Arafat’ta Öğle ve İkindi Namazlarının Birleştirilerek Kılınması (Cem-i Takdim)
Günümüzde, Nemîre Mescidi’nde kılınan namazdan önce hutbe okunur ve müminlere, haccın bundan sonraki kısmı hakkında bilgi verilir. Vakitlerini ibadet, zikir ve dua ile geçirmeleri tavsiye edilir. Çünkü Arafat, duaların en çok kabul edildiği yerlerden, arefe günü de en makbul olduğu zamanlardandır.16
Öğle vaktine kadar çadırlarda ibadetle meşgul olunarak bu mübarek mekânın ve zamanın feyzinden ve bereketinden azami derecede istifade etmeye çalışan hacı adayı, öğleye doğru namaz için hazırlık yapar.
Öğle ezanı okunduktan sonra öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılınır. Buna "cem-i takdim" denir. Öğlenin farzı eda edildikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Arkasından tekrar kâmet getirilerek ikindinin farzı kılınır. Selamdan sonra teşrik tekbiri getirilir. Bu iki farz namazı arasında başka namaz kılmak mekruhtur. Bu sebeple öğlenin son sünnetiyle ikindinin sünneti kılınmaz.
Namazdan sonra “vakfe” yapılır.
ARAFAT VAKFESİ
Hac, arefe günü bizzat Arafat’ta bulunmaktır. "Vakfe", durma demektir. “Arafat vakfesi” ise belirlenen zamanda hac için ihramlı olarak Arafat sınırları içinde bulunmaktır. Arafat vakfesi, haccın en önemli rüknüdür.
Peyamber Efendimiz’in (s.a.s.), ﺔﻔﺮﻋ ﺞﺣﻠﺍ “Hac Arafat’tır”17 buyurması, İslâm’ın beş şartından biri olan hac ibadetinin yerine getirilmesinde Arafat’ın ne kadar önemli bir yeri olduğunu göstermeye kâfidir. Bu hadise dayanılarak bütün mezheplerde Arafat’ta vakfe yapılması, haccın rükünlerinden sayılmıştır.
Arafat vakfesinin sahih olabilmesi için hac ihramına girmiş olmak ve belirlenen süre içinde Arafat’ta bulunmak gerekmektedir.
Arafat vadisinin tamamında vakfe yapmak mümkün olduğu halde hacılar, Peyamber Efendimiz (s.a.s.) vakfesini Cebel-i Rahme’de yaptığı için aynı yer ve çevresinde bulunmayı arzu ederler.
Arafat vakfesi yapılan bu geniş alanın sınırları, sınır taşlarıyla gösterilmiştir.
Hacılar Arafat’ta, kulun Rabbine ulaşıncaya kadar yöneldiği ve bir müddet duraklayacağı geçici bir durak olarak gördükleri mahşerin bir provasını yaşarlar. Bu mekânda Allahu Teâlâ’ya yönelir ve yılların hasretini gidererek içlerini boşaltırlar.
Arafat vakfesiyle, insanın dünyaya ayak basışı ve kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişi hatırlanmalıdır.
Vakfede müminin, Rabbinin huzurunda imanla, sebatla, umutla şuurlu bir duruş gerçekleştirdiği bilinmelidir. Vakfenin, inananların nefislerine karşı, birbirlerine karşı, başkalarına karşı ortaya koyduğu vakarlı ve kararlı bir duruşunun sembolü olduğu kavranmalıdır.
Hacı Arafat’ta ufkunu genişletecek, etrafına bakacak, ve gözlemde bulunacak; semâya bakıp varlığının hiçliğini kavrayacak ve öğrenecek; milyonlarca insanın gelmeden önceki dünyalarını terk ettiklerini görecek ve şu anda yapılan tövbelerin kabul edileceğini düşünecektir. Gözünü açacak, mazisini ve günahlarını hatırlayacak, şeytana ve nefsine uyduğunu anlayacak ve bilecektir.
Ömrümüz varken, geriye dönüş imkânı olmayacak olan mahşerin yaşanacağı bir günde, aklımızı başımıza toplamamız gerektiğinin bilinmesi ve şuuruna erilmesi gereken bir bilgilenme duruşudur, vakfe.
Arafat Vakfesinin Zamanı
Arafat vakfesinin zamanı, zilhiccenin 9. günü, yani arefe günü öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya meyletmeye başladığı andan (zeval vaktinden), bayramın birinci günü fecr-i sadık dediğimiz tan yerinin ağarmaya başladığı ana kadarki süredir. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun bir an, orada bulunan kimse vakfeyi yerine getirmiş olur.
Arefe günü güneş batıncaya kadar Arafat’ta kalmak vâciptir.
İşte bu zaman dilimi içinde mümin, daha bu dünyada, Allahu Teâlâ’nın huzurunda durmanın mânasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zamanın ortaya çıkacağını anlar; üstünlüğün sadece takvâda olmasının ne demek olduğunu kavrar. Bu hâl üzereyken rahmet ve kurtuluşa erenler zümresinde haşrolunmayı ümit eder ve diler.
Bütün bunlar hatırlanarak dua ve niyazda bulunulur. Güneşin batmasından sonra da Müzdelife’ye doğru yola çıkılır.
Arafat Vakfesinin Yapılışı
Arafe günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazları birleştirilerek kılındıktan sonra ayağa kalkılarak kıbleye karşı dönülür.
Arefede, yani vakfe gününde yapılacak en hayırlı dua; “Lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehu’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” (Allah’tan başka ilâh yoktur, birdir, şeriki yoktur, mülk onundur. Hamd O’nadır ve O her şeye kadirdir) demektir. Zira gerek önceki nebiler, gerekse Peygamber Efendimiz (s.a.s.) o günde hep bu duayı okurlardı.
Arafat duasının ayakta yapılması müstehaptır. Telbiye, tekbir, tehlil ve salavât getirilir. Tövbe, istiğfar ve dua edilir. Esas olan herkesin içinden geldiği gibi dua etmesidir.
Bir süre bu şekilde vakfe yapılıp bol bol dua edildikten sonra hacılar, Arafat’tan ininceye kadar kalan süreyi yine ibadet, dua ve zikirle değerlendirmeye çalışırlar.
Arafat’ta içinde bulunulan zamanın her dakikasının çok büyük kıymeti vardır. Bu değerli vakitleri faydasız konuşmalarla, lüzumsuz meşguliyetlerle ve pek gerekli olmayan eş-dost ziyaretleri ile geçirip heba edilmemelidir. Hele hele başkalarına sıkıntı ve eziyet vermekten, kötü söz ve davranışlardan, haklı bile olsa bir takım gereksiz tartışmalardan şiddetle sakınmalıdır. Bilinmelidir ki, bu mübarek yerde sevaplar nasıl kat kat olursa, günahlar da öylece katlanır.
Arafat’ta Vakfe, Arasatta Toplanma
Arefe günü vakfeye duranlar, hacıların kalabalığı ve çeşitli dillerle konuşulan seslerin yükselişi sahnesinde; ümmetlerin kıyamet günü arasatta toplanmalarını, onların o yerde kabul ile red arasında kuşkularını, endişelerini düşünür ve tasavvur ederler.
İşte hacta bütün bunlar hatırlanırken, rahmet ve kurtuluşa erenler zümresinde haşrolunma istenir. Böylece, yapılan dua ve niyazların kabul olunacağı ümidi daha da güçlenir.
Hacı adayı, telbiye getirirken, mahşer günü Arasatta toplanacak insanlarla, arefe günü Arafat’ta toplanacak insanlar arasında bir benzerlik görmeye çalışır. Vakfe esnasında dinin inceliklerine âşina ve ilâhî sırlara vâkıf olmaya çalışır.
Arafat’ta bir huzur rüzgârı eser her taraftan.
“Ben kul olarak yapmamam gerekeni, hata ederek yaptım ve pişmanım, şimdi tövbe ediyorum. Beni benden daha iyi biliyorsun, her şeyime rağmen affet beni, Allah’ım!” diye yalvarır. “Allah’ım! Etrafımdaki binlerce, milyonlarca bağrı yanığı ve beni affet!”
Arafat’ta bu dünyayı terk edeceğini gösteren mümin, mahşeri hatırlayarak sorumluluğun ve hesaba çekilmenin idrâkine varır. Allahu Teâlâ’nın huzurunda durmanın mânasını, makam, servet ve ilim gibi üstünlüklerin gerçek değerinin hesaba çekileceği zaman ortaya çıkacağını anlar ve üstünlüğün takvada olduğunu kavrar.
AFFOLUNMA
Arafat’ta “vakfe” bir an ya da bir an olarak başlayıp uzun bir süre devam eder. Allahu Teâlâ ile yalnız kalış, kalbini yalnız Allahu Teâlâ’ya veriş, O’nda eriyiş, O’ndan isteyiş, O’ndan bekleyiş.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
VEDA HUTBESİ
Resûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) Veda Haccı’nda irad ettiği (okuduğu) “Vedâ Hutbesi”18 bildiğimiz en önemli sosyal içerikli bir bildiridir.
Veda Hutbesi’nde, müslümanların tavrının nasıl olacağı vurgulanmıştır:
- Müslümanların canları ve malları içinde bulundukları kutsal zaman ve mekân kadar saygın ve dokunulmazdır.
- Kadınlar, Allahu Teâlâ’nın emanetidir ve onların hakları, iffetleri ve ihtiyaçları konusunda bu sorumluluk bilinci ile hareket edilmelidir.
- Kan davası ve faiz gibi cahiliyye gelenekleri kaldırılmıştır.
- Müslümanlara, sapıklığa düşmemeleri ve sımsıkı sarılmaları için Kur’ân-ı Kerim bırakılmıştır.
Veda Hutbesi
Bismillahirramanirrahim.
“Ey İnsanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.
İnsanlar!
Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu ayınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.
Ashabım!
Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız ve bu günkü yaptıklanızdan dolayı sorguya çekileceksiniz. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.
Ashâbım!
Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin! Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Allah böyle hükmetmiştir. İlk kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizidir. Lakin ana paranız size aittir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız.
Ashabım!
Dikkat ediniz, câhiliyyeden kalma bütün âdetler kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Câhiliyye devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib’in oğlu Iyas b. Râbia’nın kan davasıdır.
Ey insanlar!
Muhakkak ki, bugün şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz, bunun dışında küçük gördüğünüz işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız.
Ey insanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı (namus ve şerefinizi) hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri, izniniz olmadıkça evlerinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah size, onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Ey mü’minler!
Size iki emanet burakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerim ve Peygamber’in (s.a.s.) sünnetidir.
Ey mü’minler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir ve böylece bütün müslümanlar kardeştirler. Bir müslümana kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.
Ey insanlar!
Cenâb-ı Hak her hak sahibine hakkını (Kur’an’da) vermiştir. Her insanın mirastan hissesini ayırmıştır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah’ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenâb-ı Hak, bu gibi insanların ne tövbelerini, ne de adalet ve şehadetlerini kabul eder.
Ey insanlar!
Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada (Allah’a gerektiği şekilde saygı duymada), Allah’tan korkmaktadır. Allah katında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.
Âzâsı kesik siyahî bir köle başınıza âmir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın Kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz.
Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.
Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:
Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
İnsanlar, ‘Lâilâhe illallah’ deyinceye kadar, onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar. Hesapları ise Allah’a aittir.
İnsanlar!
Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?”
Sahâbe-i Kirâm birden şöyle dediler:
“Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şehadet ederiz!”
Bunun üzerine Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şehadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve şöyle buyurdu:
“Şahit ol, yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol, yâ Rab!”
2. MÜZDELİFE (MEŞ’AR)
ﺪﻧﻋ ﷲﺍ ﺍﻮﺮﻜذﺎﻓ ﺖﺎﻓﺮﻋ ﻦﻤ ﻡﺘﻀﻓﺃ ﺍذﺎﻓ
ﻡﻜﻴﺪﻫ ﺎﻤﻜ ﻩﻮﺮﻜذﺍ ﻮ ﻡﺍﺮﺣﻠﺍ ﺮﻌﺸﻤﻠﺍ
“Arafat’tan dalga dalga indiğinizde Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin; O’nun gösterdiği (hidâyet ettiği) şekilde zikredin; …” (Bakara, 198).
Arafat vakfesini yerine getirmenin sevinci ile hacılar, coşkulu bir tarzda âdeta bir insan seli gibi akar gider. Milyonlarca insan, kefenvâri beyaz elbiseleri içinde tepelerden aşağıya doğru akın eder. Allahu Teâlâ, “… İnsanların sel gibi aktığı yerden siz de akın edin.” (Bakara, 199) diyerek bunu, bize anlatıyor.
Müzdelife, Arafat ile Mina arasında ve Harem sınırları içinde kalan bir bölgenin adıdır.
……………………………………………………..
……………………………………………………….
AKŞAM VE YATSI NAMAZLARININ BİRLEŞTİRİLEREK KILINMASI
Müzdelife’ye varınca yatsı vaktinde, akşam ve yatsı namazı birleştirilerek (cem-i tehir edilerek) kılınır. Yatsı vakti girip ezan okunduktan sonra kâmet getirilerek ilk önce akşam namazı kılınır. Selâm verdikten sonra teşrik tekbiri getirilir. Sonra ezan okunmadan ve kâmet getirilmeden yatsının farzı kılınır. Selâmdan sonra yine teşrik tekbiri getirilir.
Böylece iki vaktin farzı bir ezan ve bir kâmetle eda edilmiş olur. Buna "cem-i tehir" denir. Bundan sonra yatsının son sünneti ve vitir namazı kılınır.
Akşam ve yatsı namazları bu şekilde birleştirilerek kılındıktan sonra "vakfe" yapılacak zamana kadar ibadetle meşgul olunur.19 Şeytan taşlamada (cemeratta) atılacak taşlar toplanır. Taşların temiz olmama ihtimali varsa yıkanır.
MÜZDELİFE’DE OLUŞAN MANEVİ HAVA
“Müzdelife’ye intikal” mesajı alınır alınmaz, kıyâma (mahşere) nispetle rükû ve secde seviyesinde Allah’a yakın olmanın unvanı sayılan Müzdelife’ye intikal (yürüme) başlar. Sonsuza, mekânsızlığa, ebediyete ve Allahu Teâlâ’nın gösterdiği yolda yüründüğü gibi Müzdelife’ye yürünür.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
MÜZDELİFE VAKFESİ
Müzdelife’de vakfe yapmak haccın vaciplerindendir.
Müzdelife vakfesi, bayram gecesi, gece yarısından itibaren güneşin doğuşuna kadarki süre içerisinde yapılır. Bu süre içinde her ne halde olursa olsun kısa bir an burada bulunan kimse vakfe görevini yerine getirmiş sayılır. Ancak sünnete uygun olan, Müzdelife vakfesinin sabah namazından sonra yapılmasıdır.
Müzdelife’de ikinci kez durulan vakfe, Allahu Teâlâ’nın huzurunda bilişmeyi ve şuurlaşmayı pekiştirir. Böylece vakfe ile kalpten Allahu Teâlâ’ya bir kez daha teveccühte bulunulacaktır.
Yukarıda belirtilen süre içerisinde, Arafat vakfesinde olduğu gibi, telbiye, tekbir, tehlil, salavât getirilir ve dua edilir.
Gerçekten hac, dünya müslümanlarının birlik ve beraberliği, kuvvet ve kararlılığını sembolize etmesi bakımından dikkate değer bir vakıadır.
Mina’ya ulaşma heyecanıyla Müzdelife vakfesinden sonra, “Lebbeyk, lebbeykallahümme lebbeyk…” nidalarıyla hareket başlar.
İçten içe dua edilir:
“Söz Allah’ım! Emir ve yasaklarınla çizmiş olduğun dairenin dışına çıkmayacağıma, söz veriyorum.
Söz veriyorum Allah’ım! Peygamber’inin (s.a.s.) sünnetine harfiyen riâyetle ona hakkıyla ümmet olacağıma söz veriyorum.
Söz Allah’ım! İnsanlardan bir insan olarak, makamın, mansıbın, paranın, malın, mülkün geçerli olmadığı âhiret yurdunda, yüzümü yere baktıracak ameller işlemeyeceğime söz veriyorum.
Yeter ki Rabbim, Sen beni rahmetinle yarlığa. Merhametinle, lütfunla, kereminle, inâyetinle bana muamelede bulun. Ne olur, ya Rab, ne olur ya Rab!” Evet böyle dua eder insan.
Müzdelife mahşere açılan bir koridor gibi durur gecenin dinginliğinde. Ebrehe’nin ibretlik akibeti dikkat çeker Muhassır Vâdisi’nde, “Beytullah”a kalkan ellerin kırılacağını cihana ilan edercesine… Tarih böylece hatırlanır ve yadedilir.
Müzdelife vakfesinden sonra, geceden beri şeytanla gireceği mücadele için hazırladığı teçhizatı ile hızla Mina’ya, şeytanla savaşa yönelir, insan. Sabahın ilk ışıkları ile hücum emrini alan ve gece yaptığı hazırlıklarla hacılar, hızla Mina’ya yani şeytana doğru ilerler.
Müzdelife
Müzdelife’den Mina’nın Görünüşü
3. MİNA
Mahşerî yer ve huccâc karşısında, yaya olarak Minâ’ya, bulana bulana vardık. (S. M. Sezen, a.g.e., s. 75).
Müzdelife’den ayrıldıktan sonra, Muhassir Vâdisi sağa alınarak Mina’ya geçilir. Bu vâdi, filleriyle Kâbe’yi yıkmak üzere gelen Ebrehe ordusunun, ebâbil kuşları tarafından atılan taşlarla hüsrana uğratıldığı yerdir. Yol boyunca telbiye, tekbir ve tehlile devam edilerek Mina’da kalınacak çadırlara gelinir.
Mina, aşırı istek, arzu demektir. Mina, Hz. İbrahim ile oğlu Hz. İsmail’in, Allahu Teâlâ’ya olan aşklarının sınandığı yerdir. Bu sınavda Hz. İbrahim, sevgili oğlunu Allahu Teâlâ için kurban etmek; İsmail ise, bu uğurda canını vermek gibi, çok ciddi bir sınavdan geçmektedirler.
Bu sınavda Hz. İsmail’in cevabı kısa ve nettir: “Babacığım! Sana emredileni yap! Beni sabredenlerden bulacaksın!” (Saffât, 102). Neticede baba-oğul, ikisi de Allah’ın emrine teslim olurlar ve bu ağır sınavı kazanırlar (Saffât, 103-104).
“Sonra insanların dalga dalga ilerlediği yerden siz de ilerleyin. Allah’tan bağışlanmanızı dileyin. Kuşkusuz Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Bakara, 199).
Bayramın birinci günü Mina’ya varan hacılar, günlerce kalmak üzere kendileri için hazırlanan çadırlara yerleşirler. İsteyenler burada bir müddet istirahat edip ihtiyaç giderirler. Aynı gün yapacakları işlerden biri Akabe Cemresi’ne taş atmaktır. İzdihamın olmadığı uygun bir zamanda Büyük Şeytanı (Akabe Cemresi’ni) taşlamak üzere şeytan taşlama (cemerât) mahalline gidilir.
İfrad haccına niyet edenler Akabe Cemresi’ne taş attıktan sonra, temettu’ ve kıran haccına niyet edenler ise kurbanlarını da kestikten sonra tıraş olarak veya saçlarını kısaltarak ihramdan çıkabilirler. Bu şekilde ihramdan çıkan hacı için aslında ihram yasaklarının tamamı sona ermez ve ziyaret tavafı yapılıncaya kadar sürer.
“O sayılı günlerde tekbir getirerek Allah’ı zikredin! Kim acele edip iki günde dönerse ona vebal yoktur. …” Bakara, 203).
Mekke’ye gidilip, haccın rüknü olan ziyaret tavafı yapıldıktan sonra, ihram yasaklarının hepsi kalkar. Tavaftan sonra sa’y yapılır ve tıraş olarak veya saçlar kısaltılarak ihramdan çıkılır.
Geceleri Mina’da kalmak bazı âlimlere göre sünnet, bazılarına göre vâciptir.20
MİNA’NIN RUHLARA ETKİSİ
Allah uğruna teşekkül etmiş büyük ve bu muazzam topluluklar nihayet Mina’da Allahu Teâlâ’nın düşmanı şeytanı taşlamaya Allah (c.c.) uğrunda canını ve her şeyini vermeye hazırdır.
Mina, fedakârlıkla şefkatin, emre itaatteki inceliği kavramakla muhabbetin tüllendiği arzda, semavî bir kuşak ve sımsıcak bir kucaktır. Kısaca Mina sevgi demek, aşk demektir.
Aşk ve Şevkle Mina’ya Doğru
Birçok peygamber hazretlerinin defnedilmiş olduğu söylenen Mina mescidi, Mescidü’l-Hayf mübarek yer burası. Nice Allahu Teâlâ dostunun günlerce kaldığı, şeytanla ve nefsiyle mücadele verdiği Mina burası. Hamdin ve şükrün edasının yapıldığı, kurbanın hediye edildiği yer, takva mekamı olan Mina.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
Mina’da Kaynayan Ruhlar
Arafat, Müzdelife ve Mina; tanıma, anlama, kavrama, şuura erme, sevgi ve muhabbetin yoğunlaştığı mekânlardır. Bunlar, insanı dünya hayatında hakiki hürriyete götürecek unsurlardır. Hakk’a ulaşmaya çalışan yolcunun yoludur, bu. Biri, diğeri olmadan olmuyor.
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………….
ŞEYTAN TAŞLAMA
Cemrelere Taş Atmanın Anlamı
Cemrelere taş atma, Hz. İbrahim’in kendisine engel olmaya çalışan şeytanı kovmak amacıyla ona taş fırlatmasını sembolize eder. Bir peygamber olarak ona şeytan gözükmüş ve o da Rabbi ile arasına girmek isteyen, kendisini engellemek isteyen şeytanı taşlamıştı.
…………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Cemrelere Taş Atma
Bayramın Birinci Günü:
Bayramın birinci günü Cemre-i Akabe’ye 7 taş atılır.21
Gücü yetenlerin taşları bizzat kendilerinin atmaları gerekir. Hastalık, yaşlılık ve sakatlık gibi mazeretlerle taşları, bizzat kendisi atamayacak durumda olanlar, vekâlet vererek taşları bir başkasına attırırlar.
Küçük ve orta cemrelerin yanından geçen hacılar, bu cemreleri, sıradışı taşlamayı düşünmezler.
Taşlar, "Bismillahi, Allahu ekber; rağmen li’ş-şeytâni ve hizbihi… Şeytan ve hizbine, partisine ve taraftarlarına karşı tek büyük olan Allah’ın adıyla…” diyerek atılır.
Şeytan düşmandır. Kul ise ondan habersizdir ve onu göremez. Görünmeyen düşmandan ise rahmet sahibi Allahu Teâlâ’ya sığınmak gerekir.
Hilesinden, desisesinden, ve vesvesesinden “Allah’a sığınıyorum.” dediğimiz, lânetlenmiş şeytana her taraftan taşlar yağar. Hakk’a dostluğun alâmeti olarak şeytanlar taşlanacak.
Tek tek ve gruplar hâlinde, akın akın gelen hacılar tarafından atılan taşlar ve müthiş bir uğultu… Tarifi mümkün olmayan müthiş bir heyecan!
Şeytanı taşlarken; “Kötülükleri, haksızlıkları, zulmü ve zorbalığı telkin eden şeytanı taşladım. Nefsimi de bir şeytan yerine koyup taşladım. Artık bundan böyle nefsim, benim nefsim olmuştur. Yani tesirsiz hâle gelmiş ve istediğini yaptıramaz olmuştur. Bende hâkim olan akıl ve ruhun iradesidir. Bu sebeple artık kötü şeyler söylemem ve yapmam söz konusu değildir” diye düşünülür ve söylenir.
Şeytanı taşlamak için eliyle attığı taşları, içinden çıkıp fırlayan kötü duygu ve düşüncelerin işareti olarak görür.
Şeytanı taşlarken kendisinde mevcut olan nefsâniyeti ve enâniyeti taşladığına, kötü duygularını ezdiğine inanır.
Şeytanı taşlama işinde insan, şeytanda öz nefsini ve gayri meşru isteklerini taşladığının farkında olmalıdır.
Nefis, şeytandan aldığı dersle, insanı ibadet yolundan döndüremeyince, ibadetin bütün şevk ve özünü emmeye, şeriat dışı teklif üstüne teklif yağdırmaya başlar ve “sûret-i hak” perdesinden görünüp mümini iflâsa sürüklemeyi tecrübe eder. Onun içindir ki, kabuğu hayra benzer bir işde bile, içinde hangi zehirin yattığına dikkat etmek ve nefisten gelen hayrı şer bilmek gerekir.
Yoksa nefis, Mina’da şeytana taş atan o eli tutup da, kendisini ve hocası şeytanı, kendi eliyle taşlatmayı başardıkça, sonuç hüsran olur.
İşte mümin şeytanı taşlarken, nefsini terbiye ederken, önüne çıkan engelleri, böylece yenmeli ve bu sınavı başarı ile geçmelidir.
Artık, Allahu Teâlâ kuluna en büyük nimeti vermiş, görev tamamlanmıştır. Bunun karşılığında şükür kurbanı hediye edilecek, saç kesilecek, ihramdan çıkılacak. Ne büyük mutluluk. Ama, unutulmamalıdır ki, şeytan ve nefisle mücadele yarın da, yarından sonra da ve ömür boyu devam edecek.
Dostları ilə paylaş: |