarına yakayım!”28
Bu hadis-i şerifin diğer bir rivayeti şöyledir: “…Sonra gidip cemaatten geri kalanları bulayım. Ardından odun yığıp evlerinin yakılmasını emredeyim! Eğer bunlardan biri yağlı bir kemik ya da hayvan paçası bulacaklarını bilselerdi, elbette cemaatle namazda hazır bulunurlardı.29, 30
Hazret-i Osman (r.a.) Rasülullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Yatsı namazını cemaatle kılan kişi gecenin yarısını ibadetle geçirmiş gibidir. Sabah namazını da cemaatle kılarsa bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi olur.”31
Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Kim bir vakti cemaatle kılarsa, göğsü ibadetle dolar.”32, 33
Zühri'nin (rh.a), Ebû Hüreyre'den (r.a) rivayet ettiğine göre, Nebî (s.a.v) buyurmuştur ki:
"Dünyada dört garip vardır:
1. Zâlimin zihnindeki (hıfzındaki) Kur'an.
2. Bir topluluğun meclisindeki namaz kılınmayan mescid.
3. Kur'an'ın okunmadığı evde bulunan Kur'ân-ı Kerîm.
4. Kötü insanlar arasında kalmış salih insan."34, 35
Enes b. Mâlik'in rivayet ettiğine göre Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Allah Teâlâ ahiret günü mescidleri bembeyaz develer şeklinde haşreder. Bunların ayakları amberden, boyunları zaferandan, başları ise hoş kokulu misktendir. Gemleri ise yeşil zümrüttendir. Onların seyisleri müezzinlerdir, gemlerinden tutarlar. İmamlar ise develere su verirler. Onlar bu develerle kıyamet meydanından Şimşek gibi geçip giderler. Onları görenler, "Bunlar mukarreb melekler mi yoksa peygamberler mi?!" derler. Onlara seslenilir: "Ey kıyamet halkı! Onlar ne mukarreb melekler ne de peygamberlerdir. Onlar Muhammed'in ümmetinden devamlı surette namazlarını cemaatle birlikte kılanlardır."36
Sahabe efendilerimiz den (r.a) eğer birisi cemaatle namaz kılmaya yetişemezse matem tutardı. Evde cenaze varmışcasına üzülürdü. Arkadaşları cemaati kaçırdı diye ona taziyede bulunurlardı. İşte âhiret, Allah rızası onların yanında bu kadar makbuldü.37
Ebu Hureyre (r.a) şöyle der: “Ademoğlunun kulağına erimiş kurşun dolması, ezanı işitip de icabet etmemesinden daha hayırlıdır!”38
Hz. Ömer (r.a), cemaatiyle o derece ilgilenirdi ki gelmeyenler hemen dikkatini çekerdi. Bir gün yanına bir hanım geldi. Hz. Ömer (r.a), hanıma sabah namazında kocasını göremediğini söyledi. Kadın, kocasının gece boyunca ibadetle meşgul olduğu için sabaha kadar yorgun düştüğünü ve namazını kılıp yattığını söyledi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a), "Allah'a yemin ederim ki sabah namazına cemaate gelmesi, gece boyunca ibadet etmesinden bana daha güzel geliyor."39, 40
Ebü'd-Derdâ (r.a) aktarıyor: Bir defasında Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle dediğini işitmiştim: "Mescidler takva sahiplerinin evleridir. Allah (c.c) mescidleri evleri gibi edinenlere (ahirette) rahatı, rahmeti, sırat köprüsünden geçmeyi, cehennem ateşinden kurtuluşu ve rızasını ihsan ve ikram etmeyi söz vermiştir."41, 42
Resûlullah'ın (s.a.v) sahabilerinden Hâkim Umeyr (r.a) demiştir ki: "Dünyada misafir gibi olun. Mescidleri evleriniz kabul edin. Kalbinizi yumuşaklığa, inceliğe alıştırın. Çok tefekkür edin ve çok ağlayın. Heves ve şehvetler, sizleri bunları yapmaktan alıkoymasın." 43
Nezzâl b. Sebre (rh.a) demiştir ki: "Münafıklar mescidlere girdiklerinde kendilerini kafese girmiş kuş gibi hissedeler."44
İbn Abbas (r.a) şöyle der: “Namaza yapılan daveti duyduğu halde icabet etmeyen; ne kendisi hayrı bulmuştur ne de hayır kendisini!45
Denilir ki: Kıyamet günü olunca, yüzleri yıldız gibi parlak bir topluluk mahşer yerine gelir. Melekler onlara derler ki:
- Siz ne tür ameller işlediniz? Onlar şöyle cevap verirler:
- Biz, ezanı duyar duymaz hemen kalkar abdest alır başka bir şeyle meşgul olmazdık.
Sonra yüzleri ay gibi parlak bir topluluk görülür. Onlar da derler ki:
- Bizler daha vakit gelmeden abdest alırdık!
Sonra yüzleri güneş parlak bir topluluk görülür. Onlar da der ki:
- Bizler ezanı mescidde duyardık!
Rivayet edildiğine göre; seleften biri namaza başlama tekbirini kaçırsa üç gün kendisine taziyeye giderler; eğer cemaati kaçırırsa yedi gün taziyede bulunurlardı.46
Anlatıldığına göre bir defasında Hâtem-i Tâî (rh.a) cemaatle kılınan namazı kaçırmıştı. Bunun üzerine bazı arkadaşları onun taziyesine gittiler. Hâtem-i Tâî onları görünce ağladı ve şöyle dedi: “Şayet benim bir tane çocuğum ölseydi, Belh şehrinin yarısı taziyeye gelirdi. Ama Şimdi cemaatle kılınan bir namazı kaçırdım ve sadece bazı dostlarım taziyeye geldi. Vallahi, eğer bütün çocuklarım vefat etseydi, bu durum benim için cemaatle namazı kaçırmamdan daha hafif gelirdi.47
Sadatların Cemaatle Namaza Verdikleri Önem
Şah-ı Hazne (k.s), talebelerine teheccüde devam etmeleri, vakit namazlarını cemaatle kılmaları hususunda devamlı telkinde bulunurdu.48
Gavs-ı Bilvânisî hazretleri (k.s.), Mürşidi Şah-ı Hazne (k.s.)’i Suriye'de ziyarete gittiği zaman orada hizmetlere koşuyordu. Dergâha her gidişinde sırtında küfelerle ahırların içerisindeki tezek haline gelmiş gübreleri dışarıya çekiyor, boşaltıyor, ahırı tertemiz yapıyordu. Namaz zamanı da hemen camiye koşuyordu. Onu da kaçırmıyordu. "Ben burada hizmet yapıyorum" diye namazı dışarıda tek başına kılmıyordu. Bizim mazeretimiz yokken bile namazı tek başımıza kılıyoruz. Ama o, mazereti varken yine cemaati kaçırmıyordu. Namazını cemaatle kılıyor, hatmesini de zikrini de yapıyordu.49
Seyyid Abdulhakim Elhüseynî (k.s) şöyle buyurmuştur: “Beş vakit namazı terketmemelisiniz. Namazlarınızı cemaatle kılmalısınız. İnsan cemaatle namaz kılmak yerine tek başına namaz kılmayı tercih ediyorsa, bunun sebebi nefs letâifinin terbiye edilmeyişindendir.”50
Gavs-ı Bilvânisî (k.s) hazretleri bir gün çok rahatsızlanmıştı. Bu haldeyken bile akşam namazını kıldırmak üzere mihraba geçti. Mürşidinin mürşidi Muhammed Diyâüddin hazretlerinin torunu da orada bulunuyordu. Gavs hazretlerinin başı dönüyor, ayakta durmakta güçlük çekiyordu. Seyyid Abdülbâki hazretleri de, ayakta daha rahat durabilsin diye Gavs hazretlerinin kolundan tutuyordu. Mübarek bize o şekilde namaz kıldırdı. Seyyid Abdülbâki hazretleri de son rekâtta, tahiyyatta namaza durdu ve o şekilde namazını tamamladı. O da cemaate uydu ve cemaatle namaz kılma sevabını aldı. Namazın farzı bitmişti. Sünnetini kılmak üzere Gavs hazretleri ayağa kalktı; ancak zorlandı, başı döndü. Rükûa doğrulacak kadar durdu, yine oturdu. Bunu üç kez tekrar etti. Bir türlü ayakta durmaya mecali yoktu.51
Gavs-ı Bilvânisi (k.s) hazretleri şöyle buyurdu: “Bir zamanlar medresede talebelerim vardı, beş vakit namazı cemaatle kılıyorduk. Hatta bir vakit namazı bile kazâya bırakmadım. Sadece bir defa kendi başıma namaz kıldım. O zaman talebelerle yaylaya çıkmıştık. Öğrenciler oyuna daldılar. Yanımdan uzaklaştılar. Baktım ki ikindi namazı gecikecek; namazı tek başıma kıldım. Ben ömrümde bir tek o zaman cemaatsiz kıldım.”52
Gavs Abdülhakim hazretlerinin (k.s) bağlılarından biri anlatıyor: “Bir ramazan ayında Kasrik’e gitmiştim. Gavs-ı Bilvânisî hazretleri (k.s) çok rahatsızdı. Caminin üstü yeni yapılmıştı. Tavanda rutubet vardı ve az da olsa su damlıyordu. Mübarek de rütubetten şiddetli bir baş ağrısına tutulmuştu. Ağrısı camiden çıkınca geçiyordu. Bu sebeple namazı kıldırınca camiden ayrılmak zorunda kalıyordu. O zaman içimizden biri,
- Kurban, namazı bir başka yerde kılsak, dedi.
- Hayır, olmaz, buyurdu. Diğer zamanlarda bire yedi yüz misli ile sevap verilirken, ramazan ayında camide namaz kıldığınız zaman, sevabı bire karşılık yedi bin kat daha fazla oluyor. Mümkün olduğu kadar terketmemeye çalışıyorum.
Mübarekler, özellikle ramazan ayında caminin hemen yanıbaşında daha müsait bir yer olmasına rağmen, orası caminin bölümlerinden olmadığı için camiden ayrılmamaya gayret gösteriyorlar, tercihlerini camiden yana kullanıyorlardı. Ramazan ayı gelince, sanki cami ve cemaatle ikiz kardeş oluyorlar, birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Bu sıkıntıya katlanmalarının tek sebebi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) bu şekilde yapması ve Rabbimiz’in de bu şekilde istemesiydi.53, 54
Seyyid Muhammed Raşid hazretleri (k.s.) camiye çok bağlıydı. Hasta olduğu zamanlarda bile camide cemaat ile birlikte namazını kılardı. Beş vakit namazı camide kıldırırdı. İkindi namazından sonra hatme yaptırırdı.55
Kıssa: Kölenin Cevabı
Bir beyin canı hamama gitmek istedi, seher vaktinde kölesini uyandırdı.
- Kalk Sungur peştamalı, havluyu, hamam tasını al da hamama gidelim, dedi.
Köle kalkıp lüzumlu eşyaları aldı, beraberce yola koyuldular, giderlerken ezan okundu. Köle namaza çok düşkündü efendisine yalvardı:
- Canım efendim siz şurada biraz oturun, bana da müsaade edin bir namaz kılıp geleyim, dedi.
Efendisi müsaade edince Sungur camiye girdi cemaatle namazını kıldı. Namaz bitince önce cemaat dağıldı ardından imam çıkıp gitti. Fakat Sungur görünmedi. Derken kuşluk vakti geldi efendisi beklemekten usanarak seslendi:
- Sungur namaz biteli saatler oldu neden gelmiyorsun? dedi.
Sungur cevap verdi:
- Efendim beni bırakmıyorlar.
Efendisi düşündü: camide kimse olamazdı imam da cemaat da gitmişti.
- Camide kimse yok ki kim seni bırakmıyor? diye seslenince Sungur cevap verdi:
- Efendim sizin camiye girmenize kim mani oluyorsa beni de dışarıya o bırakmıyor, dedi.56
Mescide Doğru Atılan Her Adıma Bir Sevap
Peygamber Efendimiz (s.a.v), güzelce abdest aldıktan sonra namazı cemaatle kılmaya niyet ederek camiye giden kişinin her adımına bir iyilik verileceği, her adımında bir günahının bağışlanacağı ve derecesinin bir kat artırılacağı belirtmiştir.
Nitekim Câbir b. Abdullah (r.a) şöyle anlatmaktadır: "Bizler Mescid-i Nebevi’nin yakınına taşınmayı istedik. Mescidin etrafında boş ve geniş bir arazi vardı. Bu durum Resûlullah'a iletilmiş. Resûl-i Ekrem (s.a.v) kaldığımız yere geldi ve,
- Ey Selemeoğulları! Bana ulaşan bilgilere göre, mescidin yakınına bir yere taşınmayı düşünüyormuşsunuz, dedi.
Bizler,
- Ey Allah'ın Resûlü! Mescid bize uzak kalıyor, ayrıca mescidin etrafında da boş bir arazi var, dedik. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
- Ey Selemeoğulları! Vatanınızda kalınız, çünkü mescide gelirken attığınız her adıma karşılık sevap vardır.
Resûlullah'ın bu sözünden sonra mescidin yakınına gelmeyi düşünmedik."57, 58
Namazı Cemaatle Kılmaya Özen Göstermek
Denilmiştir ki: Her kim beş vakit namazı cemaatle beraber kılmaya devam ederse, Allah Teâlâ ona beş güzel haslet verir:
1. Ondan geçim darlığı kaldırılır.
2. Ondan kabir azabı kaldırılır.
3. Amel defteri sağ tarafından verilir.
4. Sırat köprüsünden şimşek gibi süratle geçirilir.
5. Hesapsız cennete sokulur.59
Namazı Cemaatle Kılmakta Gevşek Davrananlar…
Her kim beş vakit namazı cemaatle kılma noktasında gevşeklik gösterirse, Allah Teâlâ onu on iki kötü şeyle cezalandırır: Bunların üçü dünyada, üçü ölüm anında, üçü kabirde, üçü de kıyamet gününde olur.
Dünyada verilen üç ceza:
1. Kazancından ve rızkından bereket kaldırılır.
2. Diğer amelleri de kabul olunmaz.
3. Yüzündeki nur alınır ve insanların kalbinde buğzedilen bir kişi olur.
Ölüm anında verilen üç ceza:
1. Ruhu alınırken şiddetli bir susuzluk halinde olur.
2. Ruhu çıkarılırken çok şiddetli bir açlık hissi duyar.
3. Ruhunun çıkışı çok zor ve çetin olur.
Kabirde verilen cezalar:
1. Münker ve Nekir'in çetin sorgularıyla karşılaşır.
2. Kabri ona karanlık olur.
3. Kabri ona daraltılır.
Kıyamet gününde verilen üç ceza:
1. Şiddetli, zorlu bir hesaba çekilir.
2. Rabbinin öfkesi onun üzerine olur.
3. Allah Teâlâ onu cehennem azabıyla cezalandırır.
Ebü'd-Derdâ'dan da (r.a) bu manada bir rivayet zikredilmiştir. Ebû Zer (r.a) ise bu manada bir rivayeti Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'den aktarmıştır.60
Cemaatle Namaz Kılmayanın Durumu
Mücâhid'den (rh.a) rivayet edildiğine göre, "Adamın biri ibn Abbas'a (r.a) gelerek,
- Ey İbn Abbas! Bir adam düşün ki, geceleri kalkıp namaz kılıyor, gündüzlerini oruçla geçiriyor, ancak ne cemaate katılıyor ne de cemaatle birlikte namaz kılıyor, bu adam hakkında ne dersin? Onun yeri neresidir? diye sordu. İbn Abbas (r.a),
- Onun yeri cehennemdir. Bu adam bir ay boyunca İbn Abbas'ın (r.a) yanına gidip geldi ve her defasında da aynı soruyu sordu. İbn Abbas (r.a) ona hep aynı cevabı vermişti.61
Ezan Kelimelerinin Manaları
"Eşhedüenne Muhammeden Resûlullah" cümlesinin zâhirî anlamı, "Ben şahitlik ederım ki, Muhammed (s.a.v) Allah’ın elçisidir" şeklindedir. Bâtınî anlamı işe şudur: "Allah Teâlâ, ona inanıp tasdik etmeniz için onu göndermiştir. O size cemaatle namaz kılmayı emretmiştir. O halde onun size emrettiklerine uyunuz" şeklindedir.
"Hayya ale's-salâh" cümlesinin zâhirî manası, "Namazı eda etmek için acele edin" şeklindedir. Bâtınî manası ise, "Namaz vakti yaklaştı. Namazınızı kılınız, vaktini geciktirmeyiniz ve namazınızı cemaatle kılınız" şeklindedir.62
İmamın Arkasında Duranların Sevabı
Mızraklı İlmihal’de denmiştir ki; “İmamın arkasına durana 100 sevap, sağında durana 75 sevap, solunda durana 50 sevap verilir. İlk safta durana 25 sevap, ikinci saftan en arka safa varıncaya kadar (orada bulunanlara) durana 10 sevap verilir. Bu sevapların bir tanesi 1000 vukıye, o vukıyenin her bir tanesi 1000 dirhem ve o dirhemin her bir tanesi Uhud dağından ağır olsa gerektir.”63
İftitah Tekbirini İmam ile Beraber Almanın Fazileti
Yine Mızraklı İlmihal’de denmiştir ki; “Bir kişi, iftitah tekbirini imam ile beraber aldığında, sonbaharda ağaçların yaprağının rüzgâr estikçe dökülmesi gibi günahları dökülür.
Bir gün Resûlullah (s.a.v) namaz kılarken, ashabından biri sabah namazında iftitah tekbirine yetişemedi. Bu yüzden hemen bir köle âzat etti. Resûlullah'a (s.a.v) gelip şöyle dedi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Ben bugün iftitah tekbirine yetişemedim, bir köle âzat ettim. Acaba iftitah tekbirinin sevabına nail olabildim mi?
Resûlullah hazretleri (s.a.v), Hz. Ebû Bekir'e (r.a),
- İftitah tekbiri hakkında sen ne dersin? buyurdu.Ebû Bekir-i Sıddîk (r.a) buyurdu ki:
- Ey Allah'ın Resûlül Kırk deveye mâlik olsam, kırkının da yükü mücevher olsa, hepsini fakirlere sadaka olarak versem, yine de imam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabına nail olamam.
Sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v),
- Ey ömer! İftitah tekbiri hakkında sen ne dersin? deyince, Hz. Ömer (r.a) şöyle cevap verdi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Mekke ile Medine arası dolusunca devem olsa, yükü mücevher olsa, hepsini fakirlere tasadduk etsem yine de imam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabını elde edemem.
Sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v),
- Ey Osman! iftitah tekbiri hakkında sen ne dersin? deyince, Hz. Osman (r.a) şöyle cevap verdi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Ben bir gecede iki rekât namaz kılsam, her bir rekâtında Kur'an'ı hatmetsem yine de imam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabına ulaşamam.
Sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v),
- Ey Ali! İftitah tekbiri hakkında sen ne dersin? deyince, Hz. Ali (r.a) şöyle cevap verdi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Doğu ile batı arası kâfirler ile dolu olsa, Rabbim bana güç kuvvet verse, hepsini (Allah'ın rızası için) öldürsem yine de imam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabına ulaşamam.
Sonra Resûlullah Efendimiz (s.a.v),
- Ey benim ümmetim ve ashabım! Yedi kat yerler ve yedi kat gökler kâğıt olsa, denizler mürekkep, bütün ağaçlar kalem olsa ve bütün melekler kâtip olup kıyamete kadar yazsalar yine de imam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabını yazamazlar.64
Evde tek başına kılınan namaz
İnsan evinde yalnız başına namaz kıldığında, kendisini namaza vermekte zorlanabilir. Çünkü namaz kıldığı yer evinin bir odasıdır. Bir ibadethane olmadığından, çevresinde bulunan nesneler, bulunduğu mekânla ilgili iyi kötü hatıralar zihnini meşgul eder, namaza kendisini tam olarak vermesine engel olur.
Gözü duvardaki çerçeveye, kütüphanesindeki kitaplara, yatağın üstündeki örtüye, kapının çalan ziline ve aklınıza gelebilecek her şeye takılır. Kulağına çocukların ve eşinin konuşmaları gelir. Hele bir de televizyon açıksa kendisini tam manasıyla namaza vermesi mümkün olmaz.
Namaz kılmaya çalışırken diğer taraftan ailesinin konuşmalarını dinler. Bir de haber saati ise bir taraftan namaz kılar, diğer yandan da haberleri takip eder. Veya namazını çalan müziğin eşliğinde eda eder. Bundan dolayı da hangi rekâtta olduğunu, ne okuduğunu karıştırdığı zamanlar çok olur. İsterse namaz kıldığı odasının kapısını kapatsın, yine de ibadetin hakkını tam vermede zorlanır. İşte bu şekilde ifa edilen ibadetin adı da “namaz kıldım” olur.65
Namaz kılma arzusunun zayıflaması
Evde tek başına namaz kılma alışkanlığının en büyük zararı, insanın ibadet etme sevincini ve alışkanlığını zayıflatmasıdır. Zira tek başına kılınan namaz, camide kılınan namazın tadını kesinlikle vermez. Bu nedenle de kişi kendisini ne kadar ibadete vermeye çabalarsa çabalasın, kıldığı namazın, istediği lezzeti alamayacağı bir ibadete dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bu nedenle de, cemaate gitme alışkanlığı olmayan, sürekli olarak evinde veya işyerinin bir köşesine serdiği seccadede namaz kılma alışkanlığı olan insanların bir süre sonra namazlarında gevşeklik göstermelerinden korkulur. Zira cemaatle kılındığında insanın gönül dünyasını kuşatan haz ve huzur evde kılınan namazda olmayacağından, Allah ile arasındaki bağ yavaş yavaş zayıflayacaktır.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in şu hadisi bu gerçeği ortaya koymaktadır: “Bir köyde veya bir çölde üç kişi bulunur da namazı cemaatle kılmazlarsa, şeytan onlara galebe çalar. Sen cemaate devam et, çünkü kurt, sürüden ayrılan koyunu kapar.”66, 67
Cemaatle Namazı Terkedenler
Cemaati terkeden insanlar, zaman zaman namazlarını sünnet vaktinden mekruh vaktine geciktirir, hatta gaflete düşüp namazı kaçırabilirler de... Namazı kaçırmak ise gerçekten büyük günahtır. Hem çok zaman namaz tesbihatını ihmal ederek, sevabından mahrum kalırlar. En önemlisi de, asgari yirmi beş kat cemaat sevabından mahrumiyettir. Meşru mazeret olmadan cemaati terketme alışkanlığı münafıkların âdetidir, müminlere yakışmaz!
Sahabeden Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) diyor ki: ”Kim yarın Allah’a müslüman olarak kavuşmak isterse, şu namazlara ezan okunan yerde (cemaatle kılmaya) devam etsin. Çünkü Allah Peygamberimiz (s.a.v)’e hidayet sünnetlerini (yollarını) açmıştır. Cemaat namazları da hidayet sünnetlerindendir. Eğer cemaati terkedip namazı evinde kılan kimseler gibi, siz de namazları (camiye gelmeden) evlerinizde kılmaya devam ederseniz, Peygamberiniz’in sünnetini terketmiş olursunuz. Peygamberiniz’in sünnetini terkettiğinizde ise muhakkak sapıtırsınız... Yemin olsun ben öyle halimizi görmüşümdür ki, nifakı malum münafıktan -ve hastadan- başka bizden hiç kimse cemaati terketmiyordu.”68
Dinî ve sosyal hayatın merkezi camiler
Camiler sadece namaz kılınıp çıkılan bir mekân değil, dinî ve sosyal hayatın merkezidir. Efendimiz (s.a.v) döneminde O’nun sohbet ve nasihatlarıyla başlayan, Suffe Ashabı’yla müesseseleşen ilmî faaliyetler daima cami merkezlidir. Böylelikle camiler bütün İslâm tarihi boyunca toplumsal eğitim ve terbiye kurumları olarak vazife görmüştür.
Camilerde kalpler maneviyata, zihinler ise ilme açılmıştır. Kur’an dersleri, ilmî müzakereler ve sohbet halkaları camilerde kurulmuştur. Müslümanların İslâm’ı en iyi şekilde öğrenmelerine ve şuurlanmalarına vesile olmuştur. Camilerdeki bu ilim halkalarından Hasan-ı Basrî, Ebu Hanife, İmam-ı Şafiî, İmam Malik (Allah onlardan razı olsun) başta olmak üzere İslâm dünyasını ilmi ve irfanıyla aydınlatan binlerce alim ve salih kişi yetişmiştir. Ecdadımız da camilerimizi medrese, kütüphane, imarethane ve hamam gibi birimlerden oluşan külliyeler şeklinde inşa ederek camilerin ilmî ve sosyal fonksiyonunu devam ettirmişlerdir.
Diğer taraftan camiler, bayram ve cenaze namazlarıyla acı ve sevincin en üst seviyede paylaşıldığı, birlik ve beraberlik ruhunun pekiştiği mekânlardır. Saflarda omuz omuza namaz kılan müslümanlar sevinçleri ve hayatın zorluklarını birlikte göğüslemeyi öğrenirler. Cami kubbesi altında barış ve huzur içinde, omuz omuza namaz kıldıkları gibi gök kubbe altında da barış ve sükûn içinde yaşama şuurunu camilerde kazanırlar.
Cami demek, elbette aynı zamanda cemaat demektir. Camiler herkese açıktır. Camilerde kulluk ortaklığında buluşan müslümanlar bütün dünyevî kirleri dışarıda bırakarak bir olan Rablerine yönelirler. Tüm ayrılıkların, fitnelerin hükümsüzlüğünü bir camide, aynı kıbleye yöneldiklerinde, aynı peygambere salâvat getirdiklerinde anlayıverirler. Üstelik cemaatle ibadet etmek insana coşku verir. Böylelikle kişi ibadet etme sevincini, alışkanlığını kazanır. Mümin, ibadet ahlâkını camide elde eder.
Camiler kardeşlik pınarlarıdır. Kimsenin kimseden üstün olmadığı ancak camide anlaşılır. Çünkü camilerde herkes eşittir. Namaz için safa dururken tüm ünvanlardan sıyrılarak durulur. Bu öyle bir katıksız sevgi peyda eder ki sadece yaşamakla bilinir. Bir memurun amirini camide aynı safta görmesi, bir ilim adamının öğrencisi ile beraber namaz kılması, bir patronun işçisinin arkasında namaza durması sadece camilerde yaşanır. Bu her iki taraf için tarifsiz bir muhabbet kaynağıdır. 69
Allah’ın evi
Camiler Allah Tealâ’nın evleridir. Bu evler buram buram edep ve erdem kokar. Lâhutî bir huzur, kişiyi daha kapıdan içeri girer girmez sarmaya başlar. Gönüller camide feraha kavuşur. Mümin camide daha yoğun duygularla Allah’ın huzurundadır. Çünkü camilerde evlerimizin aksine kalbi meşgul edecek şeyler yoktur, orada her şey ibadetin ruhuna uygundur. Camilerin mimarî üslubu, içinde kullanılan hat levhaları ve tezyinat huşu ile ibadete sevk eder. Aslında tüm bu güzellikler “Allah güzeldir, güzeli sever.” diyen İslâm’ın ve müminlerin estetik anlayışının yansımasıdır.
Efendimiz (s.a.v)’in mescidinin beş vakit namazda, her yaştan müminlerle dolup taştığını biliyoruz. Yakın zamanlara kadar devam eden bu coşkuyu şimdilerde sadece cuma, bayram ve teravih namazlarında yaşayabiliyoruz. Oysa camiler taşıdıkları büyük ve derin manalarıyla biz müminlere bazı sorumluluklar yüklüyor. Camileri imar etmek, her vakit namazda coşku ile doldurmak ve camilerimizi dinî ve sosyal hayatımızdan koparmamak şüphesiz en önde gelen sorumluluklarımızdandır Camilerinden kopmuş hiçbir İslâm medeniyetinin yaşamasına imkân yoktur. Yeni yetişen nesillerin İslâmî kimliğinin oluşması ve zamane rüzgârında savrulmaması ancak camilerle kurduğumuz sıkı irtibata bağlıdır. Gelin dinimiz, kendimiz ve yeni nesiller adına bir adım atalım, camileri dolduralım. Gelin cem olalım.70
وَآخِرُ دَعْوَانَا أَن الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Dostları ilə paylaş: |