Mısır'ın İşgali
Osman b. Affan'ın öldürülmesinden sonra Emir'ül-Müminin (a.s), Kays b. Sa'd b. Ubade el-Ensarî'yi Mısır vilâyetine vali olarak atadı. Daha sonra, bildiği bir sebepten dolayı Muhammed b. Ebu Bekir'i Kays'ın yerine vali olarak gönderdi. Mısır böylece Muaviye'yi huzursuz eden bir diğer bölge olarak kalmaya devam etti. Çeşitli savaşlardan ve sonuçlarından sonra İslâm toplumuna karışıklık ve parçalanmışlık hâkim olunca, Muaviye ve Amr b. As Mısır'ı işgal etmek üzere harekete geçtiler. Mısır, Amr'ın, İmam'ın hükümetini yıkma ve dinin temellerinin sarsma amacına yönelik çalışmalarının karşılığıydı. İmam (a.s), Muaviye'nin Mısır üzerine yürüdüğünü haber alır almaz, Muhammed b. Ebu Bekir'i sayı ve donanım olarak desteklemek maksadıyla harekete geçti. Ancak kısa bir süre sonra Mısır'ın işgal edildiği ve Muhammed b. Ebu Bekir'in şehit edildiği haberi geldi. İmam (a.s), Muhammed b. Ebu Bekir'in öldürülmesinden dolayı çok üzüldü.[423] Daha sonra Malik-i Eşter'i Mısır'a vali olarak atadı ve yönetim ve insanların idaresi hakkındaki ünlü emirnamesini ona yazdı. Ancak Muaviye, çeşitli şeytani ve hile yöntemlerini kullanarak Malik-i Eşter'i zehirledi.[424]
Ümmetin Çöküşü ve Parçalanışı
İmam'ın (a.s) hükümetinin son günlerinde Sakife günü gerçekleşen sapmanın sonuçları somut olarak belirmeye başladı. Muaviye ve onu izleyenler, İslâm'ın içinden İslâm'a karşı savaşmaya başladılar. İslâm toplumunu bir arada tutan son bağları da parçaladılar. İslâm toplumunu tahrip ettiler ve arzularına, ihtiraslarına uygun bir toplum oluşturmaya koyuldular. İmam'ın (a.s) fesadın kökünü kurutmak maksadıyla giriştiği kilometre taşı niteliğindeki üç savaştan sonra ümmetin durumunu şu şekilde özetleyebiliriz:
1- İmam (a.s) ve ümmet, bilinçli, duyarlı seçkin sahabîleri yitirme felâketini yaşadılar. Bunlar, toplum üzerinde son derece etkiliydiler ve risalet çizgisindeki İslâmî hareketi temsil ediyorlardı. İmam'ın (a.s) önderliğinde Kur'ân ve sünnete uygun salih bir ümmeti oluşturacak nitelikte kimseler idiler. Bunların kaybından dolayı İmam (a.s) büyük bir üzüntü yaşıyordu. Onların yasını tutarken söylediği şu sözlerden bu üzüntünün büyüklüğünü anlayabiliriz:
"Sıffin'de kanları dökülen kardeşlerimiz bu gün yaşamadıkları, lokmalar yutmadıkları ve su içmedikleri için zararda değildirler. Allah'a yemin ederim ki, onlar Allah'a kavuştular ve Allah onların ecirlerini eksiksiz vermiş, onları, yaşadıkları korkulardan sonra güvenlik yurduna koymuştur… Nerede yola dizilen ve hak üzere yürüyen kardeşlerim? Nerede Ammar? Nerede İbn-i Teyhan? Nerede Zü'ş-Şehadeteyn? Nerede onlar gibi samimî bir niyet üzere ahitleşen ve günahkârlara karşı başlarını ortaya koyan yiğitler?"
Sonra elini yüzüne koydu ve uzun uzun ağladı: "Ah! Kur'ân okuyan, onu sağlam ve doğru şekilde anlayan, farzları araştırıp ikame eden, sünneti diriltip bidati öldüren, cihada davet edilip davete icabet eden, lidere güvenip itaat eden kardeşlerim!"[425]
2- Ordu serkeşliğe başlamış, dağılmış, zayıflık ve savaştan bıkkınlık alâmetleri belirmişti. Çünkü uzun süren savaşlarda ıraklılar çok ölü vermişlerdi ve İmam'ın (a.s) ordusunun iskeletini de Iraklılar oluşturuyordu. İmam'ın (a.s) hitap gücü, parlak hitabeti ve tartışılmaz kanıtları, halk tabanını savaşı sürdürmeye iletmeye, onları harekete geçmeye yetmez olmuştu. Orduyu isteksiz hâle getiren unsurların başında, Muaviye'nin, dünya malına düşkün kabile reisleriyle olan münasebetlerini ve yazışmalarını kesmemesi geliyordu. Bu kabile reisleri, İmam'ın kuvvetlerini ve onu destekleyen halk kitlelerini zayıf düşürecek her eylemlerine karşı, Muaviye'den büyük maddî kazanç ve yüksek makamlar elde ediyorlardı. Hatta bu yüzden İmam (a.s) Nehrevan Savaşı'ndan sonra, Nuhayle karargâhında orduyu Muaviye'ye karşı savaşmak üzere harekete geçirememişti. Askerlerin çoğu Kûfe'ye girmişlerdi ve İmam (a.s) kapmı dağıtmak ve savaşı ertelemek zorunda kalmıştı.[426]
3- İmam'ın (a.s) ve İslâm ümmetinin yaşadığı zorlu konjonktür, Muaviye'ye İslâm ülkesinin çeşitli bölgelerine saldırma fırsatını doğurmuştu. İnsanları öldürüyor, esir alıyor ve terör eylemlerinde bulunuyordu. Etrafa korku salmıştı. Bu amaçla Irak'ın sınır boylarına da saldırılar düzenlemeye başladı. Numan b. Beşir el-Ensarî'yi Ayn'ut-Temr bölgesini talan etmek üzere gönderdi. Süfyan b. Avf'ı da Heyt bölgesini talan etmek üzere gönderdi. Bunun ardından Enbar ve Medain'e, sonra Vakise'ye saldırması için Dahhak b. Kays el-Fihrî'yi görevlendirdi... Her saldırıda İmam kitleleri karşı koymaya çağırıyordu; ama istenen çabuklukta toplanma gerçekleşmiyordu. Bunun sonucunda Muaviye, İmam'ın (a.s) hükümetinin zayıfladığını ve kendi gücünün de her gün biraz daha arttığını anladı.[427]
Muaviye, Busr b. Ertad'ı Hicaz ve Yemen'i talan etmek üzere gönderdi. Oralarda bozgunculuk yaptı, suçsuz insanları kılıçtan geçirdi.[428] Azgınların yapıp ettikleri, buna karşılık insanların kendisini desteklememeleri üzerine İmam (a.s) derin bir üzüntüye ve kedere kapıldı. İnsanların kendisine destek olmamasından ve kendisini yalnız bırakmasından duyduğu acıyı açıkça dile getiriyor ve şöyle diyordu: "Allah'ım! Ben onlardan usandım, onlar da benden usandılar. Ben onlardan bıktım, onlar da benden bıktılar. Onların yerine bana daha hayırlı olanı ver. Benim yerime de onlara daha kötü olanını ver."[429]
İmam (a.s), ümmeti, hakkı desteklememelerinin, hak çağrısına icabet etmeyi ağırdan almalarının sonucu olarak kendilerini bekleyen karanlık bir geleceğe ve sayısız acılara karşı uyarmıştı. Onlara şöyle demişti: "Bilin ki, benden sonra bir bütün olarak sizi saran bir zillet yaşayacaksınız, alçalacaksınız. Aranıza keskin bir kılıç dalacak. Zalimler aranızda kötü bir tutum izleyecekler; birliğinizi dağıtacak, gözlerinizi ağlar bırakacaklar. Yoksulluk evlerinize girecek. Çok geçmeden, beni görüp de bana yardım etmiş olmayı temenni edeceksiniz. Çok yakında size söylediklerimin hak olduğunu göreceksiniz."[430]
İmam'ın (a.s) Son girişimleri
Ardı arkası kesilmeyen karışıklıklardan, Muaviye'nin iyice azıtıp İslâm ülkesinin çeşitli bölgelerine korku ve dehşet saçmasından sonra, İmam (a.s), ümmeti gafletten uyandıracak geniş çaplı ve son bir hamle yapmak istedi. Halka hitap etti ve onları tehdit etti:
"Artık sizi kınamaktan ve size hitap etmekten bıktım! Ne yapacağınızı bana söyleyin! Eğer benimle beraber düşmanıma karşı çıkacaksanız, bu, benim istediğim ve sevdiğim bir şeydir. Eğer bunu yapmayacaksınız, bunu da bana açıkça söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, eğer benimle beraber topluca düşmana karşı çıkmayacaksanız, Allah bizimle onun arasında hüküm verenlerin en hayırlısı olarak hükmünü verinceye kadar savaşmayacaksanız, size beddua edeceğim, sonra da on kişiyle de olsa düşmanımın karşısına çıkacağım."[431]
İmam'ın (a.s) bu sert ve kararlı tehditleri, halkı gaflet uykusundan uyandırdı. Eğer yardım etmeyecek olurlarsa, İmam'ın (a.s), ailesi ve yakınlarıyla birlikte Muaviye'nin karşısına çıkacağını anladılar. Böyle bir şeyin gerçekleşmesi durumunda kıyamet gününe kadar utanç ve zillet içinde kalacaklarının bilincine vardılar. Halkın ileri gelenleri Muaviye'yle karşılaşmak ve fesadın kökünü kazımak üzere hazırlıklara başladılar. İnsanlar Kûfe dışındaki Nuhayle kampına geri döndüler. Ordunun bazı birlikleri, ramazan ayının dolmasını bekleyen İmam'la birlikte kalan diğer bazı birliklerden önce harekete geçti.
Dostları ilə paylaş: |