ON ALTI MART OLAYI
16 Mart 1920'de İstanbul'un İngilizlerce işgali sırasında Şehzadebaşı'ndaki askeri muzıka karakolunun basılması ve 6 askerin öldürülmesi olayı.
30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf devletleri donanmalarına bağlı zırhlılar İstanbul'a gelerek Dolmabahçe Sarayı önlerinde demirlemişler, karaya asker de çıkarmışlardı. Ancak bu tam bir işgal değildi. Anadolu'da ise 1919 boyunca süren gelişmeler sonucunda Mustafa Kemal önderliğindeki milli hareket oldukça güçlenmiş bulunuyordu. 8 Mart 1920'de sadrazam olan Salih Hulusi Paşa da milli hareketi destekleme eğilimi gösteriyordu. Osmanlı Meclis-i Me-busan'ı 17 Şubat 1920'de Misak-ı Milli'yi kabul etmişti. İngiltere hükümeti bu gelişmeler karşısında, milli hareketin varlığını Fransa'ya resmen kabul ettirmiş olma-
16 Mart
baskınında
ölen
askerlerin
mezarları.
Cengiz Kahraman
arşivi
129
ON ALTI MART OLAYI
sını da göz önüne alarak, endişeye kapıldı ve kenti işgal etmeye karar verdi. Bu fikri müttefiklerine de kabul ettirdi. Karara göre istanbul'un işgaliyle yetinilecek ama sivil yönetime karışılmayacaktı.
16 Mart 1920'de Boğaziçi'ndeki İngiliz zırhlıları sabahın erken saatlerinde karaya asker çıkarmaya başladılar. Bir İngiliz müfrezesi saat 05.30 sıralarında Şehzadebaşı'ndaki 10. Tümen Karargâhı'na geldi ve silahına davranan nizamiye nöbetçisini öldürdükten sonra binanın içine girdi. İngiliz askerleri önce kapıya doğru koşan bir onbaşıyı daha sonra da askeri muzıka erlerinin uyumakta olduğu koğuşa girerek buradaki erlerden dördünü öldürdüler. Olay sırasında 15 er de yaralandı. Bu sırada kentin diğer yerlerine dağılan İngiliz müfrezeleri stratejik noktaları, postaneleri, resmi daireleri işgal ediyorlar ve milli hareketi desteklediği bilinen kişilerin evlerini basarak tutukluyorlardı. Merkez Posta-nesi'nde görevli bulunan Manastırlı Hamdi Bey, postane işgal edilmeden önce işgali ve Şehzadebaşı Karakolu'ndaki katliamı, Ankara'ya, Mustafa Kemal Paşa'ya telgrafla haber verdi.
İşgal kuvvetleri adına yayımlanan bir tebliğde işgalin geçici olduğu belirtildikten sonra, bazı kimselerin "Milli Teşkilat" adı altında tertiplere girişerek adeta yeni bir savaş açmak istedikleri, işgalin amacının Osmanlı idaresinde kalacak memleketlerde saltanatın otoritesini güçlendirmek ve barış koşullarının uygulanmasını sağlayabilmek olduğu belirtiliyor, taşrada karışıklık ve katliam gibi olayların çıkması halinde Türklerin İstanbul'dan mahrum kalabilecekleri bildirilerek herkesin İstanbul'dan verilecek emirlere itaat etmesi isteniyordu.
VI. Mehmed'in (Vahideddin)(->) isteği üzerine Rauf Bey (Orbay) başkanlığındaki bir mebuslar heyeti 15 Mart 1920'de saraya çağrılmış ancak aynı gün gelen bir haberle görüşme 16 Mart'a ertelenmişti. Va-hideddin.heyet üyelerine meclisteki konuşmalarına dikkat etmeleri gerektiğini ve işgal kuvvetlerinin "isterlerse yarın Ankara'ya dahi gidebileceğini" bildirdi. Heyet daha sonra padişahla yaptıkları görüşme hakkında meclis üyelerine bilgi ve-
İL
ON BEŞ-ON ALU HAZİRAN
130
131
ONAT, HİKMET
Nefise Mektebi'nde(->) (Güzel Sanatlar Akademisi) resim derslerine devam ettikten sonra, 1905'te resmen bu okula kaydoldu. 1910'da mezun olduktan sonra açılan Avrupa sınavını kazanarak, Paris'e gitti, burada Cormon Atölyesi'nde çalıştı. I. Dünya Savaşı'mn başlaması nedeniyle 19l4'te İstanbul'a döndü. Bir süre Mek-teb-i Sultani'de (bugün Galatasaray Lisesi) resim öğretmenliği yaptıktan sonra, Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürü Halil Ed-hem Eldem'in(->) isteği üzerine hazırlık sınıfı hocalığına atandı ve 65 yaşında emek-
5 karayolu) boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da katılanlar oluyordu. Göztepe dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile Devlet Malzeme Ofisi işçileri de onlara katıldı ve yürüyüş saat 17.00' ye kadar sürdü.
Diğer bir yürüyüş kolunu Derby Lastik Fabrikası'nın işçileri başlattılar ve Bakırköy'e yürüdüler, Bakırköy'deki Emayetaş işçileri ile birlikte Topkapı'ya geldiler; orada başka işçi kollan ile karşılaşıp Sağnıal-cılar'a doğru yürüyüşe geçtiler. Öte yandan, Demir Döküm, Sungurlar ve Elektro-Metal fabrikalarının işçileri Eyüp'e geldiler. Grundig ve Profilo işçileri ise fabrikaların ya da daha küçük işyerlerinin yoğun olduğu semtlerden Gümüşsuyu'na vardılar, Au-er işçileriyle buluştular. Bir başka yürüyüş kolu Beykoz ve Paşabahçe'den Üsküdar'a doğru oluştu.
İşçilerin eylemleri 16 Haziran'da da devam etti. Kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip, Aksaray üzerinden önce Sultanahmet'e, oradan Cağa-loğlu ve vilayetten geçip Eminönü'ne geldiler. Valilik Haliç üzerinde yer alan o zamanki iki köprüyü de açtırdı. LeVent tarafından gelmekte olan yürüyüş kolunda Tekfen, Eczacıbaşı, Philips, Arı Bisküvi, Roche ve yöredeki diğer bazı fabrikaların
Hikmet Onat
Ara Güler
rirken bir İngiliz taburu Fındıklı Sarayı'nda çalışmalarım sürdüren Meclis-i Mebusan'a gelerek Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'in kendilerine teslim edilmesini istedi. Rauf Bey ve Kara Vasıf Bey kaçma imkânları da varken meclisin istanbul'da çalışma imkânı bulunmadığını kanıtlamak arzusuyla teslim olmayı kabul ettiler. Nitekim Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı işgalden iki gün sonra aldığı bir kararla kendisim feshetti.
izmir'in Yunanlılarca işgalinden sonra istanbul'un da İngilizler tarafından işgal edilmesi bağımsızlığın İtilaf devletleriyle uzlaşarak kazanılamayacağı düşüncesini ve Ankara'nın otoritesini güçlendirdi ve İstanbul halkı arasında milli harekete duyulan sempatiyi artırdı. Birçok mebus, sivil ve asker aydın da bu olaydan sonra Milli Mü-cadele'ye katılmak amacıyla Anadolu'ya geçti.
İSTANBUL
ON BEŞ-ON ALTI HAZİRAN OLAYLARI
15-16 Haziran 1970'te başlayan ve yayılan, kent tarihinin en büyük işçi eylemi.
1907'de, Türk-İş dışına düşmüş yedi sendika tarafından kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK)(-») kısa zamanda önemli bir gelişme göstermiş ve Türk-İş'e alternatif olmaya başlamıştı. DİSK'in yüksek ücret ve ileri haklan içeren başarılı toplusözleşmeleri ve işçi haklarım savunmadaki direngenliği, Türk-İş sendikalarına üye pek çok işçi gözünde onu bir çekim merkezi yapmaktaydı. Toplu halde DİSK üyesi sendikalara geçen işçilerin büyük çoğunluğunu, özel sektöre ait işyerlerinde çalışanlar oluşturuyordu. Böylelikle Türk-İş'in kamu işletmelerinde örgütlü bir konfederasyon, DİSK'in ise hızla gelişmekte olan özel sektöre ait işyerlerinde sendikal hareketi yönlendiren bir örgüt olması ihtimali beliriyor, Türk-İş gitgide kan kaybediyordu.
Türk-İş'in o zamanki merkez yönetimi, büyük ölçüde iktidar (Adalet Partisi [AP]) yanlısı bir tutum izlemekteyken, konfederasyon içindeki muhalefet genellikle ana muhalefet partisi (Cumhuriyet Halk Partisi [CHP]) doğrultusundaydı. Nitekim o sıralarda kendilerine "Dörtlü Muhalefet" de denilen dört sendikanın genel başkanları CHP üyesi ya da taraftarıydılar. (Bu başkanlardan CHP milletvekili Abdullah Baş-türk, başkanlığını yaptığı Genel-İş'le birlikte daha sonraki yıllarda DÎSK'e katılacak, bir kaç yıl sonra da [1978] DİSK genel başkanlığına seçilecekti.)
1970'te AP ile CHP'nin işbirliği yapmaları sonucunda, çalışma yaşamını ve temel sendikal mevzuatı düzenleyen 274 sayılı İş Yasası ile 275 sayılı Sendikalar Yasa-sı'nda değişiklik yapan bir tasarı önce Millet Meclisi'nden, sonra da Senato'dan geçirildi. Yapılmış olan değişiklikler, işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi güçleştirmekte, böylece esas olarak Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışım önlemeyi amaçlamaktaydı. Yasa taslağı 11 Haziran 1970'te
" it
15-16 Haziran
olaylarından iki
görünüm.
Alp Esin fotoğraf
Senato'dan da geçti ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi.
DİSK ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler. Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu yasa değişikliklerini Anayasa Mah-kemesi'ne götüreceğini açıkladı ve iptal davası açtı.
DİSK'li sendikacıların ve işçilerin yasa değişikliklerine karşı tepkileri, 15 Haziran 1970 sabahı, İstanbul'un sanayi yoğun semtlerinden kentin bellibaşlı merkezlerine doğru işçi yürüyüşlerinin başlamasıyla yeni bir evreye girdi. Esasen son 1,5 yıl içinde Singer, Sungurlar, Gamak, Haymak, Demir Döküm gibi fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişleri sürmekte olduğundan birçok fabrikada ya da işçi semtinde gerginlik artmıştı. 15 Haziran 1970'te patlak veren eylem, bir anlamda bu birikimin güçlü bir şekilde dışavurumu oldu. Bu hareketin başlatıcısı durumundaki işyeri temsilcileri ve işçiler Maden-İş, Las-tik-İş ve Kimya-İş'e üyeydiler.
Kent merkezlerine doğru yürüyüş çeşitli kollardan gerçekleşmişti. Kentin Anadolu yakasından Singer işçileri 15 Haziran sabahında işyerlerini terk ederek İstanbul'a doğru yürümeye başlamışlardı. Kartal İlçesi'nin Soğanlı Beldesi'nden Haymak işçileri de onlara katıldı. Ankara Asfaltı (E-
işçileri bulunmaktaydı. Önemli yürüyüş kollarından olan Kartal kolu ise Gebze'den gelen işçilerle birleşerek önce Ankara As-faltı'nda yürüdü; sonra Kadıköy'e doğru Bağdat Caddesi'ne çıkan işçiler, Kadıköy İskele Meydam'ndaki kaymakamlık binasının önüne değin geldiler. Beykoz-Üskü-dar arasında bir başka yürüyüş kolu vardı. Ayrıca Halic'in Beyoğlu yakasında da küçük bir yürüyüş kolu oluşmuştu.
Gösterilere pek çok fabrikadan 75.000 dolaylarında işçi katıldı. Bu fabrikalar arasında Singer, Türk Demir Döküm, Arçelik, Sungurlar, Profilo, Rabak, Gamak, Haymak, Philips, Uzel Traktör, AEG-Eti, Magi-rus, Türk Kablo, Grundig, EAS Akü, Auer, DMO, Gıslaved, Derby, Aksan, Emayetaş, Hoover, Aygaz, Türk Kablo, Türkeli, Elekt-ro-Metal, Roche, Arı Bisküvi, Eczacıbaşı, Tekfen gibi işyerleri bulunuyordu.
Gösterilen tepki esas olarak DİSK üyesi işçilerden geldiği ve yasa değişikliği DİSK'İ yok etmeyi amaçladığı halde, yürüyüşçü işçiler fabrikaların önünden geçerken, çok sayıda Türk-İş işçisi de işi bırakarak toplu halde yürüyüşçülere katıldılar.
Olayların birinci günü akşamı Bakanlar Kurulu 60 günlük bir sıkıyönetim ilan etti, DİSK ve bağlı sendikaların yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar, yargılandılar. Kadıköy'de meydana gelen çatışmalarda iki işçi, bir polis, bir de esnaf ölmüş, sivillerin emniyet mensuplarının silahlarından çıkmış mermilerle öldüğü otopsi raporlarında ortaya çıkmıştı.
Gene olayların ilk günü akşamı, CHP' nin yayın organı niteliğindeki Ulus gazetesi çalışanları Ankara'da gazeteyi işgal ederek, 16 Haziran tarihli ertesi günkü nüshayı kendilerinin hazırlayacaklarını söylediler. Parti Genel Sekreteri Bülent Ece-vit'le yapılan görüşmeler sonucunda, Ulus çalışanlarının hazırladıkları bir deklarasyonun yayımlanması koşuluyla yöneticilerle çalışanlar arasında uzlaşma sağlandı. 16 Haziran'da Ankara Sanayi Çarşısı'nda da bir yürüyüş yapıldı, birçok kişi emniyete götürüldü. İşçi hareketleri Adana'ya, Bur-sa'ya, İzmir'e ve başka sanayi merkezlerine de yayıldı. Türkiye İşçi Paıtisi'nden ayrı olarak, değişikliklerin iptali için CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, Genel Başkan İsmet İnönü ile birlikte partisi adına Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.
Anayasa Mahkemesi, yasa değişikliği konusunda açılmış olan davaları daha sonra karara bağlayacak ve söz konusu yasa değişikliklerim iptal edecekti.
YALÇIN YUSUFOĞLU
ON İKİ HAVARİ KİLİSESİ
bak. HAVARİYUN KİLİSESİ
ONAT, HİKMET
(Mayıs 1882, İstanbul - 14Man 1977, istanbul) Ressam.
Fındıklı'da doğdu. 1903'te Bahriye Mek-tebi'nden mezun olduktan sonra, bir süre güverte subayı olarak görev yaptı. Arkadaşı Ruhi (Arel) ile birlikte bir süre Sanayi-i
Hikmet Onat'ın "Sarıyer'de Kayıklar" adlı tablosu, tuval üzerine yağlıboya, 52x74 cm.
TETTV Arşivi
li oluncaya dek, bu kurumda görev yaptı. Üyesi olduğu, Osmanlı Ressamlar Cemi-yeti'nin sergilerine ve daha sonra düzenlenen devlet resim ve heykel sergilerine eser verdi. 1973 ve 1974'teki devlet resim ve heykel sergilerinde başarı ödülü kazanan sanatçı, ilk kişisel sergisini de ölümünden kısa bir süre önce 1977'de açmıştır.
Onat'ın sanatsal çizgisi irdelenirse, dönem dönem farklılaşmaların olduğu gözlenir. Akademik, klasik dönem sonrasında gözlemin ön planda olduğu natüralist peyzajlarla birlikte, figürlü kompozisyonlar da önemli bir yer tutar. Özellikle, Cumhuriyet' in ilk yıllarında milli coşkuyu yansıtan eserleri önemlidir. İstanbul'un çeşitli görünümlerinin yer aldığı tipik peyzajlarında kalın boya tabakalarıyla oluşturulmuş, tuşa dayalı bir teknik vardır. Kanlıca, Bebek, Haliç, Çengelköy, Üsküdar, Kabataş gibi birçok İstanbul köşesinden gerçekleştirdiği peyzajlarında belirgin bir İstanbul sevgisi görülür. Denizi ve deniz üzerinde oynaşan ışık farklılaşmalarım resimlerinde çokça kullanır. Mavnalar, kayık, iskele gibi denize ait elemanlar resimlerinin ana motiflerindendir. Hoca Ali Rıza sonrasında, benzer bir yaklaşımla izlenimci tavra uygun olarak resmini doğa karşısında tamamlar. Buna karşın, kendisi izlenimci bir ressam olmadığını özellikle vurgulamıştır. Onat'ın, verimli geçen sanat hayatı boyunca, 2.000'e yakın olduğu tahmin edilen eserleri müze, kurum ve özel kolleksiyon-larda bulunmaktadır.
Bibi. Hikmet Onat ve Eserleri, (sergi broşürü), ist., 1977; N. Berk-A. Turani, Çağdaş Türk Resim Sanatı Tarihi, II, İst., 1985; Boyar, Türk
Ressamları, 155-156. .uı^ct rS7uı
AHMET ÖZEL
ONÇEŞMELER
132
133
OPERET
ONÇEŞMELER
bak. İSHAK AĞA ÇEŞMESİ
ONİKİLER
II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) İstanbul'un kabadayı muhitlerinde ve halk içinde korku salmış çete.
Onikiler'in reisi olarak daha çok Fehim Paşa'nın adı geçer. II. Abdülhamid'in es-vapçıbaşısı İsmet Bey'in oğlu olan Fehim Paşa, saraya yakınlığını kullanarak yasadışı işler yapıyordu. Topağacı'ndaki konağı kendisine bağlı kabadayıların sığınağı durumundaydı. Konağın arka tarafındaki bahçede adamlarına silah talimi yaptırır, polisten kaçanları ileride herhangi bir işinde kullanabileceğini düşünerek kendine bağlamak üzere saklar, gerekirse nüfuzunu kullanarak ceza görmeden ya da küçük bir ceza ile kurtulmalarını sağlardı. Her devlet dairesinde sözü geçen, gözünü budaktan sakınmayan adamlarının etrafa saldığı dehşet yüzünden bir dediği iki edilmeyen Fehim Paşa, kendisi gibi çete reisliği yapan diğer paşaların adamlarıyla uğraşmayı çok sever, emrindekilerin rakip çetelere karşı kazandığı başarılarla övünmekten çok hoşlanırdı.
"Onikiler"in, adını reislerinin devlet katında hatırı sayılır bir kimse oluşundan dolayı Tanzimat döneminde 12 kişiden oluşan heyet-i vükeladan (bakanlar kurulu) aldığı ileri sürülmüştür. Mensupları hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamakla birlikte bu dönemin toplumsal hayatına ilişkin gözlem ve anılarını kaleme alan Refi' Ce-vad Ulunay'ın Sayıh Fırtınalar adlı eserinden, Ahmed Rasim'in Muharrir Bu Ya! adlı kitabındaki "Fiyakacı Kabadayılar-Kıyak-lar-Hacamatçılar" başlıklı yazısından ve Sermet Muhtar Alus'un Cumhuriyet gazetesinde çıkan "Onikiler" adlı tefrikasından bazı ipuçları çıkarmak, birtakım isimler tespit etmek mümkün olabilmektedir.
Bu kaynaklara göre Onikiler çetesinde yer alan namlı kabadayılar arasında reisleri Fehim Paşa başta olmak üzere Ka-dayıfçı Ali ve oğlu Hamdi, Kantarcı Sâdık, Mektepli Raşid, Kör Ata Bey, Horhorlu Tevfik, Kantarcı Salim, Burunsuz Ömer, Avratpazarlı Köşklü Ahmed, Aksaraylı Be-hâ, Arpacı Nuri ve Telgrafçı Tahsin'in adları geçmektedir. Ahmed Rasim Onikiler' e, önce Hariciye Nezareti'nde başkavas, ardından da paşa olan Arap Abdullah'ın reislik ettiğini yazar. Aslında hiçbiri tarihsel olarak doğrulanmamış olan bu rivayet ve isimlerin bir kısmı yakıştırmalardan ibaret olabilir.
İstanbul halkı arasında Onikiler'in korku veren ünü, o yıllarda eğlence ve ziyaret yerlerinden, mesirelerden, komşu ve akraba gezmelerinden gecenin geç vaktinde dönmek zorunda kalan herkesi korkutur; anneler, yaşlı kadınlar yaramazlık yapan, yemek yemeyen, uyumayan çocuklarını bunların geldiğini söyleyerek yola getirir; herhangi bir yerde bu çetenin belalı üyelerine rastlamamak, bunlarla kavga etmemek için özen gösterilirdi.
Eski İstanbul kabadayıları arasında bir
dönem için "sayılı fırtına" olarak anılanlar arasında Onikiler'e mensup olanlar çoğunluktaydı. Bu yüzden bazıları da uygun yer ve zaman buldukça, gerçeği araştırmak mümkün olmadığı için, kendilerim bu çeteden gösterirlerdi. Zamanla etkinlikleri azalan ve dağılmak zorunda kalan bu çete de yerini değişen şartlara göre başka topluluklara bırakmış, kabadayılığın vazgeçilmez mekânlarından olan kahvehaneleri yanmış ya da yıkılmış; hayatta olup da bir köşeye çekilmiş olan mensupları ise 1920' li ve 1930'lu yıllarda bu konuyu merak edip yazmak isteyen gazetecilere kaynaklık etmişlerdir.
Bibi. Ahmed Rasim, Muharrir Bu Ya!, ist., 1926, s. 329-330; S. M. Alus, "Onikiler", Cumhuriyet, (9 Haziran-27 Ağustos 1935); T. Alan-gu, Çalgılı Kahvelerdeki Külhanbey Edebiyatı ve Numuneleri, İst., 1943, s. xii; R. C. Ulunay, Sayılı Fırtınalar, İst,1953.
İSTANBUL
OPERA
İstanbul'da ilk opera gösterilerinin III. Mu-rad döneminde (1574-1595) özellikle de şehzadelerin düğünlerinde ve şenliklerde yapıldığı bilinmektedir. Bunların hemen hepsi İtalyamarca yapılan gösterilerdi. Çok daha sonra Fransız, Alman, Avusturyalı ya da Yunan opera toplulukları da görülmüştür. l675'te IV. Mehmed'in şehzadelerinden Mustafa'nın (II) sünneti ile kızı Hatice Sultan'ın düğünü için İtalya'dan bir opera grubunun getirtilmesi düşünülmüştü. Operaya ilişkin daha ayrıntılı bilgiler ise 18. yy'm başlarında Osmanlı elçilerinden Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin Paris'te, Mustafa Hatti Efendi'nin Viyana'da ve Ra-sih Efendi'nin Petersburg'da gördükleri operaları da içeren sefaretnameleriyle İstanbul'a ulaşmıştı. Yabancı bir opera topluluğundan bir opera izleyen ilk Osmanlı padişahı ise III. Selinı'dir (Mayıs 1797).
İstanbul halkı operayı ilk kez 1840'ta izlemiştir. Bu tarihte Giustiniani adlı bir Ve-nedikli'nin getirttiği opera topluluğu halka açık gösteriler vermiştir. 1840 aynı zamanda İstanbul'da opera kültürünün gelişmesinde büyük katkıları olan Bosco Tiyatro-su'nun da açıldığı yıldır. Burada sergilenen ilk opera Bellini'nin "Norma"sı oldu (1841). Sergilenen oyunların metinleri "risale" olarak bastırılarak dağıtılıyordu. Bos-co'da ertesi yıl Gaetano Donizetti'nin "Be-lisario"su, binanın Naum Tiyatrosu(->) adıyla yenilenmesinden sonra açılış operası olarak gene Donizetti'nin "Lucrezia Bor-gia"sı sergilendi, ardından da Rossini'nin "Sevil Berberi" adlı ünlü operası "Berber Operası" adıyla birkaç kez oynandı. Genellikle orijinal dillerinden oynanan bu operaların izleyicileri kuşkusuz gayrimüslim İstanbullular ile yabancı koloni üyeleriydi. 1846'da bestelenen Verdi'nin "Atti-la" adlı operası hemen iki yıl sonra İstanbul'da oynandı. 1847'de büyük Beyoğlu yangınıyla Naum Tiyatrosu da yanmıştı. Yeniden inşa edilen tiyatro 4 Kasım 1848' de Verdi'nin "Macbetto" operasıyla perdelerini yeniden açtı. Böylece bu opera da ilk sahnelenişinden bir buçuk yıl sonra İs-
tanbul'da gösterime çıkmış oldu. 1856-1877 arasında Verdi'nin 12 operası neredeyse dünya prömiyerlerinden hemen kısa bir süre sonra (hattâ bazıları on ay gibi çok kısa bir süre sonra) İstanbul'da da oynanmışlardı. O günlerde Verdi'nin "Ai-da" adlı ünlü operasını İstanbullular bir gecede üç ayrı Beyoğlu salonunda üç farklı gruptan izleyebiliyorlardı. Abdülmecid, opera ve bale gösterileri gerçekleştirilebilmesi için sarayda bir orkestra kurdurmuş, yabancı öğretmenler yardımıyla da saraylı kızlardan bir orkestra ve bale topluluğu da oluşturmuştu. İlk yerli opera/bale/orkestra topluluğu olan bu grup zaman zaman özel kıyafetleriyle törenlere katılır, konserler ve gösteriler de verirdi. Abdülmecid Naum Tiyatrosu'nda sergilenen operalara da ilgi göstermiş, hattâ Donizetti'nin "Linda di Chamounix" (Chamo-unix'li Linda) adlı opera semiseria'sını izlemiştir. Abdülmecid'in, Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu'nun yapımı için verdiği fermanda, izlediği bu operaların büyük etkisi olmuş olmalıdır. Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu'nda(-0 da İtalyan truplar padişah ve konuklarına opera gösterileri sunuyorlardı. Buradaki orkestra Türk müzisyenlerden oluşmuştu ve bir de Mehmed Zeki adında tenor vardı. Bu dönemde İstanbul'da sahnelenen operaları Luigi Ar-diti yönetiyordu. Gaetano Donizetti'nin "L'Ajo nell'imborazzo" adlı operası da Türkçe'ye çevrilerek "Hocanın Hilesi" adıyla burada sahnelendi. Dolmabahçe Sarayı Tiyatrosu'nda sergilenen son eser gene Verdi'nin "Ernani"siydi. Operadan hoşlanmayan Abdülaziz'in de 1866'da bir kez Naum Tiyatrosu'na gelerek opera izlediğini biliyoruz. Yabancı besteciler ile libretto yazarları da Türkiye'de operalar yazmışlardır. Bunlardan biri de V. G.'nin (bazı kaynaklara göre Gabriel Naum) librettosu üzerine Giacomo Panizza'nın besteledi-
"Aida" operası metninin Türkçe çevirisinin
kapağı (1874).
Nuri Akbayar koleksiyonu
TfıĞâtre Françats rroupe ı-Vendredî 16 et Dimanche 1
TRAVIATA
1934'te Fransız Tiyatrosu'nda oynanan Verdi'nin "La Traviata" adlı operasının ilanı. Cengiz Kahraman arşivi
ği ve 1885'te sahnelenen "L'Assedio di Si-listra"dır (Silistre Kuşatması). Bu yıllarda Güllü Agop'un(->) Osmanlı Tiyatrosu ile Dikran Çuhacıyan'ın(-*) Güllü Agop'un tiyatro tekeline karşı opera oynamak üzere Kasım 1874'te (Ramazan ayıydı) Beyazıt'ta kurduğu Opera Tiyatrosu da opera, operakomik ve operet gösterileri yapmaya başlamışlardı. Hattâ ünlü komik Küçük İsmail Efendi ile Mardiros Mınakyan(-») birlikte Bizet'nin "Carmen"ini sergilediler.
İlk Türk opera metni Abdülhak Ha-mid'in (Tarhan) babası İbrahim Efendi'nin yazdığı "Hikâye-i İbrahim Paşa be-İbra-him-i Gülşeni"dir. Ancak bu libretto bestelenmemiştir. Bundan sonraki ikinci girişim de tamamlanamamıştır. Bu girişimde İsmail Zühdi (Kuşçuoğlu), Abdülhak Hamid'in aynı adlı yapıtından "Tezer" adlı bir opera bestelemeye başlamışsa da bitmemiştir. Dikran Çuhacıyan'm "Olimpia" (İkinci Arsak) adlı ilk bestelediği opera ise Naum Tiyatrosu'nda 1868'de İtalyanca, 1869" da da Ermenice olarak sergilenmiştir. Üç perdelik "Şerif Ağa" adlı opera-komik ise ancak 1872'de sahnelenebilmiştir. Güllü Agop'la çalışan Serafim Manasse adlı ve uzun yıllar Ermeni Şark Tiyatrosu'nu yöneten bir sanatçı da hem librettosunu kendi yazdığı hem de bestelediği kimi operalarım yalnız Ermenice ya da doğrudan Türkçe olarak sergilemiştir. M. Vedi Sabra adlı bestecinin Halide Edip Adıvar'ın Kenan Çobanlan adlı eseri üzerine bestelediği opera ile Mehmed Baha'nın (Pars) Abdülhak Hamid'in aynı adlı oyunundan bestelediği, "Nesteren" adlı yapıtı hem libretto yazarı hem de bestecisi Türk ilk operadır ve oldukça ilgi toplamıştır. 1889'da açılan ve Abdülhamid'in yaptırdığı Yıldız Sarayı Tiyatrosu'nda da İstanbul'a gelen yabancı konuk gruplar operalar sergilemişlerdir. Hattâ bir İtalyan ailesi burada 10 kadar operayı saraydaki sanatçılarla birlikte sürekli sergilemiştir. 1920'de Mekteb-i Tıbbiye öğrencilerinin oynadığı, Şehabed-din Süleyman ile Hulki Âmil'in (Keymen) librettosu üzerine Nurullah Bey'in (Taşkı-ran) bestelediği "İhtiyar" ilginç bir opera örneğidir.
Bu tarihlerden başlayarak İstanbul'da opera çalışmaları, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin müttefiki olan Almanya ve Avusturya'dan gelen birkaç konuk grubu ve 1930'da Ahmet Adnan (Saygun) ve Mahmud Ragıp Bey'in (Gazimihal) birlikte kurdukları Opera Cemiyeti'nde bazı opera
parçalarının piyano eşliğinde resitaller halinde sunulmasını saymazsak bir süre duraklamıştır.
Cumhuriyet döneminde ise yeni çalışmalar başkent oluşu nedeniyle Ankara'ya kaymış, 1934'te Ankara'da Devlet Konser-vatuvarı bünyesinde başlanan çalışmaların sonucunu İstanbul yalnızca küçük bazı turnelerle izleyebilmiştir. Bundan sonra İstanbul'daki opera gösterileri, 1957'deki Opera Stüdyosu'nun ardından 1959'da Şehir Tiyatroları'na bağlı olarak açılan ve 1970'te Devlet Opera ve Balesi'ne(-») dönüştürülen Şehir Operası(->) ve 1970 sonrası Ankara Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü'nün turneleri ile sürmüştür.
Dostları ilə paylaş: |