Mühlike (Muhallika) sütunu: Bu sütun, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in, daima dibinde namaz kıldığı sütunun adıdır. Daha sonra dayanarak hutbe okudukları hurma ağacı da bu sütuna bitişik idi.
Tevbe (Ebû Lubâbe) sütunu: Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, eski dostları olması dolayısıyla Beni Kureyza kabilesine teslim olmaları için Ebû Lubâbe’yi elçi olarak gönderdi.
Ebû Lubâbe onlara acımıştı: “Ey bedbaht kavim! Efendimiz’in (s.a.s.) emirleri gereğince hisardan dışarı çıkmaktan başka çareniz yoktur!” derken, eliyle de boğazını işaret ederek, “dışarı çıktıkları takdirde bile hepsinin boyunlarının uçurulacağını” îma etti.
Sonra, bu sözden pişman olarak üzüldü ve “Eyvah! Ben Allahu Teâlâ’ya ve onun Resûlü’ne (s.a.s.) ihanet ettim!” feryadı ile dövünmeye başladı. Ceza olmak üzere kendisini Mescid-i Nebevî sütunlarından birisine bağladı.
Ebû Lübâbe bağlı olarak rivâyete göre 6 veya 15 gün kalmıştır. İşte bu halde iken, Resûlullah (s.a.s.), Ebû Lübâbe’nin affolunduğunu bildiren bir âyet indiğini müjdeledi. Sonra, onun zincirleri çözülmüştür.
Bazı râviler Ebû Lübâbe’nin Tebük seferine katılamadığı için böyle bir harekette bulunduğunu söylemektedirler. (Tevbe, 118).
Resûlullah (s.a.s.) nâfile namazlarını Ebû Lübâbe (r.a.) sütununun yanında kılar ve sabah namazlarından sonra da sırtını ona dayayarak ashâbı ile konuşur, yeni inen âyetleri onlara okur, rüya görenlerin rüyasını tabir ederdi. Ayrıca itikâfa girdiği zamanlar da yatağını bu direğin yanına sererdi.
HAYBER
Medine’ye üç-dört günlük mesafede, yeşilliği ve kalelerinin çokluğu ile ünlü bir beldedir.
Burada oturan Yahudiler ve İslâm düşmanları müslümanlara karşı tehlike teşkil edince, hicretin 7. yılında Resûlullah (s.a.s.) bir ay kadar süren bir kuşatmada bulunmuş ve neticede kaleyi fethetmişti. Yapılan antlaşmaya göre kale halkı, mahsulün yarısı beytü’l-mâle kalmak şartı ile yerinde bırakıldı.
* * *
Allahu Teâlâ’nın Resûlü’nü (s.a.s.) ve Medine’yi ziyaret, müminin İslâm tarihini yeniden ve yerinden okumasını sağlar ve Allahu Teâlâ’nın Resûlü’ne (s.a.s.) daha sıkı sarılmasına vesile olursa, amaca ulaşılmış olacaktır.
İşte hacı, Medine’de kutsal mekânları ziyaret ederken, oralardaki manevi havayı koklayacak, tarihi olayları hatırlayacak ve ibret alacaktır. “Tarih tekerrürdür.” derler. Bugün İslâm âleminin başına gelen olaylar da, geçmişteki olayların bir tekerrürüdür. Düşman ve münafıklar, yine aynı neviden düşman veya benzer münafıklardır. İslâm tarihini ve İslâm kaynaklarının köklerini soluklayan bir hacı, düşmanın ve münafıkların oyununa gelmeyecek ve aldanmayacaktır.
IV. BÖLÜM
HAC DÖNÜŞÜ VE SONRASI
1. HAC DÖNÜŞÜ VE HACI ZİYARETİ
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.”
(Muhammed, 33)
Hacının dönüşünü ailesine haber vermesi, dinen güzel kabul edilen bir davranıştır. Sünnete uygun olan da budur. Bu itibarla hacı haber vermeden aniden çıkıp gelmemeli, mümkün olduğu takdirde dönüşünü ailesine bildirmelidir. Bu şekilde ailesinin bazı hazırlıklar yapmasına fırsat vermiş olur. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, uzun yoldan gelenlerin haber vermeden eve dönmelerini uygun görmezdi.
Aile efradının da hacıyı karşılaması güzel olur. Ancak bu karşılama, mütevazi olmalı ve aile çapında kalmalıdır. Gösteriş ve övünme imajı verecek sahnelere dönüşmemelidir.
Hacının, evine dönünce iki rek’at namaz kılarak bu önemli ibadeti eda etmeyi nasip ettiğinden dolayı Cenâb-ı Hakk’a şükretmesi uygun olur.
YOLDAN DÖNEN KİMSENİN OKUYACAĞI DUA
ﻰﻠﻋﻮﻫﻮ ﺪﻤﺣﻠﺍ ﻪﻠ ﻮ ﻚﻠﻤﻠﺍ ﻪﻠ ﻪﻠ ﻚﻴﺮﺸ ﻻ ﻩﺪﺣﻮ ﻪﻠﻠﺍ ﻻﺇ ﻪﻠﺇﻻ
ﻩﺪﻋﻮ ﻪﻠﻠﺍ ﻕﺪﺼ .ﻦﻮﺪﻤﺎﺣ ﺎﻧﺑﺮﻠ ﻦﻮﺪﺑﺎﻋ ﻦﻮﺑﺌﺎﺘ ﻦﻮﺑﻴﺁ .ﺮﻴﺪﻗ ﺀﻰﺸ ﻞﻜ
ﺐﺍﺯﺣﻻﺍ ﻡﺯﻫﻮ ﻩﺪﺑﻋﺮﺼﻧ
“Allah’dan başka ilah yoktur. O birdir ve O’nun ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd yalnız O’nadır. O, her şeye kadirdir.
(Seferden selâmetle) dönenleriz, (günahtan Allah’a) tevbe edenleriz, ihlâsla ibadet ve secde edenleriz, Rabbimize hamd edicileriz” (İbn Ömer’den, Tirmizî, 102-957).
Şeriki olmayan Allahu Teâlâ bu nimeti verdi, kuluna yardım etti ve bütün engelleri ortadan kaldırdı.
Böylece, bereketi bol olan hac nimetini nasip ettiği için Allahu Teâlâ’ya hamd ve şükredilmiş olunacaktır.
HACI ZİYARETİ
Hac vazifelerini yerine getirip memleketlerine dönen hacıların, dost, komşu ve arkadaşları tarafından ziyaret edilmesi güzel olur. Ziyarete gelenler "Allah haccını kabul etsin. Allahu Teâlâ tekrar hac ve umre yapmayı nasip etsin, belalardan ve günahlardan korusun. ..." gibi sözlerle hacıyı tebrik ederler. Hacı da onlar için “Âmin! Allahu Teâlâ sizlere de nasip etsin. …” diye dua edip Cenâb-ı Hakk’ın onları affetmesini ve bağışlamasını diler, onlar için istiğfar eder. Böylece, hacının duasını almak güzel olur.
Hacı, kendisini ziyarete gelenlere hacda şahit olduğu güzellikleri anlatmalıdır. Karşılaştığı birtakım olumsuzluklardan bahsetmemelidir. Haccın birçok feyzi, bereketi ve muazzam sahneleriyle gönlünde iz bırakan intibalarının anlatılması önemlidir.
Şikâyetten başka bir şey bulamayanların, hacdan gereken istifadeyi sağladıklarını söylemek mümkün değildir.
Hacının, kendisini ziyarete gelenlere imkânları ölçüsünde ikramda bulunması da dinen güzel olur.
Hacdan önce veya sonra ziyafet vermek dinî bir görev değildir. Bu, bazı yörelerde âdet hâline getirilmiştir. Gösterişe kaçılmadığı, külfete girilmediği, özellikle fakirlerin davet edilmesine itinanın gösterildiği böyle bir ziyafetin dinen bir sakıncasının olmayacağı da açıktır. Ancak birtakım insanların imkânları yeterli olmamasına ve kendileri için ağır bir külfet teşkil etmesine rağmen, böyle bir ziyafet vermeye kalkışmaları ise dinen doğru değildir.
2. HAC SONRASI VE SONUÇ
HACCIN KAZANDIRDIKLARI
İslâm dininin doğup yayıldığı, vahyin indiği; Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ve ashabının binbir güçlük ve sıkıntılar içinde mücadeleler verdiği; Hz. Adem’den (a.s.) beri bazı peygamberlerin uğrak yeri olmuş kutsal toprakları bizzat gören müminlerin dinî duyguları güçlenir ve İslâm’a bağlılıkları artar.
Hac ibadetiyle müslüman, Allahu Teâlâ’nın kendisine lütfettiği sağlık, yetenek, mal ve mülk gibi dünyevî nimetlerin şükrünü eda etmiş olur.
Hac yapan müslümanlar sabır, tahammül, sıkıntılara katlanma, güçlüklere göğüs gerebilme, büyük kalabalıklarla aynı anda hareket ederek aynı şeyleri yapabilme, yardımlaşma, dayanışma ve belli kurallara adapte olabilme gibi aralarındaki güzel etkileşimlerle, ahlâkî özellikler kazanarak geliştirirler. Sahip olunan bu olumlu niteliklerle daha çok sebat ve güç kazanılır.
Hac, müslümanlarda ömür boyu silinmeyecek ve hacdan sonraki yaşamında istikametini kaybetmemesine hizmet edecek derin hâtıralar bırakır. Hac, müminin hayatında âdeta bir dönüm noktası oluşturur.
Kâbe, Arafat, Ma’şer, Mina gibi makamlarda gerçekleri görerek, şuurlanarak ve aşkla, mahşerin örneğini oluşturan bir yerde Allahu Teâlâ’ya el açıp yalvaran ve günahlarından arınan bir müslüman, bir daha kolay kolay önceden işlediği günahlara dönmek istemez. Bu yönüyle hac, günahkâr müslümanlar için bir arındırma ve iyileştirme ortamı sağlamıştır.
Trilyonlara hükmeden bir zenginle, geçimini zor karşılayan bir fakire aynı kıyafet içinde Arafat’ta beraberce el açıp dua ettiren ve Kâbe’nin etrafında yan yana tavaf ettiren hac ibadeti, insanlara makam, mevki, mal ve mülkle böbürlenmemeyi, İslâm kardeşliği içinde tanışıp kaynaşmayı ve mahşeri unutmamayı öğretir.
Bu akın akın koşuşturma ve topluca ibadetler, bir bakıma âhirette yaratıcının huzurunda âhiretteki dirilişi ve toplanışı hatırlatır. Müminler bir ufuktan diğerine akan beyazlar seli içinde yok oluşu, âdeta ölmeden önce ölümü ve âhiret hayatını yaşarlar.
Hac; dünyanın dört bir tarafından gelen renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca müslümanı, aynı renk ve tip elbiseler içinde bir araya getirerek, birbiriyle kaynaşan ve görüşen, eşitlik ve kardeşliğin çok canlı bir tablosunu oluşturur. Zenginiyle, fakiriyle, güçlüsüyle, güçsüzüyle bütün hacılar aynı kıyafetler içinde, aynı mahrumiyetleri yaşayarak, aynı güçlüklere katlanarak, aynı şartlarda hareket ederek fiili bir eşitlik ve kardeşlik eğitiminden geçer.
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Bir kişiyi öldüren bütün insanlığı öldürmüş, bir kişiyi dirilten de bütün insanlığı diriltmiş gibidir.” (Mâide, 32) buyurulduğu gibi, hac sayesinde müslümanların fikirlerinde müspet anlamda önemli değişmeler olur, insanları birbirinden uzaklaştıran kavmiyetçilik gibi olumsuz düşüncelerin törpülenmesi sağlanır. Bunun yanında insanlar arasındaki bu farklılıkların birlik ve beraberliği engellemediği, mevcut farklılıklarla birlikte Allahu Teâlâ’ya teslim olmanın her türlü vahdetin esasını oluşturduğu fark edilmiştir.
Hac; insanların Allahu Teâlâ’nın katında değerli olmalarını sağlamada, fizikî, bölgesel özelliklerinin, görüntü ve farklı durumlarının önemli olmadığı; önemli ve geçerli unsurun yalnızca takvada yani, Allahu Teâla’ya karşı gelmekten sakınma ve saygılı davranmakta olduğu, âdeta ruhlara perçinlenir. İnsanı öne çıkaran, değerli kılan, manevi yaşantısında takva göstergesidir.
Milyonlarca insanın katıldığı hac ibadeti günlerinde Mekke ve Medine’yi dolduran kalabalıkları seyretmek, bu sayede birlik içinde çokluğun ve çokluk içinde birliğin tecellilerine muttali olmak, gerçekten İslâm’ın azamet ve mükemmelliğini müşahede etme sonucunu doğurur.
Hac sırasında dünyanın her tarafından Kâbe’ye gelen müslümanlar aynı fiilleri, aynı şekilde gerekleştirdiklerini ve birbirlerinden habersiz olarak aynı ideallere yönelik bir gayret içinde bulunduklarını fark ederler.
Hac sonrası bütün müslümanlar, sahip oldukları aynı değerlerin kendileri için ortak bir zemin oluşturduğu gerçeğini anlayarak ve bir ümmetin ferdi olarak memleketlerine dönerler.
İslâm insana, en mükemmel yaratılmış bir varlık olarak baktığından, hac ibadetinde müslüman, İslâm’a gönül vermiş olmanın mutluluğunu ve hazzını daha yakından idrak etmiş, yeryüzündeki bütün müslümanlarla birlikteliğin ve kardeşliğin kollektif şuuruna ererler.
Kısaca hacı, haccın, başka ibadetlerde olmayan kendine özgü pek çok hikmetlerine, ahlâkî, sosyal, ekonomik ve psikolojik yararlarına muttali olunur.
HAC KAZANIMLARININ KORUNMASI
Hac yapmak kadar hacdan döndükten sonra, kazanılan güzel hasletlerin kaybedilmemesi de önem taşır.
Kıyamete kadar insanlığın yoluna ışık saçacak aydınlığın ilk çıktığı kutsal mekânlarda hac yaparak günahlarından arınan müslümanların, daha sonra bu arınmışlığını koruması, sürdürmesi ve geliştirmesi için gereken gayreti göstermesi en başta gelen görevidir.
Haram kazanca, olumsuz davranışlara, nefsine, şehvetine ve şeytana karşı duruluyorsa, hac korunmuş ve haccın feyzinin etkisi devam etmiş olur.
İnsanlar hacıyı örnek müslüman olarak görmek isterler. Bu bakımdan hacı, bilhassa olumsuz tutum ve davranışlarını önlemeli; doğruluktan, dürüstlükten taviz vermemeli, hakkı hukuku gözetmelidir. Şeytanın ya da heva ve hevesinin peşine takılarak amellerini boşa çıkarmamalıdır (Muhammed, 33).
Her müslümanın görevi olmakla birlikte özellikle hacı, İslâm’ın güzelliğini yaşantısıyla fiili olarak göstermelidir. Bu sebeple İslâm’a aykırı düşecek tavır ve davranışlardan şiddetle sakınmalıdır. Bunun için yalan, haksızlık, hıyanet, ahde vefasızlık, aldatma, kandırma, eksik ölçme ve tartma... gibi gayr-ı ahlâkî tutum ve davranışlardan daima uzak durmalıdır. Hac ibadeti tamamlandıktan ve hacı memleketine döndükten sonra sırf menfaat, makam, mevki hırsı gibi birtakım basit düşüncelerle hacda kazandığı sâfiyeti bulandırmamalıdır.
Gerek dürüstlük, doğruluk, özü sözü bir olmak... gibi ahlâkî nitelikler açısından ve gerekse İslâmî şuurlanma noktasından bir hacının, hacdan sonraki İslâmî hayatının hac öncesinden daha ileride olması, makbul (mebrur) haccın en açık belirtisidir.
Yaptığı hac, Allahu Teâlâ’ya saygısını, takvâsını ve âhiret hayatına daha iyi hazırlanma şevkini ne derece artırmışsa haccı, Allahu Teâlâ nezdinde o derece kabul görmüş demektir.
Bundan dolayı hacı, hacdan sonraki hayatını, hac günlerinde uyum sağlamış olduğu İslâmî yaşantı doğrultusunda sürdürme çabası içinde olmalıdır. Hatta gün geçtikçe iyi hallerimizin artması için çaba sarf edersek, bu hac vazifesinden gerekeni kazanmış oluruz. İnsan okumakla hoca, biraz gayretle hacı olabilir. Marifet, hoca olup hoca ölmek ve yine marifet, hacı olup hacı ölmektir.
Önemli olan hacının kazandıklarının kaybolmaması ve bundan böyle verdiği söze aykırı bir hayat tarzına sürüklenmemesidir. Allahu Teâlâ’ya tövbe ve dua ederek verdiği sözü daima hatırında tutarak kötülüklerden, İslâm’ın onaylamadığı her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak durmalıdır. Ahdini bozmamalıdır. Çünkü Hacer’ül-Esved’i istilâm, bir sözleşmedir. Bu hareketiyle müslüman, bundan böyle Allahu Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelmeyeceğine söz vermiş olmaktadır.
Bu itibarla hacı, Allahu Teâlâ ile yaptığı sözleşmesini ihlal edecek her türlü söz, fiil ve davranıştan uzak kalmaya özen göstermelidir. Şeytanın veya heva ve hevesinin, nefsinin peşine takılarak ahde vefasızlık etmemelidir.
Hac, müslümana, müslümanların derdini dert edinme bilincini kazandırmış olmalıdır. Bu yüzden hacının gönlünde ve kalbinde müslümanlara karşı en ufak bir kin, husumet ve nefret kalmamalıdır.
Haccını eda edip döndükten sonra her gün beş vakit Kâbe’ye dönüp, Rabbine yönelirken kişi Kâbe’ye manevi bir yolculuk yapabilme bilinci kazanmış olarak dönmelidir. Bunun için kulluk şuuruna ererek, kendini Allahu Teâlâ’dan uzaklaştıran tüm nefsî eğilimlerden sıyrılıp çıkmalıdır.
Hacı, İslâmî hayatın geliştirilmesinde hizmet alabilme azmi ve gayreti içinde olmalıdır.
Allahu Teâlâ’nın aşkı, peygamber ve sahabe sevgisi, müslümanlara karşı sevgi ve kardeşlik duyguları güçlenmiş olan hacı, İslâm’ın emir ve nehiylerinin ifasında çok daha titiz davranmalıdır.
Hacı, Allahu Teâlâ’nın evinden kendi evine dönerken, bu dönüşün aslında yine Allahu Teâlâ’ya yapılan bir dönüş olduğunun bilincinde olmalıdır. Artık kul bütün gün, her an Allahu Teâlâ’nın huzurunda olacak, gece uykusunda bile kalbi Allahu Teâlâ ile olacak, “Allahu Teâlâ” ne gönlünden ve ne de dilinden düşecektir. “Biz Allah içiniz ve yine Allah’a döneceğiz.” (Bakara, 156) bilinciyle hareket edecektir.
Hacı, Allahu Teâlâ’ya olan yolculuğun devam ettiğini ve bir gün onun da sona ereceğini düşünecektir.
Aslında hayatımız, geldiğimiz yöne doğru bir yolculuktan ibarettir.
Bütün bunlarla beraber gönlünde ve kalbinde taşıdığı Kâbe, her namaza duruşta, mü’minin gözlerinin önünde belirecektir.
Her şeyden önce, emrini tutan ve hac ibadetini yapan kulunu Allahu Teâlâ’nın mükâfatlandırdığı mutlaka fark edilecektir. Önemli olan kulun şuurlu davranması ve yaptığı ibadetin farkına varabilmesidir.
Hira Dağı ve Hira Mağarasının Kâbe’yi Gören Penceresi
Kâbe-i Muazzama
Mescid-i Nebevî
BAZI KAYNAKLAR
Abdulkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, Çev. Süleyman Uludağ.
Ahmet Kurucan, Haccı Yaşamak, İzmir 2008.
Ali Şerîatî, Çev. Fatih Selim, Hacc, İst. 1991.
Bünyamin Erul ve Ekrem Keleş, Haccı Anlamak, Ankara, 2008.
Eyüp Sabri Paşa-Sadeleştiren: Cihan Okuyucu Mekke ve Medine Rehberi (Mir’âtü’I-Haremeyn), İst. 1986
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb (Tefsir-i Kebir). İst. 2002.
Gazi Gökdemir, Din ve Beyin, İst. 2008.
Hasan Burkay, Hac Rehberi Ank. 1980.
İmam Gazzâlî, İhyâu Ulûmu’d-Dîn.
Mahmut Sezgin, Kur’an ve Sünnet Işığında Din Görevlileri İçin Örnek Vaazlar, Ank. 2007.
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili.
Muvaffaku’d-Dîn İbni Kudâme, el-Muğnî, (Ebû’l-Kâsım el-Harkânî, el-Muhtasar üz. Şerh); Şemseddin İbni Kudâme, eş-Şerhu’l-Kebîr, Beyrut, 1972.
Ömer Özsoy-İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an.
Safvet Senih, İbadetlerin Getirdikleri, İzmir-1995.
Seyit Mehmet Sezen, Hicaz Yolu İntibaları, 1964, 1968.
Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî, Terc. Prof. Dr. Mehmet Erdoğan, Hüccetullahi’l-Bâliğa, İst. 2003.
TC Diyanet İşl. Bşk., İlmihal, c. 1, İst. 2008.
TDV İsl. Ans., c. 9, 14; c. 31. s. 553.
DIŞ KAPAK (içine ve dişina)
Gözler, ilk defa Kâbe’yi görünce, kalpte Beytullah’ın azameti duyulur. O andaki hâl ile Allahu Teâlâ’nın yüce kudreti tasavvur olunur.
Kâbe’deki çok güçlü nur ve bereket dolayısıyla Kâbe ve çevresindeki insanların ruh ve beyinleri öylesine etkilenir, öylesine güçlü bir faaliyet içine girer ki, bunu anlatabilmek mümkün değildir.
Bu güçlü feyiz içinde olan müminler Beytullah’tan ayrılamaz, etrafında döner durur.
**********************************
Kâbe ile buluşanlar; gözü yaşlı, bağrı yanık, evladının gelmesi için kucağını açmış şefkatli bir annenin kucağına atar gibi o zemine kendilerini atarlar; gözyaşlarına boğulup şimdiye kadar yaptıklarından nedamet düşüncelerini, pişmanlık hislerini gözyaşı dökerek, âdeta yüreklerinden çığlıklar atarak dile getirirler.
Bu çığlıklar gönül evleri sürekli kaynayan insanların çığlıklarıdır. Ama bunu duyabilmek, gönül kulağı ister; görmek için göz değil, basiret ister.
Bu gönülleri, Kâbe terk etmez; koruduğu, tesir alanı içine aldığı yerler arasına girer o gönül, o ruh, o beden.
Bu kul, yıllar geçse de hâlâ Kâbe’deymiş gibi namazlarını eda eder. Camide de öyle kılar, evde de.
O kul Kâbe’nin harîminde yaşıyormuş gibi, onun örtüsüne tutunmuş, ondan uzaklaşmaktan korkan bir ruh hâleti içinde hayatını idame ettirir. Kendisini Kâbe’den, Kâbe’yi kendisinden uzaklaştıracak her şeyden kaçar.
Önemli olan hac ibadetini ifa eden müminin, nerede olursa olsun yüzünü Kâbe’ye çevirirken gönlünü Allahu Teâlâ’dan başka her şeyden çevirme şuuruna ulaşabilmesidir.
Bu coşkulu havayı yakalamak için; Kâbe’de bol bol tavaf etmek, karşısında baka baka ve doya doya namaz kılmak; Kur’ân-ı Kerim’i okumak; dua, istiğfar, tesbih, tehlil ve tekbirle meşgul olmak; mümkün mertebe konuşmamak; Kâbe’yi göz yaşları içerisinde seyretmek tavsiye edilenler arasındadır.
Müzdelife’den Mina’nın Görünüşü
Müzdelife
Müzdelife
Müz
Hira Dağı ve Hira Mağarasının Kâbe’yi Gören Penceresi
Dostları ilə paylaş: |