Hicaz 2 Besmele hac kulun Melâ’ya Yolculuğu



Yüklə 0,61 Mb.
səhifə6/9
tarix18.01.2018
ölçüsü0,61 Mb.
#38701
1   2   3   4   5   6   7   8   9

Bayramın Diğer Günleri:

Bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü (teşrik) günlerinde ise küçüğünden başlanarak her üç şeytana, yedişer taştan 21’er taş atılır. Taşlama zeval vaktinde yani öğleyin güneşin tepe noktasına gelip batıya yönelmesiyle birlikte başlar, gece tan yeri ağarıncaya kadar devam eder. Ancak, Mina’dan ayrılanların dördüncü günü taş atmaları gerekmez.


Şeytan Taşlama Mahalli


Zaafların, kusurların, arzu ve isteklerin sonuçlarının, sevap ve günahların muhasebesi yapılmalıdır. Burada şeytana uyma, inanmamıza rağmen yapamadığımız, daha doğrusu şeytanın galip bizim mağlup, ondan ilham alan nefsin hâkim, vahiyden ilhâmını alan aklın, ruhun, kalbin mahkum olduğu yerlerdir.

İşte şeytanı taşlarken hacı, kendi şeytanını taşlamalı, daha önce tespit ettiği şeytanları taşlamalı. Hak yolunda hizmet için önüne binbir mazeretler, mânialar çıkartan şeytanı; şehvetine esir edip haramlara bulaştıran şeytanı; Allahu Teâlâ’nın emirlerine rağmen bazı kötülüklere, gıybetlere müptelâ kılan, içinde ve damarlarında akan kan gibi dolaşan şeytanı taşlamalı. Ömrü boyunca şeytanı içeride değil de dışarıda arayanların kaybetmesinin sebebi de budur zaten.


Mina’da şeytanla olan mücadele, insanlık tarihi boyunca devam etmiş ve devam edecektir. Taşlanmasına rağmen şeytanla savaş bitmiş değil, ölünceye kadar mücadele devam edecek.

Haccın nasip olması ve görevin ifa edilmesi dolayısıyla, artık Allahu Teâlâ’ya şükredilecek, bayram yapılacak ve bu şükrün ifadesi olarak kurban kesilecektir.


Küçük ve orta şeytanlara taş atıldıktan sonra, mümkünse bir kenara çekilip dua edilir.

Büyük şeytana taş atıldıktan sonra da beklenmez, orası hemen terk edilir.



Kazanılan Değerlerin Korunması için Allahu Teâlâ’ya Sığınma
Haccı tamamlamanın mutluluğu insanı gevşetmemeli. Bu günlerde, insanın gönlünde bulunan bütün olumsuzluklar (putlar) taşlanmıştır. Mina inancın, aşkın toprağı, ihtiyaç ve ümitlerin dile getirildiği yerdir. Mina, insanın en tehlikeli düşmanı şeytanın tuzak yeri olduğu kadar, tevhidin de ilk basamağıdır!

………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..


HAC KURBANI

Şükür Kurbanı
Kurban, mümin tarafından sırf Allahu Teâlâ’nın rızası için hediye edilir. Müminin varlığını, Allahu Teâlâ’nın yolunda kurban edebildiğini, fiiliyle gösterdiği önemli bir ibadettir.

Kurban, hac görevlerini yerine getirebilmenin şükrünü eda etmek için kesilmektedir. Hac ibadetleri tamamlanınca da Allahu Teâlâ’nın yolunda hac kurbanları (hedy) kesiliyor ve kurban bayramı kutlanıyor.22 Sabır, mücadele ve şükürle zafere kavuşan hacı, kurban ile takvaya, takva ile de Allahu Teâlâ’ya ulaşmaktadır.

Allahu Teâlâ’nın adıyla kesilen kurbanlar, zikir ve şükrün, tevazu ve teslimiyetin, dayanışma ve kardeşliğin bir göstergesidir.

Temettu ve kıran haccı yapanların, hac kurbanı (şükür hedyi) kesmeleri vâciptir. Sünnete uygun olan, hac kurbanının, büyük şeytana taş atıldıktan sonra, Harem bölgesi sınırları içerisinde kesilmesidir.


Kurban ederken; “Nefsimi bir hayvan yerine koyup boğazladım, artık bundan böyle nefsim, benim nefsim olmuştur. Nefsim tesirsiz hâle gelmiş ve istediğini yaptıramaz olmuştur. Bende hâkim olan akl-ı selim ve ruhun iradesidir. O sebeple artık kötü şeyler söylemem ve yapmam söz konusu değildir” diye düşünülür.

Kurban Etmenin Gayesi
Kurban, müminin sırf Allahu Teâlâ istediği için malından vazgeçebildiğini, kendini dahi Allahu Teâlâ’nın yoluna adadığını belirtmesi ve bunları bizzat fiiliyle göstermesi açısından mânidardır.

Allahu Teâlâ, “ … Hem bütün insanları hacca davet et ki … Gelsinler de bunun kendilerine sağlayacağı çeşitli faydaları görsünler ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanları, belli günlerde Allah’ın adını anarak kurban etsinler. …” (Hac, 27-28).

Bir başka âyette, “Her kim hacca kadar umre (temettu) yaparak sevap kazanmak isterse, onun da kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.” (Bakara, 196) buyurmaktadır.

Allahu Teâlâ kurban kesemeyenlere de yol göstermiştir:

Kurbanlık temin edemeyen kimse üç gün hacda, yedi gün de döndüğü zaman memleketinde olmak üzere tam on gün oruç tutar.” (Bakara, 196).
Kurban etmenin gerekçesi âyet-i kerimede belirtilir:

“… Allah’ın kendilerine erzak olarak verdiği hayvanları keserken, Allah’ın adını ansınlar.” (Hac, 34).

Kurbanın asıl gayesi Rabbin anılması, tesbih, tahmid, tekbir ile O’na yönelmedir. Bu yönelme ile kalp huzuruna ulaşma, kullukla erişilecek hakiki insanlık mertebesine doğru yükselme anlamındadır.

Başka bir âyette de, “Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır.” (Hac, 37) buyrulmaktadır.

Kurbanla Rabbimize ulaşacak olan teslimiyetimiz ve takva duygumuz, itaat şuurumuzdur. Bunun için kurbana ibadet diyoruz:

Şunu unutmayın ki hepimizin ilâhı bir tek ilahtır. Öyleyse yalnız O’na teslim olun” (Hac, 34).

Lâkin O’na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır” (Hac, 37).

Eğer kurban ibadetine bu açıdan bakılarak eda edilecek olursa, “Sen ey Resûlüm: O alçak gönüllü, samimi ve ihlâslı olanları müjdele!” (Hac, 34) mükâfâtının verileceği bildirilmektedir ki böylece Allahu Teâlâ’nın rızası ve hoşnutluğu kazanılmış olur.



Kurbanın Hikâyesi ve Allahu Teâlâ’ya Teslimiyet
Hz. İbrahim’in, şeytanın her türlü vesvesesine rağmen en sevdiği varlığını kurban etmede kararlı olduğu âyet-i kerimelerde çok özlü olarak anlatılır.

Hz. İbrahim, “Ya Rabbi, bana salih bir oğul ihsan et, dedi. Biz de ona çok uysal bir oğul müjdeledik” (Saffât, 100-101).

Hz. İbrahim, “uysal, hâlim, şerefli ve faziletli bir çocuk” istemiştir, Allahu Teâlâ da bu duasını kabul etmiştir.

Artık o, yanında yürüme çağına girince (babası); ‘Evladım, rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak artık, bir düşün ne dersin?’ dedi. O, ‘Babacığım, sana verilen emir ne ise onu yap. İnşallah beni, sabredenlerden bulacaksın’ dedi. Vaktaki ikisi de (Allah’ın emrine) râzı oldular” (Saffât, 102).

Sen muhakkak rüyâyı tasdik ettin (gerçekleştirdin)” (Saffât, 105).

Böyle bir emre itaatkâr olanlar, mükâfatlara nâil olacaklardır.23

Hz. İbrahim, ilk rüyasının “ilâhî mi” ya da “şeytânî mi” olduğunda tereddüde düşmüş, üçüncü geceki rüyasında kararını vermişti. Hz. İbrahim’in, sevgili oğlunu Allahu Teâlâ’ya olan aşkı uğruna “kurban etme” isteğinin bir imtihan olduğu unutulmamalıdır.

Derine inildiğinde ve derinden derine düşünüldüğünde gerçeğin farklılığı ortaya çıkar: Görünürde Hz. İbrahim’in oğlu İsmail (ya da oğlu İshak) ve ona bedel koçun kurban edilmesi olayı hatırlanır.

İlâhî emrin var olduğunu düşünen bir babanın çok sevilen oğlunun hayatına kendi elleriyle son verme isteği, oğlun da muhterem babasına ne derece itaatkâr olduğu açıkça görülüyor. Hiçbir peygamber, Rabbi ile münasebetinin kesilmesini istemez. Bu irtibatın kopmasına sebep olacak şeylerden uzak bir hayat yaşarlar. Bunun için Allahu Teâlâ’ya her şey feda edilir.

Hz. İbrahim ve oğlu İsmail, Allahu Teâlâ’ya teslimiyetlerinin sonucu, sınavı kazandılar ve Allahu Teâlâ da onlara teslimiyetlerine karşılık canlarını bağışladı. Hz. İsmail, insanlık için Allahu Teâlâ’ya sunulan bir candı.

Hz. İbrahim, böylece Allahu Teâlâ’nın nimetine müsahhar olmuş ve oğlu kurban olmaktan kurtulmuştur. İşte insan, hac ibadetini yaparken Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’i hatırlayarak ve zaman ötesinde onlarla bağ kurarak olayları öz nefsinde yaşamalı; sonra da Allahu Teâlâ’ya dua ve niyazda bulunmalı ve kurtuluşa ermelidir.
Kurbanla ilgili gerçek ise, bildiklerimizden farklıdır:

Allahu Teâlâ aşırı duygusal hayatın, gerçekleri gizleyen sevginin ve hırsların kurban edilerek doğru yolda yürünmesini emrediyor. Fakat şer kuvvetler de, kendilerinin izlenmesini istiyorlar.

Hz. İbrahim’in, Mina’da kurban ettiği evlat sevgisiydi. Oğlunun da babasına itaat etmesi, babasının isteğine boyun eğmesi de, Allahu Teâlâ’nın rızası için boyun eğmedir.

Şüphe yok ki, bu elbette apaçık bir imtihandır” (Saffât, 106).

Mina’da da, Allahu Teâlâ’dan uzaklaştıran tutkular ve bunların sebep olduğu günahların yok olması için kurban kesiliyor. İşte bu olumsuzluklara sebep olan şeytanlar Mina’da taşlanıyor ve sonra da bütün bunlar Allahu Teâlâ’ya kurban ediliyor.
Bunun için kul, Allahu Teâlâ ile arasındaki perdeleri kaldırmaya azmetmeli ve söz vermeli:

Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber.

“Allah’ım! (Bu kurbanlık) senden, Muhammed (s.a.s.) ve ümmetinden, Senin içindir.”

“Ey Allah’ım! Seninle arama giren … hırsları Senin yolunda ve Senin uğrunda kurban ediyorum. Bunu kabul eyle! Rahmetini ve merhametini benden esirgeme!”

Ben yüzümü, gökleri ve yeri yoktan var Allah’a dosdoğru çevirdim ve ben ortak koşanlardan değilim” (En’âm, 79).

ﻦﻴﻤﻠﺎﻌﻠﺍ ﺐﺮ ﷲ ﻰﺘﺎﻤﻤﻮ ﻯﺎﻴﺣﻤﻮ ﻰﻜﺳﻧﻮ ﻰﺘﻼﺼ ﻦﺇ

Allah’ım, “Muhakkak benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” (En’âm, 162; Ebû Dâvûd).

“Allah’ım! Şu kurbanımı kabul buyur. Rızayı şerîfin için yapılmış kurbanlardan eyle. Ve büyük ecrini ikram eyle. Ey merhametlilerin en merhemetlisi olan Allah’ım!” diye dua edilir.


Allahu Teâlâ’ya yaklaşılmak isteniyorsa, insanın bu konudaki sorumluluğunu engelleyen düşünceyi kurban etmelidir.

TIRAŞ OLUP İHRAMDAN ÇIKMA
Bayramın birinci günü Cemre-i Akabe’ye taş atılıp kurban kesildikten sonra tıraş olup ihramdan çıkılır.

Umre ihramından çıkış konusunda da anlatıldığı gibi, ihramdan çıkmak için erkekler saçlarını dipten tıraş eder veya kısaltırlar. Kadınlar ise saçlarının ucundan bir miktar keserler. Böylece hac ihramından çıkışın birinci aşaması gerçekleşmiş olur. Buna "ilk tehallül" denir. Bu durumda ihram yasaklarının hepsi (eşiyle cinsel ilişki yasağı gibi) ortadan kalkmış olmaz.

Ziyaret tavafının tamamlanmasıyla hac ihramından çıkışın ikinci aşaması da (ikinci tehallül) gerçekleşmiş olur.

Sonra saçlarını, tırnaklarını kesip üst başlarını temizlesinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski Mabed’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler” (Hac, 29).

Saç, insan görüntüsünün önemli unsurlarından biridir. Saçlarla insan ayrı bir güzellik kazanır. Bu bakımdan bakımlı saçlar, aynı zamanda insanı kibre, gurura ve en azından içten içe kendini beğenmeye sürükleyebiliyor.

Saçlarını tıraş edenler için Peygamber (s.a.s.) Efendimiz “Allah’ım saçlarını bütün bütün kazıtanlara merhamet et!” (Buharî, Hac, 127) duasını yapar. Bu durumda halk (tıraş), taksirden daha faziletlidir.

Arafat, Müzdelife ve Mina ile maneviyat âlemlerinin zirvelerine çıkmış bir hacının, Allahu Teâlâ’ya yeniden yönelmiş, kimliğini yeniden kazanmış olmasıyla kibir ve gurura yer vermemelidir.

Tıraş olmak, gerektiğinde saçını değil, canını da Allahu Teâlâ’nın yolunda verebileceğini temsil ederken, başından dökülen her saç teli, âdeta dökülen günahlarını simgeler.


Şeytan da, nefis de, bir defa hezimete uğramakla savaş alanını terk etmez. Onlarla mücadele ömür boyu, ölünceye kadar devam edecektir. Hac yolcularını, pek çok engellerin yanı sıra, nefsin ve şeytanın pek çok tuzakları beklemektedir.

Hacı adayı, nefsine hâkim olacak, şeytanın desiselerine aldanmayacak; bütün hayırları elde etmeye, mevcut olan bütün şerleri de savuşturup iptal etmeye gayret edecek ve böylece şeytanın ifsadından kurtulacaktır.



4. ZİYARET TAVAFI VE SA’Y

Ziyaret tavafı, haccın farzlarındandır. Haccın iki rüknünden birisidir. Buna "İfâda Tavafı" da denir.

Ziyaret tavafının vakti, bayramın ilk günü gece yarısından itibaren başlar, ömrün sonuna kadar devam eder.

Ziyaret tavafının, bayramın ilk üç gününde yapılması usûle uygun ise de, daha sonraki günlerde de yapılabilir.

Önce, "Allah’ım! Senin rızan için ziyaret tavafı yapmak istiyorum. Bunu kolaylaştır ve kabul eyle" diyerek niyet edilir.

Daha sonra Hacer’ül-Esved hizasına gelerek ve tesellüm edilerek tavafa başlanır ve yedi şavtla tavaf tamamlanır. Tavaf tamamlandıktan sonra, daha önce belirtildiği şekilde tavaf namazı kılınır. Böylece haccın ikinci rüknü de tamamlanmış olur.

Ziyaret tavafının tamamlanmasıyla hac ihramından çıkışın ikinci aşaması da (ikinci tehallül) gerçekleşmiş olur. Böylece ihram yasaklarının hepsi ortadan kalkmış olur.
Ziyaret tavafının ve sa’yin tamamlanmasıyla hac ihramından çıkışın ikinci aşaması da (ikinci tehallül) gerçekleşmiş olur. Böylece ihram yasaklarının hepsi ortadan kalkmış olur.

Ziyaret tavafının, tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra yapılması sünnete daha uygundur.


ZİYARET TAVAFININ AMAÇ VE ANLAMI
Hac ruhun Allahu Teâlâ’ya yükselişini temsil ettiğinden, Kâbe hedef değil, belki sonsuzluğa ve bu mânevi atmosfere geçişin başlangıcıdır.
Nefsine, şehvetine ve şeytana karşı giriştiği sembolik savaştan sonra Kâbe’ye, Allahu Teâlâ’nın Beyt’ine gelen hacı, Allahu Teâlâ’nın yolunda olduğunu göstermiş biri olarak, hayatının geri kalan kısmında da sürekli bu halde olacağını bütün içtenliğiyle tekrar tekrar ifade eder.

Kendisinden istenen görevi başarıyla yerine getirmenin sevinci, şükrü ve bunun Allahu Teâlâ’nın nezdinde “mebrur ve makbul bir hac” olması duası ve niyazları vardır, hacının dilinde ve gönlünde. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de, “Makbul olan haccın karşılığı ancak cennettir” (Tirmizî, 88-937) buyurmuştur.

Ziyaret tavafıyla hac tamamlandığı için, bu tavaf âdeta bir mühür mesabesindedir.

Zemzem Kuyusunda Suyun Kaynadığı Yer
Kul, kötü duygu ve düşüncelerden arınmayı, tertemiz ve anasından doğduğu günkü gibi günahsız, masum bir hâle kavuşmayı arzular. Kâbe’yi tavaf etme, arşın etrafını tavaf eden meleklerinkine benzer. Arı ve duru hâle gelen ruhlar yücele yücele melekleştiklerinden, bu ruhlarla melekler arasında fark kalmaz.
Nefsine, şehvetine ve şeytana karşı giriştiği sembolik savaştan sonra Kâbe’ye, Allahu Teâlâ’nın Beyt’ine gelen hacı, Allahu Teâlâ’nın yolunda olduğunu göstermiş biri olarak, hayatının geri kalan kısmında da sürekli bu halde olacağını bütün içtenliğiyle tekrar tekrar ifade eder.

Kendisinden istenen görevi başarıyla yerine getirmenin sevinci, şükrü ve bunun Allahu Teâlâ’nın nezdinde “mebrur ve makbul bir hac” olması duası ve niyazları vardır, hacının dilinde ve gönlünde. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de, “Makbul olan haccın karşılığı ancak cennettir” (Tirmizî, 88-937) buyurmuştur.

Ziyaret tavafıyla hac tamamlandığı için, bu tavaf âdeta bir mühür mesabesindedir.


HACCIN SA’Yİ
Akabe cemresine taş attıktan ve kurban kesildikten sonra ziyaret tavafı için Mekke’ye gidilip haccın rüknü olan tavaf yapılır. Tavaftan sonra sa’y yapılır ve tıraş olunarak ihramdan çıkılır.

Böylece ihram yasaklarının hepsi kalkar.


Sa’y yapmak, haccın vaciplerindendir.

Ziyaret tavafının ardından, "Allah’ım, Senin rızan için hac sa’yini yapmak istiyorum, bunu kolaylaştır ve kabul eyle" diye niyet ederek daha önce "sa’y" konusunda belirtildiği şekilde hac sa’yi yapılır.

Bu sa’y, müslümanın sırf Allahu Teâlâ istediği için katıldığı bir yürüyüştür. Sa’y sırasında “hervele” denilen çalımlı ve hızlı yürüyüş, niyet ve duygu bütünlüğü ile kaynaşmış ümmet ruhunun azametini yansıtır.
Sa’y sonunda bütün görevler tamamlanmış, beden dinlenmiş ve ruh ise arınmıştır.

5. HAC SONRASI
Mekke’de bir süre kalan hacılar zaman zaman ve bol bol tavaf yaparlar. Ancak, tavaf edenler arasında ihramlılar vardır. Anlaşılır ki bu ihramlıların yaptığı tavaf vacip bir tavaftır. Bu durumda nafile tavaf yapanlar onlara eziyet etmemeli, dışarıdan tavaf yapmalıdır.

Mekke’de kaldıkları süre içinde beş vakit namazı Harem-i Şerif’te kılmaya özen gösterirler. Böylece kazanılanların ömür boyu devam etmesi ve yararlanılması sağlanır.



HAC SONRASINDA KİŞİDE YENİ BİR UFUK OLUŞUR VE HİZMET AŞKI ARTAR
Hacca gidip geldikten sonra bir çok insanın çok olumlu çalışmalar içinde olmasına karşılık, yanlış davranışları da görülebiliyor.

Hac ibadeti, insanda çok yüksek ölçüde bir çalışma temposu meydana getirmektedir.

Kişi, hac sırasında tüm günahlarından arınmasına karşılık, alınan güçle bünyesi genel açılımı istikâmetinde çok daha güçlü bir çalışma ortamına girmektedir.

İşte bu noktada, kişi tamamiyle dünyevî değerler, bedeni istekler yönünde güçlü bir açılıma girmişse, orada almış olduğu güçlü tesirler de bu istekleri büsbütün arttırmıştır. Neticede bu kişi hac sonrasında yapısının doğrultusunda çok daha cüretkârane, kötü davranışlarda bulunabilecektir. Bunun aksi ise “haccı mebrûru” oluşturacaktır.


Demek ki hacda, belli şartlara riâyet eden her kişi günâhlarından arınmış olarak dönüyor. Bazı kişiler de ayrıca “hacc-ı mebrûra” yani ana gayesine ulaşmış olarak geri dönüyor. Ki bu gaye de, insanı ölüm ötesi yaşamın gerçeklerini idrak edecek şekilde yüksek enerjiyle açılıma kavuşturuyor. Böylece Allahu Teâlâ haccını kabul etmiş oluyor.
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz şöyle buyuruyor:

Umre, kendisi ile öbür umre arasındaki zaman içinde işlenen günâhlara kefarettir. Haccı mebrurun cennetten başka karşılığı yoktur!” (Müslim).

Bu müjde, hem umre ve hac ibadetinin amacını hem de anlamını oluşturur. Genellikle insanlar emir ve yasakların hikmetlerini ancak, gereği gibi onları yerine getirdikten sonra fark ederler. Bu, ya bizzat kendi hayatlarında ortaya çıkmakta veya başkalarının hayatı incelendiğinde görülmektedir. Hacda önemli olan, sadece bir fiilin yapılması değil onun özel bir amaçla, yani Allahu Teâlâ’nın emrine uymak niyetiyle yapılmasıdır. Bir fiilin bu niyetle gerçekleştirilmesi onu ibadet hâline getirir. Şu halde hac ibadetinin temel gayesi ve hikmetlerinden biri insanların Allahu Teâlâ’nın emri gereğince yurtlarını, ailelerini ve dostlarını, mallarını terk etmeye, bazı arzularına karşı koyup sıkıntıları göğüslemeye hazır olduklarını göstermeleridir.

Geriye bu unvanı korumak kalır. Her türlü şart altında, son nefesimizi verinceye kadar korumak.



HACDAN SONRA UMRE
Hac yapıldıktan sonra bir süre daha Mekke’de kalacak olan hacılar, imkân buldukları takdirde, isterlerse bayramın dördüncü günü akşamından itibaren umre yapabilirler. Özellikle ifrad haccı yapanların, hacdan önce umre yapmadıkları için, hacdan sonra umre yapmaları uygun olur.

Temettu haccına niyet edenlerin hacdan önce ikinci, üçüncü... umre yapmaları câiz ise de, o günlerdeki izdihamı da dikkate alarak, bunun yerine bol bol nafile tavaf yapmaları ya da mümkün mertebe vakitlerini Harem-i Şerif’te geçirmeleri daha iyidir.

Hac yapıldıktan sonra hacılar, imkân buldukları takdirde, isterlerse nafile umre yapabilirler.

YAPILAN DUALAR MÂKUL OLMALI!
Bir çok insanın, umre ve hac ibadetini yaptıktan ve geri döndükten sonra başlarına gelmedik belâ kalmıyor.

“Yahu bir mübarek yere gittik ve geldik, nereden geldi bu iş, bu belâ başımıza?” diyorlar.

Halbuki, bunu diyenlerin hepsi de, orada bu belâyı kendileri istediler, talep ettiler. Dualarının kabul olması ile de o belâlar başlarına geliyor.

Niye?.


Çünkü, oraya gidenler, Allahu Teâlâ’dan büyük mertebeler istiyorlar. Allahu Teâlâ’ya yakîn elde etmek istiyorlar. Evliya, enbiyâ ile beraber olmak istiyorlar… Yapılan dualar mâkul (tahammül sınırları içinde) olmalı. Bunun pahası da, o belâlara katlanmak ve sabretmektir!.

Yüksek mertebeler sadece ibadetle, zikirle elde edilmez!. Onun bedeli olan belâlara katlanmaktır.

Resûlullah’ın (s.a.s.) bir açıklaması vardır. Buyuruyor ki:

Belânın büyüğü resûllere, sonra nebilere, sonra mertebesine göre evliyaullaha ve en azı da mü’minlere” diyor.

Belâ” demek; kişinin tasfiye aracı demek, insanın arınması ve saflaşması demektir!.

Altın nasıl ateşe atılır, saflaşır, üstündeki katkılar yanar yok olur, sonuçta nasıl saf altın kalırsa; insan da belâlarla yontulur, saflaşır, arınır.


Dolayısıyla, oraya gittiğimiz zaman, eğer yüksek mertebelere tâlip olup, bu yolda dua ediliyorsa; bilinmeli ki, bir takım çileler, sıkıntılar bizi bekliyor. Çünkü bunlar, arınma çalışmalarıdır.

İşte insanın arınması olayı, böyle meydana geliyor.

Her şey eğer insanın sevdiği, istediği istikamette gelişirse, bu, aslında insanın yanmasını büyütür ve genişletir.

Dolayısıyla ki orada, isteklere çok dikkat edilmeli!.

Ya çok güzel şeyler istenmeli, ama sonuçlarına katlanmayı kabul etmeli. Ya da tahammül edilecek şeyler istenmeli!.

Dualarda;

“Ya Rabbi, katlanamayacağımız yükten sana sığınırız. Bize vereceklerini tahammül edeceğimiz kadar ver. Bizi isyana, küfre sürükleyecek hallerden sana sığınırız.” diye isteklerde bulunulmalı!.

BAZI ZİYARET YERLERİ
Mekke’de, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ve onun değerli ashabının izlerini taşıyan bazı yerler vardır. Mekke’ye gidenler buraları ziyaret etmektedirler.
HİRA DAĞI (CEBEL-İ NUR)
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in, İslâm’dan önce zaman zaman çıktığı bu dağ, Mekke ile Mina arasında, Kâbe’nin 5 km. kuzeydoğusundadır. Bir adı da “Cebel-i Nur” olan Hira Dağı pek mukaddes bir dağdır. Hz. Peygamber’e ilk vahyin geldiği yer olan mağara, Nur Dağının tepesinde bulunmaktadır ve Cibril (a.s.) ilk olarak burada görünmüştü.

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, 35 yaşından itibaren burada inzivaya çekilmeye (itikâfa girmeye), orada günlerce kalarak tefekkür etmeye başlamıştır. İlk vahiyler, böyle bir inziva esnasında burada inmiştir.

Yaratan Rabbinin adıyla oku!” (Alak, 1).

Cebel-i Nur’un (Hira Mağarası’nın) Görünüşü
Hac yapan müslümanlar bu Nur Dağı’nı, en azından uzaktan defalarca seyretmekte ve bazı hacılar, her türlü zorluğa rağmen zirvesine çıkmaktadırlar.

Hakikat arayışı içerisinde olan Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, câhiliyyenin hüküm sürdüğü Mekke’nin hararetli hayatından uzaklaşıp, kendisini dinleyebilmek, cemiyetin içerisinde bulunmak dinî ve içtimaî sıkıntılara çare bulabilmek ve kâinat hakkında tefekkür edebilmek amacıyla Hira’ya geliyordu.



Hira Mağarasından Bir Görünüş


Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’i vahiyle buluşturan Hira, hacıyı da buluşturmalıdır vahiyle, Allahu Teâlâ’nın kitabıyla. Evet, hacının kalbine hergün, her an Hira’dan değil ama Kur’ân-ı Kerim’den vahiy akışı devam etmelidir. Vahyin insanlığa iniş noktası Hira’dır. Fakat kıyamete kadar nesillere geçiş, intikal merkezi ise Kitabullah’tır. O kitap ki, Allahü Teâlâ’nın kullarına son hitabı ve son mesajı ve rehberidir.
Şakku’s-Sadr (Resûlullah’ın göğsünün yarılması hadisesi) de Hira’da cereyan etmiş idi. Bu vak’anın cereyan ettiği yerde şimdi bir mescit vardır.

Mağaranın girişi de dikkat çekici ve çok düşündürücüdür! Genişliği 20-40 cm. ve yüksekliği 120 cm. civarında olan, iki kaya arasındaki giriş kapısından geçmeye, her insanın geçmesine izin verilmiyor gibi…

Mağaranın içindeki 30/60 cm. ebadında ve üçgen biçiminde olan pencere, sanki Kâbe’nin seyredilebilmesi için yaratılmış gibi.

SEVR MAĞARASI


Hicret esnasında, Peygamber (s.a.s.) Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir’in gizlendikleri mağara Sevr Dağı’nda bulunmaktadır. Sevr, Yemen yolu üzerinde Mekke’nin 5 km. güneyine düşen yüksek dağın adıdır.

Aslında Medine’ye hicret etmelerine rağmen, sırf suikastçıları şaşırtmak için strateji gereği Medine istikametine değil de, tam ters istikametteki Sevr’e tırmanırlar.

Peygamberimiz (s.a.s.), her zaman olduğu gibi, bu seferinde de her türlü tedbiri almıştır. Allahu Teâlâ da bu iki hicret yolcusunu korumuştur (Tevbe, 40).

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, Mekke şartlarında yaşayan herhangi bir insanın yapması gerekenleri yapmış, alması gereken tedbirleri almış, eskilerin tabiriyle “esbaba tevessül etmiş”, ondan sonra “Allah bizimle beraberdir” diyerek tevekkül etmiştir. “Nasıl olsa Allah beni korur” diye devesine binip doğru Medine yoluna koyulmamış, ters yöne gidip, Sevr’de üç gün gizlenerek müşrikleri yanıltmıştır.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN (S.A.S.) DOĞDUĞU EV
Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in doğduğu evin yerinde yapılan bina, hâlen kütüphane olarak kullanılmaktadır. Mekke’ye gelen hacılar ve umreciler tarafından ziyaret edilmektedir.

MUALLÂ MEZARLIĞI


Peygamber (s.a.s.) Efendimiz’in aile fertlerinden birçok kimse ile Hz. Hatice validemiz de burada medfundur.

CİN MESCİDİ


Cin sûresi’nin indiği yerde inşa edilmiş olan mescittir.

Zikredilen bu yerler yıllardır, bir gelenek olarak ziyaret edilmektedir.


* * *
Kutsal topraklarda, coşku ve heyecanla geçirilen sınırlı zaman dilimleri, bir rüya gibi gelir insana.

Daha o mübarek mekânlara “alışayım, doyasıya yaşayayım” derken, hac görevlerinin tamamlanmasıyla ayrılık vakti geliverir.

Bedenleri dönüş heyecanı sararken, ayrılığın mâtemi ve sessizliği, ruhları içten içe iyice kaplar. Gözler yaşlıdır, bazen kelimeler düğümlenir, boğazda. Dokunsan hıçkırıklara boğulabilir, hacı!..

Bu ne hal! Sevinç ve hüzün bir arada, kolkola. Neylesin, ne yapsın hacı!



Yüklə 0,61 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin