ODO DE DEUIL
(?, Deuil -1162, Saint Deniş) Fransız din adamı ve tarihçi.
Paris yakınlarında Deuil Köyü'nde doğan Odo, yine Paris'in kuzeyinde bulunan Saint Deniş Manastırı'nda keşiş iken bu manastırın başrahibi Abbe Suger tarafından, o sırada ikinci Haçlı Seferi'ne katılmaya hazırlanan Fransa Kralı VII. Louis'nin yanına sekreter olarak verildi. Böylece, sefer boyunca kralın yanında bulunan Odo, yolda gördüklerini, Haçlı ordusu Antiokhe-ia'ya (Antakya) vardıktan sonra, 19 Mart 1148 tarihli bir mektupla Suger'e yazdı. Fransa'ya döndükten sonra aynı manastırda kalan Odo, Suger'in 1151'de ölmesinden sonra yerini aldı ve ölümüne kadar Saint Deniş Manastırı'nın başında bulundu.
Fransız Haçlı ordusu Haziran 1147 ortalarında Paris'ten yola çıkarak Almanya ve Macaristan yoluyla Belgrad'a ve oradan bugünkü anayolu izleyerek Kostantino-polis'e doğru ilerledi. Önde giden imparator III. Konrad yönetimindeki Alman askerlerinin yol boyunca yaptıkları saldırı ve yağmalar Fransız ordusunun durumunu da zorlaştırdı. Bizans imparatoru I. Manu-el Komnenos'un Haçlıları Çanakkale Bo-ğazı'ndan geçirerek Anadolu'ya göndermek istemesine karşın, başkentin zenginliklerine ilgi duyan ordular mutlaka Kons-tantinopolis'e uğramak istiyorlardı. Eylül sonu ya da ekimin ilk günlerinde Konstan-
tinopolis'e varan Fransızların Üsküdar'a geçmeleri bir aya yakın bir zaman aldı. Bu arada, yalnız ileri gelenlerin kente alınmasına karşılık, geri kalanlar kent dışındaki mahalleleri ve sarayları yağmaladılar ve yaktılar. Odo'nun tasviri daha çok iki taraf arasındaki geçimsizlikler ve çatışmalarla ilgilidir, ancak ilk defa gördükleri zenginlikler karşısında kendilerini tutamayan Batılılara karşı Bizanslıların savunma ve defetme tutumunu da haklı bulmaktan kendini alamaz. Bu arada da biraz kentten söz eder. Blahernai Sarayı'mn mermer döşemelerine, resimlerine ve altın kaplamalarına hayran kalan yazar, surları pek önemsemez ve bunların Haçlı ordularının saldırısına karşı koyamayacaklarım söyler. Kentin en kalabalık dönemlerinden olan o yıllarda bile, Odo'ya göre, suriçinde tarlalar ve bostanlar vardır ve bunlar halkın ihtiyaçlarının önemli bir bölümünü karşılar, içme suyu kente dışardan yeraltı kanallarından gelmektedir. Buna rağmen kentin içi pis ve mezbeleliktir. Bunun nedeni zenginlerin evlerinin üst katlarını sokakların üstünden aşırmaları ve yolları tümüyle karanlıkta bırakmalarıdır. Böylece sokaklar yoksulların pislik ve karanlık içinde kaldıkları güvenliksiz lağımlar haline gelmiştir. Metin ilk olarak 1660'ta Latince basılmış, 1825'te F. P.-G. Guizot Fransızca çevirisini yayımlamıştır.
STEFANOS YERASİMOS
OĞAN, AZİZ
(1888, İstanbul - 5 Ekim 1956, istanbul) Müzeci.
Edremit eşrafından Yağcı Hacı Halil Ağazade Ahmed Efendi'nin oğludur. Aile dostları olan Osman Hamdi Bey'in(-») teşvikiyle 1903'te Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi, 1907'de mezun oldu. Daha sonra Osman Hamdi Bey tarafından Âsâr-ı Atika Müzesi'ne (bugün Arkeloji Müzeleri) memur olarak alındı. Hamdi Bey ve kardeşi Halil Edhem Eldem(->) Aziz Oğan'ın yetiş-mesiyle yakından ilgilenmişler ve onu başta Efes, Sardes, Afrodisyas ve Didim olmak üzere Anadolu topraklarında yabancı ekipler tarafından yürütülen kazılarda komiser olarak görevlendirmişlerdir. 1914'te âsâr-ı atika müfettişi olarak izmir'e tayin edilen Aziz Oğan I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla askere çağrıldı, önce Çanakkale ardından da Kafkas cephelerinde savaştı. 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşa'nın eski eserlerden anlayan bir subay istemesi üzerine, Osman Hamdi Bey'in tavsiyesiyle 1917'de Suriye'ye gönderildi, burada bir müze kurulması, antik dönem, islam ve Osmanlı dönemi anıtlarının onarımı işlerinde çalıştı ve Şam Sanayi-i Nefise Mektebi müdürlüğüne atandı. 1917 sonlarında İstanbul'a dönen Aziz Oğan Arkeoloji Mü-zeleri'ndeki eski görevine verildi, bir süre sonra ise müfettiş olarak yeniden izmir'e tayin edildi. İzmir Arkeoloji Müze-si'nin, Bergama ve Efes'te yerel müzelerin kuruluş çalışmalarına katıldı.
Aziz Oğan, Halil Edhem Eldem'in 1931'de emekli olmasıyla istanbul müzeler
Aziz Oğan
Cengiz Kahraman arşivi
genel müdürlüğüne tayin edildi. 23 yıl süren bu görevi sırasında Arkeoloji Müzeleri koleksiyonları sürekli genişlemiş, müzede bir kimya laboratuvarı, bir fotoğraf stüdyosu ve bir heykel atölyesi açılmış, Osman Hamdi Bey döneminde başlanan Arkeoloji Müzeleri yayınları serisine devam edilmiştir.
Aziz Oğan'ın çalışmaları yalnızca Arkeoloji Müzeleri ile sınırlı kalmamıştır. Kendisine bağlı olan Topkapı Sarayı, Türk ve İslam Eserleri ve Ayasofya müzelerinin gelişmeleriyle yakından ilgilenmiş, özellikle yayın yapmaları için gerekli olan desteği sağlamıştır.
Aziz Oğan dünya müzeciliğinin gelişmesini yakından izlemiş, bu amaçla Avrupa ve Amerika'da incelemeler yapmıştır. Oğan'ın müzecilik alanında yaptığı çalışmalar Avrupa bilim çevrelerinin de dikkatini çekmiş ve Prag, Berlin, Viyana Arkeoloji Enstitüleri ile Mainz Akademisi'ne asil üye olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Türk Tarih Kurumu'na da üye seçilmiştir. Müze yöneticiliğinin yanısıra müzecilik, arkeoloji ve eski eserler hakkında çok sayıda rapor ve makale yazmıştır. Başta Yeni İstanbul gazetesi olmak üzere Belleten, TTOK Belleteni, Yeni Türk, Eminönü Halkevi, Tarihten Seslerve Archâeologischer Anzeiger (Berlin) dergilerinde yayımlanan makalelerinden başka İzmir, Efes, Bergama rehberleri, Didim Apollo Tapınağı rehberi ve Kariye Camii üzerine kitap halinde yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır.
Ressam olarak Aziz Oğan daha çok portre ve figür çalışmaları yapmıştır. Çoğunlukla aile fertlerini konu alan bu resimlerin bir bölümü ailesinde bulunmaktadır.
Bibi. S. Eyice, "Aziz Oğan", Türk Yurdu, S. 263 (1956), s. 421-429; A. M. Mansel, "Aziz Oğan", Belleten, S. 85 (1958), s. 117-135; J. inan, "Aziz Oğan", istanbul Enstitüsü Dergisi, S. 3 (1957), s. 167-176.
NECLA ARSLAN
OĞLANLAR TEKKESİ
Fatih Ilçesi'nde, Aksaray'da, Çakır Ağa Ma-hallesi'nde, Cerrahpaşa Caddesi ile Millet Caddesi'nin(->) kesiştiği yerde, Aksaray Karakolu'nun yanında idi. 1957'de Millet Caddesi'ni açmak amacıyla başlatılan yol çalışmaları sırasında yıktırılmıştır. Kaynaklarda adı, "Olanlar", "Gavsî", "Şeyh İbrahim Efendi", "Yakub Ağa" ve "Cism-i Latif' Tekkesi olarak da geçer.
Oğlanlar Tekkesi'nin tarihi, II. Mehmed (Fatih) dönemine (1451-1481) kadar uzanmaktadır. 1453-1461 arasında Sekbanbaşı Yakub Ağa tarafından kurulmuştur. Hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayıp yalnızca Beyazıt'ta bir mescit inşa ettirdiği bilinmektedir. Nitekim 1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri'nde, bu mescitten söz edilmekte ve Yakub Ağa'nın vakfettiği gayrimenkul sayılırken, bu gelir kaynaklarından bir kısmının Aksaray'daki tekkesi için ayrıldığı belirtilmektedir. Ancak tekkenin ilk dönemine ait bilgilerin sınırlı olması, bu kuruluşun 17. yy'ın başlarına kadarki tarihini karanlıkta bırakmakta, ayrıca tekkenin hangi tarikata bağlı bulunduğu da bilinmemektedir.
17. yy'ın başlarında tekkeyi yeniden canlandıran kişi, "Olanlar Şeyhi" lakabıyla tanınan İbrahim Efendi'dir(->). 1591'de Eğridir'de doğmuş, İstanbul'a gelerek Sey-yid Nizameddin'in oğlu Seyyid Seyfullah'ın halifelerinden Hakikîzade Osman Efen-di'ye intisap ederek Halveti hilafeti almıştır. Önce Hakikîzade Tekkesi'nde post-nişinlik yapmış, ardından Aksaray'da kendi lakabıyla ünlenen Olanlar ya da Oğlanlar Tekkesi meşihatım üstlenmiştir. l655'e kadar bu görevi sürdüren ibrahim Efendi, döneminin tanınmış mutasavvıflarından Aziz Mahmud Hüdaî(-») ve Abdülahad Nuri'den^) feyz almakla birlikte, aslen ikinci devre Melamîlerinden sayılmaktadır. Dil-i Dana adlı eserinde Melamî kutbu Idris-i Muhtefî(-0 ile görüştüğünü kaydeden ibrahim Efendi, dönemin tanınmış Melamîlerinden Hüseyin Lamekânî'nin (ö. 1625) müntesiplerindendir. Hayatı ve Oğlanlar Tekkesi'ndeki Melamî meşrep tasavvuf kültürü hakkında en geniş bilgi, müritlerinden Sunullah Gaybî'nin Sohbetname' sinde mevcuttur.
17. yy'ın ilk yarısında Bayram! Melamîliğinin temsil edildiği Oğlanlar Tekkesi'nin bu tarihten itibaren hangi tarikata bağlandığı tespit edilememekte ancak 19. yy'ın başlarında Dede Efendi lakabıyla tanınan bir şeyh tarafından Halvetîliğin Şabanî koluna geçirildiği görülmektedir. Tekke 1871' de Mısır hıdivlerinden Prens Abbas Paşa' nın eşi Prenses Mahveş Hanımefendi tarafından yeniden inşa ettirilmiş ve bu tarihten itibaren Kadiri tarikatının denetimine girmiştir. Bu dönemde tekkede Hüsnü Efendi ve Meclis-i Meşayih başkanlarından Saffet Efendi (Yetkin) (ö. 1950) tarafından Kadiri meşihatı temsil edilmiştir. Ayrıca yine bu dönemde tanınmış Kadiri şeyhlerinden Şerif Ali Efendi bir süre postnişinlik yapmış, oğlu Mehmed Sururî Baba da Sultanahmet'teki Kaygusuz Tekkesi meşiha-
Oğlanlar
Tekkesi'nin
Aksaray
Karakolu'nun
yanından
görünüşü.
Encümen Arşivi,
1952
tını üstlenmiştir. Sururî Baba'nın oğlu Ab-dülhay Öztoprak (ö. 1961) ise, Beşiktaş'taki Yahya Efendi Tekkesi'nin son Kadirî-Nakşî şeyhidir (bak. Kadirîlik).
Dört katlı kagir bir yapı olan Oğlanlar Tekkesi dışarıdan yaklaşık 17x19,50 m bo-yutlanndadır. Duvarlar tuğla ile örülmüş, zemin katın cadde üzerindeki güney cephesinde, türbe-sebil ile çeşmenin bulunduğu kesim mermerle kaplanmış, kırma çatı alaturka kiremitlerle örtülmüştür. Zemin katın ekseninde, güney yönünde türbe-sebil, bunun arkasında tevhidhane, bu bölümlerin doğusunda harem ile çeşme, batısında selamlık kesimi yer alır.
Kare planlı (7x7 m) tevhidhanenin girişi kuzey yönündeki küçük avluya açılır. Bu yönde, kemerleri dört adet sütun ile bir duvar parçasına oturan bir son cemaat yeri revağı tasarlanmış, tevhidhanenin kuzey duvarının ortasına giriş, bunun yanlarına, söz konusu mekânı aydınlatan birer pencere yerleştirilmiştir. Diğer duvarlarda pencere bulunmamakta ancak doğu ve batı duvarlarında, karşı karşıya gelecek şekilde, hareme ve selamlığa geçit veren birer kapı, güney duvarının ekseninde de mihrap nişi yer almaktadır.
içerden 7x4,80 m boyutlarında olan türbe-sebil bölümü, Osmanlı mimarisinde, özellikle 17. yy'dan itibaren görülmeye başlanan türbe-sebil ilişkisinin geçen yüzyıla ait ilginç bir örneğini oluşturur. Bu bölümde söz konusu iki fonksiyon tek bir mekân içinde halledilmiş, Cerrahpaşa Cad-desi'ne açılan sebil pencereleri aynı zamanda türbenin niyaz (ziyaret) pencereleri olarak kullanılmıştır. Türbe-sebil caddeye (güneye) doğru, köşeleri 45° pahlı bir çıkıntı yapmakta, bu çıkıntıda ikisi dar, ikisi geniş olmak üzere toplam dört adet pencere sıralanmaktadır.
Söz konusu pencereler arasında, yuvarlak madalyonlar içinde, Kadirîliğin sembolü olan ve bu tarikatın taçlarının tepesinde de yer alan "Kadiri gülleri" dikkati çeker. Kemerlerin üstünde, antik Yunan mimarisinden kaynaklanan üçüz yivlerin (trigliflerin) oluşturduğu bir silme uzanmakta ve bütün cephe boyunca devam etmektedir. Yivli konsollarla ve rozetlerle bezeli olan saçak altı silmesinde, altı adet mermer levhaya sülüsle yazılmış bulunan manzum kitabenin son mısraı ebcedle 13877 1870-71 tarihini vermekte, ayrıca metinde türbe-sebilin (ve muhtemelen tekkenin) bâniyesinin adı belirtilmektedir.
Türbede, tekkenin ilk banisi olan Yakub Ağa ile içlerinde Oğlan Şeyh ibrahim Efendi'nin de bulunduğu bazı şeyhler gömülüdür. Türbeden harem ve selamlık bölümlerinin girişlerindeki taşlıklara açılan iki kapı vardır. Bu mekânın iç düzeni 1957'de gerçekleştirilen taşınma sırasında tamamen bozulmuş ve özgünlüğünü yitirmiştir. Aslında kuzey kesiminde, ikisi duvara gömülü olan dört adet, Dor başlıklı sütun sıralanmakta, bu sütunları birbirine ve duvarlara bağlayan yuvarlak kemerlerin arkasındaki bölüm beşik tonozla, pencerelerle kemer dizisi arasındaki kesim de tekne tonozla örtülü bulunmaktaydı.
Harem bölümünün yuvarlak kemerli ve lentolu girişi iki yandan, neogotik üslupta kemerleri olan, dar ve uzun birer pencere ile kuşatılmış, lentoya bir Kadirî gülü kabartması, kapının sövelerine de çeşitli sembolleri ("hamse-i âl-i aba", "şeş cihet" vb) ifade etmesi muhtemel, beş kollu yıldız kabartmaları işlenmiştir. Selamlık kanadı da bunun eşi olan bir kapı ile donatılmış ancak harem girişindeki bezemeler burada kullanılmamıştır. Harem ve selamlık bölümleri, tasarımlan ile olduğu kadar cephe-
İL
OKÇULAR TEKKESİ
124
125
OKMEYDANI
leri ile de, tekkenin yeniden inşa edildiği Abdülaziz döneminin (1861-1876) kagir sivil mimarisinin kapsamına girmektedir. Çeşitli kapılarla türbe-sebil, tevhidhane ve arka bahçeye açılan bu bölümler türbe-se-bilin üzerinde geriye çekilmiş, türbe-sebi-li yanlardan kuşatan kanatlar üçer katlı, cepheden geriye çekilen kesim ise iki katlı olarak tasarlanmıştır.
Çeşme yanlardan, İyon başlıklı iki gömme sütunla kuşatılmış, sepet kulpu biçiminde bir kemerle taçlandırılmışlar. Kemerin altında, 1291/1874 tarihli, ta'lik hatlı manzum kitabe yer alır. Ayrıca kemerin üzerinde, aşağıdan yukarıya doğru önce "Hafız Ahmed" imzalı ve 1291/1874 tarihli bir hadis, sonra diğer bir ibare, sütunların üzerindeki çıkıntılı yüzeylerde, soldaki "ihsan" imzalı birer ayet dikkati çeker. Bütün bunlar sülüs hatla yazılmıştır.
Oğlanlar Tekkesi, çok katlı tasarımı ve özellikle Cerrahpaşa Caddesi üzerindeki cephesi ile İstanbul'daki diğer geç dönem tarikat yapılarından ayrılmakta ve ilginç özellikler sergilemektedir. Türbe-sebilin pencerelerinde ve harem girişinde yer alan sembolik bezemeler dışında, söz konusu cephe, ilk bakışta yapının niteliğini vurgulayan hiçbir unsur barındırmamakta, tekke, bu yönden bakıldığında Tanzimat döneminde moda olan kagir rical konaklarını (özellikle Horhor'daki Abdüllatif Sub-hi Paşa Konağı), aynı dönemin kamu yapılarını hattâ İstanbul'da giderek yaygınlaşan apartmanları andırmaktadır. Ayrıca Oğlanlar Tekkesi'nin türbe-sebil bölümü, aynı yılda tamamlanmış olan Aksaray'daki Valide Camii'nin(->) türbe-sebili ile büyük benzerlik gösterir. Tekkenin cephesi ana hatları ile ampir üslubunu(->) yansıtmakta ancak harem kesiminde gözlenen, neogotik sivri kemerler Abdülaziz döneminin eklektik zevkine bağlanmaktadır.
Bibi. Barkan-Ayverdi, Tahrir Defteri, 133, no. 750; Çetin, Tekkeler, 584; Aynur, Saliha Sultan, 37, no. 138; Ayvansarayî, Hadîka, I, 128; Âsi-tâne, 14; Osman Bey, Mecmua-i Cevamî, I, 12-13, no. 19; Münib, Mecmua-i Tekâyâ, 7; Ih-saiyatll, 20; Vassaf, Sefine, V, 272; Osmanlı Müellifleri, I, 170-171; Gölpınarlı, Melamîlik, 90-113; Kumbaracılar, Sebiller, 59; Öz, istanbul Camileri, I, 113; Unsal, Eski Eser Kaybı, 18; Ayverdi, Fatih III, 496; Ayverdi, Fatih IV, 547-548; H. K. Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyî ve Celvetiyye Tarikatı, ist., 1982, s. 136; V. M. Ko-catürk, Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara, 1955, s. 307-309; Fatih Camileri, 289.
M. BAHA TANMAN
OKÇULAR TEKKESİ
Haliç kıyısından başlayarak Kasımpaşa semtini sınırlandıran, Okmeydanı adı verilen geniş arazi dahilinde Hasköy sırtında yaptırılmış bir nevi spor ocağının idari binasıdır. Atıcılar Tekkesi, Okmeydanı Tekkesi ve Tekke-i Tirendezan gibi adlar da almıştır.
Klasik anlamda bir tarikat tekkesi değilse de, şeyhinin oluşu ve devamlı tekkede ikamet etmesi ve mensuplarından başkasına yasak oluşuyla aynı tarikat tekkesi gibi haürlanılmıştır. Ok atıştan esnasında tekkedeki gündelik hayatlarında ve mensup-
Okçular Tekkesi'nin minaresi ve duvar
kalıntıları.
Encümen Arşivi, 1949
larının sohbetlerinde aynı tarikatlardaki gibi sık sık esma tabir edilen ortak kelimelerin tekraren söylenilmesi, binanın mimari teşekkülünün de diğer tekke mimarilerine benzemesinden tekke niteliği resmiyet kazanmıştır. Tekkede kullanılan kelimeler sadece bu tekkenin usulü gibi kaydedilmiştir. Bunlar "La ilahe illallah", "Ya Mu-hammed", "Barek Allah", "Ya Hak", "Ya Hay", "Şaniallah", "Hu", "Maşallah", "Ya Allah", "Bismillah", "Allahuekber", "Fatiha" ve "Eyvallah"tır. Bunlar tekke mensuplarının nişan taşlarına dahi yansımıştır.
Tekke Fatih Vakfı'nın arazisinde II. Ba-yezid'in (hd 1481-1512) emri ile İskender Paşa (ö. 1515) tarafından yaptırılmıştır. Zamanla harap olan tekke l639'da Silahdar Mustafa Paşa tarafından tekrar yenilenmiş daha sonra 1770'te III. Mustafa (hd 1757-1774) tekkeye kagir bir minare ilave etmiştir. Son olarak II. Mahmud (hd 1808-1839) 1832'de bu spor ocağını tamamen yenilet-tirmiştir.
Okçular
Tekkesi'nin
Keramet Nigâr
ve Metin Nigâr
tarafından
yapılmış bir
restitüsyon
denemesi.
E. Nedret işli arşivi
Tekke duvarlarla çevrili geniş bir avlu ortasında iki katlı ve cami ile bitişik ahşap tek çatı altında ve iki kapılı olarak tasarlanmıştır. Avluya ihata eden duvarların kuzeydoğu köşesinde tekkeden ayrı haremliğe sahip bir Hünkâr Köşkü ve bunun güneye ve batıya uzanan duvarları boyunca peykeli hizmetkâr odaları yer almıştır. Tekke, mescit mekânına bitişik bir büyük meydan odası ile bir paşa odası ve şeyh odası olarak dört hacimden ibaretti. Meydan odasının üç tarafı erkân minderleri ile çevrilmiş, duvarlarda pencere aralarında ahşap dolaplıklar, bunların da üzerinde tepe pencereleri ve raflar yer almıştır. Dolaplara kemankeşlikle ilgili kitaplar ve emirnameler ile Okmeydanı'na ait kayıt defterleri konulurdu. Duvarlarda ok kuburları, yaylar ve kemanlar ile okçulukla ilgili hatlar asılırdı. Paşa odası devlet ricalinden olan okçulara mahsus idi. Şeyh odası Okmeydanı şeyhinin şahsi çalışma odası idi. Tekke dahilinde kıyafet beyaz olarak tespit edilmişti. Okmeydanı şeyhi yaz kış devamlı burada oturur, okçular haricinde kimseyi tekkeye almazdı. Tekke dahilinde bir mutfak, iki kuyu, bir methal ve iki sofa mevcuttu.
Kuruluşundan 19. yy'ın başlarına kadar tespit edilebilen şeyh silsilesi şöyledir; l- Amasyalı Hattat Şeyh Hamdullah, 2-Kemankeş Uncu Suca, 3- Rahikî Ali Ağa, 4-Kaddî İbrahim Efendi, 5- Kâtip Ahmed Efendi, 6- İsmail Çelebi Efendi, 7- Seyyid Mustafa Efendi, 8- Nazifî Mustafa Ağa, 9-Binyüzcü Hafız Efendi, 10- Cabizâde İbrahim Efendi, 11- Boldanî İbrahim Efendi, 12- Mustafa Efendi.
Günümüzde kaidesi ve yarım gövdesi kalmış minare ile gecekondu istilasında olan Okçular Tekkesi'nin arsası mülkiyet yönünden halen Fatih Vakfı'ndandır. Bibi. Ayvansarayî, Hadîka, II, 18; Evliya, Seyahatname, I; S. K. İrtem, Türk Kemankeşleri, ist., 1939; 1. F. Ayanoğlu, Ok Meydanı ve Okçuluk Tarihi, Ankara, ty.
H. NECDET İŞLİ
OKÇULUK
Ok Türklerin savaşta silahlan, okçuluk da barışta en büyük sporlarıydı.
Türk boylan dört yana dağılırken ok ve yayı da beraberlerinde götürdüler. Osma-noğulları da fethettikleri her diyarda bir Okmeydanı kurdular. Fetihten sonra İstanbul'da da bir Okmeydanı(->) kuruldu. Meydanın sınırlandırılması işine Akşem-seddin(-0 nezaret etmiş, sınır taşlarının dikilmesi işiyle de Faik Paşa ile Midillili Da-vud Subaşı meşgul olmuşlardı.
II. Bayezid döneminde (1481-1512) burada bir de Okçular Tekkesi(->) yapılmıştı. Tekkede, toplantı ve idman salonlarının yanısıra hocalar için özel daireler, kemankeş denilen okçulara ücretsiz yemek dağıtan bir aşevi ve okçular şeyhi için özel bir daire bulunuyordu. Okçuluk burada gerçek bir spor dalı halinde büyük bir gelişme gösterirken kemankeşler bu meydanda yay gerip ok savurmuşlardı. Meydanın da, tekkenin de kendine özgü birtakım töreleri, kuralları vardı. Yarışmalar hakkındaki en ince ayrıntılardan, kemankeşlerin yemekhanede sofraya nasıl bir sırayla oturacaklarına kadar her şey bir bir belirlenmişti.
1683-1691 arasında hazırlanıp Okçular Emiri Abdullah Efendi tarafından kaleme alınan ve 41 ünlü kemankeş tarafından da incelenip müzakere edildikten sonra imzalanan ve II. Süleyman (hd 1687-1691) tarafından da onaylanan Tezkire-i Rumat (Atıcılar Tezkiresi) bu tekkenin ve meydanın törelerini, kurallarını anlatır. Padişah dahi buraya ok atmaya geldiğinde bu kurallara uymak zorundaydı. En büyük kemankeşler de, padişahlar da bu yasaya her zaman büyük bir saygı göstermişlerdi.
Okmeydanı'nda pazartesi ve perşembe günleri atış yapılır; pazar ve çarşamba günleri istirahat ile geçer, diğer günlerde de çalışmalar olurdu. Bu program asla değişmemiş ve kimselerce değiştirilmemişti. Okmeydam'nın sınırlarına en ufak tecavüz büyük suç kabul edilirdi. Bu sınırların içinde bir suyolunun açılmasına, bir bahçe parçası yapılmasına, hattâ bir mezar kazılmasına dahi müsamaha ve müsaade edilmezdi. Bu alana yapılan en ufak tecavüz Galata kadısı tarafından şiddetle cezalandırılırdı.
Okmeydanı'na yay gerip ok savurmak için "kabze" alınması şarttı. Kabze, okçunun lisansıydı. Okçular Tekkesi'nden kabze alabilmek için en az 900 gez (594 m) mesafeye ok düşürmek gerekliydi. Bu meydanda, "gez" tabir edilen ve bugünün ölçüsüyle 66 cm'ye tekabül eden bir sistem kullanılırdı. 66 cm bir ok boyu idi. 900 gez mesafeye ok savurmamış kemankeşlere, hattâ padişahlara dahi Okçular Tekkesi tarafından "kabze" verilmezdi. Kabze-si bulunmayan bir kimse, kim olursa olsun burada yarışmalara katılması bir yana talim dahi yapamazdı.
Türk okçuluğunda uzun mesafe atışları olan "menzil", hedefe atışlar olan "puta" ve nihayet kalın hedefleri okla delme becerisine dayanan "zarp" olmak üzere üç
tür ok atışı yer alır. Menzil atışları çeşitli rüzgâr istikametlerine göre yapılırdı. En uzak mesafeye ok düşüren bir kemankeşin adına mermerden "menzil taşı", puta atışlarda büyük başarı sağlayan okçuların adına da yine mermerden "nişan taşı" dikilirdi. Meydanın dört yanında pek çok sayıda ve her biri birer hat ve sanat eseri menzil ve nişan taşlan bulunmaktaydı. Ayrıca tekke binasının hemen karşısında mermer kaplama nefis bir açık hava minberi vardı. Meydanın bir köşesinde ve Okçular Tekkesi yakınında ünlü kemankeşlerin gömüldükleri bir okçular mezarlığı mevcuttu. Ayrıca meydanın Halic'e bakan bölümünde bir gülistan olarak tanzim edilmiş bahçeler yer almaktaydı. Kasımpaşa' dan Okmeydanı'na gelenler önce bu bahçede dinlenirler, sonra meydana çıkarlardı. Bu bahçelik alan "Çıksalın" adıyla anılırdı. Karayoluyla ulaşım hayli güç olduğundan, Okmeydanı'na giriş kapısı Kasımpaşa'dan idi. Buradaki iskele de "Hasbah-çe İskelesi" adıyla anılırdı. Hasbahçe'de sonraları inşa edilen padişaha ait Aynalıka-vak Kasn(-») da meydanın müştemilatından sayılırdı.
Büyük bir okçuluk meraklısı olan II. Bayezid'in(->) ülkedeki ok ve yay imal eden ünlü ustaları İstanbul'a getirip bir çarşıda topladığı da bilinir. Bu çarşının bulunduğu Bayezid Camii'nin önündeki cadde bu nedenle bugün de "Okçularbaşı Caddesi" adını taşır. Okmeydanı'nda 1.000 gez (660 m) üzerinde ok savuran 22 ünlü kemankeşin arasında II. Mahmud'un 1.225 gez (808,50 m) mesafeye ok savurmakla 17. sırayı alması da dikkati çeker. Bu konuda rekor ise 1.281 gez (845,66 m) ile Tozkoparan Ahmed Ağa'ya(->) ait bulunmaktadır.
Ateşli silahların bulunmasıyla okçuluk önemli bir darbe yedi. Ancak bu kez de ateşli silahlarla yapılan atışlarda elde edilen başarıların nişan taşlarıyla değerlendirildiği görüldü (bak. nişan taşları).
Zamanla unutulan okçuluk sporunun yeniden ihyası konusunda 1937'de, Atatürk'ün direktifiyle "Milli sporumuz okçu-
Mustafa Kâni'nin Telhis-i Resailü 'r-Rumat adlı kitabında yay yapımını gösteren çizimler. Nuri Akbayar koleksiyonu
Geleneksel okçuluğun son temsilcilerinden Necmeddin Okyay. Cengiz Kahraman arşivi
luğun canlandırılması, gelişmesi ve eski şöhretine yeniden sahip olabilmesi" için ük adım atıldı. Bu ilk adımda eski ünlü kemankeşlerin soyundan gelme ve ok sporuyla ilgilenen İbrahim Özok ve Bahir Özok kardeşlerle Vakkas Okatan ve Necmeddin Okyay(->), Hafız Kemal Gürses ve Halim Baki Kunter'in büyük payları oldu. Beyoğlu Halkevi bünyesi içinde kurulan "Ok Spor Kurumu" büyük bir müze ve kütüphane meydana getirdiği gibi gençler arasında da yaygın bir çalışma gösterdi. Ancak Atatürk'ün vefatından hemen sonra, tepeden inme bir emirle bu kurum kapatıldı. Müzesi ve kütüphanesi sokağa atıldı.
1951'de bu kez dönemin cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın emriyle, Bahir Özok'un oğlu Fazıl Özok, okçuluk sporumuzu ihya ile görevlendirildi. Subay olan Fazıl Özok, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü çatısı altında okçuluğun ihyasıyla görevli olarak çalışmaya başladı. Bu çalışma olumlu sonuçlar verdi.
1951'de Okçuluk Federasyonu kuruldu. Okçuluk sporu canlandı. Bugün de okçuluk, modern yaylarla yapılan çalışmalarla uluslararası kurallara uygun olarak sürmektedir. Erkek ve bayan Türk okçuları uluslararası alanlarda da başarılar elde etmektedirler.
Dostları ilə paylaş: |